Tarih: 06.04.2011 |  Haberler
Fildişi Sahili'ne Fransız saldırısı

Fransız savaş uçakları, Fransa'nın eski sömürgesi olan Fildişi Sahili'nin başkenti Abican'ı dün (5 Nisan 2011) bombaladı. Fildişi Sahili'nde geçen yılın Kasım ayında yapılan seçim sonuçları konusunda ortaya çıkan silahlı ihtilafı bahane eden Fransa'nın, Abican'a bomba yağdırması, egemen bir ülkeye karşı girişilmiş sömürgeci bir saldırıdır ve asla kabul edilemez.



Fransa, bombalama yetkisini Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1975 sayılı kararından aldığını ve bu kararın gereğini yerine getirdiğini iddia ediyor. Oysa Güvenlik Konseyi'nin kararı hiçbir devlete Fildişi Sahili'ni bombalama yetkisi vermiyor. Fildişi Sahili'nde seçimi kimin kazandığı konusunda tutum belirten karar, silahlı çatışmalara son verilmesini ve sorunun barışçı biçimde çözülmesini öngörüyor.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-mun ise Fransa'ya açıkça yardakçılık yapıyor. Oysa, Birleşmiş Milletler Anasözleşmesi'ne göre, Güvenlik Konseyi kararlarını yorumlama yetkisi de Güvenlik Konseyi'ne aittir. Genel Sekreter'in, tek bir devletin veya bir grup devletin, kararları kendi başlarına yorumlama yetkisi yoktur. Ban Ki-mun'un, böyle bir yetkisi olmadığı hâlde, Fransa'nın saldırısına onay vermesi, sömürgeci küstahlıkta sınır tanımayan bir hukuksuzluktur. Üstelik, Güvenlik Konseyi'nin sürekli 5 üyesinden biri olan Rusya, Fransa'nın saldırısını açıkça kınamış ve kararın keyfî biçimde yorumlandığını bildirmişken, Ban Ki-mun'un Fransa'nın suç ortaklığını yapması, hukuk dışı davranışta her ölçüyü aştığını gösteriyor.

Libya'ya karşı faşist savaşın başını çeken Fransa, artık sömürgeci saldırganlığı kazanılmış hak sayıyor ve yarattığı oldubittilerle dünyayı 19. yüzyılın vahşi ortamına geri döndürüyor. Sömürgeci saldırganlıkta ABD ve İngiltere'yle yarışıyor.

Bilindiği gibi, Fransa, 19. ve 20. yüzyılın önde gelen sömürgecilerinden biriydi. Başta Cezayir ve Tunus olmak üzere birçok Afrika ülkesini, Güneydoğu Asya'da Vietnam, Kamboçya ve Laos'u, Batı Asya'da Hatay bölgesi dahil Suriye ve Lübnan'ı sömürgeleştirmişti.

İkinci Dünya Savaşı'ndan iyice zayıflayarak çıkan Fransa, sömürgelerinde gerçekleştirdiği katliamlara ve soykırımlara rağmen özellikle Vietnam, Suriye ve Cezayir halklarının direnişine boyun eğmek ve sömürgelerinin bağımsızlığını tanımak zorunda kalmıştı.

Fransa, sömürgelerinden çekildikten sonra, yeni sömürgeciliğe yöneldi. Mali bağımlılık yaratma, silah satışı, mal ihracı, dış yatırım, iç çatışmaları körükleme gibi yöntemlerle emperyalist niteliğinin gereklerini yerine getirmeye devam etti. Ne var ki, NATO'nun askerî kanadından çekilerek, Sovyetler Birliği ve Çin'le iyi ilişkiler kurarak, bağlantısız ülkelerle yakınlaşarak eski kötülüklerini bir süre unutturmayı, emperyalist imajını bir ölçüde örtmeyi başardı.

ABD'nin Afganistan, Kosova ve Irak işgaliyle başlattığı yeniden işgalci sömürgeciliğe dönüş kampanyasıyla cesaretlenen Fransa da, askeri yayılmacılık, saldırı ve işgal yolunu seçti. ABD'yle iyice yakınlaştı. Kosova'ya ve Afganistan'a asker gönderdi. İran'ı, üzerine atom bombası atmakla tehdit etti. Suriye ve Lübnan'da ABD ile İsrail'in komplolarına ortak oldu. NATO'nun askerî kanadına geri döndü. Abu Dabi'de kalıcı üs kurdu. Tunus'a uşağı Zeynel Abidin Bin Ali'yi korumak için polis birlikleri göndermeye kalktı. Son olarak, Libya'ya karşı savaşın başını çekti. Şimdi de, Fildişi Sahili'ni bombalıyor.

Faşizme yönelen aşırı sağcı ve ırkçı Sarkozy, kendi ülkesinde, kapitalist tekellerin ve devletin kriz politikasıyla köşeye sıkışan Fransız işçi sınıfının ve emekçilerinin gitikçe genişleyen ve radikalleşen hareketlenmesinden korkuyor. Sömürgeci saldırı politikasıyla, hem öteki halkların zenginliklerini yağmalıyor, hem kendi halkını şovenizm ve militarizmle zehirliyor.

Ne var ki, amacına ulaşamayacak. Hak ettiği cezayı, hem saldırdığı halklar, hem sömürdüğü ve ezdiği Fransız emekçileri birlikte verecek. Fransız emperyalizmi, işçi sınıfının, emekçilerin ve halkların öfkesinden kendini kurtaramayacak.