
AKP, halkın oylarıyla seçilmiş 9
milletvekilini hapiste tutarak seçme ve seçilme hakkını bile
tanımayacağını açıkça ortaya koydu. Bir milletvekili hapiste
olan MHP, durumu sineye çekti ve hiçbir şey olmamış gibi yemin
ederek parlamentoya katıldı. İki milletvekili hapiste olan CHP,
tutuklu milletvekillerinin Meclis'e gelmelerinin yolu açılıncaya
kadar yemin etmeyeceğini ve parlamento çalışmalarına
katılmayacağını duyurdu. Altı milletvekili hapiste olan BDP,
arkadaşlarının vekillik yapması sağlanana kadar yemin
etmeyeceğini, parlamento çalışmalarına katılmayacağını ve
grup toplantılarını Diyarbakır'da yapacağını açıkladı.
Başbakan Erdoğan, "Biz CHP ve BDP
olmadan da bu Meclis'i tıkır tıkır çalıştırırız" dedi.
Yargıyı hükümete bağlı idari bir daireye dönüştürdüklerini
bilmeyen birileri kalmış gibi, "Biz bağımsız yargının işine
karışmayız, tutuklu milletvekillerinin Meclis'e gelmesi için
yapacak bir şeyimiz yok; yemin etmeyenler, göreceksiniz,
tükürdüklerini yalayacaklar" diye de ekledi.
Başbakan Erdoğan'ın işaretiyle
Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek Meclis Başkanı seçildi.
Kapitalist medyanın her kanadında Cemil Çiçek rüzgârı esti.
Milli Türk Talebe Birliği ve Yeniden Milli Mücadele dergisi
günlerinden beri antikomünist, sağcı, mukaddesatçı-milliyetçi
siyasi çizgisiyle her zaman gerici ve karşıdevrimci saflarda yer
alan Çicek'in ne kadar barışçı ve ılımlı bir kişi olduğu
ballandıra ballandıra anlatıldı ve arabuluculuk için biçilmiş
kaftan olduğu iddia edildi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu
ve İmralı da Cemil Çiçek'e güven duyduklarını açıkladılar.
CHP ve BDP yetkilileri Cemil Çiçek'i ziyaret ettiler.
Ziyaretlerden sonra, AKP ve CHP
yetkilileri arasında görüşmeler yapıldı ve bir mutabakat metni
imzalandı. Süslü laflarla dolu metinde şu iki cümle de yer
alıyor: "Halkın
egemenliği ve halkın iradesi, seçilmiş ve vekâlet verilmiş
milletvekilleri aracılığı ile TBMM'de hayata geçirilir. Bu
çerçevede, tüm siyasi partilerin ve milletvekillerinin,
milletimizin kendilerine verdiği bu onurlu görevi yerine
getirmeleri için TBMM'de olmaları gerektiğine inanıyoruz."
CHP,
AKP'nin bu iki cümleyi içeren metni imzalamasını yeterli saydı,
tutuklu milletvekilleri hapiste gün doldurmaya devam ederken, yemin
etti ve parlamento çalışmalarına katıldı. Tutuklu
milletvekillerinin derhal serbest bırakılmasını içermeyen, hadi
ondan vazgeçtik, onların Meclis'e getirilmeleri için neler
yapılacağını somut olarak ve takvime bağlayarak belirtmeyen ve
dolayısıyla AKP açısında hiçbir bağlayıcılığı olmayan boş
bir söze tutunarak, protestosuna son verdi.
BDP
Grubu Başkanı Selahattin Demirtaş, AKP ile CHP arasındaki
mutabakattan dışlandıklarını belirterek durumdan yakındı:
"Başından beri BDP bu sürecin dışında tutulmuştur. Bunun
için özel gayret sarf edilmiştir. AKP ve CHP arasında bazı gizli
görüşmeler yapılmıştır. Daha sonra Meclis başkanlığının
çağrısı üzerine bu partiler bir araya gelmiştir. Hatta biz
Meclis Başkanı ile görüştüğümüz saatlerde bile bu trafik
sürmesine rağmen Meclis Başkanı bunu bizden saklı tutmuştur."
Selahattin
Demirtaş şu andaki tutumlarını şöyle özetledi: "AKP ile BDP
arasında benzer bir mutabakatla görüşme sağlanırsa dönebiliriz.
Ama BDP'ye öteki muamelesi yapılırsa ve dışlanmaya devam
edilirse bu doğru olmaz. Diyalog kapılarını açık tutacağız.
Çözüm arayışımızı sürdüreceğiz. Çözüm konusunda samimi
yaklaşım görürsek çözüm için adım atacağız."
İmralı'dan
gelen, "Öyle hemen Dicle meselesi ve diğer meseleler
çözülmeyebilir, öyle hemen serbest bırakma olmayabilir"
telkininin BDP'nin tutumunu etkilediği görülüyor.
Durum
çok açık. AKP teoride ve pratikte demokratik meşruiyetin en temel
normu olan seçme ve seçilme hakkını göstere göstere çiğniyor.
Bu temel normun çiğnenmesiyle mağdur duruma düşen üç parti,
oylarını aldıkları seçmenlere başvurarak bir demokrasi
mücadelesi başlatma yolunu seçmiyor. Ya MHP gibi haksızlığı
hemen sineye çekiyor, ya CHP gibi AKP'nin içi boş iki cümlesini
gerekçe göstererek duruma boyun eğiyor, ya BDP gibi AKP'yle
pazarlıktan medet umuyor.
Meşru
haklarını savunamayanlar kölelik zincirlerinden kurtulamazlar.
Despotizme boyun eğmek, despotizmin sözüne güvenmek, despotizmle
pazarlık yaparak halkın sorunlarına çözüm bulacağı hayaline
kapılmak, demokrasi mücadelesiyle bağdaşmaz. Dünya, bölge ve
ülke tarihi bu yalın gerçeğin sayısız kanıtıyla doludur.