Amerikan emperyalizminin 2003'te "Gül Devrimi" adını verdiği sivil darbeyle Gürcistan'ın başına getirdiği ABD yurttaşı Mihail Saakaşvili, yıpranan diktatörlüğüne güç kazandırmak amacıyla uzun zamandır tehlikeli bir oyuna girişmişti. Şovenizmi körüklüyor ve Gürcistan'dan bağımsızlığını ilan eden Güney Osetya ile Abhazya'yı her ne pahasına olursa olsun tekrar Gürcistan egemenliği altına sokacağını ve bunun için savaştan kaçınmayacağını ilan ediyordu.
ABD ise Sovyetler Birliği'nin son zamanlarında Gorbaçov'a verdiği (sahte ve geçersiz!) sözden, Gorbaçov'un Doğu ve Orta Avrupa'nın sosyalist rejimlerini kapitalizme satması karşılığında bu ülkeleri NATO'ya almama, NATO'yu Sovyet sınırlarına getirmeme ve böylece Sovyetler'in güvenliğini tehlikeye düşürmeme sözünden çoktan dönmüştü. Sovyetler Birliği'nin de dağıldığı kapitalist karşı-devrimler süreci sonunda, söz konusu ülkelerin hepsini NATO'ya katmıştı. (Avrupa emperyalistleri ise, aynı ülkeleri AB'ye almıştı. ABD ve AB'nin kollektif sömürgeciliği hakikaten iyi işliyordu: yeniden sömürgeleştirilen bu ülkelerin yetişmiş işgücünü birlikte sömürüyor, ekonomik kaynaklarını ve askerî ihalelerini paylaşıyor ve siyasi kontrolü birlikte uyguluyorlardı.)
Ama emperyalizm iştahında sınır tanımaz, mutlak egemenlik peşinde koşar. Elde ettikleriyle yetinmez, daha fazlasını, en fazlasını ister. Doğu ve Orta Avrupa'dan sonra Balkanlar'ı da denetim altına alan ve en son Avrupa'daki en büyük üssünü kurduğu Kosova'yı da Sırbistan'dan koparan ABD, daha ihtiyatlı Avrupa Birliği'ni de peşine takarak enerji yataklarına ve yollarına el koyma politikası doğrultusunda, yeni koşullarda artık kapitalistleştirilmiş Rusya'yı da çepeçevre kuşatma ve mümkünse parçalama amacını güdüyordu. Bu yolda Ukrayna ve Gürcistan'ı da NATO'ya katmayı, böylece ABD-AB nüfuzunu daha da yaymayı planlıyordu. Rusya ise, bu iki ülkenin NATO'ya alınmasını kendi ulusal güvenliğini tehlikeye düşüren düşmanca bir eylem sayacağını ilan etmişti. Gürcistan'dan kopan ve Rusya Federasyonu'na katılmak istediklerini belirten Güney Osetya ve Abhazya'da ise barış gücü bulunduruyor ve bu halkların kendi kaderlerini belirleme hakkına saygı ilkesini Gürcistan yönetimine karşı bir koz olarak elinde tutuyordu.
İşte bu noktada ABD ile Saakaşvili'nin hesapları buluştu. Saakaşvili ABD'nin, AB ve NATO'nun "mayın eşeği" rolünü oynadı: Rusya'nın gücünü ölçmek, tepkisini test etmek üzere 8 Ağustos 2008'de Güney Osetya'ya saldırdı.
Saakaşvili Güney Osetya'yı bir oldubittiyle işgal eder ve önemli bir tepki görmeden başarı kazanırsa, sıra Abhazya'ya gelir ve üzerine yapışan "Amerikan uşağı vurguncu kapitalist diktatör" tanımlamasını "Güney Osetya ve Abhazya fatihi büyük Gürcü kahramanı" payesiyle değiştirerek yeniden kitle desteğine kavuşabilir ve diktatörlüğünü sürdürebilirdi.
Amerika ve Avrupa ise, Rusya'nın Saakaşvili'nin saldırısına zayıf ve sonuçsuz bir tepki vermesi durumunda, Gürcistan'ı ve Ukrayna'yı NATO boyunduruğuna sokma yolunda rahat rahat ilerler ve yeni mevziler kazanmış olurdu. Rusya'nın sert tepki vermesi durumunda ise riski zaten Gürcü halkı üstlenmiş olacaktı; bu arada, gerekirse suyu ısınmakta olan Saakaşvili gider, yeni duruma uygun yeni taktikler geliştirilirdi.
Emperyalizmin mayın eşeği olmayı kabul eden Saakaşvili, bütün dünyanın Beicing Olimpiyatları'nın açılışına kilitlendiği saatlerde, televizyonlardan Osetler'e sahte bir barış ve anlaşma çağrısı yaptı. Daha konuşması bitmeden ordusunu harekete geçirdi. Yüzlerce sivili katleden, barış gücü sıfatıyla bölgede bulunan Rus askerlerini öldüren Gürcü ordusu Güney Osetya'nın başkenti Tşinvali'yi işgal etti.
Osetler direnişe başladı, Rusya harekete geçti. Birkaç günlük savaş sonunda Gürcü ordusu işgal ettiği Oset bölgelerinden çıkmak zorunda kaldı. Abhazya'da elinde tuttuğu Kodor geçidini de Abhaz ve Rus birliklerine kaptırdı. 12 Ağustos gece yarısı ise AB dönem başkanı Fransa cumhurbaşkanı Sarkozy'nin arabuluculuyla ateşkes ilan edildi. Sonuç henüz netleşmedi.
Olayın çeşitli boyutları içinde iki boyut öne çıkıyor. Birinci boyut, halkların iradesine saygı göstermek, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkını kabul etmektir. Abhaz ve Oset halkları, bütün halklar gibi, kendi kaderlerini belirleme hakkına sahiptir. Gürcistan yönetimi, sınırları içindeki halkları zorla içeride tutmak için şiddet kullanmamalı, halklar arasındaki sorunları barış ve anlaşma yoluyla çözmelidir.
Dahası, bu sorunları çözme adına halklara karşı düşmanlık politikası gütmek, şovenizm ve militarizmi körüklemek, emperyalizmin maşalığını kabul etmek, sadece yıkım getirir. Hem kendi halkına, hem diğer halklara. Emperyalist işgale karşı direnen Irak halklarına karşı ABD'ye siper olacak 2000 Gürcü askerini Irak'a gönderecek kadar gözü dönmüş bir uşaklık politikasının bedeli ister istemez çok ağır olur.
Türkiye'nin ABD'nin taşeronluğunu üstlenerek, Gürcistan'ı silahlandırması, ordusunu eğitmesi, Gürcistan'la ilişkileri komşular arası dostluk, barış ve iyi ilişkiler kurma çerçevesinden çıkarıp başka komşulara ve halklara karşı düşmanlık rotasına sokması kabul edilemez. Bütün komşularımızla, bütün halklarla dostluk istiyoruz. Emperyalizmi aradan çıkaralım. Biz de NATO'dan çıkalım, kimseyi de NATO'ya sürüklemeyelim.
İkinci boyut, Birinci Körfez savaşından ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından (1991) bu yana, Amerikan emperyalizminin, Avrupa emperyalizminin, ABD-AB blokunun askerî örgütü saldırgan NATO'nun (ve emperyalizmin koçbaşı İsrail'in) bir askerî eylemine karşı ilk kez çıkarları zarara uğrayan başka bir devlet, (somut durumda Rusya), dolaylı da olsa, (somut durumda, bu güçlerin maşalığını yapan devlete, Gürcistan'a karşı) askerî karşılık verme cesaretini göstermiştir. Yugoslavya, Irak, Afganistan, Filistin ve Lübnan'a yönelik emperyalist saldırı ve işgal örneklerinde görmediğimiz yeni bir olgu bu.
Kuşkusuz, sözünü ettiğimiz dönemde doğrudan doğruya saldırıya uğrayan ülke yönetimleri ve halkları direndiler ve silahla karşı koydular. Yugoslavya bir süreliğine direndi, Lübnan direndi ve direniyor, Irak, Afganistan, Filistin direndi ve direniyor. Ama bizzat saldırıya uğrayan mazlumlar dışında başka bir devletin, küçük, orta veya büyük bir gücün, emperyalizmin ve NATO'nun tek taraflı atış sahasına çevirdikleri dünyada, onların cephesine karşı silah kullanması yeni bir olgu.
Daha önce, sıranın kendisine geleceği belli olan devletler, örneğin Suriye ve İran, Rusya?, Çin?
saldırıya uğrayan komşuları veya müttefikleri için kıllarını bile kıpırdatmadılar, ses çıkarmadılar, hatta saldırganla işbirliği yaptılar, ona yaltaklandılar, vb. İlk kez tersi oluyor.
Bu olguyu önemle not edelim. Birinci Körfez savaşından ve Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra kurulan tek merkezli dünyanın sonuna geldiğimizi, çok kutuplu bir dünyanın yeniden doğmaya başladığını gösteren bir işaret bu. ABD-AB-NATO-İsrail uluslararası şiddet kullanma tekelini yitiriyor.
Bu yeni durumun dünya halklarına yeni olanaklar açacağı öngörülmelidir. Yeni yüzyılın yeni bir devrimler çağı olmasını hedefleyenlerin tüm hazırlıklarını buna göre yapmaları kaçınılmaz bir görev olarak önümüzde duruyor.