Yirmi Beş Yıl Sonra Yeniden: İşçilerin Birliği Sermayeyi Yenecek!
25 yıl sonra Amerika'nın en büyük eyaletlerinden biri olan New
York'ta şehrin ulaşım emekçilerinin büyük bir kesiminin üyesi olduğu Ulaşım
İşçileri Sendikası, kentte toplu taşımadan sorumlu kurum olan Büyükşehir Ulaşım
İdaresi ile arasındaki anlaşmazlıktan dolayı 19 Aralık 2005'te grev kararı aldı.
Ulaşım İşçileri Sendikası en son grevini 1980 yılında yapmıştı. 25 yıl sonra, 20
Aralık 2005'te New York'ta ulaşım tekrar durduruldu.
16 Aralık 2005'ten beri New York Büyükşehir Ulaşım İdaresi
(MTA) ile görüşmelerde bulunan Ulaşım İşçileri Sendikası (TWU), her üç yılda bir
yenilenmesi gereken toplu sözleşme taslağı üzerinde anlaşma sağlayamadı.
Sendika, yapılacak ücret zammını yeterli bulmadı. Büyükşehir Ulaşım İdaresi'nin
diğer sendikal haklara yönelik saldırılarını da dikkate alan işçiler, bütün
baskılara ve yasaklamalara rağmen greve çıktılar.
İşçilerin haklı taleplerini New York Belediye Başkanı Michael
Bloomberg aç gözlü ve bencilce talepler olarak değerlendirdi. Oysa, çalışma
süresini 5 yıl uzatıp emekli aylıkları ödentisinde kesintiye giderek işçilerin
en temel haklarına bencilce saldıran, Büyükşehir Ulaşım İdaresi'nin ve de
belediyenin kendisiydi. Aslında, Amerika'da işçilere yönelik bu saldırılar günü
birlik politikalar üzerinden değil, yasalara bağlı bir şekilde sistematik olarak
yıllardır sürdürülmektedir.
Saldırılar Geri Tepiyor, İşçi Sınıfı Yasa Değiştirtiyor
Tıpkı Türkiye'de olduğu gibi, Amerika'da da kamu sektöründe
çalışan işçilerin grev hakları yok. Yani, Amerika'da kamu sektöründe çalışan
işçiler, haklarını aramak için grev yapamazlar. Buna dair yasa, Codlin-Wadlin
Yasası adıyla biliniyor. Bu yasa Amerika'da işçilerin haklarını aramasını
yasaklayan gelmiş geçmiş en adaletsiz yasalardan biridir. Ulaşım İşçileri
Sendikası'nın New York Şube Başkanı'na, grev sürerken, "onlara gösterdik ki,
yasadan daha yüce bir makam var; o da adalet ve eşitliktir." dedirten de bu
yasanın artığı, revize edilmiş şekli olan Taylor Yasası'dır. Bir dönem uygulanan
ve greve katılan tüm çalışanların işten çıkarılmasını öngören yanlış
okumadınız, "özgürlük ve demokrasinin ülkesi" Amerika'da greve katılan tüm
çalışanların işten çıkarılmasını öngören bir yasadan bahsediyoruz- Codlin-Wadlin
Yasası'nı işçi sınıfı, Amerikan burjuvazisine 1966 yılında yapılan grevde
uygulatmayınca, patronlar geri adım atar ve 1967 yılında bu yasanın yerine para
cezaları getiren Taylor Kanunu getirilir. Boşuna söylenmemiş "hukuk siyasete
tabidir" diye. İşçiler direnince yasalar da değişiyor. Emek gücünü pazarda
satmaktan başka geliri olmayan birine verilecek en büyük ceza bu satım gücünü
onun elinden almak olsa gerek. Amerikan burjuvazisi de bunu bildiğinden,
Codlin-Wadlin Yasası'yla işten atmayı yasalaştırmıştı. Fakat, işçiler
mücadeleyle kazanımlarını bir ileri aşamaya taşıyarak işten atılmayı para
cezasına çevirttiler. Neden para cezası da kaldırılmasın ki? Yukarıda bahsettik,
azimle verilen mücadele burjuvaziye yasa değiştirtiyor. Değiştirtecek de.
İşçiler İş Bıraktı, Şehirde Hayat Durdu
Kendi gücünün farkına vardığında yasaları değiştiren Amerikan
işçi sınıfı, California, Pittsburg ve Detroit ile birlikte, Amerika'nın en
önemli işçi yataklarından biri olan New York'ta ulaşım sektöründe son 25 yıldır
greve gitmemişti. Yaşanan en son grev Nisan 1980 yılında örgütlenmişti ve 11 gün
süren bu grev boyunca şehirde ulaşım felç olmuştu. Aradan geçen 25 yıllık zaman
diliminde şehrin artan nüfusu ile birlikte toplu taşıma araçlarını kullananların
sayısında da önemli bir artış oldu. Öyle ki, 1980'de 4.8 milyon olan toplu
taşıma sistemini kullanan sayısı, bugün 7.5 milyonu buluyor.
Grevin başlatıldığı ilk günden itibaren ulaşım için her gün
toplu taşımayı kullanan işçilerin bir bölümü işe gidemedi. Yine grevden dolayı
otobüs ve metroları kullanamayan binlerce kişi ise grevin başladığı sabah çok
uzak mesafeleri yürüyerek işlerine ulaşabildiler. Sadece bir sektörde çalışan
işçilerin iş bırakması sonucu felç olan şehir yaşamı, işçilerin örgütlü
olduğunda patronlara karşı mücadelelerinde ne kadar etkili olduklarının da bir
göstergesi olarak algılanmalı.
Halk İşçilerle Beraber
İşçi sınıfının haklarını aradığı, daha fazla sömürülmeye karşı
mücadele ettiği grev günlerinde New York halkı da grevci işçilerin yanındaydı.
Grevin ikinci gününde Ulaşım İşçileri Sendikası, "bizim kavgamız sizin
kavganızdır, bizimle olun" çağrısında bulundu. Diğer sendikalar anti-grev
yasasını kınayarak, ulaşım işçilerine destek kampanyası başlattı. Öte yandan,
grev haberinin dünyada duyulmasıyla birlikte dünyanın dört bir yanından
sendikaya dayanışma mesajları ulaştı. New York halkı da milyarder belediye
başkanı Michael Bloomberg'e cevabını Ulaşım İşçileri Sendikası'nın grev sürerken
yaptığı bir kamuoyu yoklamasında verdi. Ulaşım İşçileri Sendikası'nın
yayınladığı kamuoyu araştırmasına göre, New York Büyükşehir Ulaşım İdaresi'nin
halkı yanlış bilgilendirme kampanyasına rağmen, New York halkının yüzde 60'ı
sendikayı destekliyordu. Diğer taraftan, insanları yıllardır dinlerine,
dillerine, cinsiyetlerine, ırklarına ve deri renklerine göre ayıran burjuva
siyaseti maalesef burada da devreye girdi ve sendikaya verilen destek, New
Yorkluların derilerinin rengine bağlı olarak değişti. Beyaz New Yorkluların
yüzde 39'u grevin sorumluluğunu Büyükşehir Ulaşım İdaresi'ne yüklerken, yüzde
53'ü sendikayı suçluyordu. Oysa, New York'taki Afro-Amerikalıların yüzde 58'i
grevden Büyükşehir Ulaşım İdaresini sorumlu tutuyordu. Beyazların yaklaşık yüzde
70'i greve karşıyken, Afro-Amerikalıların yaklaşık yüzde 60'ı grevi
destekliyorlardı. Elbette ki, bu iki kesimin farklı tepki göstermesinin bir
nedeni, bir tarihi vardı. New York'ta yaşayan siyahların, Latin Amerika
kökenlilerin ve diğer azınlıkların önemli bir kesimi ulaşım sektöründe
çalışmaktadır. Ve bu insanlar daha yarım yüz yıl önce Amerika'da resmen ikinci
sınıf vatandaş muamelesi görüyorlardı. İnsanlar derilerinin renginden dolayı
toplu taşıma araçlarının arka bölümlerine oturtuluyor, hatta eğer otobüste
Beyazlar ayaktaysa, Siyahlar kalkıp yerini Beyazlara terk etmek zorunda
bırakılıyordu. Siyahlar, Beyazlarla eşit haklara sahip olmak için uzun süreli
bir mücadele verdiler. Bu günlere o zor günler aşılarak varıldı.
New York'ta çalışan 33.700 toplu taşıma işçisini temsil eden
sendika, ücret artışı, emeklilik yaşı, emekli olmak için gereken çalışma süresi,
bu süreçte ücretlerden yapılacak kesintiler yüzünden greve gitme kararı almıştı.
New York'ta da, Büyükşehir Ulaşım İdaresi'nin, son dönemde dünya genelinde ve
ABD'de esen neoliberal rüzgarın da etkisine güvenerek dayattığı, işçilerin
aleyhine bir süreç işletilmek istendi. Fakat New York işçileri bu saldırılara,
birleşip eylem kararı alarak cevap verdiler.
İdarenin Saldırgan Talepleri
3 gün süren grevin ardından Ulaşım İşçileri Sendikası New York
Şube Başkanı Roger Toussaint, çevresini saran binlerce ulaşım işçisi önünde
sendika yönetim kurulunun yaptığı toplantının sonucunu açıkladı. Yapılan
açıklamaya göre, sendika, Büyükşehir Ulaşım İdaresi'nin son teklifini
değerlendirdi. Toussaint basına yaptığı açıklamada, "37 evet, 4 hayır ve 1
çekimser oyla 33.000 üyenin iş sözleşmelerini kabul eden sözleşmeyi oyladık"
dedi.İki taraf arasındaki bu anlaşma 3 gün süren ve Büyükşehir İdaresi'nin son
teklif olarak masaya koyduğu metinin kabul edilmesinden sonra geldi. Kabul
edilen iş sözleşmesi farklı noktalardan ele alınarak değişik şekillerde
değerlendirilebilir. Fakat burada sendikanın da greve gitmesine neden olan ve
-grev sonunda sendikanın kazanımlar elde ettiği- ana konu emeklilik ödemeleri
çerçevesindedir.
Bu konuyu belki de en iyi şekilde özetleyecek olan, eylemin
içerisinde yer alan ve yıllarını ulaşım sektöründe halka hizmetle geçiren bir
işçiden başkası olmasa gerek. Bu bağlamda, burada sözü, uzun yıllar otobüs
şoförü olarak çalışan Ronnie Santobello'ya bırakmakta yarar var diye
düşünüyorum.
New York'ta -Brooklyn'in merkezinde- B65 hatlı otobüs şoförü
Ronnie Santobello toplu sözleşmelerde Büyük Şehir Ulaşım İdaresi'nin
taleplerinden bazılarını şöyle açıklıyor: "İşe yeni başlayanlar için 30-62
modelini getirmeyi denediler. Bizler hâlâ 25-55 modeli ile çalışıyoruz. 30-62
dediğim modelde emekli olmak için 30 yıl hizmet etmen ve 62 yaşını doldurman
gerekiyor. 25-55 modelinde ise 25 yıl hizmet ve 55 yaşı emekli olmak için
yeterli." Bu talepler aynı zamanda toplu sözleşme sürecini tıkayan ve sendikanın
grev kararı almasına neden olan sermaye yanlı istemlerdi.
Büyükşehir Ulaşım İdaresi'nin bir başka taktiği ise, işe yeni
girenlerin aylıklarından yapılacak emeklilik kesintisinin yüzde 6 olarak
dayatılmasıydı. Fakat bu kesinti oranı, eski işçiler için % 2'ydi. Yani yeni işe
giren işçilerin emeklilik kesintileri % 4 oranında artırılacaktı. Sendika
özellikle bu konuyu bir ölüm kalım meselesi olarak algıladı ve buna göre
davrandı. Bunda da haklıydı. Çünkü bu sistem daha sonra işçiler arasında bir
eşitsizliğe yol açacaktı ve sendika kendi içerisinde ikiye bölünecekti belki de.
Bugün de sendikal harekete bakıldığında görülecektir ki, aynı
iş yerinde daha militan bir mücadele yürütülememesinin ve işçiler arasında
birliğin sağlanamamasının nedenlerinden biri, yine aynı işyerinde çalışan ve
aynı işi yapan işçiler arasında ücret farklılığının olmasıdır.
Ve Kazanımlar
New York Ulaşım İdaresi'nin yapmaya çalıştığı da bir anlamda
sendikalı işçileri ikiye bölmekti. İşveren böl-yönet politikası olarak
adlandırılabilecek bu taktiği dünyanın her yerinde kullanmaktadır. Çünkü işçiler
ikiye bölündüğünde artık patronla mücadele etmeyi bir yana bırakıyor ve kendi
aralarında rekabet etmeye başlıyorlar. Bu da, güçlü sendikal yapılara büyük
zararlar verebiliyor. Yine ulaşım emekçisi Santobello bu konudaki görüşlerini
şöyle dile getiriyor: "Onlar (işverenler) bizi bölmeye çalışıyorlar. İşe yeni
giren işçilerin koşullarının daha kötü olduğunu görmek istemiyorum. Çünkü bu
bizi (işçileri) böler. Aynı işi yapıp farklı ücret almak, sendika içerisinde
işçilerin birbirleri ile mücadele etmesine yol açar. Bu bağlamda sendikanın yeni
sözleşme ile daha güçlü olacağını düşünüyorum."
Yeni sözleşme, işçiler için farklı konularda kazanımlar
içermektedir. Şöyle ki, gelecek üç yıl içerisinde, yıllara göre ücretlerde
sırasıyla ilk yıl yüzde 3, ikinci yıl yüzde 4 ve de üçüncü yıl yüzde 3.5'lik
artışlar olacak.
Yine sendika üyelerinden birinin açıklamasına göre, emeklilik
kesintileri yüzde 5.3 olan işçilerin kesintilerinde bir indirim olacak ve bu
indirim işçilerin yarısından fazlasını kapsayacak. Tek bir çalışan için küçük
bir miktar olsa da, bütün işçiler dikkate alındığında, bu indirim binlerce dolar
etmektedir.
Toussaint, Santobello, Williams: Tarih Yazdık, Yazmaya Devam
Edeceğiz
Sözleşme ile birlikte işçilerin ve emeklilerin sağlık hakları
korundu. Sağlık alanında işçilerin yararına olan kazanımlar sürdürüldü. Şöyle
ki, işçiler emekli olduklarında, işçi iken yararlandıkları tüm sağlık
haklarından yararlanmaya devam edecekler. Toussaint bu bağlamda "sağlık
sigortası çerçevesinde ücretlerden yapılacak yüzde 1.5'lik bir kesinti üzerine
anlaşma sağladık" dedi. Bu bağlamda bundan sonra işe girenler için yüzde ikilik
sağlık primi kesintisini az görerek işçileri aç gözlü olarak nitelendiren New
York Belediye Başkanın yüzde 1.5'lik kesinti yüreğine çöreklenmiştir her halde.
Grevden önce yüzde 2'yi az gören başkan grevden sonra yüzde1.5'i kabul etmek
zorunda kaldı.
Toussaint'in açıklamasına göre yeni sözleşme ayrıca Martin
Luther King gününü ücretli izin olarak kabul ediyor, işçilere devlet tarafından
maluliyet sigortası sağlıyor, çalışma sürecinde zarar gören işçilere ek ücret
ödenmesini getiriyor. Toussaint, sözlerini, sendikanın tarihinde ilk defa
ücretli doğum izni hakkının kabul ettirildiğini, ayrıca, Büyükşehir Ulaşım
İdaresi çalışanlarının iş sürecinde ölmeleri ya da öldürülmeleri halinde
eşlerine ek tazminat verileceğini söyleyerek devam ettirdi.
Bütün bu kazanımları alt alta sıralayan Toussaint'a ek olarak,
süreci çok iyi gözlemleyen bir ulaşım emekçisi olan Santobello şöyle diyor: "Şu
anda kesinlikle eskiye göre daha iyi bir yerdeyiz. Herkes bizim bu grevi sadece
ücretler için yaptığımızı düşündü. Fakat gerçek biraz daha farklıydı. Asıl
olarak grev, ücretlerin artırılmasından öte, emeklilik ile ilgili kesintiler,
üyelerimizin sağlık hakkına yönelik saldırılar ve ulaşım işçilerine
gösterilmeyen saygıdan kaynaklanıyordu. Biz burada bir direniş gerçekleştirdik.
Bu direnişi sadece kendimiz için yapmadık. Bütün diğer sendikaları temsilen bir
direniş yaptık. Çünkü, herkes biliyor ki, bize yapılan saldırılar başarıya
ulaşsaydı, öğretmenlerin, polislerin ve itfaiyecilerin sözleşmelerinde de yer
bulacaktı. İşte bu nedenle grev süresince diğer sendikalar bizi destekledi.
Çünkü, eğer biz işçiler açısından kötü bir sözleşmeye razı olsaydık, işverenler
bunu diğer kamu ve belediye çalışanlarına da uygulamak isteyeceklerdi ve bu bir
domino etkisi yaratacaktı. Grev bizim istediğimiz bir şey değildi, onlar
dayattılar. Bizim de sınıf olarak kullanacak başka alternatifimiz yoktu."
Bu bağlamda, son sözü Utica Tren İstasyonu'nda görevli Jaynelle
Williams isimli emekçiye bırakmak gerektiğini düşünüyorum. Williams grevden
sonra şöyle diyordu: "Yaptık, çünkü yapmak zorundaydık. İşverenler, bizim bu
grevi yapacak yeteneğe sahip olduğumuza inanmıyorlardı. Yanıldılar. Onlara
gerçeği gösterdik. Adil ve eşit çalışanlar olarak hizmet veren, bunu yaparken de
saygı görmek isteyen insanlar olduğumuzu kanıtladık. Tarih yazdık ve yazmaya devam edeceğiz."