Tarih: 09.03.2011 |  Haberler
NATO'nun kaçınılmaz savaşı (ikinci bölüm) - Fidel Castro

Daha 27 yaşında bir albay olan Kaddafi, Mısır'da Nasır'dan ilham alarak 1969 yılında Kral I. İdris'i devirmişti. Kaddafi akabinde tarım reformu ve petrolün millileştirilmesi gibi adımlar atmış, artan gelirler iktisadi ve toplumsal kalkınmaya vakfedilmiş, özellikle de eğitim ve sağlık hizmetleri çölde yaşayan seyrek nüfusa ulaştırılmıştı.



Çölün gerisinde devasa bir paleosu denizi, yani fosil su denizi yatıyordu. Öte yandan, burada deneysel bir çiftliğin varlığını öğrendikten sonra, bu sularla yapılan tarımın petrolden daha yararlı olabileceğini de düşünmüşümdür.

Müslüman halklara özgü yoğun dini faaliyetler de ülkedeki aşiret geleneklerini dengeliyordu.

Küba, Libyalı devrimcilerin kendilerine has girişimlerine ilke gereği saygı duydu.

Libya liderliği hakkında fikir belirtmekten kaçındık.

Zaten ABD ve NATO'nun asıl derdinin Libya değil, Arap dünyasını saran devrimci dalga olduğunu görüyoruz. Bunu her ne pahasına engellemek istiyorlar.

ABD ve NATO'cu müttefikleri ile Libya arasında ilişkilerin son yıllarda mükemmel olduğu yadsınamaz. Tunus ve Mısır'daki isyanlara kadar bu böyleydi.

Libya ve NATO liderleri arasındaki üst düzey toplantılarda kimsenin Kaddafi'ye itirazı yoktu. Ülke üst kalite petrol, gaz ve potasyum kaynağıydı. Kaddafi iktidarının ilk on yıllarında yaşanan sorunlar geride kalmıştı.

Petrol üretimi ve dağıtımı dış yatırıma açılmıştı.

Birçok kamu kurumu özelleştirilmişti. IMF bu oyuna mutlu mesut yönetmenlik yapmıştı.

Sağcı Aznar Kaddafi'ye övgüler düzüyor, Blair, Berlusconi, Sarkozy, Zapatero ve hatta dostum İspanya Kralı, Libya liderinin müstehzi bakışları altında geçit töreni düzenliyorlardı. Herkes müsterihti.

Beni fazla alaycı bulabilirsiniz ama aslında alaycı değilim, yalnızca niye şimdi Libya'ya müdahale etmek ve Kaddafi'yi Lahey Adalet Divanı'na sevketmek istediklerini anlamakta güçlük çekiyorum.

Gün boyu Kaddafi'yi silahsız kitlelere ateş açma emri vermekle suçluyorlar. Niye bu silahların, özellikle de karmaşık baskı silahlarının ABD, İngiltere ve diğer sözde Kaddafi düşmanları tarafından temin edildiğini kabul etmiyorlar?

Ben yalnızca şu anda Libya'yı işgal etmek için sarfettikleri yalan bahanelere katlanamıyorum.

Kaddafi'yi son ziyaret ettiğimde 2001 Mayıs'ıydı, Reagan'ın görece mütevazı meskenine saldırısından 15 yıl sonra. Bana yıkıntıyı göstermişti. Ev doğrudan bombaya hedef olmuştu. Üç yaşındaki kızı saldırıda ölmüştü. Kaddafi onu Ronald Reagan'ın öldürdüğünü söylüyordu. Bu saldırı ne NATO, ne İnsan Hakları Konseyi ne de Güvenlik Konseyi'nin herhangi bir kararına dayanıyordu.

Daha önceki bir ziyaretim ise 1977'de idi. Libya'da devrimci süreç başladıktan sekiz yıl sonra. Trablus'u ziyaret etmiştim. Sebha'da Libya Halk Kongresi'ne katılmıştım. Fosil suları denizinden elde edilen sularla yapılan deneysel çiftlikleri incelemiştim. Bengazi'yi ziyaret etmiş ve çok sıcak karşılanmıştım. Son dünya savaşında büyük muharebelere sahne olan ülke buydu. O vakitler nüfusu altı milyonu bulmuyordu. Daha inanılmaz miktarda hafif petrol ve fosil su kaynaklarından da haberleri yoktu. O sıralar Portekiz'in Afrika'daki sömürgeleri daha yeni kurtuluyordu.

Angola'da 15 yıl boyunca ABD'nin aşiretler arasında örgütlediği paralı askerler, Mobutu hükümeti iyi donanımlı ırkçı Güney Afrikalı Apartheid rejimi ordusuna karşı savaşmıştık. Bu ordu, bugün bildiğimiz üzere ABD direktifleriyle Angola'yı 1975'te işgal ederek bağımsızlığını engellemeye çalıştı. O yıl başkent Luanda'nın eteklerine kadar varmışlardı. Bu süreçte bir dizi Kübalı uzmanı kaybettik. Acilen kaynak yolladık.

Sonraki 13 yıl boyunca Güney Afrikalı ırkçılar Angolalılara ve enternasyonalist Kübalı birliklere karşı savaşmaya devam ettiler.

ABD ve İsrail desteğiyle Apartheid rejimi nükleer silahlar geliştirdi. Angolalılar ve Kübalılar ırkçı ordunun hava ve kara birliklerini Cuito Cuanavale'de geri püskürtüp, konvansiyonel silahlarla Namibya sınırına doğru sıkıştırdıklarında, ellerinde nükleer silah vardı bile. İki defa birliklerimiz bu tür silahlarla saldırıya uğrama tehdidiyle karşılaştılar: Kasım 1962'de Küba'da ve 1980'lerde güney Angola'da. Ama Güney Afrika ırkçı rejimi nükleer silah kullanmış olsa dahi o korkunç sistemin devamını sağlayamayacaklardı. O sırada ABD'de Ronald Reagan ve Güney Afrika'da da Pieter Botha iktidarı vardı.

Şimdi kimse bunlardan, emperyalist sömürü nedeniyle kıyılan yüz binlerce candan bahsetmiyor.

Bugün Arap halkları başkaldırdıkları için benzer bir büyük riskle karşı karşıya.

ABD ve NATO'nun korkulu rüyası olan Arap dünyasında devrim hareketi, mahrum olanların devrimi olacak. Avrupa'da 1789'da Bastil'in ele geçirilmesinden sonra en büyük olduğu söylenen bir dalga.

Ondördüncü Lui bile Suudi Kralı Abdullah'ın ayrıcalıklarına veya bugün Yankiler aracılığıyla çıkartılan devasa zenginliğe sahip değildi.

Libya kriziyle başlamak üzere Suudi Arabistan'dan çıkarılan petrol günde bir milyon varile yaklaştı. Bu sayede bu ülkenin ve onu kontrole edenlerin gelirleri günde bir milyar dolara yaklaşıyor.

Elbette kimse Suudi halkının para içinde yüzdüğünü zannetmesin. Orada başta inşaat olmak üzere çeşitli sektörlerdeki işçilerin çalışma koşullarını, düşük maaşlar karşılığı günde 13-14 saat çalışmaya zorlanmalarını okumak insanın yüreğini burkuyor.

Mısır ve Tunus'ta işçilerin çıkışının, Ürdün'de işsiz gençliğin, Filistin'de, Yemen'de ve hatta daha yüksek gelirli Bahreyn'de ve BAE'de yaşananların ardından, Suudi üst tabakası da etkilendi.

Başka zamanlara benzemiyor: Arap halkları olup biteni anında öğreniyorlar, haberler son derece manipüle edilmiş olsa dahi.

İmtiyazlı sınıflar için en kötüsü de bu gelişmelerin gıda fiyatlarında artış ve iklim değişikliğiyle birlikte yaşanmış olması. Dünyadaki başlıca mısır üreticisi ABD, bu ürünün yüzde kırkını ve ayrıca soya hasılatının önemli kısmını otomobiller için biyoyakıt üretmek için kullanıyor.

Bolivarcı Başkan Hugo Chávez, Libya'ya NATO müdahalesi olmadan krize bir çözüm bulunması için cesur bir girişimde bulundu. Eğer müdahaleden önce bir geniş bir görüş birliği sağlayabilirse bir şansı var. Böylece Irak deneyiminin yeniden yaşanmasının önüne geçebiliriz.

Fidel Castro Ruz

4 Mart 2011