Yüksek Seçim Kurulu, Diyarbakır
milletvekili Hatip Dicle'nin milletvekilliğini düşüren kararın
düzeltilmesi için yapılan başvuruyu reddetti; Dicle'nin
milletvekilliğinin göz göre göre gasbedilmesi ve AKP'ye verilmesi
kararında ısrar etti.
Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin
düşürülmesi ve ondan alınacak milletvekilliğin AKP'ye verilmesi
için AKP'nin daha önceden resmen YSK'ya başvurduğu ortaya çıktı.
AKP adına basın toplantısı yapan Bekir Bozdağ, YSK kararını
savundu ve karardan geri dönülmesinin söz konusu olamayacağını
açıkladı. AKP, yüzde 10 barajıyla haksızca aldığı 51
milletvekili yetmiyormuş gibi, Hatip Dicle'den düpedüz çalınan
milletvekilliğiyle Meclis'teki sayısını 327'ye çıkarmaktan
gayet memnun.
Ergenekon davasına bakan 13. Ağır
Ceza Mahkemesi, bu davadan tutuklu iken CHP'den milletvekili seçilen
Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal'ın tahliye edilmesi talebini
reddetti. KCK davasından tutuklu iken BDP öncülüğündeki Emek,
Demokrasi ve Özgürlük Bloku'ndan milletvekili seçilen Gülseren
Yıldırım, Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, İbrahim Ayhan ve
Kemal Aktaş ile Balyoz davasından tutuklu iken MHP'den milletvekili
seçilen Engin Alan hâlâ serbest bırakılmadı.
YÖK Genel Kurulu, Yükseköğretime
Geçiş Sınavı'ndaki büyük yolsuzluk nedeniyle ÖSYM Başkanı
Ali Demir'in soruşturulmasına izin vermedi.
Tek bir güne sığan bu gelişmeler,
egemen rejimin despotik ve faşist karakterini ortaya koyuyor. AKP,
hiç kimsenin seçmediği 51+1 milletvekiliyle Meclis'te ezici
çoğunluk sağlıyor. Aynı AKP, halkın oylarıyla seçilen 9
milletvekilini zorbalıkla hapiste tutuyor. Yine aynı AKP, atadığı
yüksek memurun soruşturulmasına bile izin vermiyor.
Görüldüğü gibi, kâğıt üzerinde
bile olsa, demokrasi yok: Koskoca ülkeyi "demos", yani halk
değil; hiç kimsenin seçmediği bir avuç kapitalist şirket
sahibi, hiç kimsenin seçmediği kişileri milletvekili yapan bir
sistemle kurulmuş bir parlamento ve hükümet ile bu hükümetin
atadığı yüksek memurlar yönetiyor. Ekonomik ve siyasal iktidar
"demos"un değil, bir avuç azınlığın, yani "oligos"un
elinde. Demokrasi değil, oligarşi var; halk yönetimi değil,
azınlığın despotik yönetimi söz konusu. Halkın seçmediği,
kendi kendilerini atamış ayrıcalıklı ve sorumsuz bir azınlık,
kendilerine yardımcı atadıkları yüksek memurların halka
yolsuzluk nedeniyle hesap vermesini bile engelleyecek yasal zırhlara
sahip olarak, halkın iktidarını açık seçik gasbetmiş
bulunuyor.
Oysa ekonomik iktidarı hiç kimsenin
seçmediği kapitalistlerin eline bırakarak siyasal iktidarı
çepeçevre kuşatan ve halk yönetimini daha baştan sakatlayan
burjuva demokrasilerinde bile, siyasal iktidar halkın seçimiyle
belirlenir. Halkın seçtikleri yönetir, halkın seçmedikleri
yönetme hakkına sahip değildir. Siyasal yöneticiler temsil
hakkını seçimle, halkın verdiği oylarla kazanırlar.
Kısacası, bizzat halkın seçmediği
kişiler, siyasal iktidar koltuğuna kurulup yöneticilik
taslayamazlar. Hapiste olsalar bile, halkın oylarıyla seçilenler
ise, derhal serbest bırakılırlar ve demokratik temsil ilkesinin
gerektirdiği şekilde halkın vekili olarak yasama ve yürütme
etkinliklerine katılırlar.
Üstelik, Türkiye'de hapisteyken
milletvekili seçilenlerin derhal serbest bırakılması ve Meclis'e
gönderilmesi geleneği çok köklü. 1950'de Demokrat Parti'den
seçilen Mümtaz Faik Fenik'ten 2007'de Demokratik Toplum
Partisi'nden seçilen Sabahat Tuncel'e kadar yaşanan örnekler,
AKP'nin zorbalığını daha da dayanılmaz kılıyor.
Yerli ve yabancı kapitalist
şirketlerden ve despotik seçim barajından aldığı güçle
siyasal iktidarı tekeline geçiren AKP'nin sadece 23 Haziran
Perşembe günü ortaya koyduğu icraat bile, demokratik meşruiyet
ölçülerini her yönden ayaklar altına alıyor. Yetkisini halktan
almayan, "demos"un iradesini yansıtmayan bir yönetim,
gayrimeşrudur. Gayrimeşru yönetimler ayakta kalamazlar. Halkın
iradesi eninde sonunda üstün gelir.