Tarih: 06.09.2010 |  Makale
Tarih Zülfü Dicleli'yi nasıl yazacak?

Bugün yine, affedersiniz, Zülfü Dicleli'den bahsetmek mecburiyetindeyiz. Eskiler zaten tanır, ama, yeni kuşaktan eğer bilmeyenler var ise, kısacık bir hatırlatma yapalım, kimdir bu adam diye.


Türkiye işçi sınıfının öncü partisi Türkiye Komünist Partisi bugüne dek binlerce insan tarafından savunuldu. Kimi insanlar parti hayatına çok şey kattılar. Onları zaten her vesileyle anıyoruz. Kimi insanlar ise isimleri bilinmese de, sıra neferi olarak proletaryanın burjuvaziye karşı en büyük silahı olan partisinin güçlendirilmesi için karınca kararınca ömrü yettiğince çabaladı.

TKP tarihine topluca baktığımızda, parti içinde burjuvaziyle kararlı mücadele taraflısı ana gövdenin yanı sıra, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkınların da bulunduğu görülür. Bununla birlikte, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın olanlar arasında işi döneklik boyutuna, burjuvazinin kampına geçme noktasına vardıranlar, 1927'de Şevket Süreyya ve Vedat Nedimler ile 1980'lerde Haydar Kutlu ve Zülfü Dicleliler olmuştur.

İşte, bu dönek ekibin en önde gelen ikilisinden Haydar Kutlu, sağ liberal görüşlerini ABD-Fettullah işbirliği ile çıkartılan Taraf gazetesinde Nabi Yağcı olarak vaz ediyor, yazıyor.

Zülfü Dicleli ise, kesesini her ne şekilde olursa olsun doldurmaya bakıyor. Kendini komünist saydığı ve sendika uzmanlığı yaptığı dönemde defalarca küfrettiği patron örgütü MESS için bugün yazılar yazıyor, yayınlar hazırlıyor, işverenlere akıl veriyor, Merkez Komite'den eski arkadaşıyla birlikte işçilere görgü kaidelerini anlatıyor. Siyasi konularda sesi soluğu pek çıkmıyor artık. Bu kez bir ses vermiş. Tek başına AKP'nin parti okullarında eğitimler veren, sürekli olarak AKP güzellemesi yapmaktan iyice yorulan eski ekip başı Nabi Yağcı'nın yalnız kalmasına gönlü elvermemiş anlaşılan. Ahde vefa örneği gösterip AKP için referandumda Evet kampanyasına o da katılmış. Hem de, inanmayacaksınız ama, çoktan büyük zenginler arasına girdiği için neredeyse 20 yıldır unuttuğu bizlere, yani "komünist, ilerici, sosyalist, demokrat, yurtsever" arkadaşlara seslenmeye karar vermiş.

Aşağıdaki yazıyı kuyerel.com adlı siteden aldık:

Tarihin nasil değiştiğini.....
İsmet İnönü'yü demokratlık bakımından nasıl bilirdiniz? Ya 1940'lı yılların CHP'sini?

İnönü ve CHP 1945 sonunda çok partili rejime geçme kararı aldılar. Kendine komünist, solcu, demokrat diyen tek bir aklı evvel çıkıp da İnönü'nün niyetleri şudur-budur, CHP demokrat değildir, çok partili rejime geçiş aldatmacıdır, sostur, onların gerçek niyeti kendi iktidarlarını korumaktır, biz buna hayır diyoruz demedi.

Avrupa'da demokratik gelişmelerin "gerçek samimi demokratlar" eliyle getirildiğini bilen varsa, beri çıksın. Temiz, gerçek, samimi öz demokrat diye bir kategorinin varlığından haberi olan varsa o da çıksın.

Her somut tarihsel anda her bir kişinin aldığı somut politik tutumların toplam sonucu olarak tarihin demokrasi yönünde değiştiğini bilmiyor muyuz? Tarih, İnönü'nün demokrat bir politikacı olduğunu yazmıyor, 1946'da demokrasinin gelişmesi için - şu ya da bu nedenle – olumlu bir adım atığını yazıyor ama. 12 Eylül'de Hayır demeye ya da boykot etmeye hazırlanan komünist, ilerici, sosyalist, demokrat, yurtsever arkadaşlarımız için de, "onlar demokrat kişilerdi, ama 12 Eylül 2010 günü demokratik gelişime karşı çıkan bir adım attılar" diye yazacak.

Zülfü Dicleli, Kuyerel.com, 4 Eylül 2010

Şimdi yukarıdaki yazıyı okuduysanız, eğer bir parça Türkiye'nin demokrasi tarihine aşina iseniz veya bir parça işçi sınıfı tarihi okudu iseniz, cinleriniz tepenize çıkmıştır.

Bu tür eskimiş komünistler belli ki taraf değiştirip burjuvazi saflarına geçmeye kalktıklarında bütün eski bilgilerini de unutuyorlar anlaşılan.

Bize yakışmaz, ama, kendi kullandığı için biz de onun üslubuyla seslenelim o zaman:

Ey Zülfü Dicleli, İnönü'nün burjuva anlamda bile olsa demokratik bir rejime geçtiğini sen nereden uyduruyorsun? Türkiye'de çok partili rejim, komünistlere ve sola hayat hakkı tanımayan anti-demokratik bir kapitalist oligarşi olarak doğdu. Türk burjuvazisinin çok partili sistemi, tıpkı tek partili sistemi gibi, komünistlere ve solculara sımsıkı kapalıydı.

İnönü, demokratik bir rejimin değil, başında kendi içinden çıkmış, tek parti döneminin eski bakan ve başbakanlarından Celal Bayar'ın bulunduğu sağcı, liberal-muhafazakâr Demokrat Parti'nin yolunu açtı. Burjuva anlamda bile olsa demokrasiye geçilmesini önlemek için 1946 yılının ilk yarısında TKP'nin legal kolu olarak kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi TSEKP ile Türkiye Sosyalist Partisi TSP'yi, komünistlerin kurdukları "sınıf esasına dayalı cemiyetler" olan tüm ilerici, demokrat, sosyalist eğilimli sendika ve dernekleri, altı ay bile yaşamalarına izin vermeden 16 Aralık 1946'da kapattı, yasakladı, kurucularını onlarca yıl hapis cezasına çarptırdı.

Yani İnönü "demokrasiye" değil, fiilen iki partili anti-demokratik "oligarşik diktatörlüğe" geçti. Tan matbaası baskınını, komünistlerin tutuklanmalarını eskiden sen anlatıyordun, hepsini hafızandan sildin mi?

Ey tüm ilericileri aklı evvel olmakla suçlayan adam, tarihte "şu ya da bu nedenle" değişim olmaz, bilmiyor musun? Tarih, toplumsal mücadelelerin, sınıf mücadelelerinin sonucunda yapılır ilkesini de mi hatırlamıyorsun? SSCB karşısında yenilen faşizmi, tek partili burjuva diktatörlüklerinin meşruiyetlerinin yerlerde süründüğünü, Türk burjuvazisinin bir şekilde "yeni" bir hamle yapma ihtiyacı içinde arayışlarını da mı unuttun? Bu sebeple değil miydi İnönü iktidarının bir yandan sadece fiilen iki partiye izin verirken, diğer yandan ilk imam hatiplerin yolunu açması, ABD ile dirsek temasına başlaması, sosyalist liderlere ve sosyalist ülkelere küfürler yağdırması. Solu akademiden de yok etmek için, kendi yasalarını bile hiçe sayarak saygıdeğer Boratavları, Boranları Dil/Tarih'ten uzaklaştıran aynı İnönü dönemi değil miydi? Bir de utanmadan o dönemi bilimsel incelemelerle eleştirenlere "aklı evvel" diyorsun. Daha hangi birini sayalım kısacık bir yazıda.

Tabii ki insan kendini işverenlere beğendirmek mecburiyetinde hissedince, onlara yalakalık yapmayı düstur edinince, tarihsel gerçekleri değil de, en pespaye klişeleri ardı ardına saymakta da beis görmüyor.

En zenginlerin peşinde el pençe divan gezen, geçmişini unutturmak için o dönem yaptığı onurlu her şeye küfretmeyi marifet sayan, utanmadan emekçilerin daha incelikli yöntemlerle nasıl sömürülebileceklerine dair "yönetim/insan kaynakları sanatı" türünden kitaplar basan, "toplumda daha alt seviyede olan işçilerin, üstü olan işvereni elini uzatmadıkça ona el uzatmaması gerektiğini", yani haddini bilmesi gerektiğini yazan bir döneğe mi kaldı bu ülkenin onurlu insanlarına seslenmek.

Sana mı kaldı bu ülkenin yiğit "komünist, ilerici, sosyalist, demokrat, yurtsever" insanlarını AKP kuyrukçuluğuna ikna etmek.

Bu ülkenin komünistleri hayır diyor, boykot diyor. Sosyalistler arasında, sermayenin, aralarında nüanslar bulunan ve emekçi kesimlere hiçbir yakınlıkları bulunmayan iki kesimini birden yok saymak için "Boykot" diyenler ile bugün AKP'de cisimleşen siyasi erki cezalandırmak için "Hayır" diyenler ezici bir çoğunluğu oluşturuyor. Senin gibi az sayıda eski solcu şimdiki sağcılar ise bizleri AKP'nin dümen suyuna sokmak için uğraşıyor.

Tarih, Türkiye'nin tüm ilericileri için "onlar demokrat kişilerdi, ama 12 Eylül 2010 günü demokratik gelişime karşı çıkan bir adım attılar" diye yazacaksa, bu senin ham hayalin tabii ki, unutma ki TKP Polit Büro üyeliği yapan birinin en acımasız sermaye örgütü MESS'e şevkle hizmet etmesini de yazıyor zaten. Birincisi nihayet bir siyasi tercih, ikincisi ise insanı insan içine çıkamaz hale getiren, başlı başına bir ahlaki sorundur.

Tarihin ne yazacağı konusunda bu kadar derin hassasiyet taşıyorsan önce dön de bir aynaya bak.

FATMA ŞENDEN