Dünya egemenliğini amaçlayan
Amerikan emperyalizminin politik-askerî doktrininde, işbirlikçi
hükümetlere karşı ayaklanmaları bastırma, devrimci halk
güçlerini ezme stratejisi ile işbirlikçiliği reddeden bağımsız
hükümetlere karşı işbirlikçi-gerici ayaklanmaları destekleme
stratejisi birbirini tamamlar. "Dost" hükümetlere karşı isyan
edenler düşmandır, ezilir. "Düşman" hükümetlere karşı
isyan edenler, dost sayılır ve desteklenir.
Bu iki farklı strateji somut koşullara göre bütünsel emperyalist-kapitalist amaçlar doğrultusunda uygulamaya konulur. Amerikan emperyalizmi, dünya kapitalist sisteminin elebaşısı olarak, dünyanın her tarafında sosyalizm,
bağımsızlık ve demokrasi güçlerine karşı topyekün politik-askerî bir savaş içindedir. Politik-askerî savaşın alanı bütün dünyadır. Her ülke ve her bölge somut duruma göre değerlendirilir. Amaç mümkün olduğu kadar çok ülkeyi ve bölgeyi elde tutmak, elden kaçmış ve "düşman" saflarına katılmış ülke ve bölgeleri geri kazanmaktır. Bir ülke veya
bölgedeki kayıpları telafi etmek için karşı saflardaki ülke veya bölgeleri düşürmek olağan bir yöntemdir.
Amerikan emperyalizmi, İkinci Dünya
Savaşı'ndan dünyanın tartışmasız birinci gücü olarak çıktı.
Kendisine bağladığı kapitalist dünyadaki işbirlikçilerine karşı işçi sınıfının ve ezilen halkların başlattığı sosyalist ve devrimci-demokratik devrimleri bütün gücüyle ezmeye
çalışırken, sosyalist sisteme katılmış veya emperyalizme karşı sosyalist sistemle bağlaşıklık kurmuş ülkelerde karşı-devrimler tezgâhlamak için her çabayı gösterdi. Bu planı geniş ölçüde başarılı oldu ve hem sosyalist sistemi dağıtmayı, hem de
sosyalist sisteminin desteğinden yoksun kalan bağımsız ve bağlantısız ülkelerin çoğunu çökertmeyi başardı.
Amerikan emperyalizminin önderliğindeki
dünya kapitalist sisteminin, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'yu saran yeni halk devrimleri dalgasını, sözünü ettiğimiz askerî doktrin çerçevesinde değerlendirdiği besbellidir. Tunus ve Mısır'da dipten gelen devrim, emperyalizmin uşağı kapitalist rejimleri
sarstı, rejimin başındaki diktatörleri devirdi. Ama ABD ve Avrupa yönetimleri, devrimin etkisizleştirilmesi, işbirlikçi sömürü düzeninin sürmesi, Tunus ve Mısır'ın ellerinden kaçmaması için her şeyi yapıyor. Özellikle Mısır, emperyalizmin dünya ve bölge
hâkimiyeti ile Ortadoğu'daki ileri karakolu İsrail siyonizminin güvenliğinin sağlanması açısından kritik bir ülke.
Mısır'ı ve Tunus'u elde tutmak için
harıl harıl çalışan emperyalizm, milyonlarca işçi ve emekçinin açığa çıkan devrimci enerjisinin; halk kitlelerinin işsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa ve köleliğe duyduğu derin nefretin, bütün bu çabayı anlamsız kılabileceğini biliyor. O yüzden, Mısır'ın
ve Tunus'un arasında kalan, toprağı geniş, nüfusu az, petrolü zengin mi zengin Libya'yı, karşı-devrimci aşiretleri ayaklandırıp askerî bir müdahaleyle sağlamca ele geçirebileceği, olası kayıplarını telafi edebileceği bir alan olarak gördü ve bütün
uşaklarını seferber edip fiziki ve psikolojik bir savaş başlattı.
Mısır'ın ulusal bağımsızlıkçı Cemal Abdülnasır yönetimi altında bulunduğu, Sovyetler Birliği'yle dayanışma içinde olduğu 1950'ler ve 1960'larda,
emperyalizmin uşağı kral İdris Sunusi Libya'sında petrol, Batılı
tekellerin malıydı ve Trablus yakınlarında kurulmuş Wheelus Hava
Üssü'nde Amerikan emperyalizminin 4600 askeri bulunuyordu. Büyük
Amerikan üssünün yanı sıra, İngilizlere ait daha küçük üsler
de, bu yarı-sömürge, yarı-feodal ülkenin topraklarındaki müthiş
doğal zenginliğin Batı kapitalizminin kasalarına kâr olarak
akmasını sağladığı gibi, ilerici Mısır yönetimine karşı
bir baskı unsuru işlevi görüyordu. Libya'da Muammer Kaddafi
önderliğindeki 1969 ulusal bağımsızlık devrimi, krallığı
ortadan kaldırıp cumhuriyeti ilan etti, Amerikan ve İngiliz
üslerini kapattı, yabancı askerleri sınır dışı etti ve
petrolü millileştirdi.
Libya'yı kaybeden emperyalizm,
1970'lerin ikinci yarısından itibaren Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek eliyle Mısır'ı saflarına çekmeyi başardı. Bugün, halk devrimlerinin olası gelişimiyle Mısır'ın ve Tunus'un
bağımsızlık yoluna girebileceğini düşünen emperyalizm, zayıf halka olarak değerlendirdiği Libya'yı yine doğrudan doğruya kendine bağlamaya çalışıyor.
Sosyalizm, bağımsızlık ve demokrasi
güçleri, emperyalizmin planları konusunda uyanık olmazlar ve Libya'daki gerici isyanı, kapitalist sistemin topyekün politik-askerî savaş doktrini çerçevesinde Mısır ve Tunus devrimlerine karşı somut emperyalist hamle olarak değerlendiremezlerse, büyük bir kayba uğrayacaklardır. Libya'nın doğrudan doğruya emperyalizmin denetimine girmesi, Libya halkının köleleştirilmesi demektir. Libya'nın köleleştirilmesi, Mısır ve Tunus devrimleri için kötü haber olacaktır. Mısır ve Tunus devrimleri için kötü haber, Türkiye, bölge ve dünya halkları için de kötü haberdir.