Tarih: 27.03.2011 |  Haberler
Mısır'da referandum

Mısır'da işbirlikçi kapitalist diktatörlüğü küçük ödünlerle ayakta tutmak, Amerikan boyunduruğunu ve siyonist sömürgeci İsrail'e teslimiyeti sürdürmek isteyen Yüksek Askerî Konsey, 19 Mart 2011 Cumartesi günü anayasa referandumu düzenledi. Anayasa oylamasına katılım sadece yüzde 41'de kaldı. Katılanların yüzde 77,2'si evet oyu verirken, yüzde 22,8'i hayır oyu kullandı.


Askerî yönetim, 45 milyon seçmenin yüzde 59'unun katılmadığı, seçmenlerin sadece yüzde 31,6'sının desteğini alan bu referandum sonucunu büyük bir zafer olarak sunuyor. Oysa bu sonuç, askerî yönetime zayıf bir halk desteği anlamına geliyor; halk çoğunluğunun askerî yönetime güvenmediğini ve bekle-gör tavrı içinde olduğunu, önemli bir çekirdeğin ise muhalefete devam ettiğini, devrimi ilerletmek için arzulu olduğunu gösteriyor.

Referandumda Hüsnü Mübarek döneminin iktidar partisi Ulusal Demokrat Parti ile İslamcı Müslüman Kardeşler hareketi evet oyu verdi. Mısır Komünist Partisi, bağımsız sendika hareketi, gençlik hareketi, ilerici ve yurtsever parti ve çevreler hayır oyu verdi. Amerikancı reformcu-liberal burjuva çevrelerine dayanan Muhammed Baradey ile Amerikancı milliyetçi-reformcu çevrelere dayanan Amr Musa bile hayır oyu verdi.

Bu saflaşma, Amerikancı askerî yönetim ile Amerikancı İslamcıların, işbirlikçi düzeni koruma, muhafazakârlık ve gericilik temelinde anlaştığını gösteriyor. Halk devrimini gerçekleştiren güçler ise, muhalefeti sürdürüyor; egemen çevrelerin muhafazakârlık ve gericilik temelinde devrimi etkisizleştirme ve geçici bir parantez durumuna düşürme politikasına karşı çıkıyor. Askerî yönetimin ve Müslüman Kardeşler'in anlaştığı platform, reformist burjuva çevrelerini bile tatmin etmekten uzak kaldı.

Siyasal ve ekonomik sistemde köklü değişikliklerin yapılmasını, emperyalist ve işbirlikçi kapitalist boyunduruğun kırılmasını isteyen ve bu isteklerle halk devrimini başlatan işçilerin, yoksul köylülerin, işsizlerin, küçük esnafın, gençlerin, kadınların temel istekleri ise karşılanmadı. Devrim henüz temel hedeflerine ulaşamadı. Bu nesnel durumun, halk güçlerinin yeni atılımlarına yol açması, işçi sınıfının ve bütün emekçilerin devrimi yeni başkaldırılarla ilerletmesi beklenir.

Amerika'nın günlük yönlendirmesiyle hareket eden askerî yönetim, İslamcı Müslüman Kardeşler hareketiyle pazarlığa oturdu ve onları yönetime daha da çok katacağına dair sözler vererek sınırlı anayasa değişikliğine destek sağladı. Müslüman Kardeşler hareketinin askerî yönetimle anlaşması, iktidar çevreleri ile İslamcılar arasında, Hüsnü Mübarek dönemi boyunca adım adım gelişen çekişmeli ortaklığın yeni bir aşamasını oluşturuyor. Hüsnü Mübarek iktidarı, devletin üç temel kurumunu zaten İslamcılara teslim etmişti: Eğitim, yargı ve devlet medyası.

Bir zamanlar kadın haklarında Arap dünyasına öncülük yapan Mısır, eğitim alanındaki İslamcılaştırma politikasıyla, bu alanda köklü biçimde geriye gitmişti. Türban önce okullarda, sonra toplumun her alanında fiilen zorunlu hâle getirilmiş, kadınlar fiilen ve resmen ikinci sınıf yurttaş durumuna düşürülmüştü. Yargı organlarının İslamcılara teslim edilmesi, şeriat hukukunu gitgide yaygınlaştırmıştı. Özel hayat dahil toplum hayatının her alanını, kapitalizmin işleyişi için gerekli olan yabancı sermayeyle ortaklık, faiz gibi temel ekonomik kurallar hariç, saran şeriat hukuku, laikliği salt bir kabuk durumuna indirgemişti. Devlet medyasının, özellikle de televizyonun, İslamcılara teslim edilmesi, kamuoyunun dinci şartlandırmayla belirlenmesi sonucunu doğurmuştu.

Müslüman Kardeşler hareketinin gericiliği, salt felsefi görüş, inanç ve kültür alanıyla sınırlı değildir. Müslüman Kardeşler, siyasal, sosyal ve ekonomik görüş ve yaklaşımlarıyla da düpedüz gericidirler.

Siyasal alanda komünizm düşmanı, demokrasi düşmanı, kadın düşmanı ve yabancı düşmanıdırlar. Siyasal ve felsefi liberalizmi kökten reddederler. Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü ile laikliği, "İslama yabancı, Batı taklitçisi uygulamalar" sayarlar.

Sosyal alanda, kadınları, ateistleri ve İslam dinine mensup olmayanları ikinci sınıf insan kabul ederler. İşçi sendikalarını, grev hakkını, tarım işçilerinin ve yoksul köylülerin hak arayışlarını, burjuvazinin mülklerine ve toprak beylerinin topraklarına el konulmasını, "dinsiz komünistlik" ilan ederler.

Ekonomik alanda ise, kendilerini kapitalizme uyarlamışlardır. Serbest piyasayı, serbest ticareti, serbest sözleşmeyi mutlak hak kabul ederler. Kapitalist mülkiyeti sınırlayan, işverenleri kısıtlayan her girişimi "devlet baskısı" sayarlar, devletin patronlarla işçiler arasına girmemesini savunurlar. Nâsır döneminde gerçekleştirilen fabrika ve toprak kamulaştırmalarını, ekonomik devletleştirmeleri reddetmiş oldukları gibi, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek döneminde işletmelerin eski sahiplerine devredilmesini desteklemişler, özelleştirmeleri hararetle savunmuşlardır. Yani, Müslüman Kardeşler, ekonomik liberalizmi, neoliberal düşünceyi bütünüyle içselleştirmişlerdir. Zaten, Müslüman Kardeşler'in yönetici kadrosu, son derece zengin "işbilir" insanlardan oluşuyor.

Askerî yönetimin referanduma sunduğu ve kabul edilen taslak, Hüsnü Mübarek dönemi anayasasındaki birçok hükmü koruyor. Rejim başkanlık rejimi olmaya devam ediyor. Ordu ve polis doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına bağlı kalıyor; cumhurbaşkanı olağanüstü hâl ilan edebiliyor; iki kanatlı parlamentoda senatörlerin üçte birini, meclis üyelerinin onda birini atayabiliyor.

Müslüman Kardeşler, anayasa referandumunda, "yetmez ama evet" sloganını kullandılar. Sadece sınırlı değişiklikler yapan anayasa taslağını birçok bakımdan beğendiklerini, ancak iki temel konuya yer vermediği için yetersiz bulduklarını ilan ettiler. Birincisi, taslakta, kadınların devlet başkanı ve yargıç olmasını yasaklayan bir hüküm yoktu. İkincisi, Mısır'ın Hıristiyan azınlığı olan Kıptiler'in de devlet başkanı ve yargıç olmasını engelleyen bir hüküm bulunmuyordu. Yani, Müslüman Kardeşler'e göre, devlet başkanlığı ve yargıçlık, sadece Müslüman erkeklere özgü birer hak olmalıydı. Salt bu iki konudaki ayrımcılıkları bile, Müslüman Kardeşler hareketinin ne kadar gerici olduğunu ortaya koyuyor.

Mısır devrimini boğmak isteyen askerî yönetim ve Müslüman Kardeşler'in karşı safında yer alan devrimci güçlerden Mısır Komünist Partisi ise, kendi sözleriyle, "uzun yıllar koyu bir gizlilik ve ağır baskı altında çalışmaya zorlanan partinin, partiye bağlı bütün kesimlerin ve birimlerin katıldığı kapsamlı bir toplantı sonucunda, 25 Ocak devriminin yol açtığı yeni ve sağlıklı siyasal-sosyal ortamı dikkate alarak, varlığını ve eylemlerini resmen ilan etmeye oybirliğiyle karar verdiğini" açıkladı.

Açıklamaya göre, uzun bir mücadele tarihine sahip olan, işçi sınıfıyla güçlü bağlar kuran ve Mısırlı emekçilerin sosyal ve siyasal özlemlerinin taşıyıcısı olan Mısır Komünist Partisi'nin üyeleri, bugüne kadar, devrim sürecinde olumlu ve güçlü katkı sağlamışlardır ve "bağımlılık, despotizm ve zulümden kurtulmuş olmakla yetinmeyen; özgürlük, adalet ve onur ilkeleri üzerinde yükselen bir toplum kurma mücadelesine" devam edeceklerdir.

İşçi ve emekçilerin kitlesel ayaklanmasıyla somutlaşan devrimci yükseliş ile emperyalizmin müdahale ve savaşlarıyla somutlaşan karşıdevrim dalgasının Arap dünyasında ve dünyada yarattığı karmaşık ortam içerisinde, Mısır devrimci halk güçlerine yeni başarılar diliyoruz. Mısır halkının 25 Ocak devrimi, emperyalistlerin ve yardakçılarının umduğu gibi bir son değil, köklü siyasal, sosyal ve ekonomik değişimlere yol açacak yeni bir başlangıçtır.

Bölge halklarının kaderi ortaktır. Mısır askerî yönetimi, Mısır devrimini boğmak için yanıp tutuşuyor. Libya halkına karşı gericileri ve emperyalist saldırıyı destekliyor. Libya halkına ölüm yağdıran emperyalistler, Tunus ve Mısır'da iktidarda tutunmaya çalışan işbirlikçi kapitalist oligarşileri koruyor ve kolluyor.

Tıpkı Tunus devrimi gibi, tıpkı Libya halkının emperyalizme direnmesi gibi, Mısır devrimi de esin kaynağımız olmaya devam edecektir.