
Devrimci Yol-ÖDP hareketinin lideri Oğuzhan Müftüoğlu'nun yaşamı ve
mücadelesiyle ilgili büyük söyleşi kitabı Şubat 2011'de Ayrıntı Yayınları tarafından yayınlandı. Kitap, Bitmeyen Yolculuk. Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı başlığını taşıyor.
Adnan Bostancıoğlu'nun Oğuzhan Müftüoğlu'yla yaptığı büyük
söyleşi, 1960'lardan bu yana devrimci hareket içinde yer alan,
1970'lerin ikinci yarısında devrimci demokrat hareketin en güçlü
ve en yaygın örgütü olan Devrimci Yol'un önderliğini yapan, 12
Eylül faşizmine esir düşüp zindanda 11 yıl yattıktan sonra
1996'da Özgürlük ve Dayanışma Partisi'nin kurulmasına öncülük
eden Oğuzhan Müftüoğlu'nun anılarını ve değerlendirmelerini
içeriyor.
1970'lerin ikinci yarısında Türkiye işçi sınıfının, yoksul ve topraksız
köylülerin, kamu emekçilerinin, şehir yoksullarının, başta
Kürt halkı olmak üzere ezilen halkların, öğrencilerin,
kadınların, aydınların, emperyalizme ve kapitalizme karşı büyük
ve görkemli atılım yıllarında, işçi sınıfının komünist
hareketi içinde en güçlü ve en yaygın örgüt, Türkiye Komünist
Partisi'ydi.
O sıralarda, komünist hareket ile devrimci demokrat hareket arasında,
kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadele ediyor olmaktan
kaynaklanan dayanışma ve güçbirliği olduğu gibi, ideolojik,
politik ve örgütsel görüş ayrılıklarından kaynaklanan çekişme
ve rekabet de vardı. Üstelik bu rekabet, dönemin sekter havasının
etkisiyle zaman zaman yıkıcı boyutlara da ulaşıyordu.
Emperyalizmin
ve kapitalizmin tezgâhladığı 12 Eylül 1980 darbesini
önleyebilecek birleşik bir cepheyi kuramayan komünist ve devrimci
hareketler, 12 Eylül faşizminin zulmünü birlikte yaşadılar.
Dışarıda devrim cephesini örememenin acısını, aynı
zindanları, aynı işkence odalarını, aynı hücreleri paylaşarak
ödediler.
1970'lerin
devrimci atılım yıllarını ve 12 Eylül faşizminin baskılarını
TKP saflarında yaşayan kadrolar olarak, Oğuzhan Müftüoğlu'nun
söyleşisini merakla okuduk. Bu dönemleri "dost ve rakip"
Devrimci Yol'un liderinin gözünden izlemek, ilginç ve öğretici
bir deneyim oldu. Geçmiş bilgilerimizi tazelemek, devrimci
hareketin güçlü ve zayıf yönlerini görmek, ortak hatalarımızdan
ders çıkarmak fırsatını bulduk. Kitaptan yararlandık ve yeni
dönemde mutlaka başarıya ulaşacak olan Türkiye devriminin
tarihinin yazılmasında önemli bir kaynak olacağı düşüncesine
vardık.
Ancak
kitabın 251.-252. sayfalarında, "DAL'da Karşılaşma"
başlığını taşıyan bölümde okuduklarımız bizi irkiltti ve
derinden üzdü. İlgili bölüm şöyle:
-DAL'da bulunduğunuz süre
içerisinde başka siyasi hareketlere yönelik operasyonlar da oldu.
Bu sırada geçmiş yıllardan tanıdık insanlar gelip gitti mi?
-Cuntanın en çekindiği grup
Devrimci Yol olduğu için ilk operasyonu bize karşı
düzenlemişlerdi. Diğerlerini sonraya bıraktılar. Devrimci Yol
operasyonunda belirli bir mesafe aldıktan sonra, mart ayına doğru
diğerlerine yöneldiler. Dev-Sol ekibi zaten 12 Eylül'ün hemen
arkasından yakalanmıştı. Bir ara TKP'liler bizim yakalanmamızla
ilgili Kızılay'da bir bildiri gibi bir şey dağıtmışlar, "Bir
Devin Çöküşü" diye. Polislerden biri herhalde moralimi bozmak
için o bildirilerden birini getirip bana göstermişti. Çok
tuhafıma gitmişti. Solcu bazı gruplar, demek, kendilerine rakip
gördükleri bir sol grubun faşist cunta tarafından ortadan
kaldırılmış olmasına çok sevinmişlerdi. Bir de sol neden
yeniliyor diye uzun uzun sebep aranır.
-Sonra TKP' liler de
geldiler değil mi?
-Evet, sıra onlara gelince onlar da geldi.
Bu bölümde söylenenler düpedüz yalandır, kuru
iftiradır. Bu yalanı, bu iftirayı kategorik olarak reddediyoruz.
TKP'liler böyle bir bildiri dağıtmamışlardır. TKP'liler,
Dev-Yolcuların yakalanmasına asla sevinmemişlerdir.
TKP'lilerin o dönemdeki politikasına yön veren temel
belge, daha ilk gün, darbe günü yayınlanan "Cuntaya karşı
direnişte birleşelim!" çağrısıydı. Türkiye Komünist
Partisi Merkez Komitesi'nin çağrısı, "Milli Güvenlik Konseyi
denilen cunta, yönetime el koydu. Parlamentoyu dağıttı. Tüm
politik partileri kapattı. Anayasayı kaldırdı. Böylece burjuva
parlamenter sisteme son verdi ve yerine açık askersel bir
diktatörlük getirdi. Saldırının sivri ucu işçi sınıfına,
emekçilere, ilerici partilere, sınıf sendikalarına, demokratik
örgütlere, demokratik basına, Kürt ulusal hareketine,
anti-Amerikan dindar yığınlara yöneliktir. Cuntanın arkasında
Amerikan emperyalizmi, işbirlikçi tekelci burjuvazi var." diye
başlıyor ve "Amerikancı cuntaya karşı direnişte tüm
yurttaşlar birleşin!" cümlesiyle bitiyordu.
Oğuzhan Müftüoğlu'nun söylediğinin tersine, daha
o gün, ülkenin çeşitli yerlerinde TKP kadroları ile diğer
devrimci kadrolar arasında cuntaya karşı ortaklaşma ve dayanışma
örnekleri yaşandı. Bir gün önce bile duvara yazı yazmak
gerekçesiyle birbirleriyle kapışan kadrolar, cuntanın baskısına
karşı direniş ruhunu yaymak, halka salınan ağır korku ve panik
havasını dağıtmak, sıkıyönetim bildirileri ve polis
baskınlarıyla aranan insanlarını korumak için harekete geçtiler.
12 Eylül döneminde örgüt ve grup ayrımı olmadan
aranan insanlarımızı karşılıklı olarak güvenli yerlerde
barındırdık, aynı evlerde saklandık, ekmeğimizi, suyumuzu
paylaştık. İçeriye alınan insanlarımız için hukuksal yardım
ve dayanışma girişimlerinde bulunduk.
Yakalanıp aynı dönemde işkenceye alındığımızda,
hücrelerde birbirimize moral ve tüyo verdik, yaralarımızı
sardık. Hiçbir şey yapamadığımızda, baygın yoldaşımızın
elini tuttuk. Devrimci onurumuzu savunduk, birlikte slogan attık,
birlikte marş söyledik. Devrim ruhunu unutmadık, unutturmadık.
Savunmalarımızı birlikte hazırladık. Geçmiş kapışmalarımıza
üzüldük, incir çekirdeğini doldurmayan titizlenmelerimize
güldük, yanlış anlamalarımızdan ve kabalıklarımızdan
utandık. Birbirimizden çok şey öğrendik, derin dostluklar
kurduk.
Bu söylediklerimizi karşılıklı olarak doğrulayacak
insanlar çok şükür hâlâ yaşıyor.
Tabii ki, Oğuzhan Müftüoğlu'nun TKP'lilere kasten
iftira attığını söylemiyoruz. Ancak, polisin işkencedeki bir
insanı çözmek için her türlü yalanı kullanabileceğini, sahte
belge imal edebileceğini düşünmemesini, devrimci bir hareketin
liderine asla yakıştıramıyoruz.
Daha önceki dönemleri bir yana bırakalım, 12 Mart
faşizmi döneminde de, 12 Eylül faşizmi döneminde de, bugün de,
işkenceci odakların, kontrgerillanın, psikolojik savaş
aygıtlarının en olmadık belgeleri imal ettiğine, en akla sığmaz
yalanlara dayanarak kitleleri şartlandırdığına, insanları
kandırdığına, medyayı ve yargıyı yönlendirdiğine Oğuzhan
Müftüoğlu da tanık olmuştur.
Hadi, o gün işkence altında Oğuzhan Müftüoğlu'nun
basireti bağlandı, işkencecilerin yalanına inandı diyelim;
fakat, aradan 30 yıl geçti. 30 yıl boyunca bu konuyu kafasında
tartıp nasıl bir sonuca ulaştıramadı? Niçin bu olayın
doğrusunu yanlışını sorup soruşturmadı?
Üstelik, Oğuzhan Müftüoğlu, zindanda TKP'lilerle
birlikte kaldığı gibi, çok daha sonraları ÖDP'de TKP kökenli
kadrolarla birlikte yan yana çalıştı.
Oğuzhan Müftüoğlu, işkencecilerin yalanına
inanmış, bu yalanı hiç sorgulamadan kabul etmiş ve 30 yıl sonra
pek matah bir şeymiş gibi devrimcilerin ve halkın kafasına boca
etmekten kaçınmamış. Bu tutumunu devrimci ahlaka sığdıramıyoruz.
Akla, mantığa, sağduyuya açıkça aykırı düşen bu iftirayı
ortaya atmasını açıkça kınıyor ve ondan özür bekliyoruz.
Sorularıyla söyleşiye yön veren Adnan
Bostancıoğlu'nu da, sanki TKP'liler açısından çok olağan bir
şeyden söz ediliyormuş gibi, hiçbir şaşkınlık belirtisi
göstermeden, sorgusuz sualsiz bu iftirayı kabullenip kitapta
aktarması nedeniyle kınıyor ve TKP'lilerden özür dilemeye davet
ediyoruz.
Biz Oğuzhan Müftüoğlu ve arkadaşlarını siyasal
yaklaşımları, mücadele yöntemleri açısından çok eleştirdik
ve hâlâ eleştiriyoruz. Devrimci demokrat bir platformu
savundukları Dev-Yol döneminde de eleştirdik, dünya
kapitalizminin neoliberal saldırısının başladığı dönemde
Gorbaçov revizyonizminin rüzgârından etkilenip TKP ve başka
örgütlerden gelen kadrolarla reformist demokrat bir platforma
savruldukları ÖDP döneminde de eleştirdik. Bu konulardaki
eleştirilerimiz arşivlerde duruyor.
Ama, devrimci bir hareketin faşizmin baskısına
uğramasından sevinç duymak bambaşka bir şeydir. Biz zulme
uğrayan her devrimciyle dayanışma içinde olduk ve oluruz. Bırakın
devrimcileri, zulme uğrayan reformcularla, burjuva demokratlarıyla
da dayanışma içinde olduk ve oluruz. Hatta egemen sınıfın
içinde anti-demokratik baskılarla karşılaşan, hukuk dışı
yöntemlerle saf dışı edilen çevrelerin de demokratik, yasal
haklarını savunduk ve savunuruz. TKP, Oğuzhan Müftüoğlu'nun hiç
sorgulamadan aktardığı iftirayı asla hak etmiyor.
İftiraya daha yakından bakalım isterseniz. Oğuzhan
Müftüoğlu, 12 Eylül'den sonra en zor koşullarda faşizme karşı
mücadele eden TKP'lilerin, başka hiçbir işleri güçleri yokmuş
gibi, Dev-Yolcuların yakalanmasıyla ilgili olarak "Kızılay'da
bir bildiri gibi bir şey" dağıttıklarını söylüyor. Ne kadar
lastikli bir dil, değil mi? Ne demek bildiri gibi bir şey? Bildiri
mi, başka bir şey mi? Bir değerlendirme yazısı mı, bir broşürün
içinde bir cümle mi, ne?
Doğrudur, TKP'liler o dönemde cuntaya karşı bütün
halkı birleşmeye çağıran, işkenceleri ve baskıları teşhir
eden bildiriler dağıttılar. Yeni kurulan YÖK'e karşı, idamlara
karşı, NATO'ya karşı kuşlama yaptılar. Duvarlara yazı
yazdılar, pankart astılar. Faşist şeflerin cakasını en güçlü
olduklarını sandıkları dönemde bozdular. Faşist anayasayı
kabul ettirme oylamasında hayır oyu verilmesi için Taksim'de,
Kadıköy'de, Maltepe'de, Şişli'de, Mecidiyeköy'de, Gültepe'de,
Levent'te, Hisarüstü'nde, Ortaköy'de, İstinye'de, Hasköy'de,
Alibeyköy'de, Eyüp'te, Bakırköy'de, Merter'de, Beyazıt'ta,
Aksaray'da, Topkapı'da, Kartal'da, Beykoz'da, Paşabahçe'de,
Kızılay'da, Mamak'ta, İzmit'te, Gebze'de, İzmir'de, Bursa'da,
Zonguldak'ta, Çukurova'da, birçok şehir ve kasabada, fabrikalarda,
işyerlerinde, işçi semtlerinde, üniversitelerde, liselerde, her
fedakârlığı göze alıp bildirilerini insanlara ulaştırdılar.
Devrimci umudu ayakta tuttular. Ama kafalarını peynir ekmekle
yemedikleri için, ancak cuntayı güçlendirecek bir gelişmeye güya
sevinip saçma sapan bir bildiri dağıtmaya kalkmadılar.
Oğuzhan Müftüoğlu, kendini akıl mantık ölçülerini
unutacak kadar çok önemsiyor. Şu cümlelere bakar mısınız
lütfen: "Cuntanın en çekindiği grup Devrimci Yol olduğu için
ilk operasyonu bize karşı düzenlemişlerdi. Diğerlerini sonraya
bıraktılar. Devrimci Yol operasyonunda belirli bir mesafe aldıktan
sonra, mart ayına doğru diğerlerine yöneldiler." Böyle saçma
bir böbürlenme olur mu? Faşizmden operasyon yeme kıdemine mi bel
bağlıyorsunuz bu yaşta? Bu kadar keskin "biz ve diğerleri"
ayrımı, bu kadar yılın olumlu olumsuz deneyiminden sonra, ayıp
kaçmıyor mu?
Ne var ki, bu kibirli dilin gerçeğe aykırı olduğunu,
tarihi düpedüz tahrif ettiğini, bir cümle sonra kendisi de
söylemek zorunda kalıyor: "Dev-Sol ekibi zaten 12 Eylül'ün
hemen arkasından yakalanmıştı." Hani ilk olarak size yönelmişti
cunta? Hani ilk operasyon size karşı yapılmıştı? Bakın, sizden
önce operasyon yiyenler de var.
"Bir Devin Çöküşü", faşist cuntanın devrimci
örgütlere yönelik operasyon yapma sırasından bile kendine sahte
bir pay çıkarmaya çalışmaktır.
"Bir Devin Çöküşü", 30 yıl sonra bile
işkencecilerin yalanını gerçekmiş gibi ortaya salmaktır.
TKP'liler, sizin yakalanmanızla ilgili olarak "Bir
Devin Çöküşü" diye herhangi bir bildiri dağıtmadılar, sizin
yakalanmanızdan sevinç duymadılar. Ama siz, bu akla mantığa
aykırı iddianız ve kibirli dilinizle bir devi çökertiyorsunuz.
Bizi, sadece gerçeğe sadakat adına, tarihe doğru not düşmek
adına, bu acı mektubu yazmak zorunda bırakıyorsunuz.
Tüy
dikmek
Biz Oğuz Müftüoğlu'nun, söyleşi kitabında, bir
işkencecinin iftirasını 30 yıl sonra tekrarlamasının üzüntüsünü
yaşadık. Bugünün ağır koşullarında, dünyanın her yerinde
devrim ile karşıdevrim arasındaki kapışmanın sertleştiği
dönemde, AKP'nin saldırısına, emperyalist müdahale ve savaşa
karşı elimizden geleni yapmaya çalışır ve bütün devrimcileri
yeni bir bilinçle ortak yürüyüşe davet ederken, dost bildiğimiz
bir hareketin liderinden gelen bu saçma iddiaya anlam veremedik.
Her ihtimale karşı, ne olur ne olmaz diyerek, o dönemi
yaşayan kadrolar arasında bu konuda ayrıntılı bir araştırma
yürüttük. Zaten daha önce hiç duymadığımız, hiç aklımızdan
geçirmediğimiz, aramızda hiç gündeme gelmemiş böyle bir olayın
asla yaşanmadığına emin olduk.
Tam üzüntümüzü ve tepkimizi belirtmeye
hazırlanırken, hep dayanışma içinde olduğumuz Birgün
gazetesinin 9 Mart 2011 tarihli sayısında Mehmet Süha Alparslan
imzalı, "Bir Devin Çöküşü!" başlığını taşıyan bir
yazıya rastladık. Doğrusu, "entel magandalar" gibi yakışıksız
bir dil kullansa da, yazarın asıl amacı kolayca anlaşılıyor.
Yazar, sözü günümüze getirip işbirlikçi liberalleri eleştirmek
istiyor. Şöyle diyor:
Bu ülkenin aydın geçinen kimi
entel magandaları da bir acayiptir. Gericilere başka bir yelpazeden
hep destek vermek adetleridir. Şimdi kendine sol maske takan
"DSİP"çiler gibi, "Yetmez Ama Evet"çiler gibi.
Ve hemen ardından, Oğuzhan Müftüoğlu'nun
söyleşisinden yukarıda verdiğimiz bölümü aynen aktarıyor,
TKP'lilere yönelik iftirayı bu kez Birgün okurlarının
üstüne boca ediyor. Herhalde Türkçedeki "tüy dikmek" deyimi,
İngilizcedeki "hasara hakaret eklemek" deyimi böyle bir şey
olsa gerek. TKP'lilerin 12 Eylül 2010'daki anayasa referandumunda
hayır oyu kullandığını, "yetmez ama evet" tutumunu sistemli
biçimde eleştirdiğini bile bilmeden, TKP'lileri DSİP'lilere
benzetiyor.
Oğuzhan Müftüoğlu, işkencecisinin akla mantığa
sığmaz yalanını hiç sorgulamıyor, kabul ediyor. İnandığı
bu yalanı 30 yıl boyunca içinde saklıyor, 30 yıl sonra yaptığı
büyük söyleşide dile getiriyor. Adnan Bostancıoğlu, bu olmadık
iftiraya, herkesin bildiği olağan bir şey muamelesi çekiyor,
aslını astarını araştırmadan kitapta yer veriyor. TKP'lilere
yargısız infaz yapmak anlamına gelen bu iftiraya yer veren kitabı,
Ayrıntı Yayınları, hiçbir araştırma ve düzeltme zahmetine
katlanmadan, yayınlıyor. Mehmet Süha Alparslan, DSİP'i eleştirmek
istiyor. Eleştirisini temellendirmek için tarihe dalıyor. Oğuzhan
Müftüoğlu'ndan aldığı sözüm ona "bilgi"yle TKP'lilere
kara çalıyor. Birgün gazetesi bu kara çalmaya sayfalarında
ve sitesinde yer veriyor. Çember tamamlanıyor. Ankara DAL'daki
işkencecinin yalanı tekrarlana tekrarlana medyatik gerçeğe
dönüştürülüyor. Tarih çarpıtılıyor. TKP'lilere karşı linç
uygulanıyor.
Dürüst medyanın en temel kuralları, gerçeğe
sadakat, devrimci gazetecilik ilkeleri, devrimci yayıncılık
gelenekleri, devrimci sorumluluk, devrimci ahlak ayaklar altına
alınıyor. Sadece egemenlere özgü olduğunu düşündüğümüz
"Ben yaptım, oldu" kibri benimseniyor. Gözlerimizin önünde,
bir dev, hakikaten, sapır sapır dökülüyor.
Oğuzhan Müftüoğlu'nu, Adnan Bostancıoğlu'nu,
Ayrıntı Yayınları'nı, Mehmet Süha Alparslan'ı, Birgün
gazetesini, işkencecilerin 30 yıl önceki bir yalanıyla
TKP'lilere kara çaldıkları için, bütün TKP'lilerden özür
dilemeye çağırıyoruz.
Türkiye devrimini gerçekleştirmek, kapitalist
sömürüye ve emperyalist zulme son vermek, yeni bir dünya kurmak
için, daha birlikte yürüyecek çok uzun yolumuz var. Sizi
sorumluluğa davet ediyoruz.
Dostlukla.
Ürün Sosyalist Dergi