Türkiye'nin
üç işçi konfederasyonundan biri olan Devrimci İşçi Sendikaları
Konfederasyonu (DİSK) 15-17 Şubat 2008 tarihleri arasında 13.
Olağan Genel Kurulu'nu yaptı.
İki gün
süren konuşmalarda, delegelerin neredeyse tümünün vurguları
aynı yöne doğru oldu. Asıl amacı DİSK'i daha ileriye
taşıyacak olan kadroların yaratılması olması gereken Genel
Kurul'da DİSK'in var olan gücü ile daha ilkeli bir çizgi
izlemesi gerektiğinin altı çizildi. Bugün DİSK'ten geçmişteki
mücadeleci ve ilkeli sendikal çizgisini beklemek ile DİSK'in
siyasi, ekonomik ve sosyal alanda eskisi gibi etki yaratmasını
beklemek gibi farklı gündemler delegelerin konuşmasının
belirleyici unsurları oldu. İşçi sınıfının bugün içinde
bulunduğu örgütsüzlüğün sendikal hareketin kendini
sorgulamasının zeminini yaratabilmesinin altı çizildi. Bu zeminin
sorgulanması, demokrasinin gelişmesi, sendikaların örgütlenme
engelinin aşılması, kamu kurumlarının özelleştirilmesinin
durdurulması, sağlık, eğitim, barınma gibi alanlardan devletin
tasfiyesinin önüne geçilmesi ve ekonominin toptan
liberalleştirilmesinin durdurulması gibi işçi sınıfının
tarihteki kazanımlarının da elinden alınmasının belirli
alanlarda durdurulmasını sağlayabileceği üzerinde duruldu.
İşçi
sınıfının örgütlenmesi için önündeki siyasi engelleri
kaldırmak sınıfın kendisine düşen önemli görevlerden biri.
Sendikalar da bu sürecin hâlâ en önemli bir parçasıdır. DİSK
geçen dört yıl içerisinde işçi sınıfının örgütlenme
alanında önüne set çeken, gerek yasalardan kaynaklanan, gerekse
toplumsal yaşamda ortaya çıkan engelleri aşmak için önemli
mücadeleler verdi. Elbette ki bunlar yok sayılamaz; ama madalyonun
diğer yüzüne bakıldığında bugünkü yönetimi oluşturan
kadroların geçmişteki siyasi ve sendikal faaliyetlerine değinmek
gerekir. Böyle bir değerlendirmeye geçmeden önce seçim
sonuçlarının getirdiği yeni yönetime bakmakta fayda var.
Yeni
Seçim Sonuçları
Yönetim
kurulu
Genel
Başkan: Süleyman Çelebi (Tekstil)
Genel
Sekreter, Eşgüdüm Dairesi/Basın-Yayın ve Halkla İlişkiler
Dairesi/Uluslararası İlişkiler Dairesi:
Tayfun
Görgün (Dev Maden-Sen)
Genel
Başkan Yardımcısı, Sosyal ve Sosyal İlişkiler
Dairesi/Araştırma Dairesi:
Ali Cancı (Sosyal-İş)
Genel Başkan Yardımcısı, Genç İşçiler Sorunları Dairesi/Kadın
İşçiler Sorunları Dairesi/Göçmen İşçiler Sorunları
Dairesi/Emekliler Sorunları Dairesi:
İsmail Yurtseven (Genel-İş)
Yönetim kurulu Üyesi, Mali İşler Dairesi: Nuri
Serim (Lastik-İş)
Yönetim
Kurulu Üyesi, Toplu Sözleşme Politikaları ve Koordinasyonu
Dairesi/Çevre Sorunları Dairesi:
Celal
Ovat (Gıda-İş)
Yönetim
Kurulu Üyesi, Hukuk Dairesi/İşçi Sağlığı ve Güvenliği
Dairesi:
Muzaffer
Subaşı (Tekstil)
Yönetim
Kurulu Üyesi, Örgütlenme Dairesi: Ali
Rıza Küçükosmanoğlu (Nakliyat-İş)
Yönetim
Kurulu Üyesi, Eğitim Dairesi: Celalettin
Aykanat (Birleşik Metal-İş)
Denetim
kurulu
Erdoğan
Özer
İsmail
Kandaz
Mehmet
Karagöz
Disiplin
kurulu
Ergun
Tavşanoğlu
Hasan
Hüseyin Çakar
Mustafa
Ağuş
Nihat Necati Bencen
Yaşar Cihan
|
Seçimlerde
Süleyman Çelebi 308 delegenin 255'inin oyunu alarak yeniden DİSK
başkanı seçildi. Çelebi'nin seçilmesini sağlayan Kongrede
yaklaşık 150 delege ile temsil edilen Genel-İş'in Rıdvan
Budak'ın seçilmesine karşı Süleyman Çelebi'yi desteklemesi
seçimlerin sonucunu belirledi. Oysa Süleyman Çelebi'nin DİSK'te
bugüne kadar izlediği politika Birleşik Metal-İş gibi daha
mücadeleci sendikalarca defalarca eleştirildi. Hatta kimi duyumlara
göre, Birleşik Metal-İş kongre öncesinde Süleyman Çelebi'nin
adaylığına itiraz ediyordu. Daha sonra gerek Genel-İş'in
Süleyman Çelebi yönündeki tavrı, gerekse Birleşik Metal-İş'in
görüşünün önemli destek bulamaması Çelebi'yi tekrar başa
getirdi.
Kongre süreci
Kongreye
gidilirken, Çelebi'nin DİSK'i DİSK yapan geçmişiyle hiç benzeşmeyen akmaz kokmaz siyasetine, bazen diğer emek örgütlerini hesaba katmadan söylemler kullanmasına, DİSK'te amaçlanan atılımın bir türlü sağlanamamasına bir tepkinin biriktiğini
görüyorduk. Bu durum, genel başkanlığa Çelebi dışında
birinin düşünülmeye başlanmasına yol açmıştı. Bir önceki
genel kurulda, Çelebi'nin "ben zaten son kez giriyorum
seçimlere" demesinin de bunda etkisi oldu.
Yeni bir
genel başkan arayışı ya mevcut mücadeleci sendikacıların
arasından çıkacaktı. Ya da kifayetsiz muhterisler arasında bile
kendisini bu işe layık görenler çıkacaktı. İkisinin ortası
neredeyse yok denebilirdi. Bizim ikinci değerlendirmemize uygun ve
tanıdık bir isim DİSK genel kurula doğru giderken aniden
parlatılıp ortaya sürüldü.
Eski DİSK
genel başkanı, eski Tekstil sendikası genel başkanı, eski DSP
milletvekili, yeni işadamı Rıdvan Budak, bir önceki genel kurulda
umduğunu bulamamıştı, ama, bu kez adımlarını daha sağlam
atmaya karar vermiş ve sendikadan gelmeye karar vermişti. Tekstil
sendikasının yeni üst kadro yapısının Çelebi'ye bile itiraz
eder hale gelmesi, mücadeleden iyice kopuk, tüm olumsuzlukları
içeren bir anlayışı benimsemesi, Tekstil'in on yıllara varan
devrimci geleneğini artık sürdüremez hale getirmesi, bu sendikada
farklı anlayışların önünü açtı. Çelebi'ye hayır diyen
kadroların, daha da sağ biri olan Rıdvan Budak'ı kuyudan
çıkartıp getirtmesi ve onu genel başkan yapması çok
düşündürücü. Zaten, sendika çevrelerinde gayri resmi olarak
söylenenler, Rıdvan Budak'ın ancak "siz beni seçerseniz, ben
doğrudan DİSK'i hedefleyeceğim, buradaki işleri bütünüyle
size bırakacağım" taahhüdü ile seçilebildiğini gösteriyor.
Rıdvan Budak, Tekstil sendikasında işlevsiz kalma ve yönetime
asla karışmama taahhüdü vermese seçilmesi söz konusu
olmayacaktı deniyor. Bu tartışmaların ve iddiaların ne kadarı
doğrudur ne kadarı yanlıştır, biz bilemiyoruz. Ancak, seçimlerin
hemen ardından, yine söylenenlere göre, üstelik de Budak'ı
seçtirenlerin bu kez onun işverenliğini öne sürerek tüzük
aykırılığından dolayı genel başkanlığını iptal ettirme
davası açmaları biraz bu yaklaşımı haklı gösteriyor gibi.
Sonuç
olarak, Rıdvan Budak'ın DİSK genel başkanlığına aday olması,
ortalığı mücadeleci sendikacılar açısından toza bulamakla
kaldı. Budak'ın adaylığı Çelebi'nin seçilmesini ehven-i
şer mantığı ile kolaylaştırdı. Budak aday olunca, Çelebi de
"yine son kez" kaydıyla aday olunca, başkanlığı kendince
haklı nedenlerle isteyen BMİS genel başkanı Adnan Serdaroğlu
aday olamadı. Ancak, onlar da tepkilerini ifade etmek üzere DİSK
yönetim kuruluna genel başkanlarını değil, eğitim
sekreterlerini gönderdi.
Kongrenin ardından
Bu Genel Kurul'un
getirdiği sözde önemli değişikliklerden birisi yukarıdaki
yönetim kurulu üyelerinden de anlaşılabileceği gibi, 7 olan üye
sayısının 9'a çıkarılmasıydı. DİSK üyesi sendikalara
baktığımızda başarılı örgütlenme yapanların bir elin beş
parmağını geçmediğini görebiliriz. Bu sendikalar içerisinde
daha çok sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışı ile mücadele
edenler öne çıkıyor. Birleşik Metal-İş, Limter-İş, Dev
Sağlık-İş, Nakliyat-İş, yeni hamleler yapmaya gayret eden
Sosyal-İş sendikaları bu alanda örnek sayılabilecek
sendikalardır. Bu birkaç sendikanın tabanda göreceli genişlemesi
elbette ki daha çok çalışmayı, örgütsel işlerin yürütülmesi
için daha geniş yapılanmayı gerektirir. Ancak DİSK açısından
bakıldığında durum pek de öyle görünmüyor. DİSK tabanda
örgütlenmek yerine yönetimde genişlemeyi tercih etti. DİSK'in
böyle bir yapılanmaya neden ihtiyaç duyduğunu gerekçelendirmesi
gerekirdi, bu yapılmadı.
Genel Kurul'da
üzerinde durulan bir diğer konu, DİSK eski yönetiminin, özellikle
Genel Başkan Süleyman Çelebi nezdinde, 10 Aralık Hareketi gibi
sendikal alanda tercih edilmemesi gereken bir açılım yapmış
olmasıydı. Burada şunun altını iyi çizmek gerekir ki işçilerin
politikleşmesi ya da siyasi olarak temsil edilmesi sosyal demokrat
parti girişimlerinden çok işçilere sendika içerisinde verilen
bilinç ile yaratılabilir. Eğer amaç dışarıya yönelik bir
açılımsa, bunun toplumsal anlamda tabanının olmadığını
görmek zor olmasa gerek. Bizler asla sendikaların siyasetler üstü
olmasını istemedik; istemeyeceğiz. Hatta aksine, sınıf ve kitle
sendikacılığı anlayışının temel yansıması, işçilerin ve
ekonomik demokratik mücadele örgütleri olan sendikaların siyaset
dışına itilmesine karşı mücadele etmektir. Ama bu mücadele
işçi sınıfının bakış açısını yansıtmalı, işçi
sınıfının örgütsel araçlarını kullanmalıdır.
DİSK sendikal anlamda
sınıf ilkelerine bağlı kalınarak nasıl kitlesel olunabileceğini
geçmişte kanıtlamıştı, bu koşullar bugün de var, yeter ki
yürümeye niyet olsun. Biz biliyoruz ki, "dağınık solu
birleştirme", "yeni sol parti kurma", "yenilenme,
kitleselleşme, bütünleşme" sloganları ile DİSK'te
sosyalizmin en küçük izleri bile silinmeye çalışılıyor.
Sermaye ile işbirliğinin kibar söylemler ile temelleri atılıyor.
10 Aralık 2005 tarihinde Dedeman Oteli'nde açıkça ilan edilen
deklarasyon DİSK'i sermayeye yaklaştırmaktan başka bir şey
değildir. Onun devrimci özünü boşaltmaktan başka bir işe
yaramaz.
DİSK'te bu bağlamda
her defasında geçmiş yad edilir, geçmişteki azimli, kararlı,
ilkeli, mücadeleci sınıf ve kitle sendikacılığı konuşulur. Bu
konu bu bağlamda bu kongre sürecinde de gündemdeydi. DİSK'in
farklı bir sendikal anlayışı temsil ettiği, sınıfla bağlarının
tabanda daha güçlü olduğu bu kongrede de konuşulanlar
arasındaydı. Sosyalist blok çözülmeden önce dünya çapında
ikili bir sendikal yapıdan söz edilebilirdi. Bugün maalesef Dünya
Sendikalar Federasyonu çok etkili değil. Fakat etkili hale getirmek
DİSK gibi konfederasyonların büyümesine bağlı. Bu ise geçmişte
olduğu gibi parlak bir gelecek kurmak için DİSK'in işçi sınıfı
ile bağlarını güçlendirmesini, bu alanda yeni yöntemler
geliştirmesini gerekli kılıyor.
DİSK yeniden...
Kongrenin birinci
gününde konuşan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk
Çelik'in konuşmasının sık sık kesilmesi ve bakanın
söylediklerinin yalanlanarak protesto edilmesi önemli bir tepkiydi.
Ama bu tepkiyi verenlerin kongrenin ikinci günü ve özellikle
kongrenin sonuna doğru salonda olmamaları, DİSK delegelerinin
konfederasyonlarına ilgi ve sendikal konulara duyarlılık
konusundaki hassasiyetlerinin yetersizliğini göstermektedir. Bu
aynı zamanda delegelerin DİSK'ten neler beklediklerinin de bir
ifadesi. Sıradan sendikaların yaptığı ve olağan olanın dışına
çıkılmayan ve altı doldurulmayan uzun, sıkıcı nutuklar.
Süreçten memnun olmayan delegeler sürece ilgisizleşiyorlar.
DİSK'in bu sorunu aşması diğer sorunların çözümünü de
hızlandıracak.
DİSK'i bir bütün
olarak değerlendirecek olursak, içinde devrimci unsurların da
bulunduğu sendikalara rağmen, belirli nüanslar olsa da Türk-İş
ile çok ayrıştığını söyleyemeyiz. Bugün olumsuz anlamda
sendikal hareket aynılaşma süreci içine girdi. Bunu aşmaya dönük
onlarca kıpırdanma, hareket, beklenti olmasına rağmen, hâlâ
istenen düzeyde müdahalelerin olmadığı da bir gerçek.
DİSK'in eski DİSK
olmadığı, artık devrimci işçilerden oluşan tabanının
olmadığı, bu tabanın azaldığı ve yenilendiği bir gerçek. Ama
DİSK'te bazı şeyler oluyor ki insana "bu gelenekte bu da olur
mu?" dedirtiyor. Öyle bir insan düşünün ki hayatı boyunca
vitrin ile iş yapmış, sendikal hareketi bir sıçrama tahtası
olarak görmüş, işçi sınıfının alın teri ile meclise girmiş
birisi, girdiği bu mecliste işçi sınıfının yüz yıllık
hakları budanırken hiç sesini çıkarmamış. Milletvekili olarak
tekrar meclise giremeyince de tekrar eski sendikasının başına
geçmiş ve DİSK'in başına geçmek için fırsat kollar
olmuştur. İşte bu kadar ilkesizce davranan, hayatta işçi sınıfı
için yapacağı bir şey kalmamış, yaşamı boyunca sınıfa
yararı zararından az olmuş birinin her şeye rağmen DİSK'in
kürsüsünden konuşması DİSK delegelerinin bir kesiminin geldiği
çizgiyi de gösteriyor. Bu arkadaşın Genel Kurul'da yaptığı
konuşma her ne kadar sadece kendi delegeleri tarafından alkışlansa
da genel kurulda konuşması bile DİSK'in belirli sendikalarında
da sendikal ayak oyunlarının ne aşamalara geldiğini gösterir
nitelikte. Umuyoruz DİSK kısa sürede bu insanlardan kendini
arındırır.
Ülkemizde 1980 sonrası
toplumsal çürüme DİSK kadrolarının belli kesimlerine de sirayet
etmiş görünüyor. DİSK Genel Kurulu'ndan yaklaşık 5 ay önce
Ekim 20007'de "Türkiye'de Kadın ve Sendikalar" konulu
toplantı düzenlendi. Bu toplantıda sendikaların kamuoyu
tarafından erkek egemen yapılar olarak algılandığı, bunun
değişmesi gerektiği belirtildi ve şayet bu değişiklikle yeni
yönetimde kadınlara daha fazla söz verilirse, kadın üyeler
açısından örgütlenmenin önünün de açılacağı vurgulandı.
Oysa sayısı 7'den 9'a çıkarılan ve üyelerinin % 8.3'ünü
kadınların oluşturduğu DİSK'in Yönetim Kurulu'na bir kadın
yönetici bile alınmadı. Bu DİSK açısından söylenen sözlerin
de havada kaldığını, ülkemizdeki genel anlayışın DİSK'te
de hâkim olduğunu kanıtlıyor. Sendikalar sadece kadın üye
sayısını artırmakla yükümlü değiller, aynı zamanda kadın
üyelerine pozitif ayrımcılık yaparak onların yönetimlerde görev
almalarını sağlamakla da yükümlüdürler. DİSK bu bağlamda
kadın üyelerinin yönetimde yer almalarını teşvik etmeli, teşvik
edici yöntemler geliştirmelidir.
"Bitirirken" değil,
yeniden başlarken
Kongredeki
birçok konuşmacı DİSK'in geçmişini övdü. Altını kalın
bir şekilde çizmemiz gereken nokta, sadece DİSK tarihi övülerek
ne DİSK ileriye taşınabilir, ne de işçi sınıfı mücadelesine
katkıda bulunulabilir. DİSK'in mücadeleci bir kimlik kazanarak
yüzünü işçi sınıfına dönmesi gerekir. Ne Avrupa Birliği
projelerinde yer almak, ne de Mustafa Koç'un arkasından gitmek
işçi sınıfının yararınadır.
Yine
DİSK bu Genel Kurul'da oybirliği ile bir "yönlendirici
belge"yi karar altına aldı. Ayağa kalkış çağrısı adı
verilen bu belge şanlı geçmişten bahsediyor, geleceğe yönelik
politikaları açıklıyor. Belgede karar altına alınan maddelerin
ilk ikisine eleştirel bir bakış açısıyla bakmak bazı
gerçekleri de gün yüzüne çıkarıyor. Örneğin "Ayağa kalkış
çağrısı"nın başlangıcı şöyle:
"DİSK,
41 yıllık mücadele tarihinde, ülkemizde yaşayan tüm
emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin ekonomik, demokratik, sosyal
ve siyasal hakları için mücadele etmiş; bu uğurda bedeller
ödemiş ama mücadele azminden bir an bile kopmadan, kurucularının
onurlu mirasını 2000'li yıllara taşımıştır.
"DİSK,
işçi sınıfının ulusal ve uluslararası mücadele birliğine
olan inancıyla, küresel sermayenin ve onun yerli işbirlikçilerinin
emek ve demokrasi karşıtı tüm eylemlerinin karşısında dimdik
ayakta kalmayı başarmıştır."
Yukarıdaki alıntıda
dikkati çeken konulardan bir tanesi DİSK'in tarihi boyunca
emekçilerin hakları için mücadele etmesi. Fakat aynı DİSK 13
Mart 2008 tarihinde kendisinin de içerisinde olduğu Emek
Platformu'nun çağrısını yaptığı SSGSS Tasarısı'na karşı
Taksim'de yapılan eyleme üyelerini taşıyamıyorsa, emeğe
yapılan saldırılar günü kurtarma politikaları ile
geçiştirilmeye çalışılıyorsa, geçmişin mücadeleci
olduğundan bahsetmek pek de anlamlı olmuyor.
Yine yukarıdaki
alıntının ikinci paragrafında küresel sermaye ve onun yerli
işbirlikçilerine karşı mücadeleyi sendikayı yönlendirecek
ilkeler olarak koyuyorsa, DİSK Avrupa Birliği hakkındaki
politikasını gözden geçirmeli ve 10 Aralık Hareketi gibi işçi
sınıfı hareketini kapitalist küreselleşmeye ve piyasaya
uyarlamayı amaçlayan liberal-sol çevreden uzak durmalıdır. Bu
kadar söz söyleyip altını dolduramamak bir süre sonra DİSK'in
işçiler nezdinde zaten 1980 sonrası kadük olan imajını daha da
yıpratır.
Söyleyenlerin bile
inanmadığı sözde doğruları yukarıdan aşağıya ezberlemiş
olarak saymak örgütü büyütmeye yetmeyecek. Örgütler açısından
beşli ve onlu yıllar önem taşır. DİSK'in geçen yıl 40.
kuruluş yılı idi. Gümbür gümbür geçmesi gereken bu yılı
DİSK'in nasıl geçirdiği henüz hafızalardan yok olmadı. Biz
de unutmuyoruz. DİSK geçen yılı örgütlenme için hamle yılı
yapabilecekken, hazırlık yılı yapabilecekken, tek tek işyerlerine
ulaşabilecekken, kelimenin gerçek anlamıyla "geçiştirdi".
Üstelik de, bu genel kurulda sağlık nedenleriyle aday olmayan
değerli genel sekreter Musa Çam'ın tüm iyi niyetine ve bütün
gayretlerine rağmen, geçen yılı geçiştirmekle yetindi. Birkaç
aydınla yapılan toplantılar, kamuoyunu tatmin etmeye dönük
atölye çalışmaları, yayınlanan raporlar... Ötesi? Olmadı.
Unutuldu.
Ne yazık ki, böylesi
bir dönemde, Türk-İş'in bunca yıprandığı, Hak-İş'in
iyice iktidarla iç içe geçtiği bir konjonktürde, koskoca bir
devrimci geleneğe sahip DİSK, bunca değerli zamanı boşa harcadı.
Sırf isminde muhafaza edilen "devrimci" kavramı için bile
onlarca sınıf bilinçli işçinin ilk tercih ettiği bu
konfederasyonun ve ona bağlı sendikalarının bugünkü yapıları
ve tavırlarıyla bu değeri tam anlamıyla hak etmediklerini
söylemek herhalde haksızlık olmaz. Rıza Kuas'ların
Lastik-İş'i, İbrahim Güzelce'lerin Basın-İş'i, onlarca
devrimcinin tek tek ördüğü Tekstil'i ile bugünü yorumsuz bir
karşılaştıralım, bakalım ne göreceğiz.
Ancak, her şeye
rağmen, DİSK'in devrimci geleneğine bağlı kalarak bu
sendikalarda örgütlenen ve işten atıldıktan sonra gelip genel
kurulda kendilerini gösteren kardeşlerimiz DİSK'i hakiki DİSK
yapacaklar. Şanlı bir geçmişe sahip olan, bizim de gözbebeğimiz
gibi koruduğumuz DİSK'te örgütlenen işçilerin Genel Kurul
salonundaki konuşmaları, sloganları, davranışları DİSK'in
nasıl bir konfederasyon olması gerektiği konusunda bir ipucu
veriyor. Yeni dönemde, yeniden başlarken, DİSK onu yok etmek
isteyenlerin eline terk edilmeyecek. DİSK'in geçmişi, DİSK'i
unutturmak isteyenlere yeterli bir cevap olacaktır. Dün "çağdaş
sendikacılık" adıyla işverenlerle işbirliği önerenler nasıl
yok oldularsa, bugün emeği sermayenin yedeğine takmak isteyenler
aynı akıbetle karşılaşacaklar. Yeter ki kafalar net, mücadele
niyeti samimi, duruşlarımız kararlı olsun.