Libya'ya karşı savaş tezkeresini çıkaran AKP iktidarı, İzmir'i NATO hava harekâtının komuta merkezi yapmakla övünüyor; büyük bir diplomatik başarı kazandığını iddia ederek Türkiye halkını kandırmaya çalışıyor. AKP'nin daha düne kadar ortak bir inancı ve kültürü paylaşmakla övündüğü bir halkın tepesine emperyalistlerle ortaklaşa ölüm yağdırması, övünç değil utanç kaynağıdır. Türkiye kapitalistlerinin Libya'daki menfaatlerini korumanın yolu olarak NATO çerçevesinde birleşmiş sömürgeciler çetesine katılmayı ve Libya'ya saldırının merkezi olmayı seçen AKP iktidarı, bu saldırı suçunun hesabını er geç verecektir. Türkiye halkı, alnına sürülen bu lekeyi affetmeyecektir.
Dışarıda emperyalist
savaşa katılma kararını alan AKP, ülke içinde de 12 Eylülcü
faşizmin parlak örneklerini yaratıyor. Polisi, yargıyı ve
medyayı, hangi görüşte olursa olsunlar, bütün siyasal
muhaliflerini sindirmek, tutuklamak, cezalandırmak ve
itibarsızlaştırmak için birleşik bir aygıt olarak kullanan AKP,
tutuklayıp Silivri'ye attığı gazeteci-yazar Ahmet Şık'ın
yayınlanmamış kitabı İmamın Ordusu'nu daha basılmadan yasadışı
ilan etti. Kitabın taslağını imha etmek için Radikal gazetesini
ve İthaki yayınevini bastı.
AKP iktidarı, engizisyon
çağını hortlatmış bulunuyor. Artık George Orwell'in 1984
romanında betimlediği "Büyük Birader"i coşkuyla sevmeyen,
işkencecisini sevgiyle kucaklamayan herkes suçludur. AKP'nin
hoşlanmadığı herhangi bir düşünceyi aklından geçirmek,
terörist ilan edilmek için yeterli delil durumuna getirildi.
Her görüşten AKP
muhalifi, salt yasal siyasal düşünceleri ve eylemleri nedeniyle
içeride. Komünistler, sosyalistler, devrimciler, Kürt
yurtseverleri, sosyalist-kemalistler, kemalistler, demokratlar,
ulusalcılar, laikler, çağdaş yaşamcılar, AKP'yle uyuşmayan
sağcı liberal muhafazakârlar, hepsi terörist olma iddiasıyla
yıllardır içeride tutuluyor. Rıdvan Turan, Hatip Dicle,Yalçın
Küçük, Çetin Doğan, Doğu Perinçek, Mustafa Balbay, Tuncay
Özkan, Mehmet Haberal, Nedim Şener gibi geniş bir yelpaze
oluşturan AKP muhaliflerinin hepsinin terörizm iddiasıyla tutuklu
olarak yargılanması, AKP'nin muhalefeti başlı başına suç sayan
bir siyasal felsefeye sahip olduğunu gösteriyor. AKP, geçmişin
kötülüklerini yargılamıyor, mezar sessizliği içinde kendisine
boyun eğecek bir toplum yaratmak için bugünkü muhaliflerini
ortadan kaldırıyor.
Dini siyasal ve toplumsal
hayatın her alanına egemen kılarken, kapitalizmin neoliberal
soygun ve talan politikalarını baş tacı eden; işçi sınıfını
ve bütün emekçileri daha düşük ücretlere, daha kötü yaşam
koşullarına mahkûm eden; sendikal hakları tırpanlayan; zorunlu
din dersini kıskançlıkla koruyan; cemevlerinin kapatılması için
dava açan; kadın haklarını gerileten; işçileri ve gençleri
zehirli gazla terbiye eden; anadilde eğitime karşı çıkan; yüzde
10 barajıyla muhalif yurttaşları en temel siyasal haklarından
yoksun bırakan; emperyalist savaşlarda sömürgeciliğin
yamaklığını yapan AKP, ülkeyi karanlığa sürüklüyor.
AKP, eşitlikle de,
özgürlükle de, demokrasiyle de, bağımsızlıkla da, barışla
da, halkların dostluğuyla da bağdaşmıyor. Emperyalizmin
işbirlikçiliğiyle, sömürgeci savaşlarla, halklara düşmanlıkla,
NATO'yla, 12 Eylülcülükle pek güzel uyuşuyor. AKP'nin dış ve
iç siyaseti birbirini tamamlıyor.
Emperyalizmin elebaşıları
ABD, Fransa ve İngiltere, dünya kapitalist sisteminin dayattığı
sömürü ve zulme artık dayanamayan Tunus ve Mısır halklarının
devrimleriyle başlayan devrimci yükselişi tersine çevirmek için,
hızla büyük bir savaş ve karşıdevrim hamlesi başlattı. Arap
devrimlerini boğmak, toplumsal muhalefetin yükseldiği ülkelerde
devrim olasılığını ortadan kaldırmak, emperyalizme bütünüyle
teslim olmamış ülke yönetimlerini devirerek yerlerine sadık
uşaklarını geçirmek, yeniden sömürgeleştirdikleri ülkelerin
doğal kaynaklarını gaspetmek, kendi ülkelerinde kapitalist krizin
yüküne karşı harekete geçen işçi sınıflarını ve emekçi
kitleleri şovenizm ve savaşla baştan çıkarmak istiyorlar. Bu
stratejinin genel hedefi, devrimleri önlemek, dünya kapitalist
krizinden savaşla çıkmaktır.
Dünyanın bu somut
koşullarında, AKP'nin dış ve iç politikasının oluşturduğu
zehirli bileşim, eğer işçi sınıfı, emekçi kesimler ve ezilen
halklar gereken siyasal ve sosyal tepkiyi gösteremezlerse, çok daha
tehlikeli sonuçlar doğurmaya adaydır.