Bu sayımızda yer alan "DİSK Nereye?" başlıklı yazıda, Süleyman
Çelebi başkanlığındaki bugünkü DİSK yöneticilerinin "dağınık solu birleştirme",
"yeni sol parti kurma", "yenilenme, bütünleşme, kitleselleşme" sloganlarıyla
DİSK'i sosyalizmin en küçük izinden bile arındırma gayreti içine girdiklerini
belirtmiştik. Bu konuda uzlaşmacı DİSK yöneticilerinin akıl hocalığını yapan
Prof. Dr. Burhan Şenatalar'ın 10 Aralık 2005'te İstanbul Dedeman Oteli'nde
düzenlenen toplantıda, "Sol kanattan anladığımızın ne olduğu önemlidir.
Anladığımız, kollektivizme inanan ve piyasa ekonomisini reddeden sol ise,
onlarla yolumuz ayrılıyor." dediğini aktarmıştık. Prof. Şenatalar, bu
açıklamasını şöyle tamamlamıştı: "Ancak sol kanattan kastedilen Özgürlük
Dayanışma Partisi (ÖDP) gibi seçeneklerse, bu girişimde yerleri vardır ve çok
şey de katarlar."
DİSK'i kapitalizmi reddeden komünistlerden ve sosyalistlerden
ayrı bir yörüngeye sokmaya çalışan Prof. Şenatalar'ın ÖDP'yi piyasa ekonomisini
benimseyen ve kollektivizmi reddeden bir yapının doğal bileşeni olarak
tanımlaması şüphesiz ilginç sayılmalı ve değerlendirilmelidir. Sosyal
demokrasinin içindeki liberalizm dozunu az bulup onu bir kez daha liberalizmle
aşılayarak daha da sağa çekme uğraşı içinde olduğu görülen, DİSK'i
sosyal-liberal bir teslimiyet çizgisine mahkûm etmeyi marifet bilen profesörün,
kendini geleneksel sosyalizmden ayırsa da yine de sosyalist sayan ÖDP'yi hayırla
anması ÖDP açısından pek de hayırlı olmasa gerektir.
Haklarını yemeyelim, ÖDP yöneticileri Prof. Şenatalar'ın bu
sözlerine itiraz ettiler. ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Hakan Tahmaz şöyle dedi:
"Özellikle Burhan Hoca'nın konuşması işimizin zor olduğunu gösteriyor. ÖDP'yi
yeterince tanıtamamışız. ÖDP, geleneksel kollektivizmden başka bir kollektifliği
savunur. Programımız piyasa ekonomisine karşıdır. ÖDP üzerine beyanlar ÖDP'yi
tanımayı gerektirir."
Bildiğiniz gibi, ÖDP 1996'da kurulmuştu ve bugünlerde 10.
yılını kutluyor. Herkes kabul eder ki, bir partinin kendini 10 yılda, üstelik,
siyasal bilinçten yoksun sade bir yurttaşa değil, Prof. Şenatalar gibi
sosyal-liberal bir ideologa tanıtamadığından söz etmesi pek inandırıcı olmaz.
Prof. Şenatalar'ın ÖDP'ye bu kadar olumlu yaklaşmasının güçlü nesnel temellere
dayandığını varsayabiliriz. ÖDP'nin felsefesinde, programında, örgüt ve kadro
anlayışında, strateji ve taktik yaklaşımında sosyalist ve devrimci bir proleter
partisiyle asla bağdaşmayacak güçlü liberal-sol öğelerin bulunduğu, bu öğelerin
ÖDP'ye damgasını vurduğu açıktır. Kimlere karşı, kimlerden yana olduğunu iyi
bilen, kapitalizmi reddedenlerle yolları kesin olarak ayırmak gerektiğini
savunan Prof. Şenatalar'ın ÖDP'ye yönelik talihsiz övgüsünün nedeni de zaten
budur.
Ürün, ÖDP gerçeğini daha en baştan ele aldı ve kapsamlı biçimde
eleştirdi. Ürün Kitap Dizisi'nin 10 Eylül 1997'de yayınlanan 3. sayısında yer
alan "ÖDP Üzerine" başlıklı yazımızı, Prof. Şenatalar'ın ÖDP'ye ilişkin saptama
ve yaklaşımına yol açan gerçekleri daha iyi anlamak açısından yararlı olacağını
düşünerek sunuyoruz.
ÖDP Üzerine
Bu yazıda Özgürlük ve Dayanışma Partisi ÖDP'yi program ve
tüzüğünü esas alarak kısaca değerlendireceğim. Daha yazıya başlarken
Marksist-Leninist bakış açısını benimsediğimi, yeni bir dünya ve yeni bir
Türkiye için sınıf partisinin zorunlu olduğuna inandığımı, işçi sınıfının
önderliğinde politik bir devrim olmadan Türkiye'nin temel hiçbir sorununun çözüm
yoluna dahi giremeyeceği düşüncesinde olduğumu açıkça belirtmek isterim.
Dolayısıyla ÖDP'yi değerlendirirken tabii ki böylesi bir düşünsel temelden yola
çıkacağım ve değerlendirmelerimi bu anlayışla yapacağım.
ÖDP'yi program ve tüzüğü temelinde değerlendirirken dile
getireceğim görüşlerimin sosyalist dayanışma duygularımın içtenliğiyle kaleme
alındığını, ÖDP'ye yapıcı ve dostça bir anlayışla yaklaştığımı da vurgulamak
istiyorum. Çünkü özgürlük ve dayanışma kavramları işçi sınıfı devrimcilerinin
büyük değer verdiği kavramlardır. Hepinizin bildiği gibi, sermaye
boyunduruğundan kurtuluş anlamında özgürlük, sermayeye karşı emekçilerin birliği
anlamında dayanışma, bu içeriğine işçi sınıfının büyük düşünürleri Marks ve
Engels tarafından kavuşturuldu. Adında özgürlük ve dayanışma sözcüklerine yer
veren bir partiye daha en baştan dostça yaklaşmak işçi sınıfının kurtuluşu
davasına inanan bir devrimci için çok doğal olsa gerek. Üstelik ÖDP, programında
ve tüzüğünde amacını ortaya koyarken, "Sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu
yana işçi ve emekçi sınıfların pratiğinde kendini yeniden üreten eşit, özgür,
sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya arayışı insanlığın özlemidir" diyor ve kendisini
"bu evrensel ve tarihsel özlemin taşıyıcısı olan Özgürlük ve Dayanışma Partisi"
olarak tanımlıyor. 1
Bu amacı ve özlemi paylaşan birisi olarak ÖDP'ye yönelteceğim
eleştirilerimin yapıcı nitelikte olacağı açıktır. Ayrıca ÖDP içinde ortak
mücadeleleri, sevinçleri ve acıları paylaştığım ve paylaşmaya devam edeceğimi
umduğum dostlarım ve arkadaşlarım var. Bu da eleştirilerimin dostça olmasını
gerektiren üçüncü bir neden.
Demek ki, değerlendirmelerim, sınıf mücadelesinin gereklerinden
hareket eden bir düşünsel yapının ürünü olarak ağır ve sert bir içerik taşısa
da, içtenlikli olacaktır.
Solun Birliği Mi?
İlk önce ÖDP'nin nasıl kurulduğunu kısaca hatırlayalım. O
sıralarda ÖDP girişiminin başını çekenler, ÖDP'nin varlık gerekçesi olarak "bir
sınıf partisinin ve sosyalizmin darlığını aşıp ülke siyasetine ağırlığını
koyabilecek gerçekçi bir seçenek oluşturmak gerekir", "solun birliğini,
özellikle de partili sol gelenekle partisiz sol hareket geleneğinin birliğini
sağlamak gerekir" görüşlerini öne sürüyordu. Buna bağlı olarak ÖDP, Birleşik
Sosyalist Parti BSP ve Geleceği Birlikte Kuralım GBK oluşumlarının ve ayrıca
yeşiller, feministler ve benzeri grupların birleşmesi sonucu Şubat 1996'da
kuruldu.
Partinin kuruluşunda ağırlıklı olarak iki çevre yer alıyordu.
Bunlardan biri kendini özellikle sosyalist, öbürü ise özellikle devrimci olarak
niteliyordu. Kuruluştan önce partinin adı konusunda hararetli bir tartışma
yürütüldü. Genel olarak BSP'den gelen kimi unsurlar partinin adında sosyalizm
sözcüğünün yer almasını isterken, özellikle GBK'den gelen kimi çevreler ise
partinin adında sosyalizm sözcüğünün yer almaması konusunda diretiyorlardı.
Sonuçta Özgürlük ve Dayanışma adında uzlaşıldı.
Bu ad tartışmasını hatırlatmamın nedeni "niçin şu ya da bu
sözcük seçildi veya seçilmedi" gibisinden bir eleştiri başlatmak değil, ÖDP
program ve tüzüğüne yansıyan ve bir bütün olarak kurulan yapının anlayışında
kendisini gösteren bir paradoksa işaret etmektir. Esas olarak "sosyalistlerin ve
devrimcilerin birliği"nin düşünsel siyasal temeli olarak oluşturulan program ve
tüzük, ne sosyalist olmuştur, ne de devrimci. Yine esas olarak "sosyalistlerin
ve devrimcilerin birliği"nin örgütsel ifadesi olarak kurulan parti, ne sosyalist
olmuştur, ne de devrimci. Tek tek ele alındıklarında her biri (en azından söz ve
yazı düzeyinde) çok daha ileri platformları savunan çevre ve gruplar bir araya
geldiklerinde çok daha geri bir platform üzerinde anlaşmaya varmışlardır.
Sosyalistler ve devrimciler ne hikmetse sol-liberal, reformcu bir platform
oluşturmuşlardır.
Şimdi bu paradoksu açıklamaya, program ve tüzüğe ve bu temeller
üzerine kurulan partiye, sosyalizmin ve devrimciliğin değil de, sol-liberal
reformizmin yansımasının kanıtlarını göstermeye çalışacağım.
Sınıf Partisi Değil Kitle Partisi
ÖDP tüzüğünün 2. ve 4. maddeleri partinin tanımını ve partinin
niteliğini/işleyiş ilkelerini veriyor. Madde 2'ye göre "Özgürlük ve Dayanışma
Partisi tüm emekçilerin, ezilenlerin ve onlarla aynı saflarda yer almayı ve yeni
bir dünya kurmayı isteyenlerin partisidir."2
Madde 4'e göre "Parti, 2. maddede belirtilen dinamiklere dayanan, politikayı
onların her düzeyde söz ve karar sahibi olması olarak anlayan çoğulcu bir kitle
partisidir."3 Yani ortaya çıkan uzlaşmaya
göre ÖDP bir sınıf partisi değil, çoğulcu bir kitle partisidir.
Bilindiği gibi sosyalizm işçi sınıfının ideolojisi ve
düzenidir. Sosyalistler de işçi sınıfının devrimcileridir. Sosyalistler işçi
sınıfının ideolojisini savunurlar, kurdukları parti de sınıfın partisidir. Bu
parti işçi ve emekçi kitleleri örgütleyerek politik bir devrimle işçi sınıfının
düzeni olan sosyalizmin kuruluşuna öncülük eder. Demek ki ÖDP tüzüğüne göre
sosyalistler en temel ilkeleri olan sınıf partisinden vazgeçmişlerdir. Sınıf
partisi olmadan kapitalist sınıfa karşı sınıf mücadelesini tutarlı bir biçimde
sürdürüp sonuca ulaştırmak ve işçi sınıfının kurtuluşunu sağlamak
imkânsızdır.
Kuşkusuz sınıf partisi de kitleselleşmek ister, ama bu
kitleselleşme sınıfın ilkeleri ve görüşleri temelinde verilen sabırlı ve uzun
vadeli mücadelenin sonucu olarak ortaya çıkar. Böyle yapılmadığında, sınıfın
ilkelerini savunmanın başlangıçta getireceği çok çeşitli baskı ve zorluklar göze
alınmadığında, ilkeleri önemsemeden "herkesi yakalamayı" amaçlayan bir
kaptıkaçtı gerçekçiliği tercih edildiğinde sınıfın amaçlarından uzaklaşılmış
olur, kapitalist düzenin bir aksesuarı durumuna düşülür. Sınıf partisi,
kitleleri sınıfın ilkeleri temelinde kazanmalıdır, sınıfın çevresinde
birleştirmelidir; daha çok kişiye daha kolay hitap etmek, burjuva çevrelerin
gözüne girmek amacıyla sınıfın ilkelerinden vazgeçilmemelidir. Kitleler sınıfın
bilinci seviyesine yükseltilmelidir, kitleleri kazanma adına geri bir bilince,
daha doğrusu bilinçsizliğe teslim olunmamalıdır.
Devrimci Değil Reformcu
Gelelim ÖDP'nin ikinci ağırlıklı çevresini oluşturan
devrimcilere. Bu incelememi yaparken elimde ÖDP'nin 71 sayfalık Program ve
Tüzüğü var. Bu program ve tüzükte devrim sözcüğü bir kez bile geçmiyor. Devrimci
sözcüğü ise yalnızca -evet yalnızca- bir kez geçiyor. Devrimci sözcüğünün
kullanıldığı tek yer programdaki şu paragraftır: "Ancak siyasal ve toplumsal
alanda devrimci bir değişimin, emekçilerin partisinin herhangi bir biçimde
hükümet olmasıyla değil, bizzat işçilerin ve emekçilerin kendilerini
yönetmesiyle gerçekleşeceğini bir an bile gözden yitirmez."4
Başka konularda sözcük kullanımında hiç de tasarruflu olmayan
program ve tüzükte iş devrim ve devrimci kavramlarına gelince ortaya çıkan bu
aşırı tasarruf devrimcilerin en temel ilkeleri ve hedefleri olan devrimden
vazgeçtiklerini gösteriyor. Tabii devrim sözcüğünü bile kullanmayan bir program
ve tüzükte bir siyasal devrim anlayışı, bu siyasal devrimi bir kaldıraç olarak
kullanarak toplumsal bir devrimi başlatma anlayışı beklemek pek gerçekçi olmasa
gerek. Siyasal devrimden, siyasal iktidarı ele geçirmekten, kapitalist sınıfın
diktatörlüğüne son vermekten vazgeçince de kapitalist düzen içinde kimi
reformlarla yetinmekten başka bir yol kalmaz.
Buraya kadar söylediklerimi belki de şekilci bulabilirsiniz.
ÖDP'nin sınıf partisi değil de kitle partisi olduğunu söylemesinin sosyalizmden
vazgeçme anlamında yorumlanmasını, devrim ve devrimci sözcüklerini bile
kullanmamasının devrimden vazgeçme anlamında yorumlanmasını yanlış
bulabilirsiniz. Her ne kadar upuzun bir sınıf mücadelesi tarihinden kaynaklanan
anlam yüklerine sahip sözcük ve kavramların önemli olduğuna inansam da, kuşkusuz
burada sözcük ve kavram avcılığı yapmıyorum. Sınıf partisi kavramı yerine kitle
partisi kavramının tercih edilmesi ve devrim kavramının hiç kullanılmaması
program ve tüzüğün bütününe sinen anlayışın, ÖDP mantığının göstergesi olmasaydı
belki de bu kadar titizlenmeye gerek kalmazdı.
Kapitalist Mülkiyet Sorunu Yok Sayılıyor
Program ve tüzüğün bütününe sinen reformcu anlayışın,
sosyalizmden ve devrimden vazgeçişin temel kanıtı Türkiye'de egemen düzenin
sosyal ve ekonomik temellerine yönelik bir tek önleme bile yer verilmemiş
olmasıdır. Üretim araçlarının özel mülkiyetine son vermeyen ve kâr ilkesini
toplumu yönlendiren ilke durumundan çıkarmayan bir sosyalizm olur mu? Günümüz
dünyasında bu yolda köklü adımlar atmayan, en azından üretim araçları üzerindeki
büyük sermaye mülkiyetine son vermeyen bir devrim olur mu?Herhangi bir yanlış
anlamayı veya kaçamağı önlemek için, burada sosyalist devrim mi, demokratik
devrim mi, aşamalı devrim mi aşamasız devrim mi, Türkiye'de egemen olan sermaye
sınıfı mıdır, işbirlikçi tekelci sermaye midir, oligarşi midir gibi bir tartışma
yürütmediğimi vurgulamak isterim. Bu konularda benimsenen tutum ne olursa olsun
ve nasıl bir tanımlama getirilirse getirilsin, emperyalistlere ve yerli
kapitalist holdinglere ait bankaların, sigorta şirketlerinin, sanayi, ticaret ve
tarım işletmelerinin kamulaştırılması, dış ticaret şirketlerinin
kamulaştırılması, büyük toprak sahiplerinin mülkiyetine el konulması, büyük
medya şirketlerinin kamulaştırılması, bütün bu kurumların işçi ve emekçilerin
kollektif mülkiyeti haline getirilmesi ve emekçilerin kollektif yönetimi altına
alınması sağlanmadan sosyalizm ve devrimden söz edilebilir mi? Bu can alıcı
önlemlerin hiçbiri ÖDP Program ve Tüzüğünde yer almıyor.
Türkiye, dünyada gelir dağılımı en bozuk ülkeler arasında yer
alıyor. Milyonlarca insan açlık sınırları içinde yaşarken nüfusun en üst
tabakasını oluşturan yüzde beşlik bir kapitalist azınlık muazzam servetini nasıl
harcayacağını bile bilmez bir şımarıklık içinde lüks ve sefahat içinde gününü
gün ediyor. Gelir dağılımındaki bu olağanüstü bozukluk artık burjuva
çevrelerinin bile alarm zilleri çalmasına yol açacak kadar gündemdeyken, ÖDP'nin
bu bozukluğu ortadan kaldırmanın temel önleminin, kapitalist büyük mülk
sahiplerinin mülklerine, fabrikalarına, bankalarına, ticarethanelerine,
çiftliklerine, basımevlerine, radyo ve televizyon yayın istasyonlarına, enerji
ve telefon santrallerine vb. el koymak olduğunu unutması inanılmaz bir durum
oluşturuyor.
ÖDP için mülkiyet sorunu diye bir sorun bulunmuyor. Koç'ların,
Sabancı'ların, Eczacıbaşı'ların, Karamehmet'lerin, Doğan'ların, Bilgin'lerin,
Bayram'ların, Bodur'ların, TÜSİAD ve MÜSİAD patronlarının elindeki ekonomik
gücün topluma devredilmesi talebi ÖDP'nin gündeminde yer almıyor. Ekonomik
iktidarın TÜSİAD ve MÜSİAD patronlarının elinde olduğu bir ülkede emekçiler
nasıl özgür olacak acaba? Ekonomik iktidarın sermayenin elinde bırakıldığı bir
ülkede "üretenlerin yönettiği, ezen ve ezilenlerin olmadığı, toplumun üzerindeki
askeri, polisiye ve bürokratik baskı ve denetimin ortadan kalktığı, ekonomik
karar ve planlama süreçlerinin çalışan ve üreten çoğunluğun iradesine dayandığı
bir dünya"nın5 izi bile olur mu? İnsanın
insanı sömürmesine, sermayenin emek üzerindeki boyunduruğuna sihirle, büyüyle,
duayla ve dilekle son verilemez ki!
İşçi sınıfı önderliğinde bütün emekçi kitleleri seferber eden
bir politik devrim yoluyla sermaye sınıfı mülksüzleştirilmedikçe sömürüye son
verilemeyeceği Komünist Manifesto'dan bu yana artık herkesin bildiği bir
gerçektir. ÖDP'nin kapitalist mülkiyet sorununu tümüyle yok sayması sosyalist ve
devrimci bir parti olmadığının temel göstergesidir. Çünkü Marks ve Engels'in
belirttiği gibi, işçi sınıfı devrimcileri "her yerde, mevcut toplumsal ve
siyasal düzene karşı her devrimci hareketi desteklerler. Bütün bu hareketlerde,
o andaki gelişme derecesi ne olursa olsun, mülkiyet sorununu o hareketin esas
sorunu olarak ön plana çıkarırlar."6
ÖDP'nin Mücadele Ekseni ve Talepleri
Mülkiyet sorununu esas sorun olarak ön plana çıkarmak şöyle
dursun, böyle bir sorunu tamamen gözlerden kaçıran ÖDP neleri ön plana
çıkarıyor? ÖDP pogramının en geniş kısmını oluşturan "Mücadele Ekseni ve
Talepler" bölümünde yer alan başlıkların hepsini sırasıyla veriyorum:
Derhal Barış! (s. 16)
Şovenizme ve
Faşizme Son! (s. 17)
Sınırsız Din ve Vicdan Özgürlüğü! (s. 18)
Halk
Egemenliği ve Sınırsız Siyasal Özgürlük! (s. 19)
Yargıda Bağımsızlık, Hukukta
Saydamlık! (s. 21)
Kentlere Demokrasi! (s. 21)
Üretenler Yönetsin! (s.
24)
Herkese İş, İşçiye Özgürlük! (s. 26)
Özgür ve Yaratıcı Bir Kültürel
Ortam (s. 28)
Kadınlara Özgürlük! (s. 30)
Gençlere Söz ve Yönetim Hakkı!
(s. 31)
Arkadaşıma Dokunma! (s. 33)
Çevrenin Tahribine Son! (s.
33)
Emperyalizmin Tahakkümüne Son! (s. 34)
Bu taleplerin hepsinin önemli olduğu şüphe götürmemekle
birlikte sosyalist ve devrimci bir partinin vazgeçilmez talebi olan kapitalist
mülkiyetin kamulaştırılması doğrultusunda herhangi bir niyeti bile ortaya
koymadığı açıktır. Böyle bir niyet olsaydı bunun en kolay ortaya koyulabileceği
bölümler olan "Üretenler Yönetsin!", "Herkese İş, İşçiye Özgürlük!" ve
"Emperyalizmin Tahakkümüne Son!" bölümlerine baktığımızda yargımız daha da
kesinleşiyor.
"Üretenler Yönetsin!" başlığı altında temel ekonomik kararların
"emekçi örgütleri ve temsilcilerince denetlenmesi" ile bu kararlarda "şirket
idareleri[nin] değil, halk temsilcilerinin ve emekçi örgütlerinin tavsiye ve
kararlarına dayanan demokratik planlama organları[nın] belirleyici
olma[sı]" 7 öngörülüyor. Sözü edilen
şirketlerin mülkiyetleri kapitalistlerin elinde kaldıkça nasıl hayata
geçirileceği hiç de belli olmayan kuru bir dilekten ibaret bu talepler bu
bölümdeki en ileri talepler olarak kalıyor. Anlaşılan ÖDP'nin kapitalist
mülkiyete dokunmaya, kamulaştırmaya karşı sistemli bir allerjisi var.
"Herkese İş, İşçiye Özgürlük!" bölümünde işçilere tanınan
özgürlük sigortalı çalışma, sendika, grev ve toplu sözleşme ve emeklilik hakkını
içeriyor. İşçilere tanınan özgürlük, işçilerin kollektif emeğin üyeleri olarak
işletmelere sahip olmaları, onları yönetmeleri, sermayenin baskısından ve
sömürüsünden kurtulmalarını hiçbir şekilde içermiyor. Kısacası işçiye, burjuva
anlamında özgürlük, kapitalistin boyunduruğu altında "özgür" bir vatandaş olarak
çalışma özgürlüğü tanınıyor.
"Emperyalizmin Tahakkümüne Son!" bölümünde ise NATO'dan
çıkılacağı açık olarak belirtilmediği, Gümrük Birliği konusunda sessiz
kalındığı, dış ticaretin kamulaştırılacağı talebi öne sürülmediği gibi,
Türkiye'deki yabancı sermaye yatırımlarının kamulaştırılacağı talebinde de
bulunulmuyor. Sermayenin uluslararası dolaşımının kontrol altına alınması gibi,
bırakın bir emekçi cumhuriyetini, bağımsız herhangi bir devlet için bile olmazsa
olmaz bir nitelik taşıyan can alıcı bir önlem ÖDP'nin aklına bile gelmiyor.
Sosyalist bloku dağıtmanın zafer sarhoşluğu içerisindeki
kapitalist ideologların liberal propagandaları ÖDP üzerinde öylesine etkili
olmuş ki, program yazarlarının aklına gelen tek şey "Sermayenin uluslararası
dolaşımının serbest olduğu bir dünyada, emeğin serbest dolaşımı talepleri de
yükseltilmelidir."8 demek olmuş. Sermayenin
uluslararası dolaşımına bir itirazı yok yani, onu doğal durum olarak kabul
ediyor, sorgulamıyor, bunun yanına bir lütuf ister gibi utangaç bir talepte
bulunuyor... Emeğin serbest dolaşımı temel bir insanlık hakkıdır. Bunu talep
etmek için dünya halklarını tarifsiz yıkımlara sürükleyen uluslararası sermaye
hareketlerinin özgürlüğünü doğal sayıp kabul etmek, liberal kapitalist mantığa,
yani bu durumda uluslararası emperyalizme teslim olmak gerekmez. Dış ticareti ve
sermaye hareketlerini kontrol etmeyen bir ülke, bırakın yeni bir düzen kurmayı,
bağımsız bile kalamaz, ekonomik olarak güçlü devletlerin fiili sömürgesi
durumuna düşer.
İçi Boşaltılan Kavramlar
Bütün bunları görünce ÖDP'nin "kapitalizmin sınırlarını
bugünden aşmaya yönelen bir eylem ve mücadele planına sahip"9 olduğu iddiası ne yazık ki en hafif deyimiyle
tamamıyla havada kalıyor. Görüldüğü gibi ÖDP'nin hiçbir talebi kapitalizmin
sınırlarını aşmaya yönelmiyor, hepsi kapitalizm sınırları içinde kalıyor. Zaten
mülkiyet sorununu ön plana getirmeden, artı değer sömürüsüne son vermeden
kapitalizmin sınırlarını aşmak bir hayalden başka bir şey değildir. ÖDP'nin ise
kapitalist mülkiyete kısmen olsun dokunmak gibi, yani sadece emperyalistlere ve
büyük sermayeye ait mülkiyete el koymak gibi bir devrimci radikal talebi bile ne
yazık ki yok. Program ve Tüzükte kapitalizm sözcüğü sık sık geçmesine geçiyor
da, kavramın özel mülkiyetle ilişkisi bile kurulmuyor ve içi boşaltılıyor.
Daha önce de belirttiğimiz gibi ÖDP'nin kuruluşunda belirleyici
rol oynayan eski sosyalist demokratlar ile eski devrimci demokratlar, demek
oluyor ki, kapitalizm sınırlarını aşmayan bir demokratlık paydasında anlaşmaya
varmışlar. Sosyalist demokratlar, sosyalistliklerini, devrimci demokratlar
devrimciliklerini bir yana bırakıp düpedüz demokrat bir program ortaya
çıkarmışlar.
Henüz bu büyük dönüşümün farkına varmayan sosyalistlere ve
devrimcilere ise rüşvet-i kelâm türünden içi doldurulmamış sloganlar ve
kavramlar vermişler. Üstelik bu rüşvet-i kelâm verilirken, "militarist ve
cinsiyetçi olmayan bir sosyalizm" tanımlaması yapılarak sanki militarist ve
cinsiyetçi bir sosyalizm olabilirmiş gibi, sosyalizme ve sosyalistlere açıkça
hakaret edilmiş.
Kısacası köprülerin altından çok su akmış, tek yol devrim
noktasından tek yol reform noktasına gelinmiş. Bugüne kadar kendini komünist,
sosyalist veya devrimci olarak tanımlayan hiçbir parti veya grup, aşamalı bir
strateji benimseyenler dahil, emperyalistlerin ve büyük sermayedarların
sermayesine el koymayı ve dış ticareti ve sermaye hareketlerini kontrol altına
almayı reddetmemişti. Buna ÖDP kuruluşuna katılan bütün eski çevreler de
dahildir. Sosyalizmden ve devrimcilikten liberalizme bu kayma, yeni dünya
düzenine bu ayak uydurma gerçekten hazin.
Sosyalist ve devrimci her programın olmazsa olmaz bir şartı
olan siyasal devrim ve bu devrimin çeşitli alanlardaki gerekleri konusuna
değinilmemesi, yakın dünya tarihinin en uzun süreli resmi ideolojisi olan
kemalizm konusunda bir tek sözcük edilmemesi gibi noktalara sadece değinip
geçiyoruz. Ulusal sorun konusundaki köklü eksikliklerin ise belki de legal
partilerin üzerinde Damokles'in kılıcı gibi duran kapatılma tehdidinden
kaynaklandığı öne sürülebilir.
Demokrasi Mücadelesi
Bu noktada yaygın olarak savunulan bir görüşü ele almak
istiyorum. Bu görüşün savunucularına göre, evet, ÖDP sınıf partisi değildir,
sosyalist parti değildir, ama Türkiye'nin öncelikle demokrasi mücadelesine
ihtiyacı vardır ve bu mücadelenin taşıyıcısı ÖDP'dir. Bu yüzden herkesin ÖDP'de
buluşması, sınıf partisi ve sosyalizm gerekçesiyle dışarıda kalıp demokrasi
mücadelesini bölmemesi gerekir.
Sosyalistlere yöneltilen "demokrasi mücadelesini bölme"
suçlamasının daha sosyalizmin ortaya çıktığı tarihten beri burjuva çevrelerinin
dilinden düşmeyen beylik bir suçlama olduğunu belirttikten sonra işin özüne
gelelim.
Türkiye'nin bütün temel sorunları, demokrasisizlik ve
hukuksuzluk dahil, Türkiye'nin emperyalist-kapitalist dünya sistemi içerisinde
kapitalist bir ülke olmasından kaynaklanıyor. Türkiye'de -başka ülkelerde de
olduğu gibi- ne ölçüde demokrasi olacağını belirleyen ana etken, emek ile
sermaye arasındaki güç dengesidir. Türkiye'de işçi sınıfı kapitalizme karşı ne
ölçüde güçlü bir mücadele verir ve diğer emekçi kitleleri de kendi etrafında
toplayarak kapitalist sınıfa karşı seferber ederse, o kadar demokrasi olacaktır.
Sınıf mücadelesinden ve bu mücadelenin dengelerinden bağımsız bir demokrasi
olmamıştır ve olmayacaktır. Türkiye, tarihinin nispeten en demokratik
dönemlerini, sosyalist mücadelenin en güçlü, sınıf mücadelesinin en yaygın
olduğu dönemlerde, örneğin 1960'larda ve 1970'lerdeki yükseliş dönemlerinde
yaşadı. Dolayısıyla demokrasi mücadelesini geliştirmek adına sosyalizmi,
sosyalist mücadeleyi, sınıf partisini reddetmek insanın kendi bindiği dalı
kesmesi anlamına gelir. Sosyalist mücadele işçi sınıfının kendi öz hedeflerine,
emeğin kurtuluşuna kavuşması açısından gerekli olduğu gibi, yan ürün olarak
demokrasiyi geliştirmesi sonucunu da doğurur. Demokrasi mücadelesi sosyalizm
mücadelesine bağlı olarak sürdürülmediğinde, demokrasi mücadelesi de aslında
sekteye uğratılmış olur.
Türkiye'de demokrasi mücadelesine kuşkusuz ihtiyaç vardır, ama
açıkladığım perspektifle yürütülmediğinde bu doğrultuda bile pek yol alınamaz.
ÖDP'nin programında dile getirilen anlayışı aslında salt demokrasi mücadelesi
açısından bile çok geridir. ÖDP programı kapitalist mülkiyetin hiçbir şekline
dokunmayı öngörmeyen, "tapuyu deldirmeyen", kapitalist Batı ülkeleri ölçüsünde
bir burjuva demokrasisi programıdır. Henüz sosyalist olmayan devrimci ve radikal
bir demokrasi programında bile tapunun delinmesi, hiç olmazsa egemen tekel
mülkiyetinin kamuya devredilmesi öngörülür.
ÖDP'yi oluşturan çevreler kendi eski programlarına bile bir göz
atsalar bu hükmü görebilirler. Üstelik ÖDP kurucuları arasında daha önce böyle
programların yazılışına bizzat katılmış ve kapitalizmi aşabilmek için böylesi
hükümlerin zorunlu olduğunu yazılarıyla, konuşmalarıyla, dersleriyle savunmuş,
bu bilgileri çevrelerine öğretmiş isimler de var.
Yani sorun bilgisizlikten, tecrübesizlikten kaynaklanmıyor.
Sosyalizmden liberalizme doğru bir görüş değişikliği, bir bakış açısı
değişikliği meydana gelmiş. Tercihler, idealler, değerler değişmiş.
Bu değişime rağmen, kimi ÖDP yöneticilerinin, geldikleri
çevrelere göre, zaman zaman "TİP bugün ÖDP'dir", "TSİP bugün ÖDP'dir", "TKP
bugün ÖDP'dir", "Dev-Yol bugün ÖDP'dir", "Kurtuluş bugün ÖDP'dir" veya "Emek
bugün ÖDP'dir" demeleri bu gerçekler bağlamında tümüyle temelsizdir. ÖDP ile
bütün bu sayılanlar arasında -öncekilere yöneltilebilecek bütün eleştiriler
hesaba katıldığında bile- öncekilerin lehine, ÖDP'nin aleyhine siyasal ve
ideolojik bir nitelik farkı vardır.
Kimileri de sosyalizmi savunduğumuzda tecrit olacağımızı,
kitlelerin geri bilinçleri nedeniyle bizi dışlayacağını, bu yüzden taleplerimizi
ister istemez yumuşatmak zorunda olduğumuzu, bu nedenle ÖDP'nin kapitalist
sınırlar içinde kalsa da bir demokrasi programıyla ortaya çıkmasının haklı
olduğunu savunuyor. Bu görüşe katılmak mümkün değil. Emekçi kitlelerin içinde
bulunduğu sefaletin boyutlarını, insanların nasıl bir çıkış yolu arayışı içinde
olduğunu bilmeyenlerin üretebileceği bir görüş bu. Hastalandığında ameliyat
parası bile bulamayan, çocuklarına insanca bir hayat yaşatamayan, sürekli
horlanan ve itilip kakılan, buna karşılık kapitalist azınlığın nasıl bir
saltanat içinde yaşadığını her gün televizyonlardan gören insanların
bankerlerin, büyük patronların, kodamanların mülküne dokunulacak diye
sosyalistlerden uzaklaşacağını sanmak gülünçtür.
Aksine, insanların çoğu zulümden nefret ediyor, eşitlik ve
adalet arıyor. İnsanlar içinde bulundukları çaresizlikle eşitlik ve adaletin
sırf demagojisini yapan, aslında ortaçağ düzenine dönüşü talep eden, en saçma ve
bağnaz görüşleri savunan şeriatçılara, faşistlere bile kulak veriyor. İşçi ve
emekçilerin kurtuluş öğretisini, hem insanca hem de akılcı olan sosyalist
fikirlerimizi, bu fikirlerin asıl sahibi olan işçi ve emekçilere anlattığımızda,
bütün engelleri aşıp onlarla bire bir ilişki kurduğumuzda bize kulak
vereceklerdir. Yeter ki bu çabayı gösterelim.
Bu çabanın ilk adımı düşüncelerimizi açık açık, herhangi bir
otosansüre tabi tutmadan, kendi bütünlüğü içinde dile getirmektir. Sosyalizmi,
insanlık tarihinin en haklı ve en tutarlı felsefesini, kendi inancımızı
savunmaktan utanmamaktır.
ÖDP'deki Sosyalistler
Peki bu kadar eleştiri yönelttiğim ÖDP'de sosyalistler ve
devrimciler yok mu? Tabii ki var, hem de sayıları hiç de küçümsenmeyecek kadar.
Ancak, bu sosyalist ve devrimcilerin bulundukları yapının sosyalist ve devrimci
bir yapı olmadığını bilmeleri gerekiyor.
Sosyalizm ve devrim için mücadele etmeyen sosyalist ve
devrimciler nasıl tuhaf bir gerçeklik olursa, sosyalist ve devrimci olmadığını,
burjuva demokrasisini hedefleyen reformcu bir parti olduğunu programı ve
tüzüğüyle açıkça ortaya koyan bir partiyi ille de sosyalist yapacağım, ille de
devrimcileştireceğim diye uğraşmak da nafile bir çabadır.
Bu kafa karışıklığı, hem sosyalizm mücadelesinin, hem demokrasi
mücadelesinin yerli yerine oturmasını da engeller. Her ikisini de zayıflatır.
ÖDP yönetiminin sosyalist bir cumhuriyet değil de, özgürlükçü demokratik bir
cumhuriyet sloganını öne sürmesi karşısında ÖDP içindeki sosyalistlerin
gösterdiği tepki içsel haklılığının yanı sıra, ÖDP'nin yerli yerine oturması
açısından bir kafa karışıklığını da gösteriyor.
Asıl Yönelim
Hâlâ sosyalist olduğunu iddia eden ama sosyalizm için
mücadeleyi "gerçekçi" olmadığı için "şimdilik" (bana göre süresiz bir şimdilik)
kabul etmeyen, demokrat oldukları halde kendilerini demokrat olarak
niteleyenlere kızan yeni demokrat liderlerin ister istemez ilkesiz politika
cambazlarına dönüşeceklerini, Türkiye'de gerçekten ağır koşullarda sürdürülen
sınıf mücadelesi bağlamında yozlaşıp bir tür Tony Blair veya son olarak bir halk
ayaklanması dalgasının Arnavutluk başbakanlığına getirdiği Fatos Nano'nun
"pragmatik bir politikacı olarak kendimi Tony Blair ile Lionel Jospin arasında
bir noktaya yerleştiriyorum"10 demecindeki
gibi bir ikbal avcısı adayı olduklarını düşünüyorum.
ÖDP'nin sosyalist olmayan demokratik yönelimi aslında günlük
pratiğinden ve hedef kitlesinden de anlaşılıyor. Program ve tüzükte işçi sınıfı
nasıl sınırları belirlenmemiş bir "emek güçleri" terimi içinde eritiliyor,
sınıfa ağırlık verilmiyorsa, örgütlenme ve siyaset pratiğinde de fabrikalarda ve
işletmelerde çalışan proletaryaya değil, reklam yazarları, küçük işletme
sahipleri, üst ve orta düzey yöneticiler, zaman zaman borsada oynayan küçük
yatırımcılar gibi kaybedecek şeyleri olan kesimlere yöneliniyor. Bunun sonucu
olarak da, doğrudan doğruya emekçileri örgütlemeye yönelik sabırlı ve uzun
vadeli çalışmaların, bire bir ve kalıcı ilişkilerin yerini medyatik eylemler
alıyor. Burjuva medyasının olası tepkileri siyasal çalışmalarda adeta
belirleyici bir etken durumuna getiriliyor.
Sonuç
Sosyalizm mücadelesinin günümüzde hiç de moda olmadığını
biliyorum. Ne yazık ki, baskı ve sömürüden kurtulmak, bebelerimize sağlıklı,
dürüst, mutlu ve eşit insanlardan oluşan yeni bir dünya verebilmek için zahmetli
sosyalizm mücadelesi dışında başka bir yol yok.
Kestirme ve kolay yollar vaat eden moda akımlar ta Marks ve
Engels'in zamanından beri hep oldu, hep olacak. Bunlara kapılınca bir yere
varılmadığı, sömürü düzeninin değişmediği, insanın kendisine yabancılaşmasına
son verilemediği dünyadaki ve Türkiye'deki örneklerle sabittir. Sınıf partisi,
sınıf mücadelesi, devrim, sosyalizm hâlâ kilit kavramlarımız olmak zorunda. ÖDP
Program ve Tüzüğünü de bu anlayışla değerlendirmek gerekiyor. Bu yazı bu yolda
alçak gönüllü bir deneme niteliğindedir.
Notlar
1 Özgürlük ve Dayanışma Partisi
Program Tüzük, Can Ofset, İstanbul, tarihsiz, s. 4 ve 36
2 age, s.36
3 age, s. 37
4 age, s. 4
5 age, s. 37
6 Marks ve Engels, Komünist Parti Manifestosu, Dirk J. Struik, "Komünist Manifesto"nun Doğuşu, Sol
Yayınları, Ankara, 1976 içinde, s. 157
7 yage, s. 24
8 age, s. 35
9 age, s. 16
10 Milliyet, 2 Temmuz 1997