Tarih: 03.03.2011 |  Haberler
Tunus ve Mısır'da dinamik denge ve SİP

Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da devrim ile karşı-devrim arasındaki mücadele devam ediyor. Tunus'ta eski rejim döneminin de başbakanı olan Başbakan Muhammed Gannuşi, 27 Şubat 2011 günü, ülke çapında düzenlenen, başkentte ise 80 bin kişinin katıldığı halk gösterilerine dayanamayarak istifa etti. Halk devrimini gerçekleştiren güçler, ta 14 Ocak'tan bu yana Gannuşi'nin görevden ayrılmasını, işçi, köylü ve emekçi kitlelere hayatı dar eden özelleştirme ve terör politikalarındaki sorumluluğu nedeniyle cezalandırılmasını talep ediyorlardı.



Zeynel Abidin Bin Ali'nin devrilmesi, siyasal tutukluların serbest bırakılması,12 kapitalist bakanın görevden alınması, iktidar partisi Demokratik Anayasal Birlik'in feshi gibi başarıların ardından Başbakan Muhammed Gannuşi'nin istifa etmesi, Tunus halk devriminin yeni bir hamlesi anlamına geliyor. Amerika, Fransa ve dünya kapitalist sisteminin her yönlü desteğini arkasına alan işbirlikçi Tunus kapitalizmi, iktidarı devrimci halk güçlerine teslim etmemek için her yola başvuruyor. Devrimci ve yurtsever-demokrat güçleri temsil eden 14 Ocak Cephesi, halk devrimini ilerletmek için aydınlatma ve örgütlenme çalışmalarına devam ediyor.

Cephe'nin değerlendirmesine göre, iktidar bütünüyle devrimci halk güçlerinin eline geçmedikçe, yeni bir anayasa hazırlayacak geçici bir devrimci hükümet ve halk meclisi kurulmadıkça, halk devriminin amaçları gerçekleşmeyecektir. Eski rejimin egemenleri başta kaldıkça, rejim işbirlikçi kapitalist bir diktatörlük olmaya devam edecek, ülke emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmayacak, işsizlik, pahalılık, düşük ücretler kader olmaya devam edecektir.

Cephe temsilcileri, buna karşılık, egemen burjuvazinin, şu anda, orduyu doğrudan doğruya halkın üzerine süremediğini belirtiyorlar. Egemen burjuvazi, iktidarını, devrime bağlılık yeminleri ederek, gençleri pohpohlayarak, işçileri ve köylüleri aldatarak, bütün suçu Zeynel Abidin Bin Ali'ye yükleyerek, Amerika ve Avrupa'nın gönderdiği heyetlerin "artık normalleşme zamanı geldi" şeklindeki açıklamalarını kanıt göstererek sürdürdüğünü belirtiyorlar. Cephe temsilcileri, kitlelerin siyasal eğitimlerinin esas olarak kendi deneyimleri temelinde gelişeceğini bilerek, sabırla, onları kendi kaderlerini kendi ellerine almak konusunda ikna etmeye çalışıyorlar. Devrimin bittiğini ve olağan günlere dönüldüğünü, emperyalizmin ve işbirlikçi burjuvazinin düzeni restore etmeyi başardığını iddia eden çok bilmişlerin kötümserliğini paylaşmıyorlar, devrimi ilerletmek ve halk iktidarını kurmak için yola devam ediyorlar.

Emperyalist sistemin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki köşetaşı Mısır'da da, Hüsnü Mübarek'i deviren devrimci halk kitleleri, rejimin simgesini devirecek cesaret ve ustalığı ortaya koydular ama henüz kendi yönetimlerini kurmaya hazır bir bilinç ve örgütlenme düzeyinde olmadıklarını da gösterdiler. Halk devrimine dönüşen gösteriler ve ayaklanma sırasında, halka ateş etmeyen ve halkın suyuna giderek prestijini koruyan ordunun, verdiği sözleri tutmasını bekliyorlar.

Devrime bağlı olduğunu ilan eden ordu üst yönetimi tabii ki yalan söylüyor. İşçilere, köylülere, gençlere, kadınlara, aydınlara, işsizlere bol bol özgürlük ve demokrasi sözleri veriyorlar. Halk kitlelerine yerine getirmeyecekleri sözleri verirken, öte yandan, 27 Mayıs 1960'da "NATO'ya ve CENTO'ya bağlıyız" sözünü veren Alparslan Türkeş gibi, bütün uluslararası antlaşmalara bağlı kalacaklarını ilan ediyorlar. Ordu üst yönetiminin, ABD'ye, AB'ye, İsrail'e verdiği sözler, yerine getirmeye niyetli ve kararlı oldukları sözlerdir, çünkü zaten onların yıllanmış işbirlikçisidirler.

Ordu, herkesi işine dönmeye ve normalleşmeye çağırırken dikkatle hareket ediyor. 25 Şubat Cuma günü, bir grup polis, ordunun atadığı geçici hükümetin Mübarek'in elemanlarından oluştuğunu belirterek geçici hükümetin istifasını isteyen protestocuları copladı ve polisle göstericiler arasında küçük çaplı bir çatışma çıktı. Ordu üst yönetimi derhal bir açıklama yaparak, göstericilerden ve halktan özür diledi. Ordunun devrime bağlı olduğunu, polislerin emir almadan kendi başlarına hareket ettiğini ve cezalandırılacaklarını açıkladı.

Şu anda geçici bir denge durumu var. İktidar işbirlikçilerin elinde; ama, işbirlikçilerin kendi elemanlarından oluşan ordu üst yönetimi, halka saldırmaya cesaret edemiyor. Sokaklarda ve alanlarda halk güçlü; ama, iktidarı kendi eline alacak bilinç, örgütlülük ve cesaretten henüz yoksun. İki taraf birbirini kolluyor. Şimdilik, ordu halkın suyuna gidiyor, halk da ordunun suyuna gidiyor. Sonucu, komünistlerin, devrimcilerin, demokrat ve yurtsever güçlerin, halkı ne ölçüde ikna edebilecekleri; devrim ve sosyalizm davasına ne ölçüde kazanabilecekleri; işçilerin ve köylülerin hangi yönü tercih edecekleri; üniformalı işçi ve köylülerden oluşan ordu kitlesi ile çoğunluğu toplumun yoksul ve orta kesimlerinden gelen alt ve orta kademe subayların, işbirlikçi burjuvazinin kararlı müttefiki olan ordu üst yönetiminden ne ölçüde kopacakları belirleyecek. Hassas denge ister istemez bozulacak. Emperyalizmin en önemli kalelerinden birinde, milyonlarca işçinin ve köylünün ayağa kalkmasıyla ortaya çıkan siyasal enerjinin, halk devrimini iktidara taşıyacak boyutlara ulaşmasını diliyoruz.

Tunus'ta ve Mısır'da diktatörleri deviren, ancak henüz iktidarı kendi eline alacak bilinç ve örgütlenme seviyesinde olmayan işçi sınıfı ve dostları ile; diktatörü feda ederek ve halka tavizler vererek iktidarı kendi ellerinde tutan, ancak şimdilik işçi sınıfını ve dostlarını ezebilecek güçten yoksun olan emperyalizm ve işbirlikçi burjuvazi arasında dinamik bir dengenin söz konusu olduğu işte bu koşullarda, "Ortadoğu'da devrim filan yok!" diye peşin peşin haykıran çokbilmişler var.

TKP adını çalan SİP'in yöneticilerinden Kemal Okuyan, Ortadoğu'da her şey emperyalizmin planları doğrultusunda yürüyor temasını işleyen üç yazı yazdı. "Devrimi çalınan devrim", "Ortadoğu'da devrim filan yok!", "Devrimi biz mi çaldık?" başlıklı bu ibretlik yazıları (sırasıyla, soL, 7, 25, 26 Şubat 2011) bütün devrimciler, eğitim çalışmalarında kapitalist düzene teslimiyetçiliğin, devrimcilikten vazgeçmenin örnekleri olarak lütfen incelesinler.

Kemal Okuyan şöyle söylüyor: "Mısır'da beklenen oldu, alabildiğine yoksul, çaresiz ve örgütsüz Mısır halkı, canını dişine takarak karşısına dikildiği kanlı düzenin baş sorumlularından ABD emperyalizminin manevralarına yanıt üretemedi. ... Mısır'da yükselen bir devrimdi. Emperyalist dünyanın halk kalkışmasını önceleyen hazırlık ve girdileri, Vaşington'un en küçük bir gizleme gereksinimi duymadan sergilediği süreci yönlendirme yeteneği bu gerçeği hiçbir biçimde değiştirmiyor. Söz konusu hazırlık ve girdiler, yıpranan Mübarek'i yığınların eylemiyle değiştirmeye soyunan gözükara bir mühendislik çalışmasının değil, yoksulların öfkesindeki ani yükselişi fark eden erken uyarı sistemlerinin devreye girmesinin ürünüydü. Obama Amerikası'nın felsefesine uygun doğrultuda. ... Arap dünyasının tarihsel merkezinde yaşananları bu aşamadan sonra karşı devrim diye adlandırmayacaksak, tamı tamına bir restorasyonla karşı karşıya olduğumuzu bileceğiz. Yazık oldu milyonların yarattığı muazzam enerjiye, yazık oldu 'kurtuluş' olasılığına sımsıkı tutunanların ölümüne kavgasına. … İleride, 2011 başlarında Arap ülkeleri için 'devrimci bir dönem açılmıştı' saptaması yapılmayacak, yapılamayacak! Ortadoğu'da emperyalizm açısından 'sürdürülebilir olmaktan çıkan' düzen yeniden yapılandırılıyor. ...Mısır ve Tunus'ta emperyalistler de, kapitalizm de hiçbir şey kaybetmedi. Emperyalistlerin ve kapitalizmin hiçbir şey kaybetmediği bir gelişmeden hayır gelmez. Üstelik, emperyalistler ve kapitalizmin kazanabileceği bir sürecin önü açıldı. ... BOP olmadı, şimdi başka bir şeyi deniyorlar. Tutar mı sorusuna, 'tutmaması için şimdilik bir neden yok' yanıtını verebiliriz. ...Emperyalizm uzun süredir teklediği bir coğrafyaya yeniden müdahale ediyor, bugün için söylenecek temel gerçek bu. ...Ortadoğu'daki ayaklanmalara yolu açan güç piyasadır. ...Ortadoğu'da gelişmeler doğrultu itibariyle devrimci değildir. 'Gerici' diyemiyorsak, bu korkaklığımızdan, bazı topraklarda seçeneksiz kalışımızdandır. ...'Devrimi Çalınan Devrim' ve 'Ortadoğu'da Devrim Filan Yok' başlıklı yazılarımda Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki gelişmelere değinmiş, 'devrim' olarak adlandırılmakta neredeyse küresel bir konsensus yaratmış olan 'halk hareketleri'nin neden 'devrimci bir dönem'e işaret etmediğini, ABD'nin bu sürece sanıldığından daha hazırlıklı girdiğini, sürecin bir coğrafyanın uluslararası tekeller tarafından yeniden yapılandırılmasına doğru gittiğini anlatmaya çalışmıştım. ... Henüz süreç noktalanmadı ama halk ayaklanmalarını peşin peşin 'devrim' diye selamlamayı zorlaştıran gelişmeler yaşandı oysa… Her şeyden önemlisi, ABD'nin sürece sanıldığı kadar hazırlıksız yakalanmadığı ortaya çıktı. Evet, bir toplum mühendisliği ile halk hareketi yaratmamışlardı ama eski müttefikleri olan gününü doldurmuş diktatörlere karşı başlaması muhtemel bir hareketlenme öncesinde sağlam bağlantılar kurmuş, bazı siyasi hareketlerle temasa geçmiş, kimi güvenilir unsurlara misyon yüklemişlerdi. Bütün bunlar 'devrimci bir irade'nin gelişmesini engelleyecek kadar etkili oldu. Dahası, Amerikan yönetimi, gelişmeleri uzun süredir hesabını yaptığı bir yeniden düzenlemenin genel çerçevesinin içine yerleştirebilecek netliğe sahipti, o bu netlik doğrultusunda girdiler yaparken bunu bozacak bir karşı ağırlık yaratılamadı."

Daha sınıf savaşının başında; halk devriminin başlangıcında; üstelik ilk muharebe, köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir, sokaklara dökülen, alanları dolduran, fabrikaları durduran, polisleri sokaklardan kovan; ordu üst yönetimini, halka ateş açma emrini verememeye mecbur eden on milyonlarca işçi, köylü ve emekçinin Amerikancı diktatörleri devirmesiyle sonuçlanmışken; ortada devrim filan olmadığını, Amerika'nın çok güçlü olduğunu, düzeni tıkır tıkır restore edecek ve istikrarı sağlayacak ustalık, güç ve olanaklara sahip olduğunu; savaşı kesinlikle onun kazanacağını ilan eden bir parti, hangi yüzle devrimden ve sosyalizmden söz edebilir? Türkiye Komünist Partisi adını nasıl kullanabilir? Karşımızda zorlukları bilen, ama kitlesini zorluklar içinde mücadeleye sevkeden devrimci bir parti değil, düşmanın yenilmezliği yalanını yayan bozguncu bir odak var. Bakın, Kemal Okuyan'ın her şey bitti, emperyalizmin kazandığı belli oldu dediği günün öncesinde, Mısır halkı orduyu kendisinden özür dilemek zorunda bıraktı; ertesinde ise, Tunus halkı, Başbakan Gannuşi'yi de süpürdü. Mücadele sürüyor, devrim devam ediyor.

SİP yöneticileri, 28 Şubat 1997 sürecinde, Türkiye'de burjuvazi kapitalizmi restore etmeyi başardı, devrim fırsatı kaçtı diyerek yaptıkları durum değerlendirmesinden sonra, işçi sınıfından umudu kesmiş, Kemalizmi yeniden üreten, kapitalizme teslim olan ve egemen burjuvazinin bir kanadının peşine takılan şovenist bir doğrultu benimsemişlerdi. Bu doğrultuyu gizlemek için de, TKP adını çalmışlardı.

Bugün ise, 1997'de Türkiye için yaptıklarını bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika'ya genişleterek yeniden üretiyorlar. Türkiye'de gerçekleştiğini iddia ettikleri kapitalist restorasyonu, devrimsiz gelişme perspektifini bu kez, bölgeye yayıyorlar. Amerika'nın bütün bölge çapında kapitalizmi restore edecek bir güce sahip olduğunu, halk hareketlerinden umutlanıp bir devrim pespektifi geliştirmenin yanlış olduğunu iddia ederek, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'yı Amerika ve egemen sınıflar için devrim tehlikesini bertaraf etmiş restorasyon bölgesi olarak sunuyorlar. Tunus ve Mısır'da, milyonların işçi sınıfına özgü taleplerle, işçi sınıfına özgü mücadele yöntemlerini kullanarak yarattıkları devrimci birikimi küçümsüyor, devrimci kadroları istikrarlı kapitalizm masalına inandırmaya çalışıyorlar.

Türkiye'de teslimiyetçi olan, bölgede de, dünyada da teslimiyetçiliğe savrulur. Kemal Okuyan, Türkiye'de üstlendiği bozguncu rolü, bölge çapına çıkarıyor. Türkiye'de dikensiz bir gül bahçesi yaratma fantezisinin peşinde koşan Türk egemen burjuvazisine, emperyalizmin Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da da dikensiz bir gül bahçesi yaratabileceği fantezisini sunarak güven vermeye çalışıyor. Emperyalizmin dümen suyunda giderek bölgesel yayılmacılık yapan Türkiye sermayesi, Tunus'ta, Mısır'da, Libya'da büyük menfaatlara sahip. Bölge gücü olmaya soyunan işbirlikçi burjuvazi, mülküne, sermayesine el koyacak bir halk devrimi ihtimalinden ölesiye korkuyor. SİP, nesnel olarak, Türkiye burjuvazisinin bu korkusunu yatıştırmaya çalışıyor.

Kemal Okuyan'ın, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da devrim ve karşı-devrim süreçlerini çarpıtan durum değerlendirmesi, ibretlik bozgunculuğu böyle bir güdüden besleniyor.