
Tam kırk yıl önce, 12
Mart 1971 günü öğle saatlerinde, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ile kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanlarının verdiği muhtırayla, Amerikan emperyalizmi ve yerli işbirlikçi tekelci burjuvazi, Türk Silahlı Kuvvetlerini, halkın
devrimci mücadelesinin üzerine sürmeyi başarmıştı.
12 Mart faşist cuntası,
1950'lerin ikinci yarısından itibaren adım adım yükselişe geçen
ve 1960'lar boyunca ivmesini arttırarak resmî ideolojinin çemberini
aşıp sosyalizme yönelmeye başlayan devrimci uyanışı ezmek;
işçi sınıfını, yoksul köylüleri, gençliği, öğretmenleri,
memurları, aydınları, genç subayları, Kürt aydınlarını
yıldırmak ve örgütsüz bırakmak hedefini güdüyordu.
12 Mart darbesi, Amerikancı
faşist cuntanın; ordu içerisinde, halkın devrimci mücadelesiyle
birleşmek isteyen genç devrimci subayları ve kemalizmle sosyalizmi
birleştirmeye çalışan "sol kemalistler"i 9 Mart 1971'de bin
türlü hileye başvurarak alt etmesiyle başladı. 12 Mart darbesi,
Amerika'nın politik-askerî doktrininin parlak bir uygulaması oldu.
12 Mart cuntası aracılığıyla Amerikancı kontrgerilla, Amerikan
terminolojisiyle söyleyecek olursak, Amerikan dostu kapitalist
rejime karşı ayaklanan toplumsal ve siyasal muhalefet güçlerini
ezdi ve Amerikancı istikrarı yeniden kurdu.
Faşist kontrgerilla rejimi,
başında Süleyman Demirel'in bulunduğu, büyük kapitalistlerin ve
toprak beylerinin temsilcisi sağcı-muhafazakâr Adalet Partisi'nin
her yönlü desteğiyle, ilan ettiği sıkıyönetim ve başta
İstanbul olmak üzere büyük merkezlerde yürüttüğü Balyoz
Harekâtı yoluyla, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm
mücadelesini ortadan kaldırmak, devrim ve sosyalizm kavramlarını
toplumsal bellekten silmek için ülke çapında devrimcilere yönelik
bir sürek avı başlattı. İdam, kurşuna dizme, işkenceyle
öldürme, sakatlama, sorgusuz sualsiz hapishanelere tıkma
olağanlaştı.
12 Mart diktatörlüğü,
Türkiye İşçi Partisi'ni kapattı, Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu'nun faaliyetlerini durdurdu, grevleri, yürüyüşleri,
miting ve gösterileri yasakladı. Türkiye Öğretmenler
Sendikası'nı, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu'nu ve
Devrimci Doğu Kültür Ocakları'nı feshetti.
12 Mart rejimi, komünist,
sosyalist, devrimci-demokrat dergileri kapattı. Her türlü muhalif
ses ve kalemi susturdu, sansürü ve otosansürü egemen kıldı.
12 Mart döneminin
ayırdedici özelliği, işkenceyle elde edilen sözümona delillere,
sahte belge üretimine, telefon dinlemelerine, ajan-provokatörlere, komplo ve iftiralara, basın-yayın organlarının yürüttüğü itibarsızlaştırma kampanyalarına dayanan kitlesel siyasal
davalar oldu.
12 Mart düzeni, 27 Mayıs
Anayasası'nda tanınan siyasal özgürlükleri kökünden budadı.
TRT'nin ve üniversitelerin özerkliğine son verdi. Salt komünizm
düşmanlığına indirgediği resmî Atatürkçülüğü herkese
dayatırken, sınırlı laiklikten geriye doğru büyük adımlar
attı. İmam Hatip okullarına lise statüsü verdi, tarikatları ve
cemaaatleri güçlendirdi. Ülkücü faşizmi destekledi. Amerikan
hizmetinde olmak şartıyla hem dinciliği-mukaddesatçılığı, hem
milliyetçiliği körükledi. Türk-İslam-NATO Sentezi doğrultusunda
dev adımlar attı.
12 Mart faşizmdi. Amerika
ile büyük kapitalistlerin ve toprak beylerinin vurucu gücüydü.
Grev yasaklarıyla ücretleri düşürmenin, sermaye birikimini
hızlandırmanın aracıydı. Sosyalizme, devrime, bağımsızlığa
ve demokrasiye düşmanlıktı.
12 Mart faşizmdi. Grevci
işçilere, toprak işgal eden köylülere, emekçi halkla birleşen
devrimci-ilerici gençlere, işçi sınıfına dost aydınlara, yurt
ve ulus sevgisiyle diline ve kimliğine sahip çıkan Kürtlere,
dürüst gazetecilere tahammül edemiyor; hepsini "yıkıcı-bölücü",
"anarşist", "darbeci" ilan edip "illegal örgüt üyesi"
sayıyor, tutukluyor ve yargılıyordu.
12 Mart faşizmdi. Deniz
Gezmiş'leri asarak, Mahir Çayan'ları, Sinan Cemgil'leri vurarak,
İbrahim Kaypakkaya'ları işkence ederek öldürmenin, Yılmaz
Güney'leri zindana tıkmanın adıydı.
12 Mart faşizmdi.
Sıkıyönetimdi, sokağa çıkma yasağıydı, İstanbul'un bütün
evlerini tek tek aramaydı, yol çevirmeydi, köy basmaydı, kitap
yakmaydı, kışlaları zindan yapmaydı, her yere arananların
resmini asmaktı, "sayın muhbir vatandaşlar"ı yüceltmeydi.
12 Mart faşizmdi.
Siyonist-sömürgeci işgale karşı savaşan Filistin halkını
destekleyen enternasyonalist Türkiye devrimcilerini yok etmek için,
ABD, İsrail ve Ürdün gizli servisleriyle işbirliği yapmaktı.
12 Mart faşizmdi. Sovyetler
Birliği'ne, sosyalist sisteme, bağımsız ve bağlantısız ilerici
Arap rejimlerine karşı NATO'nun vurucu gücü, üssü, sıçrama
tahtası ve füze rampası olmaktı.
Bütün zulmüne rağmen 12
Mart rejimi kalıcı olamadı. 1970'lerin ikinci yarısına damgasını
vuracak olan yeni devrimci dalganın yükselmeye başlamasıyla 12
Mart'ın yıldızı söndü. 12 Mart'ın yok etmeye çalıştığı
bütün devrimci akımlar, parti ve örgütler, sendika ve dernekler
çok daha güçlü olarak yeniden sahneye çıktı. İşçi sınıfı
ve dostları, komünistler, sosyalistler, devrimci-demokratlar
toplumun en ince damarlarına kadar nüfuz etti. Amerikan
emperyalizminin liderliğindeki dünya kapitalist sistemi ve
işbirlikçi burjuvazi, 1970'lerin devrimci yükselişini, ülkeyi iç
savaş boyutlarına ulaşan siyasal cinayetler, kanlı terör,
kitlesel kıyımlar sürecinden geçirerek ancak 12 Eylül 1980
darbesiyle durdurabilecekti.
Dünya kapitalist sistemi ve
Türkiye'deki uzantıları açısından, 12 Mart karşı-devrimi, 12
Eylül'ün provasıydı. 12 Mart kalıcı olamadı ama 12 Eylül
kalıcı oldu. AKP iktidarı, 12 Mart ve 12 Eylül diktatörlüklerinin
mantıksal uzantısı olarak, bugün aynı karşı-devrimi
derinleştirerek sürdürüyor.
Dünya işçi sınıfının
ve ezilen dünya halklarının ayrılmaz parçası olan Türkiye işçi
sınıfı ve ezilen halkları açısından, 1950'lerin ikinci
yarısında başlayan ve 1960'ları belirleyen devrimci yükseliş
dönemi, 1970'lerin çok daha yaygın ve derin kitlesel devrimci
atılımının provasıydı. 12 Eylül'ün baskısı ve sosyalist
sistemi çökerten 1989-1991 karşı-devrimlerinin olumsuz etkisi
altında kalan Türkiye işçi sınıfının devrimci hareketi,
ardarda ağır kayıplara uğradı. İşçi sınıfı hareketinin
ideolojik, politik ve örgütsel likidasyona karşı ayakta kalmaya
çalıştığı 1980'ler ve 1990'lar boyunca, Kürt coğrafyasında
güç kazanan ezilen halk hareketi, doğal müttefiklerinin etkili
desteğinden yoksun kalarak yön kaybına uğradı.
Dünyada, bölgede ve ülkede
adım adım tekrar yükselmeye başlayan devrimci dalga, kapitalist
krizin derinleşmesiyle hızlandı. Neoliberal meşruiyet masalları
iflas eden kapitalist sınıflar ve devletler, krizin bütün yükünü
işçi sınıflarına ve ezilen halklara yüklemeye kalkınca, sistem
zayıf halkalarından patladı. Tunus ve Mısır halk devrimlerini
engelleyemeyen dünya kapitalist sistemi, bu devrimlerin
derinleşmesini ve yayılmasını önlemek, bütün Arap halklarını
sarmasını engellemek için Libya'da karşı-devrimci bir isyan, iç
savaş ve emperyalist işgal planını yürürlüğe soktu.
Yeni devrimler dönemi
başladı; ne var ki, her devrim, karşı-devrimleri de tetikleyerek
ilerler. Bölgede ve dünyada devrimci ayaklanmalar ve karşı-devrimci
isyanlar, darbeler ve savaşlar artık kaçınılmaz olgular olarak
gündeme gelecek.
AKP iktidarının, 12 Mart
ve 12 Eylül diktatörlüklerinin mantıksal uzantısı olması gibi;
işçi sınıfı hareketi ve müttefikleri, 1960'ların devrimci
yükselişinin, 1970'lerin devrimci atılımının, 12 Mart'a ve 12
Eylül'e boyun eğmemenin, likidasyonu boşa çıkarmanın mantıksal
uzantısıdır. 12 Mart darbesinin kırkıncı yılında,
yenilgilerimizden ders alarak, hatalarımızı tekrarlamadan, zayıf
yönlerimizi güçlendirerek, güçlü yönlerimizi pekiştirerek
yola devam ediyoruz. Dünyayı ağır toplumsal ve doğal felaketlere
sürükleyen kapitalizme ve emperyalizme karşı, 21. yüzyılın
yeni devrimler dönemine daha bilinçli ve daha örgütlü olarak
girmeliyiz.