Türk edebiyat alemini, titizlikle falan değil, öylesine rastgele gözden geçirdiğimizde bile tarih öncesi ve
tarih sonrası nitelendirmesine yakın bir saptamada bulunmak gerektiği anlaşılıyor. Garp âlemi tezgahlarında, bayatlamış tarihin sonu tezlerinin yeni ambalaja sarmalanıp ithal malına düşkün Türkiyeli'ye pazarlanmasının üzerinden çok geçmedi. Çok geçmedi ve kimi uyanıklar iyi satan bu ürünlerin yerli taklidini üretmeye koyuldular. Edebi ürün açısından bu gerçekliği, kimi
edebi şahsiyet!lerimizin "Duvar (The Wall) öncesi" ve "Duvar (The Wall) sonrası" edebi! tarzları olarak adlandırmak mümkün görülüyor.
Bu arada, Duvar sonrası edebiyat pazarının cezbediciliğinden olacak, Duvar öncesi tarihini edebiyatçı olarak yaşamamış olduğunu açıkyüreklilikle belirten, bir iki geçmiş edebi denemesini de, naftalinleyip dolaba kaldırdığı politik bohçasının içinde unutmuş olup, anımsatıldığında hayretle gözlerini açan kimileri, Duvar sonrası edebiyat akımlarının heveskâr öncüleri olmaya soyunmuş bulunuyorlar. Bunlar Duvar öncesini hiç yaşamamış olanlar ve zamanın gereklerini yuppie hızıyla kavrayan edebiyat heveskârları için de parlak birer yol göstericidirler.
Oya Baydar bunlardan biridir ve türünün en şayan-ı dikkat örneğini oluşturuyor. Politik göçmen konumunda iken l989'da Türkiye topraklarının dışındadır ve Duvar'ın yıkılışına tanık olur. Yıkıntının altında kalıp ezildiğini duyumsar. Ancak, Duvar öncesi Oya Baydar kişiliği için unutulmayacak bir şey gerçekleşir. Sarsıntıyla birlikte toplumsal kişiliğin çözülüşü ve bireysel kişiliğin (ben) şizofreni hızlandırıcılığı eşliğinde öne çıkışıdır beklenmedik olan.
Yumuşak geçişlerini, Yeni Düşün dergisindeki "Genç arkadaşa... genç dostuma mektuplar... vb." şeklinde izlemiş olduğumuz bu süreç, Türkiye topraklarına dönüş aşamasında Elveda Alyoşa isimli öykü kitabıyla net bir biçim alır. Tarihin sonu tezlerindeki yeni piyasa açılımlarını keşfetmiş olanların ödül!lü (l99l Sait Faik Ödülü) teşvikleri ile yoluna devam ederek, l993 yılında Kedi Mektupları (l993 Yunus Nadi Roman Ödülü) ve şimdilerde 3. baskısını yapmış bulunan Hiç Bir Yere Dönüş çalışmalarını ortaya çıkarır. Her üç çalışmasıyla Oya Baydar Duvar sonrası edebiyatçılar kuşağının yazım tarzını en iyi simgeleyenlerden biri olmaya hak kazanmıştır.
Ancak, piyasa cazibesiyle henüz başı dönmemiş, objektif kriterleri kullanmaya kararlı olan edebiyat eleştirmenlerinin bu çalışmaları değerlendirebilmesi için ek bir uzmanlık bilgisine ihtiyaç duyacakları kesindir. Bu uzmanlık bilgisi Psikoloji, hatta Psikiyatri olacaktır. Biz, aflarına sığınıp haddimizi aşarak kendilerine, belki yararlı olur düşüncesiyle, Hiç Bir Yere Dönüş (3.bs) isimli çalışmanın l74. sayfasından bir paragrafı aktarmayı gerekli görüyoruz:
"Hayır, bu şehre bir daha dönmemeliydi. Dönüşün çaresiz bir paganın putları yıkılmış bir Kâbe'ye dönüşü kadar acı olacağını seziyordu. Yine de, ihanet eden sevgilinin kezzapla parçalanmış yüzünü son bir kez daha görmek ister gibi, acıyı sonuna kadar, katıksız yaşamak ve noktayı koyabilmek için döndü." (Hiç Bir Yere Dönüş, s. l74)
Oya Baydar, ihanet eden sevgilinin yüzünü kezzapla parçalayan bir sadist, ve sonra geri dönüp sevgilinin parçalanmış yüzüne bakarak acı duymak isteyen bir mazohist kişiliktir. Oya Baydar, tarihi toplumsal kişilikle değil, bireyci "ben" kişiselliğiyle algılamış olduğunu, başlangıcından bugüne "ben" kaygısıyla devinimde bulunduğunu ifşa! etmek için öykü ve roman namı altında üç çalışma ortaya koymuştur.
Bu topraklar için tarihin sonu tezlerinden çıkar umarak edebiyatı piyasalaştıranlar, Oya Baydar "tarz"ını edebi ilan ederek ödüllendirmiş, teşvik etmişlerdir. Edebi! olarak ilan edilen bu tarz, tarihin sonuna inanç ve bir zamanla sevilmiş olanın (sosyalizm) yüzünü kezzapla parçalamak tarzıdır. Gözü dönmüş ölçülerdeki, bireyci "ben" varlığa yar olmayanın olmazsa olmaz biçimde yok edilmesi tarzıdır. Bunun için bir zamanlar "toplumsal ben" varlığa sahip olduğu yanılgısını uyandıranların, bu yanılgıyı uyandırmada epeyce ileri gitmiş olanların edebiyat! yapması şart olmuştur.
Oya Baydar gibi; sosyoloji asistanı olarak "Türkiye'de İşçi Sınıfının Doğuşu" konulu doktora tezi reddedildiğinde koskoca bir üniversite gençliği kitlesini Deniz Gezmiş önderliğinde boykot ve işgallere yönlendiren, kitabının ilk baskısı ve Almanya'daki ikinci baskısının sunusuna "Devrimci Yoldaşlarıma..." diye başlamış olan ve onsekiz yaşında ipe çekilen yoldaş!larına başından sonuna risk almadan yürüttüğü politik kariyer taşıyıcılığıyla elli yaşına geldiğinde ihanet eden birinin durumdan vazife çıkarması şart olmuştur.
Günümüz Türk Edebiyatı, tarihsel sürecini psikopatolojik çözülmelerin yazıya dökülmesi olarak sürdürmeye kararlı görünmektedir. Gözünü Garp âleminin taleplerine dikmiş, toplumsal ve kişisel tarihinden nefret duymaya koşullanmış, bu toprakların insanlık dramını ün, ünvan, dolar uğruna bilincinden ve ruhundan kovalamış bir sözde edebiyat ve sözde edebi kişilikler patolojisi ortalığı sarmış bulunuyor. Edebiyat işbirlikçi tekelci şirketlerin konu ısmarladığı bir yazın türüne dönüştü. Bu dönemin edebiyatı ısmarlama edebiyattır. Evrenselleşmek! hamhayali uğruna Türkiye tarihini sıfırlama, Türkiye topraklarını gözden çıkarma şartlandırmasını yaymaya soyunmuştur. Bunlar edebiyatçı değil, işbirlikçi misyonerlerdir. Gelmişe geçmişe, yapılana, edilene küfür, karalama, aşağılama, yazıklanma, sızlanma; ikiyüz, üçyüz sayfalık kitaplarla çiçek, böcek, rakı, şarap, Yorgo, kedi, sincap, terapiye dönüşmüş cinsellik sahneleriyle sarmalanıp edebiyat diye okuyucu önüne çıkarılmaktadır. Bu tarz yapıtlar, bayağı oluşları bir yana; en hafif deyimiyle yalancılık ve ikiyüzlülük kokmaktadır aynı zamanda. Okuyucunun pek çoğu bu edebi! ödüllü edebiyatçılarımızı tanımayabilir ama biz çok yakından tanıyoruz kendilerini.
"Hiç Bir Yere Dönüş" diyor Oya Baydar. Kitapları okuyanlar bilir, Elveda Alyoşa, Kedi Mektupları gibi, bu kitap da özyaşamöyküsel ağırlıklı olduğu izlenimi veriyor insana. Kitabın isminden başlayalım. Oya Baydar inandırıcı mıdır? Hiç Bir Yere mi dönmüştür? Bilindiği kadarıyla Almanya'da bastırdığı ve önsözünde birinci baskısından daha da kararlı ve inançlı görünen "Devrimci yoldaşlarıma..." sunulu kitabını ortalıktan bizzat toplayıp Tarih Vakfı'ndaki uzmanlık koltuğuna yerleşmiştir. Bilindiği kadarıyla burası "Hiç Bir Yer" değil, Türkiye tarihini gelmişiyle geçmişiyle iktidarsızlaştırmayı erekleyen, belge, bilgi, dokümantasyon didiklemesi yapıp Garp âlemine pazarlayan bir kurum durumundadır. Bu kurumun uzmanları da yaşam düzeyi olarak Türkiye ortalamasının epeyi üzerinde bir konuma sahiptirler. Oya Baydar'ın, çalışmasının sonundaki orman kulübesinde inzivaya çekilme şeklindeki yol göstericiliğine kimse aldanmasın. Oya Baydar'ın gerçekteki "Hiç Bir Yer"i, ruhunu sisteme satmaya her an hazır kimileri için oldukça caziptir; ola ki birileri ağdalı sözcüklerin etkisinde kalıp dağa ormana çekilmesin diye uyarmayı gerekli görüyoruz. Oya Baydar gibileri "Hiç Bir Yer"de değil, heryerde her an hazır ve nazır durumdadır. Düzen, kollarını, kapılarını, koltuklarını açmış onları beklemektedir. Yeter ki bu yeni edebiyat! müritleri Türkiye'nin geçmişte yaşadığı, gördüğü geçirdiği en onurlu günlerin içinde yaşamış, bulaşmış, tanıklık etmiş bulunsunlar...
"Yenildik..."diyor Oya Baydar. Oya Baydar tarzı çalışan pek çok piyasa edebiyatçısı da tekerleme etmiş bu sözcüğü. "Yenildik..." Oya Baydar'ı övmek zorunda! olan kimi edebiyat yapıtı sözde yorumcusu da bu ağdalı sözün etkisinde kalıp, Şeyh Bedrettin'den mısralar ekleyerek bitiriyor yazısını. "Madem ki bu kerre mağlubuz..."
Boşuna timsah gözyaşları dökmesinler diye söylüyoruz: Yenilmedik! Yenilen düzen oldu, doğrusu bu. İşbirlikçi kapitalist egemenlik kan, gözyaşı, boşa akan alınterine dönüştürdü ortalığı. Düzen kuracağım diye ortaya çıkan hangi ideoloji, hangi toplumsal sistem ben halkımı bu ölçülere varan bir zulme uğratacağım diyebilirdi ki? Toplumsal düzen kuracaklardı, iddiaları buydu, sonuçları alındı. Geleceksiz bir Türkiye, düzen adına kaos yaşayan insanlar var ortada. Kim yenilmiş sayılıyor bu durumda? Oya Baydar gibileri bu iddianın ve bu sonuçları yaratanların gönüllü hizmetkârları oldular. Kul olup zalime boyun eğdiler. Zulme ortak oldular.
"Yenildik..." diyor Oya Baydar; onlar açısından bu söz doğru. Yenildiler! Ancak tarihi şaşırtmaya çalışmaya da kimsenin hakkı yok. Yenilenler, gönderme yaptığı geçmişi yaşayanlar değil, kendisi gibi olanlar, bu bilinmeli. Her adımda bireyci "ben" kaygısıyla hareket ettikleri halde, kişilikleri konusunda çok insanı yanıltmış olanlar tatmış bulunuyor asıl yenilgi duygusunu. Kolay mı? Sırtında o kadar ölü, bilinçaltına gizlenmiş binlerce onurlu insanın anısı ile ihtiyar bir bedeni ille de yaşatmak uğruna zulüm kapılarına kul olmak? Ne diyelim? Yenildiniz Oya Baydar. Neyse ki, iç bulandırıcı edebi! eserleriniz yalnızca ilgilisini rahatlatıyor. Her gece barlarda sabahlamak, her daim yanında Prozac bulundurmak, zırt pırt cinselliğin serin sularına dalmak mümkün olmuyor; eksikliği senin kitaplarınla tamamlayan okuyucu için hoş geldin.
Bu yazının bir kitabın tanıtımını içermediği düşünülebilir. Ancak edebiyatla ilgilenenlerin, öncelikle bu tarz çalışmaların edebi eser olup olmadığını tartmasında yarar vardır. Edebiyat yapıtı için yorum yapacakların edebiyat bilgisini epeyi zorlayan çalışmalar yapan Oya Baydar, gerçekte bir ideoloji aktarıcısıdır. Sistemin ideolojisini aklamak, geçmişteki onuru, kimlikleri, kişilikleri hiçleştirmek, bilinçlerden ve ruhlardan kazımak için bir "tarz"da ustalaşmaya çabalayan sistem misyoneri konumundadır. Oya Baydar'ın çalışmalarına edebi yapıt damgasını vuranlar, ödüllerle teşvik edenler, Türk Edebiyatı tarihine ihanet ediyorlar. Şizofrenik içdökümleri ancak psikiyatri koltuklarında yapılabilecek ve psikiyatristlerin kayıtlarına geçecek dokümanlar olabilir. Bu dokümanlardan bir edebi! eser çıkarmak Türk Edebiyatının günümüzdeki acıklı halini gösteriyor.
Ne diyelim, keşke gerçek olsa, keşke bu heveskârlar gerçekten "Hiç Bir Yere Dönüş"!lerinde samimi olsalar...