Tarih: 10.07.2008 |  Bildiri
AKP'nin Yeni Hamlesi

AKP iktidarı 1 Temmuz 2008 sabahı, tam da Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın Anayasa Mahkemesi'nde AKP'nin kapatılması davasında sözlü mütalaasını sunacağı gün rol çalarak Ergenekon davasında yeni bir gözaltı dalgası başlattı.

Eski Jandarma Genel Komutanı ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Orgeneral Şener Eruygur, Eski Ege Ordu ve 1. Ordu Komutanı Orgeneral Hurşit Tolon, Ankara Ticaret Odası Başkanı Sinan Aygün, Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay, Tercüman gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ufuk Büyükçelebi, emekli Tümamiral İlker Güven, emekli Albay H. Atilla Uğur'un da içlerinde bulunduğu 21 kişi polisin sabah baskınlarıyla toplandı; emekli Tuğgeneral Levent Ersöz ile eski AKP milletvekili Turhan Çömez ise yurt dışında bulundukları için yakalanamadı.

Sorgulardan sonra başta Şener Eruygur, Hurşit Tolon, Sinan Aygün, H. Atilla Uğur olmak üzere 10 kişi tutuklanarak F tipi cezaevlerine konuldu. Mustafa Balbay, Ufuk Büyükçelebi ve İlker Güven dahil 11 kişi ise serbest bırakıldı.

Bir tarafta AKP, Emniyet, MÜSİAD ve TUSKON ile Fethullahçı medyadan oluşan Nakşibendi-Nurcu kanadın, öteki tarafta CHP, Türk Silahlı Kuvvetleri, yüksek yargı çevreleri, TÜSİAD, Doğan, Karamehmet ve Ciner medyasından oluşan Kemalist kanadın bulunduğu egemen kapitalist sınıf içi kavgada her yolun mubah sayıldığı bir aşamaya gelindiğini daha önce belirtmiştik. Düşünün, sermaye dünyasının kilit bir ismi ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Ordu Komutanlığı yapmış, rejimin en hassas mevkilerinde bulunmuş, sola ve Kürt ulusal hareketine karşı savaşta görev yapmış, bütün devrimci ve yurtsever muhalefet örgütlerini "terörist" sayan ve "teröristleri" kırmak için F tipi hapishaneleri savunmuş iki emekli orgeneral ve ekipleri "Ergenekon terör örgütünü yönetmek" ve "darbe düzenlemek" suçlamasıyla, devrimciler ve toplumsal muhalefet için tasarlanmış F tipi hapishanelere atıldılar.

Nakşibendi-Nurcu kanat, önce bu Ağustosta Genelkurmay Başkanlığına atanmayı bekleyen Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ'u Kudüs'te Musevilerce kutsal sayılan Ağlama Duvarı önünde dua ederken gösteren fotoğrafı yayınlattı, ardından da Genelkurmay karargâhından ele geçirdiği Lahika-1 kodlu "Bilgi Destek Planı ve Faaliyet Çizelgesi" başlığını taşıyan siyaset belgesini ve Dağlıca baskınının önceden bilindiğini gösteren belgeleri ifşa etti. Böylece Genelkurmay Başkanlığı'na atanması için Bakanlar Kurulu kararnamesine ve Cumhurbaşkanı'nın imzasına ihtiyacı olan İlker Başbuğ'u köşeye sıkıştırdı.

Emekli orgenerallerin ve ekiplerinin AKP'ye teslim edilmesi, 24 Haziran 2008 gecesi Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İlker Başbuğ arasındaki baş başa görüşmede Başbuğ'un atanmasına olası yeşil ışık yakılmasının bedeli olarak değerlendirilebilir. Eruygur ve Tolon'un Silahlı Kuvvetler içinde bulundukları dönemde bugünün ordu üst yöneticileri Yaşar Büyükanıt-İlker Başbuğ ekibinden ayrı bir ekip olmaları da bu bedelin ödenmesini kolaylaştırmış olmalıdır.

AKP bu hamlesiyle bir yandan kendisini kapatmak isteyen Kemalist rakiplerine gözdağı veriyor ve Kemalist kanadı bölüyor, bir yandan da kendisini "askeri darbelere karşı demokrasi savunucusu" olarak göstermeye ve böylece sömürücü ve baskıcı politikaları nedeniyle kendisinden uzaklaşma eğilimine giren halk kesimlerini etrafına toplamaya çalışıyor.

Kemalist kanat ise, AKP'ye karşı kapatma davasının açılmasıyla kazandığı moral üstünlüğünü Anayasa Mahkemesi'nin 5 Haziran'da başörtüsü/türbana ilişkin anayasa değişikliklerini iptal etmesiyle daha da pekiştirmiş ve AKP'nin kesin olarak kapatılacağı beklentisi içine girmişken gelen ve emekli de olsalar "dokunulmaz" sayılan elemanlarının üstelik ordu üst yönetiminin ses çıkarmamasıyla içeriye alınmasının moral bozucu etkisini gidermeye çalışıyor. Kendisini "laik cumhuriyetin koruyucusu" olarak göstererek toplumsal muhalefeti ve halk kitlelerini seferber etmeye çalışıyor. AKP'nin kurucularından eski Başbakan Yardımcısı Abdüllatif  Şener'in yeni parti girişimiyle de Nakşibendi-Nurcu kanadı bölmeye çalışıyor.

AKP'nin en önde gelen medya kalemşorlarından Mustafa Karaalioğlu, Anayasa Mahkemesi'nin başörtüsü/türban kararından sonra yazdığı "Söz Bitti, Sözleşme Bozuldu" adlı makalesinde şöyle diyordu: "Anayasa Mahkemesi'nin anayasayı çiğnediği bir ülkede artık kimsenin hukuka riayet etmesini bekleyemezsiniz. Hukukçular bunu yapabildiğine göre, sıradan insanlar da hukuk tanımayabilir; kim ne diyebilir ki! Kimse şaşkınlığını bilgisizliğine yormasın. Bu ülkede bir oyun oynanmıyor; aksine her şey çok açıktır. Açık olan bir savaşın başladığıdır. Anayasal sistem artık ortak bir yükümlülüğün ve düzenlemenin adı değildir. Hukuk, AK Parti'ye karşı siyaset savaşının, topluma karşı düşmanlık ve kinin koçbaşıdır. Bu savaşı kutsallaştıranlar için hukuk bir araçtır; savaşı kazanmak için bazen koltuk değneği bazen tank mermisidir." (Star gazetesi, 6 Haziran 2008)

"Açık olan bir savaşın başladığıdır" saptaması her iki kanat için geçerlidir. Her iki taraf da hukuk tanımaz her yöntemi bu savaşta araç olarak kullanmaktadır. Psikolojik savaş, gizli dinlemeler, baskı, şantaj ve tehdit, ekonomik ve siyasi rüşvet her gün gözlerimizin önünde sergileniyor.

Ne var ki, kapitalist soygunculuğu, emperyalist işbirliğini, kirli savaşı, şovenizmi ve militarizmi, halklara düşmanlığı paylaşanların ve bu konularda birbirleriyle çok rahat işbirliği yapanların kanlı iktidar kavgası ciddi bir davaya dayanmıyor. Bağımsızlık, laiklik, demokrasi, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, adalet açısından egemen kapitalist sınıfın her iki kanadının da sicili birbirinden berbattır.

AKP'nin bu yeni hamlesinin kendi açısından ne ölçüde işe yarayacağını göreceğiz. Arkasındaki büyük iç ve dış desteğe rağmen, elindeki yasal yetkileri (cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, parlamento, merkezi ve yerel idare) darbelerin gerçek ve potansiyel kaynağına karşı ilkeli ve dürüst biçimde kullanma cesaretini gösteremeyen AKP 3 Temmuz'da Anayasa Mahkemesi önünde sözlü savunmasını yaptı.

Öte yandan, Kemalist kanat da, ordunun ve yüksek yargı bürokrasinin elindeki fiili gücün ve resmi ideolojinin kendisine kazandırdığı yasallığı aşan yetkilerin, rejimin stratejik noktası olan Çankaya kalesinin düşmesinden sonra yasal sistemin ödünsüz işletilmesiyle elden gidebileceğini hesaplıyor. Zaten Anayasa Mahkemesi'nde AKP'ye karşı kapatma davasının açılması da bu hesaba dayanıyordu.

Eylül 2007'de yürürlüğe konulduğu bildirilen Lahika-1 kodlu siyaset belgesi (bkz. Taraf gazetesi, 20 Haziran 2008) Genelkurmay'ın Çankaya'nın kaybından sonra oluşturduğu yeni stratejiyi kapsamlı biçimde ortaya koyuyor. Bu strateji gereğince "yeni anayasa" girişimini başarıyla püskürten, AKP'nin başörtüsü/türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasını öngören anayasa değişikliğini AKP'nin kapatılması yolunda elverişli bir fırsata dönüştüren Kemalist kanadın Anayasa Mahkemesi eliyle AKP'yi kapatmayı ve Çankaya kalesini bir şekilde geri almayı başarıp başaramayacağını da yakında göreceğiz.
Anayasa Mahkemesi'nin kararı ve Ergenekon davasının sonucu ne olursa olsun, egemenlerin Çankaya savaşının devam edeceğini öngörebiliriz. Savaş sürerken verilebilecek karşılıklı ödünlerin sadece birer mola olarak kalacağını da şimdiden söyleyebiliriz.