Türkiye'de sendikaları ve çalışma yaşamını düzenleyen temel yasalar 2821
ve 2822 sayılı yasalardır. 2821 Sendikalar Yasası olarak bilinir ve sendikaların iç işleyişini, kongre sürelerini, kurullarını
ve benzeri uygulamalarını düzenler. Önemlidir. Cendere gibidir.
Sendikaları bir çocuk gibi ele alır ve atacakları her adımı talimatlara bağlar.
Diğer yasa ise Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasası'dır ve
sendikaların toplu sözleşmelerini nasıl yapacaklarını, ne
şekilde greve çıkacaklarını, işçilerin örgütlü ve toplu
eylemlerini hangi durumlarda kullanabileceklerini sayar.
Her iki yasa da 12 Eylül cuntası döneminde çıkartılıp son halini
almıştı. Sendikalar yasası çok önemli bir yasadır, ama, diğer
yasanın demokratikleşmemesi durumunda tek başına sendikalar için
yapılacak iyileştirmeler fazla işlevli olamaz; düzenlemeler
makyaj olmanın ötesine geçmez. Çünkü işkolu tespitleri, işyeri
barajları, ülke barajları gibi tümü de 2822'yi ilgilendiren
durumlar haricinde, sendikalar yasasındaki sorunlar aslında fiilen
aşılabiliyor.
İşçi sınıfını daha kritik olarak ilgilendiren düzenlemeler
sendikalarını serbestçe seçebilmeleri, yetkiden dolayı toplu
sözleşme yapamamaları, grev kısıtlamaları ve bazen yasadışı
sayılması gerekirken patronlara bir hak olarak verilen lokavt
uygulamalarıdır. Diğer sorunlar da rahatsızlık vermesine rağmen
temel olarak bu düzenlemeler sendikaların eline kolunu bağlayan
nitelik taşır.
Seçimlerden
sonra yeniden başlayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı
(ÇSGB) ile işçi ve patron konfederasyonları arasındaki Üçlü
Danışma Kurulu görüşmelerinde tıkanmalar esas itibariyle 2822
sayılı yasada yaşanıyor. Dün (13 Ekim 2011) yapılan Üçlü
görüşmede yine işkolu, işyeri barajı ve grev yasakları
konusunda tam bir anlaşma sağlanamadı.
Üçlü
toplantılara Bakanlık (sözde tarafsız hakem olarak katılıyor),
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) ve üç işçi
konfederasyonu katılıyor.
Sendika
cephesinde DİSK ile Hak-İş yüzde 10 işkolu barajının tamamen
kalkmasını savundu. İLO'nun bu konudaki yaklaşımlarının temel
alınması gerektiğini belirttiler. Türk-İş ise daha önceki
barajı koruma politikasını biraz revize etti ve barajın yüzde 1
veya 0.5 düzeyine düşürülmesi gerektiğini söyledi. Bakanlık
ve işveren örgütü bu konuda Türk-İş'i desteklediler.
Barajın
oranı, işkollarının birleşmesiyle birlikte gündeme
getirildiğinde daha büyük önem taşıyor. Çünkü,
birleştirildiği için büyüyen bir işkolunda baraj eğer sıfır
değilse, yüzbinlerce işçinin örgütlenmesi bile yüzde yarımı
aşmaya yetmeyebilecektir. Bu konuda en büyük mağduriyet de
özellikle büro işkolunda yaşanacak.
Barajı
aşan sendikaları bekleyen ikinci baraj ise işyerindeki yüzde 50
artı 1 olarak tanımlanan engel. İşçi temsilcileri, Türk-İş
dahil, işyeri barajının kaldırılmasını talep ettiler, ama
Bakanlık bu barajın yüzde 40'a indirilmesiyle yetinilmesi
gerektiğini iddia etti. Bu iddianın hiçbir bilimsel nedeni
olmadığını belirtelim.
Grev
yasakları da ayrı bir uzlaşmazlık konusu oldu. Mevcut yasa grev
yasaklarını ve nerelerde grev yapılamayacağını tek tek sayıyor.
Biraz uzun olmakla birlikte kayıtlarımızda olması için, faşist
dönemde çıkartılan mevcut yasaya göre şu anda hangi
işkollarında grev yapılamayacağını biz de sayalım:
Can ve mal kurtarma işlerinde;
Cenaze
ve tekfin işlerinde;
Su,
elektrik, havagazı, termik santrallerini besleyen linyit üretimi,
tabii gaz ve petrol sondajı, üretimi, tasfiyesi, dağıtımı,
üretimi nafta veya tabii gazdan başlayan petrokimya işlerinde;
Banka ve noterlik hizmetlerinde;
Kamu kuruluşlarınca yürütülen itfaiye, sehiriçi deniz, kara ve demiryolu ve diğer raylı toplu yolcu ulaştırma hizmetlerinde
grev yapılamıyor.
Yasa sadece işkollarını saymakla yetinmemiş. Bir de grev yapılamayacak işkollarına ilaveten grev yapılamayacak işyerleri
de tek tek sayılmaktadır:
İlaç imal eden işyerleri hariç olmak üzere, aşı ve serum imal eden müesseselerle, hastane, klinik, sanatoryum prevantoryum, dispanser
ve eczane gibi sağlıkla ilgili işyerlerinde;
Eğitim ve öğretim kurumlarında, çocuk bakım yerlerinde ve huzurevlerinde;
Mezarlıklarda;
Milli Savunma Bakanlığı ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil
Güvenlik Komutanlığınca doğrudan işletilen işyerlerinde grev yapılamaz. Bu resmi yasakların dışında genel sağlık, milli
güvenlik ve benzeri bahanelerle yapılan ertelemeleri, yani, fiili yasaklamaları konunun dışında bıraktığımızda bile çıkan tablo çok vahim.
Üçlü görüşmelerde grev yasaklarının kaldırılması konusunda da henüz bir ilerleme sağlanamadı. İşverenler yasakların mevcut
yasada tek tek sayılmasından memnun olduklarını belirttiler ve yasakların yine tek tek yer almasını istediler. İşçi konfederasyonları ise, dünyadaki yaygın uygulamaya atıfla sadece
"cenaze, levazım-acil sağlık" ile "milli güvenlik" gibi alanlarda grev sınırlaması olabileceğini ancak bankacılık,
kimya, toplu taşıma gibi alanlardaki sınırlamanın mantıksızlığını, temelsizliğini belirttiler.
Uzlaşılamayan bir diğer başlık da sendikalara yönelik devlet denetimi oldu.
İşçi konfederasyonları mali alanlar başta olmak üzere sendikalar üzerinde gerektiğinde kullanılmak üzere sallanan bir silah olarak yapılan denetimlerin kaldırılmasını isterken işverenler bu öneriye destek vermedi. Taraflar 19 Ekim Çarşamba yeniden bir araya gelecekler.
Grev hakkı konusunda olsun, toplu sözleşmelerde olsun, hangi sendikanın yetkili olduğunun belirlenmesinde olsun işçilerin iradesi dışında
bir güce başvurulmaması esas alınmalıdır.
İşçiler istiyorsa grev yapmalıdırlar.
İşçiler istiyorsa, bir avuç işçi için de toplu sözleşme imzalanabilmelidir.
İşçiler ortaya konan bir sandık aracılığıyla hızlı, kesin ve ucuz bir şekilde istedikleri sendikayı seçebilmelidirler.
İsteyen sendika istediği işkolundaki işçileri örgütleme hakkına sahip
olmalıdır.
Kısacası, işçilerin ve sendikaların ne yapacağına sadece işçiler ve sendikalar karar vermelidir.