Bilindiği gibi, AKP iktidarı 12 Eylül rejiminin kalbi Çankaya'yı 2007'de eline geçirdikten sonra işbirlikçi kapitalist devlet sisteminin çeşitli organlarını art arda fethetti. Meşhur Devlet Güvenlik Mahkemelerinin devamı olan Özel Yetkili Ceza Mahkemeleri eliyle Ergenekon, Balyoz, Kafes, Poyrazköy, Dursun Çiçek, Erzincan davalarını açarak Silahlı Kuvvetleri iyice hırpalayıp hizaya sokan AKP iktidarı, yüksek yargı organlarını da tıpkı Emniyet gibi doğrudan kendi uzantısı hâline getirmek için anayasa değişikliği hamlesini başlattı. Anayasa Mahkemesi, AKP'nin metninde iki küçük teknik değişiklik yaparak referandumun yolunu açtı. Böylece, Meclis, Cumhurbaşkanlığı, merkezî hükümet, bakanlıklar, Emniyet, TRT, YÖK, TİB, MİT, SPK, BDDK ve yerel yönetimleri sağlamca elinde tutan AKP'nin Silahlı Kuvvetler'den sonra Anayasa Mahkemesi'ni de sindirdiği ortaya çıktı. Egemen kapitalist sınıfların geleneksel Kemalist-ulusalcı-milliyetçi kanadının devlet organları içindeki çekirdeğinin siyasal irade felcine uğradığı görüldü. AKP'nin anayasa metni 12 Eylül 2010 tarihinde halkoylamasına sunulacak.
AKP bu anayasa değişikliğiyle 12 Eylül faşist rejiminin hiçbir kurumunu ortadan kaldırmıyor, bütün üniversiteleri kışla düzenine sokan YÖK örneğinde olduğu gibi sadece bu kurumları doğrudan doğruya kendi denetimi altına alıyor. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndaki rakiplerini tasfiye ederek Yargıtay ve Danıştay başta olmak üzere genel yargı sistemini tekeline alıyor. Anayasa Mahkemesi'ni Cumhurbaşkanı ve hükümetin kesin emrine sokuyor. Böylece özelleştirme, vurgun, kadrolaşma, muhalifleri tasfiye, demokratik hakları tırpanlama, gericiliği daha da yoğunlaştırma politikalarını dizginsizce yürütecek güce kavuşmak istiyor. Yüksek Askerî Şura ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun temel kararlarını hâlâ yargı denetimi dışında bırakıyor. Cumhurbaşkanı'nın yetkilerini daha da arttırdığı gibi, onun tek başına verdiği kararları yine yargı denetimi dışında bırakıyor. Doğal yargı ilkesine aykırı ve temel görevi işçi sınıfının ve ezilen halkların siyasal muhalefetini biçmek olan olağanüstü mahkemelere dokunmuyor. Askerî yargı ve sivil yargı ikiliğine son vermiyor, askerî yargıyı sürdürüyor. Genelkurmay'ın ve Emniyet'in despotik yetki ve ayrıcalıklarını himaye ediyor. Kapitalizmin ve emperyalizmin en anti-demokratik mekanizması olan olağanüstü hâl, sıkıyönetim ve savaş sistemini aynen sürdürüyor. Olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim ve savaş dönemlerinde çıkarılan kanun kuvvetinde kararnamelerin şekil ve esas açısından Anayasa Mahkemesi'ne götürülemeyeceğine dair faşist hükmü koruyor. Yani sadece hükümet ve Cumhurbaşkanının parlamentoya bile başvurmadan alacağı kararları tartışılmaz ve sorgulanamaz kanun ilan ederek burjuvaziye kayıtsız şartsız diktatörlük olanağını sağlayan meşhur 148. Maddeyi aynen benimsiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın yetkilerini ve zorunlu din dersini muhafaza ediyor. 12 Eylül Anayasası'nın ezilen halkların varlığını ve temel haklarını reddeden şovenist anlayışı somutlaştıran başlangıcını ve maddelerini devam ettiriyor. Türk-İslam-NATO Sentezi'ni koruyarak emperyalizme bağımlı kapitalist sistemin bütün yapısını halka dayatmaktan vazgeçmiyor.
AKP'nin Anayasası, daha 1982'de 12 Eylül Anayasası'na hayır diyen işçi sınıfı ve ezilen halk örgütlerinin hiçbir temel istemini karşılamıyor. İşçi sınıfını, yoksul köylüleri, memurları, emeklileri, işsizleri, kadınları, gençleri, Kürt halkını, Alevileri, diğer bütün ezilen halk ve inanç gruplarını yok sayıyor. Siyasal ve toplumsal muhalefetin serbestçe örgütlenmesi ve temsili önündeki engellere dokunmuyor. Siyasal partilerin önüne konulan yüzde 10'luk seçim barajını fütursuzca sürdürüyor. Sendikaların önündeki yetki barajlarını muhafaza ediyor. Stratejik işkollarında grev yasağını kaldırmıyor. Kamu emekçilerine grev hakkını tanımıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğünü çiğnemeye devam ediyor. İnsanlık dışı F tipi hapishane sistemini görmezden geliyor. Genel af öngörmüyor. Eşitlik ve özgürlük temelinde Kürt savaşını durduracak, onurlu barışı sağlayacak tek bir düzenleme bile getirmiyor.
Kısacası AKP'nin Anayasası 12 Eylül Anayasası'nı şekilde ve esasta devam ettiriyor. Kamu emekçilerine grevsiz toplu sözleşme hakkının verilmesi, disiplin cezalarını yargıya götürme hakkının tanınması, yargı kararı olmadan yurttaşların yurtdışına çıkışının engellenmemesi, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkı verilmesi gibi düzenlemeler 12 Eylül Anayasası'nın şekilde ve esasta devam ettirilmesi için verilen bütünlüksüz küçük ödünler olarak kalıyor; işçi sınıfının ve ezilen halkların mücadelesini kolaylaştıracak, onların durumunu düzeltecek köklü bir reform anlamına gelmiyor. AKP'nin Anayasası aslında 12 Eylül Anayasası'dır. AKP'nin Anayasası'na evet demek 12 Eylül Anayasası'na evet demektir; 12 Eylül faşist darbesinin, derin devletin, işkencenin, işbirlikçi kapitalist statükonun kaba bir makyajla sürdürülmesine onay vermektir; dönek Nabi Yağcı türünden emperyalizm ve kapitalizm şakşakçısı liberal şarlatanların ihanetini benimsemektir.
Türkiye Komünist Partisi ve İlerici Gençler 1982'de 12 Eylül Anayasası'na en zor koşullarda hayır dediler. Bugün de AKP'nin 12 Eylül Anayasası'nın ömrünü uzatmayı amaçlayan metnine onurla hayır diyecekler. Yeni bir anayasa fikrine çoktan hazır toplumu birkaç kırıntıyla bu hedeften uzaklaştırma kurnazlığını boşa çıkartacaklar. AKP'nin 12 Eylül faşist rejimini kendi yönetiminde sürdürme oyununu teşhir edecekler. Bu konuda Türkiye halkını sabırla aydınlatmak için ellerinden geleni yapacaklar. Referandumda hayır diyerek 12 Eylül Anayasası'na da, AKP Anayasası'na da hayır demiş olacaklar.
Devrimci siyasette boykot taktiğinin pasif bir taktik değil, halkı mevcut rejimin sınırları dışına fiilen yürütmeyi öngören kitlesel bir hücum taktiği olduğunu bilen komünistler, bugünkü somut şartlarda kitleler içindeki örgütlenme düzeyimizin yeterli olmadığını, kitlelerin hücuma henüz hazır olmadığını dikkate alarak, hücumun gereğini kitlelere sabırla benimsetecek, onları böyle bir hücuma hazırlayacak hayırın propagandasını yapacaklar.
Kitlelerin ruh hâlinin henüz hücum taktiğine uygun olmadığını kabul ettikleri hâlde yine de boykotu savunanların "boykot"u ise, mevcut referandum sistemine göre sonucun referanduma katılanların sayısından bağımsız olarak belirlenmesi nedeniyle (örneğin referanduma katılan seçmen sayısının yüzde 51'in altında kalması durumunda referandumun geçersiz sayılması gibi bir düzenlemenin olmaması nedeniyle) sonuca hiçbir etkide bulunmayacak, sadece propaganda aracı olarak kalacaktır.
Bununla birlikte, komünistler ve ilerici gençler, enternasyonalizmi esas alan temel politikalarının ayrılmaz bir parçası olarak Kürt ulusal hareketiyle dayanışmalarını teyit ederler. Kürt ulusal hareketinin Kürt bölgelerinde hayır demekten daha ileri bir pozisyonda bulunduklarına ve aktif boykot uygulayabilecek güçte olduklarına dair saptamasını saygıyla karşılarlar.
12 Eylül referandumunda AKP'ye dur diyeceğiz. Böylece 12 Eylül rejimine kökten son veren, işçi sınıfının ve ezilen halkların temel istemlerini karşılayan yeni, demokratik, bağımsızlıkçı ve özgürlükçü bir anayasanın yolunu elbirliğiyle açacağız.