Fransız savaş uçakları, Fransa'nın eski sömürgesi olan Fildişi Sahili'nin başkenti Abican'ı dün (5 Nisan 2011) bombaladı. Fildişi Sahili'nde geçen
yılın Kasım ayında yapılan seçim sonuçları konusunda ortaya çıkan silahlı ihtilafı bahane eden Fransa'nın, Abican'a bomba yağdırması, egemen bir ülkeye karşı girişilmiş sömürgeci bir saldırıdır ve asla kabul edilemez.
Fransa, bombalama yetkisini
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1975 sayılı kararından
aldığını ve bu kararın gereğini yerine getirdiğini iddia
ediyor. Oysa Güvenlik Konseyi'nin kararı hiçbir devlete Fildişi
Sahili'ni bombalama yetkisi vermiyor. Fildişi Sahili'nde seçimi
kimin kazandığı konusunda tutum belirten karar, silahlı
çatışmalara son verilmesini ve sorunun barışçı biçimde
çözülmesini öngörüyor.
Birleşmiş Milletler Genel
Sekreteri Ban Ki-mun ise Fransa'ya açıkça yardakçılık yapıyor.
Oysa, Birleşmiş Milletler Anasözleşmesi'ne göre, Güvenlik
Konseyi kararlarını yorumlama yetkisi de Güvenlik Konseyi'ne
aittir. Genel Sekreter'in, tek bir devletin veya bir grup devletin,
kararları kendi başlarına yorumlama yetkisi yoktur. Ban Ki-mun'un,
böyle bir yetkisi olmadığı hâlde, Fransa'nın saldırısına
onay vermesi, sömürgeci küstahlıkta sınır tanımayan bir
hukuksuzluktur. Üstelik, Güvenlik Konseyi'nin sürekli 5 üyesinden
biri olan Rusya, Fransa'nın saldırısını açıkça kınamış ve
kararın keyfî biçimde yorumlandığını bildirmişken, Ban
Ki-mun'un Fransa'nın suç ortaklığını yapması, hukuk dışı
davranışta her ölçüyü aştığını gösteriyor.
Libya'ya karşı faşist
savaşın başını çeken Fransa, artık sömürgeci saldırganlığı
kazanılmış hak sayıyor ve yarattığı oldubittilerle dünyayı
19. yüzyılın vahşi ortamına geri döndürüyor. Sömürgeci
saldırganlıkta ABD ve İngiltere'yle yarışıyor.
Bilindiği gibi, Fransa, 19.
ve 20. yüzyılın önde gelen sömürgecilerinden biriydi. Başta
Cezayir ve Tunus olmak üzere birçok Afrika ülkesini, Güneydoğu
Asya'da Vietnam, Kamboçya ve Laos'u, Batı Asya'da Hatay bölgesi
dahil Suriye ve Lübnan'ı sömürgeleştirmişti.
İkinci Dünya Savaşı'ndan
iyice zayıflayarak çıkan Fransa, sömürgelerinde gerçekleştirdiği
katliamlara ve soykırımlara rağmen özellikle Vietnam, Suriye ve
Cezayir halklarının direnişine boyun eğmek ve sömürgelerinin
bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştı.
Fransa, sömürgelerinden
çekildikten sonra, yeni sömürgeciliğe yöneldi. Mali bağımlılık
yaratma, silah satışı, mal ihracı, dış yatırım, iç
çatışmaları körükleme gibi yöntemlerle emperyalist niteliğinin
gereklerini yerine getirmeye devam etti. Ne var ki, NATO'nun askerî
kanadından çekilerek, Sovyetler Birliği ve Çin'le iyi ilişkiler
kurarak, bağlantısız ülkelerle yakınlaşarak eski kötülüklerini
bir süre unutturmayı, emperyalist imajını bir ölçüde örtmeyi
başardı.
ABD'nin Afganistan, Kosova
ve Irak işgaliyle başlattığı yeniden işgalci sömürgeciliğe
dönüş kampanyasıyla cesaretlenen Fransa da, askeri yayılmacılık,
saldırı ve işgal yolunu seçti. ABD'yle iyice yakınlaştı.
Kosova'ya ve Afganistan'a asker gönderdi. İran'ı, üzerine atom
bombası atmakla tehdit etti. Suriye ve Lübnan'da ABD ile İsrail'in
komplolarına ortak oldu. NATO'nun askerî kanadına geri döndü.
Abu Dabi'de kalıcı üs kurdu. Tunus'a uşağı Zeynel Abidin Bin
Ali'yi korumak için polis birlikleri göndermeye kalktı. Son
olarak, Libya'ya karşı savaşın başını çekti. Şimdi de,
Fildişi Sahili'ni bombalıyor.
Faşizme yönelen aşırı
sağcı ve ırkçı Sarkozy, kendi ülkesinde, kapitalist tekellerin
ve devletin kriz politikasıyla köşeye sıkışan Fransız işçi
sınıfının ve emekçilerinin gitikçe genişleyen ve radikalleşen
hareketlenmesinden korkuyor. Sömürgeci saldırı politikasıyla,
hem öteki halkların zenginliklerini yağmalıyor, hem kendi halkını
şovenizm ve militarizmle zehirliyor.
Ne var ki, amacına
ulaşamayacak. Hak ettiği cezayı, hem saldırdığı halklar, hem
sömürdüğü ve ezdiği Fransız emekçileri birlikte verecek.
Fransız emperyalizmi, işçi sınıfının, emekçilerin ve
halkların öfkesinden kendini kurtaramayacak.