Tarih: 09.08.2011 |  Haberler
CHP'nin uyarıları

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun dün yaptığı "Türkiye Suriye'ye karşı Batılı egemen güçlerin oyuncağı, maşası olmamalıdır" uyarısından sonra, CHP Genel Başkan Yardımcısı Osman Korutürk, bugün verdiği demeçte, "Suriye'ye bir askeri müdahale olmaması için elimizden geleni yapmalıyız. Olursa da kesinlikle parçası olmamalıyız. Olası bir dış müdahale Türkiye'ye çok zarar verir. Bunu en son Irak örneğinde gördük. Türkiye, bölgesinde ABD'nin politikalarını uygulayan bir görüntü vermekten kaçınmalıdır" dedi.

CHP'nin nihayet ABD'nin bütün Ortadoğu halklarını felakete sürükleyecek sömürgeci planlarına karşı uyanması ve tavır almaya başlaması anlamına gelen bu tepkilerine değer veriyoruz. CHP Adana Milletvekili Faruk Loğoğlu'nun bugünkü Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan aynı doğrultudaki yazısını okurlarımıza sunuyoruz. Loğoğlu, AKP yönetiminin savaş planlarında Fethullah Gülen hareketinin bölgede mezhep çatışmasını kışkırtan zihniyetinin rolü üzerinde duruyor ve uluslararası hukukun Türkiye'ye müdahale hakkı vermediğini vurguluyor.

***

Suriye-Savaş Sesleri?

Faruk Loğoğlu CHP Adana Milletvekili

Türkiye, Suriye sorununu yanlış bir mecraya sokmakta ve iki komşu ülke arasında sıcak çatışma tehlikesini arttırmaktadır. AKP iktidarının bu kabul edilmez eğiliminin işaretleri nelerdir, altında yatan nedenler nedir ve sonuçları ne olabilir?.. Bu soruların yanıtları yaşamsal önem taşımaktadır.

Üç önemli gelişme, AKP iktidarının Suriye'ye bakış açısının ipuçlarını vermektedir. Bülent Keneş'in Zaman'daki son "Suriye'de Yaşanan Katliamlarda İran'ın Rolü" yorumunda, İran-Suriye dayanışmasının bir Şii-Alevi ittifakı olduğu vurgulanmakta, Suriye olayları mezhep ayrışması ekseninde ele alınmakta, hem İran, hem Esad rejimi eleştirilmektedir. "Şii hilali"nin "Tahran açısından bozulmasına asla müsaade edilmeyecek stratejik bir değer niteliğinde" olduğundan söz edilmektedir. Burada önemli olan husus, yazarın Suriye'deki gelişmeleri içine İran'a da katarak mezhep dayanışması/çelişkisi eksenine oturtmasıdır. Diğer bir deyişle, Türkiye'nin komşu Suriye'deki olaylara bölge seviyesinde bir Şii-Sünni karşıtlığı açısından bakılması önerilmektedir. Yazar ve gazetesinin günümüz Türkiye'sinde sahip olduğu ağırlık dikkate alınırsa, bu tahlil önemlidir.

İkinci gelişme, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın son açıklamasıdır. 6 Ağustos günü bir toplantıda basında yer alan haberlere göre, "Suriye konusunu dış sorun olarak görmüyoruz. Suriye meselesi bizim bir iç meselemizdir. Çünkü Suriye ile 850 kilometre sınırımız var. Akrabalık, tarih, kültür bağlarımız var. Dolayısıyla burada olanlar bitenler, asla bizim seyirci kalmamıza fırsat vermez. Tam aksine, oradaki sesleri duymak zorundayız, duyuyoruz ve gereğini yapmak zorundayız" demiştir. Başbakan Erdoğan bu sözleriyle uluslararası hukuk ve ilişkiler alanında yeni bir çığır açmıştır. Aynı şeyler bütün komşularımız için de söylenebilir. Ancak bu, "Sizde olanlar bizim de iç meselemizdir" deme hakkını Türkiye'ye vermez. Başbakan Erdoğan'ın bu çıkışı Türkiye'nin Suriye'ye müdahale etme niyetinin işaretiyse, bu fevkalade yanlış, tehlikeli ve sonu ancak hüsranla bitebilecek bir yaklaşımdır.

Son ve üçüncü gelişme Dışişleri Bakanı Prof. Davutoğlu'nun bugün Şam'a yapacağı ziyaretidir. Bu, Esad'ı muhalefetle görüşmeye ikna etmeye yönelik bir ziyaretse, olumlu ve yerinde bir karardır. Fakat ziyaret, olası bir Türkiye müdahalesi öncesi sıra savmak için yapılıyorsa, bu, çatışma ihtimalinin gündemde yukarı tırmanmakta olduğunu gösterecektir. Bu üç gelişme yan yana konulduğunda, ortaya acaba Suriye'ye müdahale mi gündemdedir, sorusu akla gelmektedir.

AKP iktidarının bu yaklaşımının altında iki neden yatmaktadır. Biri, İslam dünyasına ağırlık ve öncelik veren AKP'nin dünya anlayış ve bakışındaki Sünni dayanışmasının sahip olduğu ayrıcalıklı yerdir. Şii-Sünni saflaşması, ABD ve İsrail'de kimi çevreler tarafından da özellikle İran'a karşı teşvikinin yararları irdelenen bir husustur.

Oysa mezhep ayrışmasından yararlanmaya kalkışmak, bunun üzerine politika inşa etmek "insanlığa karşı suç" mertebesinde bir yanlıştır. Bu ancak, zaten kaynayan ve sorunlu Ortadoğu bölgesinin sonu, İslam dünyasının ise geri kalmışlığa mahkûmiyeti neticesini doğurur. İkinci neden ise AKP iktidarının "ustalık" döneminde ABD'nin de etkisi ve telkinleri doğrultusunda, Libya ve Mısır'dan sonra, İran ve Suriye'ye karşı da daha Batı yanlısı politikalar izleme eğilimidir. Batılıların dürtüsüyle, bu değişikliğin bölgesinde Türkiye'nin daha geniş bir rol oynama hevesiyle ilgisi olabilir. Böyle bir içgüdüyle hareket ediyorsa, AKP yine yanılmaktadır. İçerde kendi sorunlarını çözememiş olan bir Türkiye'nin bölgede lider ülke konumuna gelmesi mümkün değildir. Üstelik bölge ülkeleri ve Batılılar da buna zaten cevaz vermezler.

Türkiye, Suriye'ye hangi gerekçeyle olursa olsun bir müdahale düşünüyorsa, bundan derhal vazgeçmelidir. "En başarılı" bir müdahale dahi Türkiye'yi içinden yıllarca kurtulamayacağı bir bataklığa saplayacaktır. Uluslararası hukuk Türkiye'ye müdahale hakkı bahşetmemektedir. Suriye'de soydaş veya Türkiye'ye yönelik terör sorunu yoktur. Ankara, 1998'de Suriye'ye PKK konusunda rest çekmiş ve başarmıştı, çünkü bunun ulusal güvenliğimizi ilgilendiren bir sorun olduğunu iki taraf da biliyordu. Bu sefer durum farklıdır. İnsani mülahazalarla müdahale ise uluslararası toplumun müşterek sorumluluğudur, ancak bu bile kesinlikle Libya'daki çok hatalı yaklaşım paralelinde, yani askeri müdahale şeklinde öngörülmemelidir. Ayağımızı denk alalım. Komşu Suriye'nin iç sorunlarını çözmesi için yardımcı olalım ama tehlikeli ve ısmarlama atılımlara asla heves etmeyelim.