Kapitalizm, emperyalizm, militarizm
ve savaş birbirinden ayrılmaz. Bu gerçeği anlamak için, sömürge
imparatorlukları kurma vahşetine, iki dünya savaşına yol açma
dehşetine dönmeye gerek yok; yakın tarihe bakalım, yeter.
Dünya devrim süreci, İkinci Dünya
Savaşının bitiminden 1970'lerin sonuna kadar büyük kazanımlar
elde etti. ABD önderliğindeki dünya kapitalist güçleri, dünya
devrim sürecinin üç bileşenine, yani sosyalist sisteme, başta
sömürgelikten kurtulmuş sosyalist yönelimli ülkeler olmak üzere
ulusal kurtuluş hareketlerine ve kapitalist ülkelerin işçi sınıfı
hareketine karşı 1980'lerde yeni sağcı neoliberalizmi
benimseyerek topyekün saldırıya geçti.
Emperyalizmin güçleri, 1989-1991
karşıdevrimleriyle sosyalist sistemi yıkıp kapitalizme geri
dönüşü tezgâhladı. Sovyetler Birliği'ni 15 parçaya,
Yugoslavya'yı 7 parçaya böldü. Bu ülkeleri, Çin'i ve Doğu
Avrupa'daki diğer eski sosyalist ülkeleri dünya kapitalizmine
eklemledi. Angola, Mozambik, Zimbabve, Etiyopya gibi ilerici ülkeleri
bağımsız gelişme yolunu terkedip İMF reçetelerini benimsemeye
zorladı. Afganistan, Nikaragua ve Güney Yemen'i gericiliğe teslim
etti. Irak'a açtığı 1. Körfez Savaşıyla bu ülkenin kolunu
kanadını kırdı. Kapitalist ülkelerin işçi sınıfı hareketi
ile ulusal kurtuluş hareketlerini liberalizm, milliyetçilik ve
dincilikle yozlaştırdı.
1980-2000 yılları arasında
sağladığı bu uğursuz başarılar temelinde 2001'de Afganistan'ı,
2003'te Irak'ı işgal eden, siyonist İsrail'i 2006'da Lübnan'a,
2008'de Gazze'ye saldırtan emperyalizm (özellikle ABD ve AB), 2007
sonlarında patlak veren ve dünya kapitalist sistemini saran mali ve
ekonomik krizi önleyemedi.
Neoliberalizmin bütün meşruiyet
masallarını çürüten kriz, Tunus ve Mısır'da halk devrimlerine,
Avrupa ülkeleri başta olmak üzere birçok ülkede işçi sınıfı
ve emekçilerin güçlü antikapitalist kitle hareketlerine yol açtı.
Zaten kapitalizmin 1970'lerin
ortalarında içine girdiği krizi ertelemek için benimsediği
neoliberalizmin yerine başka bir sermaye birikim modelini ve
stratejisini koyamayan emperyalist burjuvaziler, kendi ülkelerinde
ve bağımlı ülkelerde devrimleri ve devrimci kalkışmaları
önlemek, bağımsız ülkelerin enerji kaynaklarını talan etmek,
pazarlarını ele geçirmek için 2001'den beri sistemli olarak
yöneldikleri savaş politikasını bir üst düzeye taşımaya,
yeniden tam boy savaş yoluna çıkmaya, savaş sanayilerini
canlandırmak üzere askerî Keynesçilik uygulamasını
hızlandırmaya karar verdiler. 2011'de Libya'ya saldıran
emperyalizmin, yeniden sömürgeci işgaller ve fetihler yoluyla
dünyayı yeni bir savaş dönemine soktuğu apaçık ortada.
Hitler faşizminin 1 Eylül 1939'da
Polonya'ya saldırarak İkinci Dünya Savaşını başlatmasından
ders alınması için Dünya Barış Günü olarak benimsenen günün
yıldönümünde (bugün, 1 Eylül 2011) Paris'te ABD, İngiltere ve
Fransa'nın öncülüğünde toplanan 60 kapitalist ülke, Libya'da
sömürgeci yönetimi kurmak, bu ülkenin petrolünü,
zenginliklerini ve pazarını paylaşmak için bir sırtlanlar
konferansı düzenliyor. Libya'dan sonra sıra emperyalizme teslim
olmayı hâlâ kabul etmeyen Suriye'de.
Emperyalizmin güdümünde savaş
politikasına sarılarak kendine bir yayılma ve etki bölgesi
oluşturma hayalini kuran AKP, Libya'ya karşı savaşın göbeğinde
yer alıyor. Suriye'ye karşı gerici-faşist isyanı destekliyor ve
savaşa hazırlanıyor. Üstüne üstlük, Kürt ulusal hareketine
karşı yeniden savaş borularını çalıyor ve çeyrek yüzyılı
geçen savaşı daha da şiddetlendirmeye çalışıyor.
Ülkede, bölgede ve dünyada
emperyalist savaşlara karşı koymak; halkların barışını,
dostluğunu ve dayanışmasını savunmak; insanlığa sahip
çıkmanın, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm ülküsüne
bağlı kalmanın, toplumsal ilerleme ve devrim davasını
sürdürmenin vazgeçilmez koşuludur.
2011 yılında Dünya Barış Gününün
anlamı, ABD ve Avrupa Birliği'nin savaş ve işgallerine karşı
mücadele etmektir, AKP'nin Kürt ve Arap halklarıyla savaş
politikasını durdurmaktır.
Dünya Barış Günü'nde bu amaçla
gösteri yapanlara, İstanbul'da ve Bursa'da olduğu gibi, gazla,
taşlarla, sopalarla saldırmak, kafa göz yarmak, göstericileri
gözaltına almak; emeğe, halklara, insanlığa düşman olmak
demektir, emperyalizmin safında savaşmak demektir.