Mısır'da işbirlikçi kapitalist diktatörlüğü küçük ödünlerle ayakta tutmak, Amerikan boyunduruğunu ve siyonist sömürgeci İsrail'e teslimiyeti sürdürmek isteyen Yüksek Askerî
Konsey, 19 Mart 2011 Cumartesi günü anayasa referandumu düzenledi. Anayasa oylamasına katılım sadece yüzde 41'de kaldı. Katılanların yüzde 77,2'si evet oyu verirken, yüzde 22,8'i hayır oyu kullandı.
Askerî yönetim, 45 milyon seçmenin yüzde 59'unun katılmadığı,
seçmenlerin sadece yüzde 31,6'sının desteğini alan bu referandum
sonucunu büyük bir zafer olarak sunuyor. Oysa bu sonuç, askerî
yönetime zayıf bir halk desteği anlamına geliyor; halk
çoğunluğunun askerî yönetime güvenmediğini ve bekle-gör tavrı
içinde olduğunu, önemli bir çekirdeğin ise muhalefete devam
ettiğini, devrimi ilerletmek için arzulu olduğunu gösteriyor.
Referandumda Hüsnü Mübarek döneminin iktidar partisi Ulusal
Demokrat Parti ile İslamcı Müslüman Kardeşler hareketi evet oyu
verdi. Mısır Komünist Partisi, bağımsız sendika hareketi,
gençlik hareketi, ilerici ve yurtsever parti ve çevreler hayır oyu
verdi. Amerikancı reformcu-liberal burjuva çevrelerine dayanan
Muhammed Baradey ile Amerikancı milliyetçi-reformcu çevrelere
dayanan Amr Musa bile hayır oyu verdi.
Bu saflaşma, Amerikancı askerî yönetim ile Amerikancı
İslamcıların, işbirlikçi düzeni koruma, muhafazakârlık ve
gericilik temelinde anlaştığını gösteriyor. Halk devrimini
gerçekleştiren güçler ise, muhalefeti sürdürüyor; egemen
çevrelerin muhafazakârlık ve gericilik temelinde devrimi
etkisizleştirme ve geçici bir parantez durumuna düşürme
politikasına karşı çıkıyor. Askerî yönetimin ve Müslüman
Kardeşler'in anlaştığı platform, reformist burjuva çevrelerini
bile tatmin etmekten uzak kaldı.
Siyasal ve ekonomik sistemde köklü değişikliklerin yapılmasını,
emperyalist ve işbirlikçi kapitalist boyunduruğun kırılmasını
isteyen ve bu isteklerle halk devrimini başlatan işçilerin,
yoksul köylülerin, işsizlerin, küçük esnafın, gençlerin,
kadınların temel istekleri ise karşılanmadı. Devrim henüz temel
hedeflerine ulaşamadı. Bu nesnel durumun, halk güçlerinin yeni
atılımlarına yol açması, işçi sınıfının ve bütün
emekçilerin devrimi yeni başkaldırılarla ilerletmesi beklenir.
Amerika'nın günlük yönlendirmesiyle hareket eden askerî yönetim,
İslamcı Müslüman Kardeşler hareketiyle pazarlığa oturdu ve
onları yönetime daha da çok katacağına dair sözler vererek
sınırlı anayasa değişikliğine destek sağladı. Müslüman
Kardeşler hareketinin askerî yönetimle anlaşması, iktidar
çevreleri ile İslamcılar arasında, Hüsnü Mübarek dönemi
boyunca adım adım gelişen çekişmeli ortaklığın yeni bir
aşamasını oluşturuyor. Hüsnü Mübarek iktidarı, devletin üç
temel kurumunu zaten İslamcılara teslim etmişti: Eğitim, yargı
ve devlet medyası.
Bir zamanlar kadın haklarında Arap dünyasına öncülük yapan
Mısır, eğitim alanındaki İslamcılaştırma politikasıyla, bu
alanda köklü biçimde geriye gitmişti. Türban önce okullarda,
sonra toplumun her alanında fiilen zorunlu hâle getirilmiş,
kadınlar fiilen ve resmen ikinci sınıf yurttaş durumuna
düşürülmüştü. Yargı organlarının İslamcılara teslim
edilmesi, şeriat hukukunu gitgide yaygınlaştırmıştı. Özel
hayat dahil toplum hayatının her alanını, kapitalizmin işleyişi
için gerekli olan yabancı sermayeyle ortaklık, faiz gibi temel
ekonomik kurallar hariç, saran şeriat hukuku, laikliği salt bir
kabuk durumuna indirgemişti. Devlet medyasının, özellikle de
televizyonun, İslamcılara teslim edilmesi, kamuoyunun dinci
şartlandırmayla belirlenmesi sonucunu doğurmuştu.
Müslüman Kardeşler hareketinin gericiliği, salt felsefi görüş,
inanç ve kültür alanıyla sınırlı değildir. Müslüman
Kardeşler, siyasal, sosyal ve ekonomik görüş ve yaklaşımlarıyla
da düpedüz gericidirler.
Siyasal alanda komünizm düşmanı, demokrasi düşmanı, kadın
düşmanı ve yabancı düşmanıdırlar. Siyasal ve felsefi
liberalizmi kökten reddederler. Düşünce, ifade ve örgütlenme
özgürlüğü ile laikliği, "İslama yabancı, Batı taklitçisi
uygulamalar" sayarlar.
Sosyal alanda, kadınları, ateistleri ve İslam dinine mensup
olmayanları ikinci sınıf insan kabul ederler. İşçi
sendikalarını, grev hakkını, tarım işçilerinin ve yoksul
köylülerin hak arayışlarını, burjuvazinin mülklerine ve toprak
beylerinin topraklarına el konulmasını, "dinsiz komünistlik"
ilan ederler.
Ekonomik alanda ise, kendilerini kapitalizme uyarlamışlardır.
Serbest piyasayı, serbest ticareti, serbest sözleşmeyi mutlak hak
kabul ederler. Kapitalist mülkiyeti sınırlayan, işverenleri
kısıtlayan her girişimi "devlet baskısı" sayarlar, devletin
patronlarla işçiler arasına girmemesini savunurlar. Nâsır
döneminde gerçekleştirilen fabrika ve toprak kamulaştırmalarını,
ekonomik devletleştirmeleri reddetmiş oldukları gibi, Enver Sedat
ve Hüsnü Mübarek döneminde işletmelerin eski sahiplerine
devredilmesini desteklemişler, özelleştirmeleri hararetle
savunmuşlardır. Yani, Müslüman Kardeşler, ekonomik liberalizmi,
neoliberal düşünceyi bütünüyle içselleştirmişlerdir. Zaten,
Müslüman Kardeşler'in yönetici kadrosu, son derece zengin
"işbilir" insanlardan oluşuyor.
Askerî yönetimin referanduma sunduğu ve kabul edilen taslak, Hüsnü
Mübarek dönemi anayasasındaki birçok hükmü koruyor. Rejim
başkanlık rejimi olmaya devam ediyor. Ordu ve polis doğrudan
doğruya Cumhurbaşkanına bağlı kalıyor; cumhurbaşkanı
olağanüstü hâl ilan edebiliyor; iki kanatlı parlamentoda
senatörlerin üçte birini, meclis üyelerinin onda birini
atayabiliyor.
Müslüman Kardeşler, anayasa referandumunda, "yetmez ama evet"
sloganını kullandılar. Sadece sınırlı değişiklikler yapan
anayasa taslağını birçok bakımdan beğendiklerini, ancak iki
temel konuya yer vermediği için yetersiz bulduklarını ilan
ettiler. Birincisi, taslakta, kadınların devlet başkanı ve yargıç
olmasını yasaklayan bir hüküm yoktu. İkincisi, Mısır'ın
Hıristiyan azınlığı olan Kıptiler'in de devlet başkanı ve
yargıç olmasını engelleyen bir hüküm bulunmuyordu. Yani,
Müslüman Kardeşler'e göre, devlet başkanlığı ve yargıçlık,
sadece Müslüman erkeklere özgü birer hak olmalıydı. Salt bu iki
konudaki ayrımcılıkları bile, Müslüman Kardeşler hareketinin
ne kadar gerici olduğunu ortaya koyuyor.
Mısır devrimini boğmak isteyen
askerî yönetim ve Müslüman Kardeşler'in karşı safında yer
alan devrimci güçlerden Mısır Komünist Partisi ise, kendi
sözleriyle, "uzun yıllar koyu bir gizlilik ve ağır baskı
altında çalışmaya zorlanan partinin, partiye bağlı bütün
kesimlerin ve birimlerin katıldığı kapsamlı bir toplantı
sonucunda, 25 Ocak devriminin yol açtığı yeni ve sağlıklı
siyasal-sosyal ortamı dikkate alarak, varlığını ve eylemlerini
resmen ilan etmeye oybirliğiyle karar verdiğini" açıkladı.
Açıklamaya göre, uzun bir mücadele tarihine sahip olan, işçi
sınıfıyla güçlü bağlar kuran ve Mısırlı emekçilerin sosyal
ve siyasal özlemlerinin taşıyıcısı olan Mısır Komünist
Partisi'nin üyeleri, bugüne kadar, devrim sürecinde olumlu ve
güçlü katkı sağlamışlardır ve "bağımlılık, despotizm ve
zulümden kurtulmuş olmakla yetinmeyen; özgürlük, adalet ve onur
ilkeleri üzerinde yükselen bir toplum kurma mücadelesine" devam
edeceklerdir.
İşçi ve emekçilerin kitlesel ayaklanmasıyla somutlaşan devrimci
yükseliş ile emperyalizmin müdahale ve savaşlarıyla somutlaşan
karşıdevrim dalgasının Arap dünyasında ve dünyada yarattığı
karmaşık ortam içerisinde, Mısır devrimci halk güçlerine yeni
başarılar diliyoruz. Mısır halkının 25 Ocak devrimi, emperyalistlerin ve yardakçılarının umduğu gibi bir son değil, köklü siyasal, sosyal ve ekonomik değişimlere yol açacak yeni bir başlangıçtır.
Bölge halklarının kaderi ortaktır. Mısır askerî yönetimi,
Mısır devrimini boğmak için yanıp tutuşuyor. Libya halkına karşı gericileri ve emperyalist saldırıyı destekliyor. Libya halkına ölüm yağdıran emperyalistler, Tunus ve Mısır'da
iktidarda tutunmaya çalışan işbirlikçi kapitalist oligarşileri
koruyor ve kolluyor.
Tıpkı Tunus devrimi gibi, tıpkı Libya halkının emperyalizme direnmesi gibi, Mısır devrimi de esin kaynağımız olmaya devam edecektir.