
Çıktığı zaman "kölelik yasası" olarak nitelenen 4857 sayılı yeni iş
kanunu 22 Mayıs 2003 tarihinden beri yürürlükte. Daha önceki
1475 nolu iş kanununda işverenleri rahatsız eden pek çok madde
mevcuttu. Genel bir doğru olarak, "esnekliğin" patronlara,
"katılığın" ise işçilere yaradığını söylemek mümkündür. Dolayısıyla, günümüzde televizyonlarda boy
gösteren pek çok yorumcunun ağzındaki "esnek", "çağa
uygun" veya "katı" terimlerini duyduğumuzda bu genel doğruyu
akılda tutmakta yarar vardır.
Patronlar, her ne kadar 4857 ile talep ettiklerinin çoğunu elde etti iselerse de,
kendileri için Aşilin topuğu "kıdem tazminatı" dokunulmaz
olarak kalmıştı. Yıllardır çalışma hayatında yeni kanun
geçerli olmasına rağmen, sadece kıdem tazminatının hesaplanmasında ve alınmasında eski kanun yürürlükte idi.
Şimdi, dincisiyle, laikiyle, Müsiad'ı, Tuskon'u, Tüsiad'ı
ile bütün patron örgütlerinin ortak talebi ile yine kıdem
tazminatına göz dikildi.
Kıdem ve ihbar
tazminatları işçilerin işveren karşısında onu işten atma
tehdidine karşı kısmi bir güvence sağlayan en önemli unsurdur. Caydırıcı bir etki yaratır. Şimdi bu tazminat hakkının
geleceği ve kim tarafından yönetileceği belli olmayan bir fona
devredilmesinin zemini hazırlanıyor. Çalışma bakanı gündemimizde yok diyor, Türk-İş başkanı biz böyle şey
görüşmedik diyor, ama bütün medyada günlerdir kıdem tazminatından geçilmiyor. Bir yandan fon güzellemesi, diğer
yandan kaçan işverenlerden dolayı mağdur olan işçi edebiyatı. İşçilerin en eski kazanımlarını gönüllü olarak terk etmeleri
için akıllarını çelmeye çalışıyorlar.
Bu noktada, kıdem tazminatının 20 yıl için 6 ay olacağına dair bir haber
uçuruluyor. Bu haberin klasik bir ölümü gösterip sıtmaya razı etme taktiği olduğu o kadar aşikar ki. Bu tuzağa düşüp
tartışmaya başlamak sendikalar, işçiler için sonun başlangıcı olacaktır.
Kıdem tazminatı
hakkının ülkemizdeki seyrine kısa bir bakış bile, bu hakkı
işçi sınıfının nice zorluklarla ve adım adım örerek,
nesilden nesile devrederek elde ettiğini anlamaya yeter.
Ülkemizdeki ilk
kıdem hakkı, aynı zamanda ilk iş kanununun yürürlük tarihi
olan 1936 yılında elde ediliyor. Bu tarihte, kıdem tazminatı alma
hakkı en az 5 yıl kesintisiz kayıtlı olarak çalışanlara olmak
üzere, beşinci yıldan sonraki her iş yılı için 15 günlük
maaşı kadar hesap ediliyor.
1949 yılında
kanuna, kıdem hakkı elde etmek için gereken süre beş'ten üçe
düşürülmesi eklendi. Ayrıca, askerlik dolayısıyla işi terk
etmek zorunda kalanların da kıdem tazminatı alma hakkı tanındı.
1950 yılında aynı kanuna emeklilik nedeniyle iş akdini fesh etme halinde de
kıdem tazminatı alma hakkı, yani günümüzdeki terimle emeklilik ikramiyesi alma hakkı tanındı.
1967 yılında,
kanuna bu kez çalışanın ölümü halinde mirasçılarının kıdem
tazminatını alma hakkı verildi.
Son olarak 1975
yılında bu kez iki kazanım birden elde edildi. Öncelikle, kıdem
tazminatı almak için gereken 3 yıllık çalışma şartı 1 yıla
düşürüldü. 1 yıl kesintisiz çalışanlar tazminata hak
kazandı. Ayrıca, her yıl için 15 günlük olan tazminat miktarı
30 güne çıkartıldı.
Bu kazanımlardan
sonra kıdem tazminatına ilk tırpan 12 Eylül faşist cuntası
döneminde geldi. Darbenin hemen ardından gelen ikinci haftada kıdem
tazminatına miktarı devletçe belirlenecek bir tavan getirildi.
Halen, bu tavan yılda iki kez Ocak ve Temmuz aylarında ilan edilir.
Yani faşist
cuntanın bile kaldırmaya cesaret edemediği, en fazla
tırpanlanmakla yetindiği bu hakkımızı şimdi "ileri demokrasi
ve ustalık dönemi AKP'si" kaldırmaya çalışıyor.
Görüldüğü
gibi, kıdem tazminatı hakkı her kuşaktan işçinin bir önceki
kuşağın elde ettiği haklara biraz daha eklemesiyle bugüne gelmiş
75 yıllık bir mücadele sürecidir. Havadan aldığımız, bizlere
bahşedilmiş, lütfedilmiş hiçbir şey yoktur. En küçük hak
için bile yıllarca mücadele edildiğini görüyoruz.
Sendikalara, tüm
emek örgütlerine, partilere, ilerici kuruluşlara çağrı
yapıyoruz. Türk-İş genel kurul kararı olarak yıllardır ilan
ediyor: Kıdem tazminatına karşı saldırı, kesin olarak genel
grev sebebidir. DİSK aynı şekilde kıdem tazminatını tartışma
konusu yapmayacağını belirtiyor. İşçiler, aydınlar, uzmanlar
yıllardır uyarı görevini yerine getiriyor. Mevcut işçilerin
haklarını koruyan ama yeni işçilerin elinden bu hakkı almak gibi
rüşvetlerin de gerçek yüzünü açığa çıkartmak görevi
önümüzde duruyor.
Derhal bu saldırıya karşı harekete geçilmelidir. Bir araya gelindiğinde
bu saldırıyı püskürtmek elimizde. Bizler oluşturulacak bütün
platform veya benzeri mücadele birimlerinde bütün gücümüzle yer
alacağımızı şimdiden dost kuruluşlara ilan ediyoruz. Bu
saldırıyı def etmenin yolu, her işkolunda, her bölgede işçiler,
temsilciler, sendika şubeleri arasında dayanışmayı örmekten,
devrimci emek odakları yaratmaktan geçiyor. Sendikalı sendikasız
bütün işçileri hedefleyen, fabrika fabrika örgütlenmeyi
hedefleyen bir tutum sonuç almamızı hızlandıracaktır.