Tarih: 13.03.2011 |  Haberler
12 Mart darbesinin kırkıncı yılı

Tam kırk yıl önce, 12 Mart 1971 günü öğle saatlerinde, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç ile kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanlarının verdiği muhtırayla, Amerikan emperyalizmi ve yerli işbirlikçi tekelci burjuvazi, Türk Silahlı Kuvvetlerini, halkın devrimci mücadelesinin üzerine sürmeyi başarmıştı.



12 Mart faşist cuntası, 1950'lerin ikinci yarısından itibaren adım adım yükselişe geçen ve 1960'lar boyunca ivmesini arttırarak resmî ideolojinin çemberini aşıp sosyalizme yönelmeye başlayan devrimci uyanışı ezmek; işçi sınıfını, yoksul köylüleri, gençliği, öğretmenleri, memurları, aydınları, genç subayları, Kürt aydınlarını yıldırmak ve örgütsüz bırakmak hedefini güdüyordu.

12 Mart darbesi, Amerikancı faşist cuntanın; ordu içerisinde, halkın devrimci mücadelesiyle birleşmek isteyen genç devrimci subayları ve kemalizmle sosyalizmi birleştirmeye çalışan "sol kemalistler"i 9 Mart 1971'de bin türlü hileye başvurarak alt etmesiyle başladı. 12 Mart darbesi, Amerika'nın politik-askerî doktrininin parlak bir uygulaması oldu. 12 Mart cuntası aracılığıyla Amerikancı kontrgerilla, Amerikan terminolojisiyle söyleyecek olursak, Amerikan dostu kapitalist rejime karşı ayaklanan toplumsal ve siyasal muhalefet güçlerini ezdi ve Amerikancı istikrarı yeniden kurdu.

Faşist kontrgerilla rejimi, başında Süleyman Demirel'in bulunduğu, büyük kapitalistlerin ve toprak beylerinin temsilcisi sağcı-muhafazakâr Adalet Partisi'nin her yönlü desteğiyle, ilan ettiği sıkıyönetim ve başta İstanbul olmak üzere büyük merkezlerde yürüttüğü Balyoz Harekâtı yoluyla, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesini ortadan kaldırmak, devrim ve sosyalizm kavramlarını toplumsal bellekten silmek için ülke çapında devrimcilere yönelik bir sürek avı başlattı. İdam, kurşuna dizme, işkenceyle öldürme, sakatlama, sorgusuz sualsiz hapishanelere tıkma olağanlaştı.

12 Mart diktatörlüğü, Türkiye İşçi Partisi'ni kapattı, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun faaliyetlerini durdurdu, grevleri, yürüyüşleri, miting ve gösterileri yasakladı. Türkiye Öğretmenler Sendikası'nı, Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu'nu ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları'nı feshetti.

12 Mart rejimi, komünist, sosyalist, devrimci-demokrat dergileri kapattı. Her türlü muhalif ses ve kalemi susturdu, sansürü ve otosansürü egemen kıldı.

12 Mart döneminin ayırdedici özelliği, işkenceyle elde edilen sözümona delillere, sahte belge üretimine, telefon dinlemelerine, ajan-provokatörlere, komplo ve iftiralara, basın-yayın organlarının yürüttüğü itibarsızlaştırma kampanyalarına dayanan kitlesel siyasal davalar oldu.

12 Mart düzeni, 27 Mayıs Anayasası'nda tanınan siyasal özgürlükleri kökünden budadı. TRT'nin ve üniversitelerin özerkliğine son verdi. Salt komünizm düşmanlığına indirgediği resmî Atatürkçülüğü herkese dayatırken, sınırlı laiklikten geriye doğru büyük adımlar attı. İmam Hatip okullarına lise statüsü verdi, tarikatları ve cemaaatleri güçlendirdi. Ülkücü faşizmi destekledi. Amerikan hizmetinde olmak şartıyla hem dinciliği-mukaddesatçılığı, hem milliyetçiliği körükledi. Türk-İslam-NATO Sentezi doğrultusunda dev adımlar attı.

12 Mart faşizmdi. Amerika ile büyük kapitalistlerin ve toprak beylerinin vurucu gücüydü. Grev yasaklarıyla ücretleri düşürmenin, sermaye birikimini hızlandırmanın aracıydı. Sosyalizme, devrime, bağımsızlığa ve demokrasiye düşmanlıktı.

12 Mart faşizmdi. Grevci işçilere, toprak işgal eden köylülere, emekçi halkla birleşen devrimci-ilerici gençlere, işçi sınıfına dost aydınlara, yurt ve ulus sevgisiyle diline ve kimliğine sahip çıkan Kürtlere, dürüst gazetecilere tahammül edemiyor; hepsini "yıkıcı-bölücü", "anarşist", "darbeci" ilan edip "illegal örgüt üyesi" sayıyor, tutukluyor ve yargılıyordu.

12 Mart faşizmdi. Deniz Gezmiş'leri asarak, Mahir Çayan'ları, Sinan Cemgil'leri vurarak, İbrahim Kaypakkaya'ları işkence ederek öldürmenin, Yılmaz Güney'leri zindana tıkmanın adıydı.

12 Mart faşizmdi. Sıkıyönetimdi, sokağa çıkma yasağıydı, İstanbul'un bütün evlerini tek tek aramaydı, yol çevirmeydi, köy basmaydı, kitap yakmaydı, kışlaları zindan yapmaydı, her yere arananların resmini asmaktı, "sayın muhbir vatandaşlar"ı yüceltmeydi.

12 Mart faşizmdi. Siyonist-sömürgeci işgale karşı savaşan Filistin halkını destekleyen enternasyonalist Türkiye devrimcilerini yok etmek için, ABD, İsrail ve Ürdün gizli servisleriyle işbirliği yapmaktı.

12 Mart faşizmdi. Sovyetler Birliği'ne, sosyalist sisteme, bağımsız ve bağlantısız ilerici Arap rejimlerine karşı NATO'nun vurucu gücü, üssü, sıçrama tahtası ve füze rampası olmaktı.

Bütün zulmüne rağmen 12 Mart rejimi kalıcı olamadı. 1970'lerin ikinci yarısına damgasını vuracak olan yeni devrimci dalganın yükselmeye başlamasıyla 12 Mart'ın yıldızı söndü. 12 Mart'ın yok etmeye çalıştığı bütün devrimci akımlar, parti ve örgütler, sendika ve dernekler çok daha güçlü olarak yeniden sahneye çıktı. İşçi sınıfı ve dostları, komünistler, sosyalistler, devrimci-demokratlar toplumun en ince damarlarına kadar nüfuz etti. Amerikan emperyalizminin liderliğindeki dünya kapitalist sistemi ve işbirlikçi burjuvazi, 1970'lerin devrimci yükselişini, ülkeyi iç savaş boyutlarına ulaşan siyasal cinayetler, kanlı terör, kitlesel kıyımlar sürecinden geçirerek ancak 12 Eylül 1980 darbesiyle durdurabilecekti.

Dünya kapitalist sistemi ve Türkiye'deki uzantıları açısından, 12 Mart karşı-devrimi, 12 Eylül'ün provasıydı. 12 Mart kalıcı olamadı ama 12 Eylül kalıcı oldu. AKP iktidarı, 12 Mart ve 12 Eylül diktatörlüklerinin mantıksal uzantısı olarak, bugün aynı karşı-devrimi derinleştirerek sürdürüyor.

Dünya işçi sınıfının ve ezilen dünya halklarının ayrılmaz parçası olan Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkları açısından, 1950'lerin ikinci yarısında başlayan ve 1960'ları belirleyen devrimci yükseliş dönemi, 1970'lerin çok daha yaygın ve derin kitlesel devrimci atılımının provasıydı. 12 Eylül'ün baskısı ve sosyalist sistemi çökerten 1989-1991 karşı-devrimlerinin olumsuz etkisi altında kalan Türkiye işçi sınıfının devrimci hareketi, ardarda ağır kayıplara uğradı. İşçi sınıfı hareketinin ideolojik, politik ve örgütsel likidasyona karşı ayakta kalmaya çalıştığı 1980'ler ve 1990'lar boyunca, Kürt coğrafyasında güç kazanan ezilen halk hareketi, doğal müttefiklerinin etkili desteğinden yoksun kalarak yön kaybına uğradı.

Dünyada, bölgede ve ülkede adım adım tekrar yükselmeye başlayan devrimci dalga, kapitalist krizin derinleşmesiyle hızlandı. Neoliberal meşruiyet masalları iflas eden kapitalist sınıflar ve devletler, krizin bütün yükünü işçi sınıflarına ve ezilen halklara yüklemeye kalkınca, sistem zayıf halkalarından patladı. Tunus ve Mısır halk devrimlerini engelleyemeyen dünya kapitalist sistemi, bu devrimlerin derinleşmesini ve yayılmasını önlemek, bütün Arap halklarını sarmasını engellemek için Libya'da karşı-devrimci bir isyan, iç savaş ve emperyalist işgal planını yürürlüğe soktu.

Yeni devrimler dönemi başladı; ne var ki, her devrim, karşı-devrimleri de tetikleyerek ilerler. Bölgede ve dünyada devrimci ayaklanmalar ve karşı-devrimci isyanlar, darbeler ve savaşlar artık kaçınılmaz olgular olarak gündeme gelecek.

AKP iktidarının, 12 Mart ve 12 Eylül diktatörlüklerinin mantıksal uzantısı olması gibi; işçi sınıfı hareketi ve müttefikleri, 1960'ların devrimci yükselişinin, 1970'lerin devrimci atılımının, 12 Mart'a ve 12 Eylül'e boyun eğmemenin, likidasyonu boşa çıkarmanın mantıksal uzantısıdır. 12 Mart darbesinin kırkıncı yılında, yenilgilerimizden ders alarak, hatalarımızı tekrarlamadan, zayıf yönlerimizi güçlendirerek, güçlü yönlerimizi pekiştirerek yola devam ediyoruz. Dünyayı ağır toplumsal ve doğal felaketlere sürükleyen kapitalizme ve emperyalizme karşı, 21. yüzyılın yeni devrimler dönemine daha bilinçli ve daha örgütlü olarak girmeliyiz.