
Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da devrim ile
karşı-devrim arasındaki mücadele devam ediyor. Tunus'ta eski
rejim döneminin de başbakanı olan Başbakan Muhammed Gannuşi, 27
Şubat 2011 günü, ülke çapında düzenlenen, başkentte ise 80
bin kişinin katıldığı halk gösterilerine dayanamayarak istifa
etti. Halk devrimini gerçekleştiren güçler, ta 14 Ocak'tan bu
yana Gannuşi'nin görevden ayrılmasını, işçi, köylü ve emekçi
kitlelere hayatı dar eden özelleştirme ve terör politikalarındaki
sorumluluğu nedeniyle cezalandırılmasını talep ediyorlardı.
Zeynel Abidin Bin Ali'nin devrilmesi,
siyasal tutukluların serbest bırakılması,12 kapitalist bakanın
görevden alınması, iktidar partisi Demokratik Anayasal Birlik'in
feshi gibi başarıların ardından Başbakan Muhammed Gannuşi'nin
istifa etmesi, Tunus halk devriminin yeni bir hamlesi anlamına
geliyor. Amerika, Fransa ve dünya kapitalist sisteminin her yönlü
desteğini arkasına alan işbirlikçi Tunus kapitalizmi, iktidarı
devrimci halk güçlerine teslim etmemek için her yola başvuruyor.
Devrimci ve yurtsever-demokrat güçleri temsil eden 14 Ocak Cephesi,
halk devrimini ilerletmek için aydınlatma ve örgütlenme
çalışmalarına devam ediyor.
Cephe'nin değerlendirmesine göre,
iktidar bütünüyle devrimci halk güçlerinin eline geçmedikçe,
yeni bir anayasa hazırlayacak geçici bir devrimci hükümet ve halk
meclisi kurulmadıkça, halk devriminin amaçları
gerçekleşmeyecektir. Eski rejimin egemenleri başta kaldıkça,
rejim işbirlikçi kapitalist bir diktatörlük olmaya devam edecek,
ülke emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmayacak, işsizlik,
pahalılık, düşük ücretler kader olmaya devam edecektir.
Cephe temsilcileri, buna karşılık,
egemen burjuvazinin, şu anda, orduyu doğrudan doğruya halkın
üzerine süremediğini belirtiyorlar. Egemen burjuvazi, iktidarını,
devrime bağlılık yeminleri ederek, gençleri pohpohlayarak,
işçileri ve köylüleri aldatarak, bütün suçu Zeynel Abidin Bin
Ali'ye yükleyerek, Amerika ve Avrupa'nın gönderdiği heyetlerin
"artık normalleşme zamanı geldi" şeklindeki açıklamalarını
kanıt göstererek sürdürdüğünü belirtiyorlar. Cephe
temsilcileri, kitlelerin siyasal eğitimlerinin esas olarak kendi
deneyimleri temelinde gelişeceğini bilerek, sabırla, onları kendi
kaderlerini kendi ellerine almak konusunda ikna etmeye çalışıyorlar.
Devrimin bittiğini ve olağan günlere dönüldüğünü,
emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin düzeni restore etmeyi
başardığını iddia eden çok bilmişlerin kötümserliğini
paylaşmıyorlar, devrimi ilerletmek ve halk iktidarını kurmak için
yola devam ediyorlar.
Emperyalist sistemin Ortadoğu ve Kuzey
Afrika'daki köşetaşı Mısır'da da, Hüsnü Mübarek'i deviren
devrimci halk kitleleri, rejimin simgesini devirecek cesaret ve
ustalığı ortaya koydular ama henüz kendi yönetimlerini kurmaya
hazır bir bilinç ve örgütlenme düzeyinde olmadıklarını da
gösterdiler. Halk devrimine dönüşen gösteriler ve ayaklanma
sırasında, halka ateş etmeyen ve halkın suyuna giderek prestijini
koruyan ordunun, verdiği sözleri tutmasını bekliyorlar.
Devrime bağlı olduğunu ilan eden ordu üst
yönetimi tabii ki yalan söylüyor. İşçilere, köylülere,
gençlere, kadınlara, aydınlara, işsizlere bol bol özgürlük ve
demokrasi sözleri veriyorlar. Halk kitlelerine yerine
getirmeyecekleri sözleri verirken, öte yandan, 27 Mayıs 1960'da
"NATO'ya ve CENTO'ya bağlıyız" sözünü veren Alparslan
Türkeş gibi, bütün uluslararası antlaşmalara bağlı
kalacaklarını ilan ediyorlar. Ordu üst yönetiminin, ABD'ye,
AB'ye, İsrail'e verdiği sözler, yerine getirmeye niyetli ve
kararlı oldukları sözlerdir, çünkü zaten onların yıllanmış
işbirlikçisidirler.
Ordu, herkesi işine dönmeye ve
normalleşmeye çağırırken dikkatle hareket ediyor. 25 Şubat Cuma
günü, bir grup polis, ordunun atadığı geçici hükümetin
Mübarek'in elemanlarından oluştuğunu belirterek geçici hükümetin
istifasını isteyen protestocuları copladı ve polisle göstericiler
arasında küçük çaplı bir çatışma çıktı. Ordu üst
yönetimi derhal bir açıklama yaparak, göstericilerden ve halktan
özür diledi. Ordunun devrime bağlı olduğunu, polislerin emir
almadan kendi başlarına hareket ettiğini ve cezalandırılacaklarını
açıkladı.
Şu anda geçici bir denge durumu var.
İktidar işbirlikçilerin elinde; ama, işbirlikçilerin kendi
elemanlarından oluşan ordu üst yönetimi, halka saldırmaya
cesaret edemiyor. Sokaklarda ve alanlarda halk güçlü; ama,
iktidarı kendi eline alacak bilinç, örgütlülük ve cesaretten
henüz yoksun. İki taraf birbirini kolluyor. Şimdilik, ordu halkın
suyuna gidiyor, halk da ordunun suyuna gidiyor. Sonucu,
komünistlerin, devrimcilerin, demokrat ve yurtsever güçlerin,
halkı ne ölçüde ikna edebilecekleri; devrim ve sosyalizm davasına
ne ölçüde kazanabilecekleri; işçilerin ve köylülerin hangi
yönü tercih edecekleri; üniformalı işçi ve köylülerden oluşan
ordu kitlesi ile çoğunluğu toplumun yoksul ve orta kesimlerinden
gelen alt ve orta kademe subayların, işbirlikçi burjuvazinin
kararlı müttefiki olan ordu üst yönetiminden ne ölçüde
kopacakları belirleyecek. Hassas denge ister istemez bozulacak.
Emperyalizmin en önemli kalelerinden birinde, milyonlarca işçinin
ve köylünün ayağa kalkmasıyla ortaya çıkan siyasal enerjinin,
halk devrimini iktidara taşıyacak boyutlara ulaşmasını
diliyoruz.
Tunus'ta ve Mısır'da diktatörleri
deviren, ancak henüz iktidarı kendi eline alacak bilinç ve
örgütlenme seviyesinde olmayan işçi sınıfı ve dostları ile;
diktatörü feda ederek ve halka tavizler vererek iktidarı kendi
ellerinde tutan, ancak şimdilik işçi sınıfını ve dostlarını
ezebilecek güçten yoksun olan emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi
arasında dinamik bir dengenin söz konusu olduğu işte bu
koşullarda, "Ortadoğu'da devrim filan yok!" diye peşin peşin
haykıran çokbilmişler var.
TKP adını çalan SİP'in
yöneticilerinden Kemal Okuyan, Ortadoğu'da her şey emperyalizmin
planları doğrultusunda yürüyor temasını işleyen üç yazı
yazdı. "Devrimi çalınan devrim", "Ortadoğu'da devrim filan
yok!", "Devrimi biz mi çaldık?" başlıklı bu ibretlik
yazıları (sırasıyla, soL, 7, 25, 26 Şubat 2011) bütün
devrimciler, eğitim çalışmalarında kapitalist düzene
teslimiyetçiliğin, devrimcilikten vazgeçmenin örnekleri olarak
lütfen incelesinler.
Kemal Okuyan şöyle söylüyor:
"Mısır'da beklenen oldu, alabildiğine yoksul, çaresiz ve
örgütsüz Mısır halkı, canını dişine takarak karşısına
dikildiği kanlı düzenin baş sorumlularından ABD emperyalizminin
manevralarına yanıt üretemedi. ... Mısır'da yükselen bir
devrimdi. Emperyalist dünyanın halk kalkışmasını önceleyen
hazırlık ve girdileri, Vaşington'un en küçük bir gizleme
gereksinimi duymadan sergilediği süreci yönlendirme yeteneği bu
gerçeği hiçbir biçimde değiştirmiyor. Söz konusu hazırlık ve
girdiler, yıpranan Mübarek'i yığınların eylemiyle değiştirmeye
soyunan gözükara bir mühendislik çalışmasının değil,
yoksulların öfkesindeki ani yükselişi fark eden erken uyarı
sistemlerinin devreye girmesinin ürünüydü. Obama Amerikası'nın
felsefesine uygun doğrultuda. ... Arap dünyasının tarihsel
merkezinde yaşananları bu aşamadan sonra karşı devrim diye
adlandırmayacaksak, tamı tamına bir restorasyonla karşı karşıya
olduğumuzu bileceğiz. Yazık oldu milyonların yarattığı muazzam
enerjiye, yazık oldu 'kurtuluş' olasılığına sımsıkı
tutunanların ölümüne kavgasına.
İleride, 2011 başlarında
Arap ülkeleri için 'devrimci bir dönem açılmıştı' saptaması
yapılmayacak, yapılamayacak! Ortadoğu'da emperyalizm açısından
'sürdürülebilir olmaktan çıkan' düzen yeniden yapılandırılıyor.
...Mısır ve Tunus'ta emperyalistler de, kapitalizm de hiçbir şey
kaybetmedi. Emperyalistlerin ve kapitalizmin hiçbir şey
kaybetmediği bir gelişmeden hayır gelmez. Üstelik, emperyalistler
ve kapitalizmin kazanabileceği bir sürecin önü açıldı. ... BOP
olmadı, şimdi başka bir şeyi deniyorlar. Tutar mı sorusuna,
'tutmaması için şimdilik bir neden yok' yanıtını verebiliriz.
...Emperyalizm uzun süredir teklediği bir coğrafyaya yeniden
müdahale ediyor, bugün için söylenecek temel gerçek bu.
...Ortadoğu'daki ayaklanmalara yolu açan güç piyasadır.
...Ortadoğu'da gelişmeler doğrultu itibariyle devrimci değildir.
'Gerici' diyemiyorsak, bu korkaklığımızdan, bazı topraklarda
seçeneksiz kalışımızdandır. ...'Devrimi Çalınan Devrim' ve
'Ortadoğu'da Devrim Filan Yok' başlıklı yazılarımda Ortadoğu
ve Kuzey Afrika'daki gelişmelere değinmiş, 'devrim' olarak
adlandırılmakta neredeyse küresel bir konsensus yaratmış olan
'halk hareketleri'nin neden 'devrimci bir dönem'e işaret
etmediğini, ABD'nin bu sürece sanıldığından daha hazırlıklı
girdiğini, sürecin bir coğrafyanın uluslararası tekeller
tarafından yeniden yapılandırılmasına doğru gittiğini
anlatmaya çalışmıştım. ... Henüz süreç noktalanmadı ama
halk ayaklanmalarını peşin peşin 'devrim' diye selamlamayı
zorlaştıran gelişmeler yaşandı oysa
Her şeyden önemlisi,
ABD'nin sürece sanıldığı kadar hazırlıksız yakalanmadığı
ortaya çıktı. Evet, bir toplum mühendisliği ile halk hareketi
yaratmamışlardı ama eski müttefikleri olan gününü doldurmuş
diktatörlere karşı başlaması muhtemel bir hareketlenme öncesinde
sağlam bağlantılar kurmuş, bazı siyasi hareketlerle temasa
geçmiş, kimi güvenilir unsurlara misyon yüklemişlerdi. Bütün
bunlar 'devrimci bir irade'nin gelişmesini engelleyecek kadar etkili
oldu. Dahası, Amerikan yönetimi, gelişmeleri uzun süredir
hesabını yaptığı bir yeniden düzenlemenin genel çerçevesinin
içine yerleştirebilecek netliğe sahipti, o bu netlik doğrultusunda
girdiler yaparken bunu bozacak bir karşı ağırlık yaratılamadı."
Daha sınıf savaşının başında; halk devriminin
başlangıcında; üstelik ilk muharebe, köy köy, kasaba kasaba,
şehir şehir, sokaklara dökülen, alanları dolduran, fabrikaları
durduran, polisleri sokaklardan kovan; ordu üst yönetimini, halka
ateş açma emrini verememeye mecbur eden on milyonlarca işçi,
köylü ve emekçinin Amerikancı diktatörleri devirmesiyle
sonuçlanmışken; ortada devrim filan olmadığını, Amerika'nın
çok güçlü olduğunu, düzeni tıkır tıkır restore edecek ve
istikrarı sağlayacak ustalık, güç ve olanaklara sahip olduğunu;
savaşı kesinlikle onun kazanacağını ilan eden bir parti, hangi
yüzle devrimden ve sosyalizmden söz edebilir? Türkiye Komünist
Partisi adını nasıl kullanabilir? Karşımızda zorlukları bilen,
ama kitlesini zorluklar içinde mücadeleye sevkeden devrimci bir
parti değil, düşmanın yenilmezliği yalanını yayan bozguncu bir
odak var. Bakın, Kemal Okuyan'ın her şey bitti, emperyalizmin
kazandığı belli oldu dediği günün öncesinde, Mısır halkı
orduyu kendisinden özür dilemek zorunda bıraktı; ertesinde ise,
Tunus halkı, Başbakan Gannuşi'yi de süpürdü. Mücadele sürüyor,
devrim devam ediyor.
SİP yöneticileri, 28 Şubat 1997 sürecinde, Türkiye'de
burjuvazi kapitalizmi restore etmeyi başardı, devrim fırsatı
kaçtı diyerek yaptıkları durum değerlendirmesinden sonra, işçi
sınıfından umudu kesmiş, Kemalizmi yeniden üreten, kapitalizme
teslim olan ve egemen burjuvazinin bir kanadının peşine takılan
şovenist bir doğrultu benimsemişlerdi. Bu doğrultuyu gizlemek
için de, TKP adını çalmışlardı.
Bugün ise, 1997'de Türkiye için yaptıklarını bütün
Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya genişleterek yeniden üretiyorlar.
Türkiye'de gerçekleştiğini iddia ettikleri kapitalist
restorasyonu, devrimsiz gelişme perspektifini bu kez, bölgeye
yayıyorlar. Amerika'nın bütün bölge çapında kapitalizmi
restore edecek bir güce sahip olduğunu, halk hareketlerinden
umutlanıp bir devrim pespektifi geliştirmenin yanlış olduğunu
iddia ederek, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı Amerika ve egemen sınıflar için devrim tehlikesini bertaraf etmiş restorasyon bölgesi olarak sunuyorlar. Tunus ve Mısır'da, milyonların işçi
sınıfına özgü taleplerle, işçi sınıfına özgü mücadele yöntemlerini kullanarak yarattıkları devrimci birikimi küçümsüyor, devrimci kadroları istikrarlı kapitalizm masalına inandırmaya çalışıyorlar.
Türkiye'de teslimiyetçi olan, bölgede de, dünyada da
teslimiyetçiliğe savrulur. Kemal Okuyan, Türkiye'de üstlendiği bozguncu rolü, bölge çapına çıkarıyor. Türkiye'de dikensiz bir gül bahçesi yaratma fantezisinin peşinde koşan Türk egemen burjuvazisine, emperyalizmin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da da dikensiz bir gül bahçesi yaratabileceği fantezisini sunarak güven vermeye çalışıyor. Emperyalizmin dümen suyunda giderek bölgesel yayılmacılık yapan Türkiye sermayesi, Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da büyük menfaatlara sahip. Bölge gücü olmaya soyunan işbirlikçi burjuvazi, mülküne, sermayesine el koyacak bir halk
devrimi ihtimalinden ölesiye korkuyor. SİP, nesnel olarak, Türkiye burjuvazisinin bu korkusunu yatıştırmaya çalışıyor.
Kemal Okuyan'ın, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da devrim ve karşı-devrim süreçlerini çarpıtan durum değerlendirmesi,
ibretlik bozgunculuğu böyle bir güdüden besleniyor.