Tarih: 24.06.2011 |  Haberler
Çok öğretici bir gün: 23 Haziran 2011

Yüksek Seçim Kurulu, Diyarbakır milletvekili Hatip Dicle'nin milletvekilliğini düşüren kararın düzeltilmesi için yapılan başvuruyu reddetti; Dicle'nin milletvekilliğinin göz göre göre gasbedilmesi ve AKP'ye verilmesi kararında ısrar etti.

Hatip Dicle'nin milletvekilliğinin düşürülmesi ve ondan alınacak milletvekilliğin AKP'ye verilmesi için AKP'nin daha önceden resmen YSK'ya başvurduğu ortaya çıktı. AKP adına basın toplantısı yapan Bekir Bozdağ, YSK kararını savundu ve karardan geri dönülmesinin söz konusu olamayacağını açıkladı. AKP, yüzde 10 barajıyla haksızca aldığı 51 milletvekili yetmiyormuş gibi, Hatip Dicle'den düpedüz çalınan milletvekilliğiyle Meclis'teki sayısını 327'ye çıkarmaktan gayet memnun.

Ergenekon davasına bakan 13. Ağır Ceza Mahkemesi, bu davadan tutuklu iken CHP'den milletvekili seçilen Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal'ın tahliye edilmesi talebini reddetti. KCK davasından tutuklu iken BDP öncülüğündeki Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'ndan milletvekili seçilen Gülseren Yıldırım, Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, İbrahim Ayhan ve Kemal Aktaş ile Balyoz davasından tutuklu iken MHP'den milletvekili seçilen Engin Alan hâlâ serbest bırakılmadı.

YÖK Genel Kurulu, Yükseköğretime Geçiş Sınavı'ndaki büyük yolsuzluk nedeniyle ÖSYM Başkanı Ali Demir'in soruşturulmasına izin vermedi.

Tek bir güne sığan bu gelişmeler, egemen rejimin despotik ve faşist karakterini ortaya koyuyor. AKP, hiç kimsenin seçmediği 51+1 milletvekiliyle Meclis'te ezici çoğunluk sağlıyor. Aynı AKP, halkın oylarıyla seçilen 9 milletvekilini zorbalıkla hapiste tutuyor. Yine aynı AKP, atadığı yüksek memurun soruşturulmasına bile izin vermiyor.

Görüldüğü gibi, kâğıt üzerinde bile olsa, demokrasi yok: Koskoca ülkeyi "demos", yani halk değil; hiç kimsenin seçmediği bir avuç kapitalist şirket sahibi, hiç kimsenin seçmediği kişileri milletvekili yapan bir sistemle kurulmuş bir parlamento ve hükümet ile bu hükümetin atadığı yüksek memurlar yönetiyor. Ekonomik ve siyasal iktidar "demos"un değil, bir avuç azınlığın, yani "oligos"un elinde. Demokrasi değil, oligarşi var; halk yönetimi değil, azınlığın despotik yönetimi söz konusu. Halkın seçmediği, kendi kendilerini atamış ayrıcalıklı ve sorumsuz bir azınlık, kendilerine yardımcı atadıkları yüksek memurların halka yolsuzluk nedeniyle hesap vermesini bile engelleyecek yasal zırhlara sahip olarak, halkın iktidarını açık seçik gasbetmiş bulunuyor.

Oysa ekonomik iktidarı hiç kimsenin seçmediği kapitalistlerin eline bırakarak siyasal iktidarı çepeçevre kuşatan ve halk yönetimini daha baştan sakatlayan burjuva demokrasilerinde bile, siyasal iktidar halkın seçimiyle belirlenir. Halkın seçtikleri yönetir, halkın seçmedikleri yönetme hakkına sahip değildir. Siyasal yöneticiler temsil hakkını seçimle, halkın verdiği oylarla kazanırlar.

Kısacası, bizzat halkın seçmediği kişiler, siyasal iktidar koltuğuna kurulup yöneticilik taslayamazlar. Hapiste olsalar bile, halkın oylarıyla seçilenler ise, derhal serbest bırakılırlar ve demokratik temsil ilkesinin gerektirdiği şekilde halkın vekili olarak yasama ve yürütme etkinliklerine katılırlar.

Üstelik, Türkiye'de hapisteyken milletvekili seçilenlerin derhal serbest bırakılması ve Meclis'e gönderilmesi geleneği çok köklü. 1950'de Demokrat Parti'den seçilen Mümtaz Faik Fenik'ten 2007'de Demokratik Toplum Partisi'nden seçilen Sabahat Tuncel'e kadar yaşanan örnekler, AKP'nin zorbalığını daha da dayanılmaz kılıyor.

Yerli ve yabancı kapitalist şirketlerden ve despotik seçim barajından aldığı güçle siyasal iktidarı tekeline geçiren AKP'nin sadece 23 Haziran Perşembe günü ortaya koyduğu icraat bile, demokratik meşruiyet ölçülerini her yönden ayaklar altına alıyor. Yetkisini halktan almayan, "demos"un iradesini yansıtmayan bir yönetim, gayrimeşrudur. Gayrimeşru yönetimler ayakta kalamazlar. Halkın iradesi eninde sonunda üstün gelir.