
Suudi Arabistan Krallığı, 14 Mart 2011 günü, 150 zırhlı
araç ve 1000 askerle Bahreyn'i işgal etti. Birleşik Arap Emirlikleri de, Bahreyn'e gönderdiği 500 polisle Suudi Arabistan'ın bu işgaline destek verdi.
Bahreyn halk muhalefeti, Arap dünyasında Tunus ve Mısır
devrimleriyle başlayan yükseliş sürecinin parçasını oluşturan
kesintisiz miting ve gösterilerle, kraliyet rejiminin yıkılmasını,
işsizliğin, yoksulluğun ve ayrımcılığın sona ermesini
istiyor. İşgalin, halk muhalefetiyle baş edemeyen Amerikan
işbirlikçisi petrol şeyhi Bahreyn Kralı Hamad Bin İsa El
Halife'nin yardım istemesi üzerine yapıldığı bildiriliyor.
İşbirlikçi Bahreyn diktatörü Hamad Bin İsa El Halife, işgal
güçlerinin ülkesine yerleşmesinin ardından, 15 Mart günü, üç
ay süreyle olağanüstü hâl ilan etti ve bütün gösterileri
yasakladı.
Bahreyn, 1 milyon 250 bin nüfuslu, petrol ve inci zengini, hızla gelişen İslami bankacılık sistemiyle, petrodolarları dünya
kapitalist sisteminin hizmetine sunan küçücük kapitalist bir
ülkedir. Bahreyn, aynı zamanda, İran'ı denizden kuşatma altında tutan Amerikan 5. Filosu'nu barındırıyor. Yani, Bahreyn, dünya kapitalist sistemi açısından, ekonomik, mali ve askerî yönlerden, nüfusu ve yüzölçümüyle ters orantıya sahip önemli bir
merkezdir. Bütün bu gerçekleri dikkate aldığımızda, Bahreyn'e yönelik Suudi işgalinin, Amerikan emperyalizminin doğrudan planlaması ve güdümü altında yapıldığı açıktır. Zaten,
ABD, AB ve NATO yetkilileri, Suudi Arabistan'ın Bahreyn'i işgal
etmesine ses çıkarmadıkları gibi, Bahreyn muhalefetini "anlayışlı" olmaya davet ettiler.
Bahreyn'in işgal edilmesi, Arap dünyasında devrim ve karşıdevrim arasındaki kapışmanın yeni bir ifadesidir. Bu işgal, Arap dünyasında, Tunus ve Mısır devrimleriyle başlayan
yükseliş sürecini durdurmak için emperyalizmin Libya'dan sonraki ikinci saldırı hamlesidir.
Devrimler, egemen sınıfın cennetini kaybetmesi demektir.
Dolayısıyla, egemenlerin en vahşi saldırısıyla karşılaşmayan bir devrim henüz görülmemiştir. Marks ve Lenin, bu deneyimi özetlemek üzere, devrimlerin ister istemez birleşik ve güçlü karşıdevrimlere yol açarak ilerlediğini belirtirler. Arap
dünyasında Tunus ve Mısır halk devrimleriyle başlayan büyük
devrimci patlama, Amerikan emperyalizminin başkanlığındaki dünya kapitalist sisteminin birleşik ve güçlü karşıdevrimiyle karşılaşıyor. Küba devriminin önderi Fidel Castro, Arap
dünyasındaki devrim hareketini, çapı açısından, Avrupa'da
1789'da Bastil'in ele geçirilmesiyle başlayan Fransız devrimine benzetiyor. ABD ve NATO'ya korkulu günler yaşatan Arap halk devrimlerini boğmak isteyen bugünkü kapitalist-emperyalist karşıdevrimin çapı da, Fransız devrimini boğmaya çalışan
gerici krallıkların hamlesine benziyor.
Tunus
ve Mısır'da devrimin derinleşmesini; siyasal bilince yeni uyanan işçi ve emekçi halk kitlelerinin sokaklardaki ve alanlardaki güçlerini, sadece diktatörleri değil,
burjuvazinin devlet iktidarını bütünüyle alaşağı ederek doruğa ulaştırmalarını engellemek isteyen dünya gericiliği, Tunus ve Mısır'da kitleleri ehlileştirmek, genç devrimci
kadroları devşirerek kendi saflarına çekmek için elden gelen gayreti gösteriyor. Burjuva muhalefet güçlerine iktidardan pay verme işareti çakarak halk devriminin itici güçlerini
yalnızlaştırmaya çalışıyor. Elindeki mevzileri sıkı sıkıya savunuyor, ancak sıkıştığı noktada küçük ödünler vermekten kaçınmıyor. Baskı, tehdit, yıldırma, bezdirme, aldatma
politikasıyla devrimin gücünü zayıflatmak; devrimi, sadece
diktatöre yönelik bir saray darbesi boyutuna indirgemek istiyor.
Devrimin patladığı ülkelerde
mevzilerini savunma politikası güden dünya gericiliği, Tunus ve
Mısır'ın ortasında bulunan petrol zengini Libya'da saldırıya
geçerek karşıdevrimci bir isyan örgütledi. Mısır ve Tunus'taki
devrimi kuşatmak, bu ülkelerde çatırdayan egemenliğini ikame
etmek üzere Libya'yı düşürmeye çalıştı. Libya'da ekonomiyi
sabote etmek üzere, büyük bir yatık medya kampanyasıyla, ülkede
çalışan yabancı işçilerin panik içinde kaçmasını sağladı.
Amerika, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İsviçre burjuvazisi,
Libya'nın kendi ülkelerinde bulunan zengin malvarlığını
dondurdu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Libya'ya ambargo
kararı aldı. NATO AWACS uçaklarıyla Libya hava sahasını kontrol
altına aldı. Amerikan 6. Filosu, Libya açıklarında konuşlandı.
Amerikan, İngiliz ve İtalyan özel birlikleri karşı-devrimci
isyancılarla birleşip işgalin ön hazırlıklarını yapmak üzere
Libya'ya çıktılar. Fransa, karşıdevrimci isyancıları "meşru
hükümet" olarak tanıma kararı aldı. ABD başkanı Obama,
Suudi Arabistan kralından, Libyalı isyancıları silahlandırmanın
mali yükünü üstlenmesini istedi. Avrupa Parlamentosu, "insani
gerekçelerle Libya'ya askerî
müdahale" çağrısında bulundu. Bu amaçla, ilk adım olarak,
"Libya üzerinde uçuşa yasak bölge ilan edilmesi"ni istedi.
Arap Birliği, Suriye'nin açık itirazına rağmen, Libya'da uçuşa
yasak bölge kurulmasını destekledi. NATO Genel Sekreteri Anders
Fogh Rasmussen, Libya'ya müdahale edecek NATO ordusunun hazır
olduğunu, ama dünya kamuoyunun bu adıma ikna edilmesi için
beklediklerini söyledi.
İşte bu kadar elverişsiz koşullarda, Libya halkı, 1969 devriminin kazanımlarını korumak için
karşıdevrimci isyanı bastırmaya çalışıyor. Emperyalist güçlerin kuklası oldukları iyice ortaya çıkan isyancılar Libya'da zor duruma düşünce, Rusya, Çin ve Almanya;
gözü dönmüş bir korsanlıkla davranan Amerika, İngiltere ve Fransa'nın peşine gözü kapalı takılma konusunda tereddüt etmeye başladı.
Libya'ya karşı NATO saldırısında
önemli bir rol üstlenen Suudi Arabistan, şimdi de Bahreyn'i işgal
ederek emperyalist sisteme paha biçilmez bir hizmette daha
bulunuyor. ABD, AB ve NATO ise Suudi işgalini destekliyor. Suudi
gericiliği ta başından beri İslam dünyasında karşıdevrimin
taşıyıcısı oldu; Afganistan devrimini boğmak için ABD'nin
emrinde yaptığı uğursuz işler herkesin hatırında.
Mısır, Arap dünyasındaki
emperyalist hâkimiyetin kilit taşıdır. Bu kilit taşı, Suudi
Arabistan, Irak, Körfez ülkeleri, Libya ve Cezayir topraklarında
yatan muazzam zenginliklerin, emperyalist haramilerin tekelinde
tutulmasını ve işçi sınıflarından, emekçi halklardan
esirgenmesini kolaylaştırıyor; ayrıca, emperyalizmin vurucu gücü
İsrail'in, Filistin halkını köleleştirmesini sağlıyor. Hüsnü
Mübarek'i devirmeyi başaran ama iktidarı kendi eline alma
bilincini ve gücünü henüz kendinde bulamayan, askerî yönetimi
sıkıştırmakla yetinen Mısır halkı, son olarak Başbakan Ahmet
Şefik'in görevden alınmasını sağladı.
Arap dünyasında karmaşık bir süreç yaşanıyor: Tunus ve Mısır'da devrimci halk ayaklanmaları;
Libya'da karşıdevrimci isyan; Bahreyn'de Suudi işgali; Cezayir ve
Yemen'de kanla bastırılan gösteriler; Irak, Fas ve Suudi
Arabistan'da mitingler; Arap halk devrimlerini boğmak isteyen dünya
kapitalist gericiliğinin başı Amerika'nın ve NATO'nun
müdahaleleri... 21. yüzyılın yeni devrimler dönemi, Mısır'ı,
Suudi Arabistan'ı, Suriye'yi, İsrail'i, Filistin'i ve bütün
bölgeyi içine alacak yeni ayaklanmalar, darbeler ve savaşlar
dönemini de başlatıyor.