Bir zamanlar çok hoşuma giden bir yazı vardı; nerede okumuştum,
hatırlamıyorum. Solda yer alan geçici yolculardan bir kısmı, özellikle sosyalist
sistemin çöktüğü 90'lı yılların başında hızla saflarımızı terketmeye başlamıştı.
Çoğunluğu yeni gittikleri yerlerden hiç hazzetmedikleri için, yeni konumlarını
sessizce geçiştirir, eski günleri içinse konuşmamayı yeğlerlerdi. Bazıları ise
arsızlığı iyice eline alır, bulundukları yerle marksizmi bağdaştırmaya kalkardı.
Kendilerince, siyasal gelişimin normal seyri içinde bulundukları yere
gelmelerinden daha doğal bir şey olamazdı. İşte, böyle arsızlara karşı, "bizim"
insanlarımızdan birisi de "dönecekseniz, edebinizle dönün!" diye hoş bir yazı
yazmıştı. Hani, "vallahi duygularıma tercüman oldun" denir ya, işte öyle bir
duygu tatmıştım.
O yazıyı okuduğumdan beri gördüğüm her arsıza karşı aynı sözleri sarfetmek
istiyorum. "Arsızlığın sonu yoksa ne yaparsın" diyeceksiniz. Onların edepsizliği
sınır tanımazsa, biz de teşhirde sınır tanımayız.
Bu kategoriye giren son adap bilmez kişi, sol-liberal gazetemiz Radikal'in
başyazarı İsmet Berkan. Dönem dönem anlattığı kadarıyla, eskiden sol içinde yer
almış bir insan. Eskiden derken yanlış anlamayın, 40 yıl öncesinden bahsetmiyor.
Yaşı zaten şu anda 36. Dolayısıyla, kaç yıl boyunca solcu oldu, ne zaman
vazgeçti, ne oldu da bu hale düştü, bilmiyoruz. Bildiğimiz, artık iyice yüzü
eskiyen ve yaşlanan, basındaki Demirel borazanı Yavuz Donat'ın yerini almaya
aday olduğu.
Bu arkadaş, Radikal gazetesindeki köşesinde, geçen yüzyılın son günlerinde,
elbette günün mana ve önemine uygun bir seri yazı yazıyor. "Yüzyılın İzleri"
başlığını verdiği serinin 31 Aralık tarihli son yazısında Atatürk ve
Churchill'den bahsediyor. Son yılların modasına uyarak, "Türkiye açısından hiç
tartışmaya gerek yok, elbette yüzyılın lideri Atatürk" diyerek, "Atatürk'ü
küçümseyen" bütün münafıkların ağzını tıkıyor. Ülkemiz açısından değerlendirme
yapıp, çok yaratıcı biçimde, ondan başka hiç kimsenin aklına gelemeyecek bir
kişiyi "yüzyılın lideri" seçen İsmet Berkan, orada kalmıyor, dünyanın liderini
de tespit etmeye soyunuyor.
"Dünya ölçeğinde düşündüğümde de Sir Winston Churchill'de tereddüt etmiyorum"
diyen gazetecimiz, gerekçelerini bakın nasıl sıralıyor.
"Nobel edebiyat ödülünü kazandıran kitapları bir yana bırakılsa bile geriye
yine de 'Dünyayı faşizmden kurtaran adam' kalıyor."
Devam ediyor: "Ona göre demokrasi ile totalitarizm savaşıyordu. Ne yapıp edip
demokrasinin kazanması, hür dünyanın kazanması gerekiyordu."
Bir türlü durmuyor: "... o demokrasi cephesinin tartışmasız moral lideriydi.
Sadece ülkesini kurtarmadı, bir anlamda hepimizi kurtardı."
Bitmedi: "...Avrupa'nın Sovyet tehlikesine karşı birleşmesinin öncülüğünü
yaptı. Hayatımıza damgasını vuran 'Demir Perde' benzetmesi onundur."
Sürüyor: "...dünyanın nükleer tehditten kurtulması için çalıştı. NATO'yu
kurdu, Avrupa Konseyi'ne öncülük etti."
Susmuyor: "...O olmasaydı, Nazi İmparatorluğu yaşamaya devam ediyordu."
Sonunda bitti.
Bu kadar ayan beyan bir arsızlık silsilesini ardı ardına sıralama başarısı
herkese nasip olmaz. Aslında bırak, İsmet Berkan denince akla ne gelmesi
gerektiğini kendi sözleri ortaya koysun. Görüyorsunuz işte, bu açıklamalar
üstüne ne söylesek az. Kendisine "ilerici" yaftası yapıştıran birinin bu
söylediklerinin neresinden tutalım?
Batılı siyaset dünyasının gördüğü en gerici politikacılardan biri olan,
ömrünü anti-komünist mücadeleyle geçiren, sosyal demokrat İngiliz İşçi
Partisi'ne bile tahammül edemeyen, hep liberal hakların kısıtlanmasından yana
olan Churcill için "demokrasinin kazanması için" savaştı demek ne kadar ahlâki
oluyor acaba.
Ya peki Alman faşizmine karşı tüm savaş boyunca gizli örgütler kurarak
iktidara yürüyen direniş cephelerinin, örneğin Fransa'da, örneğin İtalya'da,
örneğin Yunanistan'da demokratik halk iktidarlarını kurmaması için savaş daha
bitmeden gestapo artıkları ve CİA ile birlikte Churchill'in yaptıklarını
unutanlara ne demeli. Bu ülkeler daha demokratik bir yönetime kavuşmasınlar
diye, savaş suçlusu faşistleri ve bunların polis örgütlerini tekrar yönetime
sokanlar mı "hür dünyanın" temsilcisi oluyor. Ayrıca, eğer Hitler yalnızca
Sovyetlere saldırmakla yetinseydi emperyalistlerin ayrı bir cephe açma
niyetlerinin olmadığını Churchill kendi anılarında yazıyor. Yani, bu durumda,
Hitler'in en büyük hatası, kendi propagandasına kendisinin de inanıp, düne kadar
Sovyetleri Nazizmin karşısında yalnız bırakan emperyalistlere saldırması olmuyor
mu? E, nerede kaldı "hür dünyanın", her ahval ve şerait altında -ama mutlaka-
demokrasi sevdası.
Savaşta yirmi milyon insanın yitiren, sanayisi mahvolan, kaynakları
yağmalanan Sovyetler ve ilerledikleri her işgal altındaki ülkede buluştukları
anti-emperyalist yurtsever cepheler değil de, Nazi İmparatorluğunu Churcill mi
yıktı.
Halklar arasına düşmanlık tohumları yerleştirmek ve sosyalizmin kaynaklarını
silahlanmaya ayırmaya zorlamak için uydurulmuş en pespaye yalanlardan 'Demir
Perde' masalını bulma "onuru" bırakalım Churchill'in ve bundan çok hoşnut
kaldığını beyan eden Berkan gibilerinin olsun. Haksızlık etmemek için, onun
dediklerinde doğru olan bir söz var ki, onu eklemeden geçmeyelim. Berkan diyor
ki, Churchill "bir anlamda hepimizi kurtardı". Doğrudur. Ama, onun kastettiği
"hepimiz"in kesinlikle "biz"le hiçbir ilişkisi yoktur. O ve onun gibiler,
umuyoruz hep birarada mutlu mutlu yaşıyorlardır. Bunu da bilsin.
Bırakalım onları da, biz işimize bakalım. Gerçekten de, başta da söylediğimiz
gibi buna benzer insanların sürüsüne bereket. Ne yapalım, kabak onun başına
patladı. Hem bu yazdıklarımızın bakarsınız, bir yararı olur. Bundan sonra,
kimileri gericileri, faşist yardakçılarını överken kendilerini "ilericilik"
perdesi arkasına gizlemezler de, biz de kimin ne olduğunu daha rahat
görebiliriz. Bizi de, "dönecekseniz, edebinizle dönün" diye uyarıda bulunmak
zorunda bırakmazlar.