Tarih: 02.08.2011 |  Haberler
Bir caninin manifestosu

Norveç'te sosyal demokrat partinin eğitim kampını basarak partinin gençlik kollarına üye 76 kişiyi öldüren faşist katilin portresini olayın olduğu gün Ürün'de (http://urundergisi.com/haber.php?newsid=7576) ele almıştık.

Yaygın burjuva medyanın iddiası, bu ırkçı faşist katilin bir meczup olduğu yönünde. Düşmanlığının da Hıristiyan fanatizminden kaynaklandığını ve onun özellikle Müslümanları katletmeyi hedeflediği doğrultusunda. Halbuki, Breivik denilen katil, yüzlerce sayfa tutan bir manifesto yazacak ve Marksizme, hümanizme ve İslama düşmanlığının nedenlerini ayrıntılarıyla anlatacak kadar soğukkanlı değerlendirmelerde bulunabilen biri. Akıllı, kendini Batı değerlerine sahip çıkacak bir misyoner olarak gören birisi.

Aşağıda, Orhan Tekelioğlu'nun bu konuda Radikal İki'de çıkan ayrıntılı bir değerlendirmesi bulunuyor. Okurlarımıza sunuyoruz.

ORHAN TEKELİOĞLU*,  Radikal 2 / 31/07/2011

Breivik, dini fanatizmnedeniyle değil, Marksizm karşıtı olduğu için İşçi Partisi'nden nefret ediyor. Sosyalist düşüncedeki hümanist ve milliyetçilik karşıtı tutumun "çokkültürlü" topluma olanak verdiğini ve bu kapıdan yararlanarak Müslümanların Avrupa toplumlarına rahatça girdiklerini iddia ediyor

Vurduğu çocukların ölüp ölmediğini soğukkanlılıkla kontrol eden bu cani "normal" biri mi? Cevabın kolayını katilin avukatı Geir Lippestad veriyor hemen: "Müvekkilim Anders Behring Breivik'in akıl sağlığı yerinde değil". Gerçekten öyle mi? Birkaç gündür çeşitli bölümlerini içim bulanarak okuduğum "manifesto"sunun bende bıraktığı izlenim pek de öyle değil. Kötücüllüğü kuşku götürmeyen bir aklın titizlikle hazırladığı ve saldırıdan yaklaşık bir saat önce binden fazla kişiye gönderilen bu metnin arkaplanında bambaşka şeyler şekilleniyor. Referans verdiği kişilerden anlaşılacağı üzere, en azından fikri planda onunla aynı şekilde düşünen, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde kanaat önderleri ve taraftarları olan İslam düşmanı bir grup mevcut ve bunların ciddi olarak tahayyül ettikleri bir "Müslümanları Avrupadan çıkarma planı", daha doğrusu, adım adım gerçekleştirilecek bir sosyal mühendislik projesi var. Bu düşüncelerden ilham alarak işe soyunuyor Breivik, böylece, "sorunların" tespitinden "çözümüne" kadar mühendisçe bir detaylandırma ve dakiklikle yazılan ve ne yazık ki, ileri sürdüğü argümanları bakımından kendi içinde tutarlı, planlama açısından ise son derece ürkütücü bir operasyon metni ortaya çıkıyor. Üstelik, sadece Norveç'e odaklanan bir "yok etme" harekatı değil bu.

Haçlı Sigurd
Aksine, asıl hedef hızla "Müslümanlaşan" Batı Avrupa olan (Bat Ye'or müstear ismini kullanan Mısır doğumlu İngiliz yazar Gisèle Littman'ın icat ettiği "Eurabia" sözcüğünü kullanıyor) ve 2083 yılındaki Avrupayı yeniden yapılandırmaya yönelik büyük bir seferin işaret fişeği olacaktır bu katliam. Neden 2083? İnternetin karanlık yüzünde yer alan "anti-İslamcı" forumların en ünlülelerinden olan "Gates of Vienna/ Viyana Kapıları" sitesinin ismini zikrederek kendini "Viyana Düşünce Okulu" ile bağlantılandırıyor Breivik. Nasıl 1683'te İslam adına Hıristiyan Avrupanın kapısı olarak düşünülen Viyana'yı muhasara eden Osmanlı orduları şehrin kapılarından dönmek zorunda kalmışsa, 2083 yılında da Avrupa'daki İslami nüfus "deporte" edilecek ve Batı Avrupa uygarlığı yeniden tesis olacaktır. Yerel koşulları iyi bildiği için "seferi" Oslo'dan başlatan Breivik, metinde kendine kod ismi olarak Sigurd Jorsalfare'yi layık görüyor. Haçlı seferlerine katıldığı için "Haçlı Sigurd" diye bilinen, 12. yüzyılda yaşamış bir Viking kralını. Bunları okuyunca sakın aklınıza, neo-Nazileşen tipik bir Hıristiyan fanatik gelmesin. Çok daha karmaşık bir aklın ürünü bu katliam. 

Gelecek kuşakları yok etmek
Aklında tesadüflere yer yok Breivik'in, iktidardaki İşçi Partisi'ne mensup gençleri öldürmeyi planlarken, partiyle özdeşleştirdiği Norveç devlet aparatının geleceğini de yok etmeyi umuyor aslında. Norveç İşçi Partisi Gençlik Teşkilatı, Oslo'nun biraz dışındaki bir fiyordun kuytusunda yer alan doğa harikası Utøya (Ütöya diye okunur) adasında, ülkenin çeşitli şehirlerinden gelen gençlerle beraber yıllardır bir eğitim ve eğlence kampı düzenler. Nitekim, Norveç Başbakanı Jens Stoltenberg de, 1974'ten itibaren bu kampa birçok kez katıldığını, Oslo'nun merkezindeki patlama olmasa, aynı gün adaya gidip bir konuşma yapacağını söylemişti olaylara ilişkin ilk açıklamasını yaparken. Zaten, İşçi Partisi'nin genel merkezinin de yer aldığı, Ankara'daki Bakanlıklar yerleşimini çağrıştıran, Oslo'daki "hükümet mahallinde" bombayı patlatırken Breivik'in kafasında, hem kamptakileri öldürerek partinin "gelecek kuşaklarını" yok etmek hem de kampta bulunabilecek tanınmış siyasetçileri de öldürerek vereceği darbenin etkisini artırmak vardı. 

Nefret kültürel Marksçılara
Şimdi dönelim esas soruya: Avrupa'daki Müslüman nüfusla, örneğin, Norveç'te uzun yıllardır iktidarda olan Sosyal Demokratların doğrudan ne ilişkisi olabilir? Bu arada, konuyu anlamak için nüfusunun yaklaşık yüzde 10'u (çoğunluğu İskandinav ya da diğer Avrupa ülkelerinden) yabancılardan oluşan Norveç'teki Müslüman nüfusun sayısının sadece yüzde 2 olduğunu da hatırlatalım. Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde bulunan anti-İslamcı hareketlerin bir diğer ortak özelliği anti-Marksist olmaları. Breivik de, dini fanatizm nedeniyle değil, bir Marksizm karşıtı olduğu için İşçi Partisi'nden nefret ediyor. Sosyalist düşüncedeki hümanist ve milliyetçilik karşıtı tutumun "çokkültürlü" topluma olanak verdiğini ve bu kapıdan yararlanarak Müslümanların Avrupa toplumlarına rahatça girdiklerini iddia ediyor. Unutmayalım, canimiz kendini bir "kültürel muhafazakâr" olarak tanımlıyor. Ona göre, İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupasının esas trajedisi, milliyetçilikten nefret eden "kültürel Marksçılara" (kendince, farklı "Marksizmleri" karşılaştırdıktan sonra, payeyi Adorno'ya veriyor) hayat hakkı tanıması ve bu kişilerin özellikle akademi ve medyaya sızarak gündemi oluşturmaya başlaması oluyor. Milliyetçilik düşmanı Marksçılar hem "Avrupa Birliği" fikrini dolaşıma sokarak kabul görmesini sağlıyor hem de "çokkültürlülük" denen ve Avrupa'nın kültürel saflığını bozan bir toplumsal beraberlik modelini AB fikrine eklemliyorlar. Kendisini bir "Pan-Avrupa milliyetçisi" olarak tanımlayan Breivik, Norveç'te bu işi üstlenen İşçi Partisi'ni ve temsil ettiği zihniyete darbeyi vururken, öteki ülkelerdeki fikirdaşlarına ne yapmaları gerektiği konusunda da "öncü" oluyor. 

Mikro faşizm
İşin ciddiyetini fark eden BBC'nin günlerdir internet sitesinde kapsamlı olarak incelediği bu saldırının, ne yazık ki, bir "milat" olduğunu anlamak zorundayız. Breivik katliamının işaret ettiği davranış bozukluğunu "sosyopat" bir bireyde bulmaya çalışmak, kötülüğün kaynağını, "İslami terör" nosyonuna sığınarak dışsallaştırmak Avrupa toplumlarının "içsel" arızalarını yok etmiyor. Kabus gibi de gelse, bu "mitomanik" kişinin fikirleri, hayaller ve eylemlerini sanki bir Nazi filmi izler gibi algılayamayız. Mikro-faşizmin sıradan bir insanın içine kolayca sığabileceğini ve bir gün, bir anda milyonlarca insanı mahvedebileceğini en iyi bilmesi gereken Avrupalılar değil mi? II. Dünya Savaşı'ndan bu yana bir yüzyıl bile geçmedi.
* Bahçeşehir Üni.