
Norveç'te sosyal demokrat partinin eğitim kampını basarak partinin gençlik kollarına üye 76 kişiyi öldüren faşist katilin portresini olayın olduğu gün Ürün'de (http://urundergisi.com/haber.php?newsid=7576) ele almıştık.
Yaygın burjuva medyanın iddiası, bu ırkçı faşist katilin bir meczup olduğu yönünde. Düşmanlığının da Hıristiyan fanatizminden kaynaklandığını ve onun özellikle Müslümanları katletmeyi hedeflediği doğrultusunda. Halbuki, Breivik denilen katil, yüzlerce sayfa tutan bir manifesto yazacak ve Marksizme, hümanizme ve İslama düşmanlığının nedenlerini ayrıntılarıyla anlatacak kadar soğukkanlı değerlendirmelerde bulunabilen biri. Akıllı, kendini Batı değerlerine sahip çıkacak bir misyoner olarak gören birisi.
Aşağıda, Orhan Tekelioğlu'nun bu konuda Radikal İki'de çıkan ayrıntılı bir değerlendirmesi bulunuyor. Okurlarımıza sunuyoruz.
ORHAN TEKELİOĞLU*, Radikal 2
/ 31/07/2011
Breivik, dini fanatizmnedeniyle değil, Marksizm karşıtı olduğu için İşçi Partisi'nden nefret ediyor. Sosyalist düşüncedeki hümanist ve milliyetçilik karşıtı tutumun "çokkültürlü" topluma olanak verdiğini ve bu kapıdan yararlanarak Müslümanların Avrupa toplumlarına rahatça girdiklerini iddia ediyor
Vurduğu çocukların ölüp ölmediğini soğukkanlılıkla kontrol eden bu cani "normal" biri mi? Cevabın kolayını katilin avukatı Geir Lippestad veriyor hemen: "Müvekkilim Anders Behring Breivik'in akıl sağlığı yerinde değil". Gerçekten öyle mi? Birkaç gündür çeşitli bölümlerini içim bulanarak okuduğum "manifesto"sunun bende bıraktığı izlenim pek de öyle değil. Kötücüllüğü kuşku götürmeyen bir aklın titizlikle
hazırladığı ve saldırıdan yaklaşık bir saat önce binden fazla
kişiye gönderilen bu metnin arkaplanında bambaşka şeyler şekilleniyor. Referans verdiği kişilerden anlaşılacağı üzere, en azından fikri planda onunla aynı şekilde düşünen, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde kanaat önderleri ve taraftarları olan İslam düşmanı bir grup mevcut ve bunların ciddi olarak tahayyül ettikleri bir "Müslümanları Avrupadan çıkarma planı", daha doğrusu, adım adım gerçekleştirilecek bir sosyal mühendislik
projesi var. Bu düşüncelerden ilham alarak işe soyunuyor Breivik,
böylece, "sorunların" tespitinden "çözümüne" kadar mühendisçe bir
detaylandırma ve dakiklikle yazılan ve ne yazık ki, ileri sürdüğü argümanları bakımından kendi içinde tutarlı, planlama açısından ise son derece ürkütücü bir operasyon metni ortaya çıkıyor. Üstelik, sadece Norveç'e odaklanan bir "yok etme" harekatı değil bu.
Haçlı Sigurd
Aksine, asıl hedef hızla "Müslümanlaşan" Batı Avrupa olan (Bat
Ye'or müstear ismini kullanan Mısır doğumlu İngiliz yazar Gisèle
Littman'ın icat ettiği "Eurabia" sözcüğünü kullanıyor) ve 2083
yılındaki Avrupayı yeniden yapılandırmaya yönelik büyük bir
seferin işaret fişeği olacaktır bu katliam. Neden 2083?
İnternetin karanlık yüzünde yer alan "anti-İslamcı" forumların en
ünlülelerinden olan "Gates of Vienna/ Viyana Kapıları" sitesinin
ismini zikrederek kendini "Viyana Düşünce Okulu" ile
bağlantılandırıyor Breivik. Nasıl 1683'te İslam adına Hıristiyan
Avrupanın kapısı olarak düşünülen Viyana'yı muhasara eden Osmanlı
orduları şehrin kapılarından dönmek zorunda kalmışsa, 2083
yılında da Avrupa'daki İslami nüfus "deporte" edilecek ve Batı
Avrupa uygarlığı yeniden tesis olacaktır. Yerel koşulları iyi
bildiği için "seferi" Oslo'dan başlatan Breivik, metinde kendine
kod ismi olarak Sigurd Jorsalfare'yi layık görüyor. Haçlı
seferlerine katıldığı için "Haçlı Sigurd" diye bilinen, 12. yüzyılda yaşamış bir Viking kralını. Bunları okuyunca sakın aklınıza, neo-Nazileşen tipik bir Hıristiyan fanatik gelmesin.
Çok daha karmaşık bir aklın ürünü bu katliam.
Gelecek kuşakları yok etmek
Aklında tesadüflere yer yok Breivik'in, iktidardaki İşçi
Partisi'ne mensup gençleri öldürmeyi planlarken, partiyle
özdeşleştirdiği Norveç devlet aparatının geleceğini de yok etmeyi
umuyor aslında. Norveç İşçi Partisi Gençlik Teşkilatı, Oslo'nun
biraz dışındaki bir fiyordun kuytusunda yer alan doğa harikası
Utøya (Ütöya diye okunur) adasında, ülkenin çeşitli şehirlerinden
gelen gençlerle beraber yıllardır bir eğitim ve eğlence kampı
düzenler. Nitekim, Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg de, 1974'ten
itibaren bu kampa birçok kez katıldığını, Oslo'nun merkezindeki
patlama olmasa, aynı gün adaya gidip bir konuşma yapacağını
söylemişti olaylara ilişkin ilk açıklamasını yaparken. Zaten,
İşçi Partisi'nin genel merkezinin de yer aldığı, Ankara'daki
Bakanlıklar yerleşimini çağrıştıran, Oslo'daki "hükümet
mahallinde" bombayı patlatırken Breivik'in kafasında, hem
kamptakileri öldürerek partinin "gelecek kuşaklarını" yok etmek
hem de kampta bulunabilecek tanınmış siyasetçileri de öldürerek
vereceği darbenin etkisini artırmak vardı.
Nefret kültürel Marksçılara
Şimdi dönelim esas soruya: Avrupa'daki Müslüman nüfusla, örneğin,
Norveç'te uzun yıllardır iktidarda olan Sosyal Demokratların
doğrudan ne ilişkisi olabilir? Bu arada, konuyu anlamak için
nüfusunun yaklaşık yüzde 10'u (çoğunluğu İskandinav ya da diğer
Avrupa ülkelerinden) yabancılardan oluşan Norveç'teki Müslüman
nüfusun sayısının sadece yüzde 2 olduğunu da hatırlatalım.
Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde bulunan anti-İslamcı hareketlerin
bir diğer ortak özelliği anti-Marksist olmaları. Breivik de, dini
fanatizm nedeniyle değil, bir Marksizm karşıtı olduğu için İşçi
Partisi'nden nefret ediyor. Sosyalist düşüncedeki hümanist ve
milliyetçilik karşıtı tutumun "çokkültürlü" topluma olanak
verdiğini ve bu kapıdan yararlanarak Müslümanların Avrupa
toplumlarına rahatça girdiklerini iddia ediyor. Unutmayalım,
canimiz kendini bir "kültürel muhafazakâr" olarak tanımlıyor. Ona
göre, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupasının esas trajedisi,
milliyetçilikten nefret eden "kültürel Marksçılara" (kendince,
farklı "Marksizmleri" karşılaştırdıktan sonra, payeyi Adorno'ya
veriyor) hayat hakkı tanıması ve bu kişilerin özellikle akademi
ve medyaya sızarak gündemi oluşturmaya başlaması oluyor.
Milliyetçilik düşmanı Marksçılar hem "Avrupa Birliği" fikrini
dolaşıma sokarak kabul görmesini sağlıyor hem de "çokkültürlülük"
denen ve Avrupa'nın kültürel saflığını bozan bir toplumsal
beraberlik modelini AB fikrine eklemliyorlar. Kendisini bir
"Pan-Avrupa milliyetçisi" olarak tanımlayan Breivik, Norveç'te bu
işi üstlenen İşçi Partisi'ni ve temsil ettiği zihniyete darbeyi
vururken, öteki ülkelerdeki fikirdaşlarına ne yapmaları gerektiği
konusunda da "öncü" oluyor.
Mikro faşizm
İşin ciddiyetini fark eden BBC'nin günlerdir internet sitesinde
kapsamlı olarak incelediği bu saldırının, ne yazık ki, bir
"milat" olduğunu anlamak zorundayız. Breivik katliamının işaret
ettiği davranış bozukluğunu "sosyopat" bir bireyde bulmaya
çalışmak, kötülüğün kaynağını, "İslami terör" nosyonuna sığınarak
dışsallaştırmak Avrupa toplumlarının "içsel" arızalarını yok
etmiyor. Kabus gibi de gelse, bu "mitomanik" kişinin fikirleri,
hayaller ve eylemlerini sanki bir Nazi filmi izler gibi
algılayamayız. Mikro-faşizmin sıradan bir insanın içine kolayca
sığabileceğini ve bir gün, bir anda milyonlarca insanı mahvedebileceğini en iyi bilmesi gereken Avrupalılar değil mi? II. Dünya Savaşı'ndan bu yana bir yüzyıl bile geçmedi.
* Bahçeşehir Üni.