Vedat Türkali'nin son bir kaç aydır çok ses getiren ve çok satan kitabı "Güven", E adlı edebiyat dergisinin yazarlar arasında yaptığı anket tarafından "Yılın Romanı" dalında en iyi kitap seçildi. Hem kitabı, hem de E dergisini Gendaş adlı şirket yayınlıyor; bu nedenle yazar ve çizerlerin en iyiyi seçerken bu durumu gözönüne alıp almadıklarını bilmiyoruz, ama, Güven'in çok satan kitaplar arasında yer aldığı kesin. Türkiye'nin kültür hayatına katkı koyan, edebiyat alanına yeni açılımlar getiren kitapların yoğun bir reklam kampanyası sonucu olsa bile bir şekilde çok satar hale gelmesi bizleri de sevindirdi.
Bilindiği gibi Vedat Türkali daha kitabı yazma aşamasındayken basında bir çok röportaj yapmış ve kitabının ne türden yankılar yaratabileceğini hafifçe çıtlatmıştı. Kitap basılma aşamasına geldiğinde, onun anlaştığı ilk yayınevinin "sakıncalı" olabileceği gerekçesiyle kitabı basmaktan vazgeçmesi, yazarlar ve yayıncılar arasında tartışmaya ve polemiğe yol açmıştı. Böylesi değerlendirmeler de hem yazarın hem de Güven'in ilgi odağı olmasını sağlamıştı.
Kitabın ilgi çekmesinde, yazarın 1930 ve 40'ların TKP'sini "hem de birinci ağızdan" anlatacağını, "kitabın üzerinde 10 yıldan fazladır uğraştığını", dönem hakkında "bilinmeyenlere" ışık tutacağını söylemesi, ulaşılamayan bilgiler için Komintern belgelerine başvurduğu türünden beyanları da etkili olmuştur diye düşünüyoruz.
Gerçekten de Türkali'nin TKP'ye ilişkin bir kitap yazmaya başladığı uzun zamandır biliniyordu. Hatta, ülkenin politik atmosferinden uzaklaşmak ve daha rahat yazabilmek için evini bile Londra'ya taşımıştı. Arada bir Türkiye'ye uğradığında kitabın hangi aşamada olduğuna dair kimi bilgileri de gene basın aracılığıyla kamuoyuna iletiyordu. Yalnız, bu beyanlarından edinilen izlenim, kitabın bir tür otobiyografi olacağı yönündeydi. Kitabın kurgusu içinde Vedat Türkali'nin daha fazla yer alacağı, hatta kendi çevresinde gelişen olaylardan yola çıkarak tarihte yer alan insanlarımızı aktaracağı sanılıyordu. Belki de bu yanılgıya yakın zamanlarda Mina Urgan'ın da benzer bir anı kitabı çıkartması neden olmuştur.
Bildiğiniz gibi Ürün'de, bizce çok gerekli görülen kimi incelemeler dışında özel olarak kitap eleştirileri yer almıyor. Kitap tanıtımları yaptık, ama sürekli bir kitap eleştirisi köşemiz yok. Bu kitaba gösterdiğimiz ilgi, tahmin edilebileceği gibi Güven'in konusu. TKP'nin tarihine, bu anlamda Türkiye solunun tarihine ilişkin her eser, her belge, her bilgi doğal olarak bizim ilgi alanımıza giriyor. Parti tarihine yönelik yayınlar dergimizde tanıtılıyor; objektif ve belli bir niteliğe sahip yayınlar, bu alanda yeni araştırmacılar çıkmasını teşvik etmek için destekleniyor. Geçmişin bilinmeyenlerine -en azından geniş kitleler tarafından bilinmeyenlerine- eğilen, yaşanılanlara ışık tutabilecek tüm araştırmalar, yeni bilgi ve belgeler tarihimizin daha rahat ve objektif değerlendirilebilmesini, genç kuşakların el yordamıyla değil, yaşanılanların ışığında daha rahat ileriye doğru yürümesini sağlayacaktır.
Türkiye yayın dünyasına bakıldığında, son dönemde anı kitaplarının belli bir ilgi odağı haline geldiği farkedilir. Yukarıda sözünü ettiğimiz gibi, Mina Urgan'dan "Bir Dinozorun Anıları" iki kitap olarak çıktı. O da Abidin Dino'dan Nazım'a varan bir dizi simayla geçirdiği günleri anlattı. Yapı Kredi yayınlarından çıkan Mina Urgan'ın kitapları da çok sattı. Mina Urgan'ın kitabı çıktıktan sonra, eski İGD'li polisiye roman yazarı Ahmet Ümit, fonda Moskova'nın ve TKP'nin olduğu türü farklı bir roman yazdı. Güven tüm bunların üstüne geldi. İlginin böyle artarak devam etmesi umulur.
Saydığımız yazarların ortak özelliği belli bir politik geçmişe sahip olmalarıdır. Bu nedenle, farklı gündemlere sahip olduğumuz için henüz ele alamadığımız bu türden "politik" yazarlarımız, belki ileride kendilerini dergimiz sayfalarında görebilirler. Buna da çok şaşırmasınlar. Çünkü, insana bir ev kadınının anıları da ilgi çekici gelebilir; ama, eğer edebi bir özellik taşımıyorsa, bu çoğunlukla sadece onun çevresini etkisi altına alır. Ya da kalemine ve edebiyat bilgisine güvenen her insan bir polisiye roman yazabilir. Ama, eğer yazarlar politik bir arka plana sahip eserler verme niyeti taşırlarsa, kendilerine gelebilecek eleştiri ve övgülerin edebiyat sınırları dışına taşacağını da unutmamalıdırlar. Bu bağlamda, bir partinin tarihine ilişkin iyi veya kötü bir şeyler yazılırsa, bunun öncelikle o parti yandaşlarının ilgisini çekmesinden daha doğal bir şey olamaz herhalde.
Vedat Türkali'nin Güven romanına gelecek olursak, kitap iki ciltten ve birbirini takip eden 5 kitaptan oluşuyor. Roman aslında 4 kitap; beşinci kitap sadece üç dört sayfadan oluşuyor ve Türkali okurlarına öykünün devamını yazmaları dileğinde bulunuyor. Aynı yerde, roman kahramanlarının kitabın anlattığı kesitlerden sonra gerçek yaşamda neler yaptıklarını da aktarıyor.
Türkali'nin başarılı bir öykülemeci, roman yazarı olduğunu kabul etmek lazım. Ortalama bir okuyucunun ilgisini çekebilecek hemen her şey mevcut. Bir yanda TKP gibi illegal bir partinin ve üyelerinin gizlilik altında çalışmalar yürütmeleri. Diğer yanda kadın kahramanlardan birinin, gözaltı sonrasında politik mücadeleden vazgeçmesi ve eşcinsel ilişkiyi tercih etmesi. Kadın erkek cinselliğinin alabildiğine ayrıntılı aktarılması. Hemen her karakterin karşı cinsle çok rahat bir ilişkiye geçmesi. Kimisi açısından bu durumun abartıya kaçması, vs.
Romanda diyaloglardan olabildiğince kaçınan bir tarz seçilmiş. Olayların gelişimini ve olaylar arasındaki bağlantıları, kitabın bölümlemeleri aracılığıyla her seferinde bir başka karakterin ağzından, monologlar yoluyla öğreniyoruz.
Türkali'nin seçtiği karakterler bir dönemin toplumsal ve ekonomik panoramasını -Türkiye'nin en büyük şehri İstanbul'da yaşayanların gözüyle- neredeyse bütünüyle yansıtabilecek bir çeşitliliğe sahip. Kitabın arka kapak tanıtımda da belirtildiği gibi devrimci gençlerden, işadamlarına, MAH (bugünkü MİT) üyesi sivil polislerden burjuva bir ailenin sola eğilimli kızına kadar hemen her kesim bir ya da iki örnek karakterle değerlendirilmiş.
Türkali, romanın ana omurgasını TKP'yi arayan gençler üzerine oturtmuş. Çoğu Nazım'ın şiirlerini gizlice okuyarak komünist düşünceyle tanışan bu gençlerin el yordamıyla partiyi aramaları kitabın ana eksenini oluşturuyor. Bu gençlerin, bildikleri veya duydukları "eskilerle" ilişkileri, partiyi arama ve bulma sürecinde yaşadıkları iç gerilimler, dönem dönem umutsuzluğa kapılmaları, kimi zaman ise coşku dolu yaşadıkları tartışmalar gerçekçi biçimde yansıtılmış. Bu anlamıyla, kitabın TKP'li komünistlerin yaşamlarını objektif bir anlatımla romanlaştırdığı söylenebilir.
Kitapta, özellikle genç okuyucular açısından yararlı olabilecek pek çok nokta var. Türkali'nin olumsuz karakter olarak kitaba aldığı MAH üyesi, Hitler hayranı işadamının diğer istihbaratçılarla yaptığı konuşmalar, onun gizli polise girme süreci, teşkilat üyelerinin kendi aralarındaki yozlaşmış ve tamamen maddi çıkara dayalı ilişkiler, komünistlere dair düşünceleri vs. polisin çalışma ve eylem yöntemi konusunda belirli bir aydınlanma sağlıyor. Polisin iz üzerindeyken nasıl davrandığı, bildiği kimi olaylarda erken müdahale etmeyip kendi deyimiyle "iş"in olgunlaşmasını beklediği, sorgulama ve takip yöntemleri, farklı emniyet birimlerinin birbirleriyle ilişkileri yararlı bir bilgi kaynağı sunuyor.
Bunların dışında, romanda pek çok tanıdık sima ya diyaloglar yoluyla aktarılıyor; ya da roman kahramanlarının iç monologlarından sözkonusu kişiler hakkında bilgi sahibi olunuyor. Doktor Şefik Hüsnü ile Reşat Fuat kitapta anlatılan bölümlerde doğrudan yer alıyorlar. İ. Bilen, Zeki Baştımar, Hikmet Kıvılcımlı, Mihri Belli, Mehmet Bozışık ise haklarında kimi karakterlerin söyledikleriyle anılıyorlar. Bunlar dışında, kamuoyunca pek bilinmeyen ancak komünist mücadeleye emeği geçmiş pek çok dost insan, bir değerbilirlik gösterilerek adlarıyla anılmış.
TKP'yle bağlantılı tüm roman karakterleri topluca ele alındığında Türkali'nin genellikle olumlu ve övgüye değer bir yaklaşım sergilediği söylenebilir. TKP'nin, dönem gözönüne alındığında çok büyük zorluk ve özverilerle geçen mücadelesi farklı karakterlerin değerlendirmesiyle verilmiş. TKP'nin ağır baskı koşulları altında yürütmeye çalıştığı savaş sadece parti üyelerinin gözüyle değil, parti dışında duran, ama kendisini komünist sayan bir küçük burjuva aydınının gözüyle de aktarılmaya gayret edilmiş. Yurtdışındayken Fransız Komünist Partisi'ne üye olmuş, ülkeye dönünce ise, kısmen Stalin'e yönelik eleştirileri nedeniyle, kısmen de aşamadığı konformizmi nedeniyle komünistlerden uzak kalmış bir aydını tasvir eden Sahir Hoca karakterinin partili mücadeleye uzak kalması, Sahir Hocanın kendince bunu gerekçelendirmeye çalışması, yaşadığı çelişkiler, legal çalışma-illegal çalışma karşıtlığında verilmiş.
Hem romanda aktarıldığı biçimiyle, hem de Türkali'nin kitabın sonuna eklediği "ne oldular" sorusuna verdiği cevaptan öğrenildiği kadarıyla her anlamda en olumlu karakter olarak partili işçi Rahmi Usta gösteriliyor. Desantralizasyon kararı sonrasında uzun süredir atıl duran partiyi Reşat Fuat öncülüğünde ayağa kaldırmaya çalışanlardan Rahmi Ustanın, Sahir Hoca ile girdiği, adı tam konmamış bir Stalin-Troçki tartışması, faşist işgal altındaki Sovyetler Birliği'nin mutlaka savunulmasının gerekliliği gibi konular ikinci dünya savaşı sırasındaki dünya aydınlarının da belirli ölçülerde ayrışmasına yol açmış bir tartışmayı yansıtıyor. Parti üyesi Rahmi Ustanın romandaki özelliklerinden birisi de, Türkali'nin Komintern belgelerini onun ağzından yansıtmayı tercih etmesi olmuş. Gerek Komintern'in TKP hakkında aldığı "desantralizasyon" veya, diğer bir deyişle "separat" kararı, gerek Nazım'ın başını çektiği parti içindeki "İşçi Muhalefeti" hareketi hep Rahmi Ustanın ağzından aktarılıyor. Hem işçiliği boyunca girdiği ilişkilerle, hem de gözaltında sergilediği tavırla, partili bir komüniste örnek gösterebilecek özellikler taşıyor Rahmi Usta.
Örgütlü bir devrimci mücadeleye girmek isteyen ve bunun için de partiyi arayan gençlerin Türkali tarafından seçimi, adeta bir parti içinde temsil edilebilecek tüm toplumsal katmanların aynası işlevini görmüş. Biri köylü ve "köylü" tavırlarını sürdürmekte ısrarlı, heyecanlı, yapılanları yetersiz bulan bir yapıda. Diğeri, orta sınıf bir aileden gelen, belli ölçülerde lüks yaşamayı seven bir kişilik. Ayrıntılı anlatılan baş kahramanlardan biri ise öğrenci bir genç kadın. Kadının özelliği CHP'nin önde gelen milletvekillerinden birinin kızı olması. Bu kızın TKP'lilerle ilişkisi ise bir gönül bağı sonucunda, macera hevesiyle başlıyor.
Romanı okumak isteyenlerin ilgisini tümüyle yok etmemek için kahramanların daha ayrıntılı bir anlatımını yapmıyoruz. Bu yüzden, değerlendirmemizi Türkali'nin kimi yaklaşımlarını vererek sonlandırıyoruz.
Yukarıda değindiğimiz gibi, romanda sözü edilen arayış içindeki gençler, komünist düşünceyle Nazım'ın şiirlerini okuyarak başlıyorlar. Romanın geçtiği ikinci dünya savaşı esnasındaki yıllarda Nazım hep hapishanede ve hem aydınlar hem de üniversite öğrencileri gözünde bir efsane. Nazım'ın aynı şekilde iktidarın da bütün dikkatiyle eğildiği bir kişi olduğunu unutmayalım. Kitaptaki karakterlerin ağzından sürekli olarak "Nazım" sözünü, "onun için bir şey de yapamadık" yakınmasını ve onun şiirlerini duyuyoruz. Ancak, romanda geçen "Nazım'dan şiirler okudular" gibi bir tanımlamanın dışında, Türkali onun sadece bir şiirini kitaba almayı tercih etmiş. O da hangi şiiri dersiniz. Bugün tüm kemalistlerin ve Nazım'ı evcilleştirme kampanyasının bir parçası olmak isteyenlerin dillerine pelesenk ettikleri o bir parçacık övgü: "...sarışın bir kurda benziyordu, / mavi gözleri çakmak çakmaktı / bıraksalar..." (sayfa 154)
Mustafa Kemal ve ölümüne kadarki Atatürk dönemi özellikle gençlerin ağzından bir kaç kez aktarılıyor. Örneğin, gençler aralarında Mustafa Suphilerin katlini konuşurken, bunun Karabekir tayfasının, gerici ve yobazların işi olduğunu söylüyorlar. "Burjuva devrimcisi" olarak niteledikleri Atatürk'ün Rauf Beylere, Fethi Beylere oranla daha ilerici olduğu sonucuna da varıyorlar. Sonunda da "o öldükten sonra başladık geri geri gitmeye" tespitini yapıyorlar. (s. 153)
Gerçi haksızlık etmeyelim. Türkali, dönemi aktarırken, kemalizmin iki yüzünden de, TKP içerisinde tek parti dönemine yönelik farklı kimi değerlendirmelerden bahsetmiş. Bu kez, parti sözcüsü gibi rol oynayan Rahmi Ustanın ağzından ilerici yön taşıdığı iddia edilen kemalizmin Hikmet Kıvılcımlı'ya ve Nazım'a yaptıkları anlatılmış. "...Karşına devlet gücüyle karabasan gibi Kemalizm dikilmiş, neyi, nasıl değiştirebilirsin? İlerici Kemalizm! '36'da Marksizm Biblioteği'ni kurdu Doktor Hikmet. Parti kararı; yasal yayın yapacağız! Kapital çevirisine başlandı forma forma. Güzel kitapçıklar çıkarılıyor. Dayanamadılar; tuz buz etti her şeyi namussuzlar. Nazım gibi dev bir ozanı sindiremiyorlar; hiç bize göz açtırırlar mı?..." (s. 598)
Romanda Türkali'nin dikkati çeken bir diğer yönü, Boz Memet'ten Mihri Belli'ye, Doktor Hikmet'ten Reşat Fuat'a kadar tarafsız davranmaya çalışması olmuş. Bozışık hakkında İstanbul'a gelebilmiş olsaydı tütün işçilerini toparlayabilecek insan diye bahsediliyor. Mihri Belli için çalışkan, genç gibi sıfatlar kullanılıyor. Ama olumlu örneklerin yanısıra, Zeki Baştımar gibi TKP genel sekreterliğini yapan bir yoldaş hakkında, belki de sadece Türkali'nin kafasında bulunan olumsuz yargılarda bulunulmuş. Zeki Baştımar için, "evinde polisle pazarlık yapan" ve "birilerinin onayını almadan böyle bir şeyi yapacak kadar yürekli girişimci değildi" (s. 388) diyerek, sadece dedikodudan ibaret olayları yeniden ısıtmaya çalışması en azından hiç hoş kaçmamış.
Vedat Türkali'nin kendince tutturduğu bir denge içerisinde, hem olumlanan hem de olumsuzlanan yönleriyle aktardığı tüm bu karakterlerden sonra, sıra İ. Bilen'in anlatılmasına gelince, Türkali'nin anlatımı nedense birden bütünüyle olumsuzlayan bir tavra bürünmüş. Romanın gelişimi içerisinde çok çok dolaylı bir yere sahip olan İ. Bilen, üstelik de Rahmi Ustanın ağzından hakaretlere uğruyor. Üstüne üstlük, bu hakaretler sayfalarca tekrar ediliyor. (birinci cilt, s. 389; ikinci cilt s. 74; s. 89) Hani, kurgunun zorlaması dense, gene itiraz edilmeyecek; ama Bilen'le ilgili eleştiri ötesi küfürler öyle bir şekilde yerleştirilmiş ki, açıkça insanda "araya parça alınmış" duygusu uyandırıyor. Böyle olunca da insan haliyle sebebini merak etmekten kendini alamıyor ve Türkali'nin romanın bütününde devam eden olgun tavrına yakıştıramıyor.
Acaba, Türkali'nin İ. Bilen'e böylesine ağır yüklenmesinin altında yatan neden, gerçek yaşamlarında bir dönemler ayrı saflarda yer alan Hikmet Kıvılcımlı ile İsmail Bilen ayrışmasında, Türkali'nin Kıvılcımlı yanında saf tutması olabilir mi? Nedeni ne olursa olsun, bunca yıl sonra artık nesnel değerlendirilmeyi hak etmiş insanlarımızın bu denli ölçüsüzce kötü tanıtılması, bundan sonra yok olmasını dilediğimiz, kişilere dayalı saflaşmanın yeniden ve yeniden üretilmesi anlamına gelmez mi? Bir dönem çok yakın mücadele yürütmüş ve defalarca soruşturmaya uğramış insanlar arasında gerilimlerin doğmasını normal karşılamak gerekmez mi? Herkesin sağduyulu ve olgun davranmasını beklemenin gerekli olduğunu biz de biliyoruz; ancak gerçek hayatta durumun bu şekilde gelişmediğinin de farkındayız. Bugün bile, büyük çaplı operasyonların ardından aynı yapıdaki insanlar arasında bile gruplaşmalar oluyor. Tarafların siyasi bilincine bağlı olarak bu gruplaşmalar keskinleşebiliyor da, küllenip yok olabiliyor da. Ki, kişisel bir sorundan kaynaklanan kimi taraflaşmaların, yıllar sonra karşımıza farklı siyasi gruplar olarak çıktığını en iyi bilebilecek insanlardan birisi de, herhalde Türkali'dir.
Bu konuda daha çok şey söylenebilir. Türkali'nin kitabın yeni basımlarında veya bundan sonra yazmayı planladığı romanlarında biraz daha dikkatli olmasını beklemek, özellikle önderlerin simgesel anlamına önem verenler açısından bir hak olsa gerek.
Vedat Türkali, Nâzım'ın yanlış anlaması yüzünden başlatılan tutuklamalardan da bahsetmiş. Olayı bilmeyenler için özetleyelim. Nazım'ın hapisten çıktığı ama sürekli polis takibi altında olduğu günlerde, bir harbiye öğrencisi, arkadaşları adına Nazım'a gidip marksist kitaplar istiyor. Nazım da, bunun bir polis oyunu olduğundan şüphelenip "alın şunu başımdan" diye emniyete telefon açıyor. Bunun üzerine başlatılan soruşturma genişliyor. Vedat Türkali, romanda bu olay üzerine, Hikmet Kıvılcımlı'nın Nazım'ı büyük sorumsuzlukla suçladığını iddia ediyor. (ikinci cilt, s. 193)
Sonuç olarak, nasıl bir kitap sorusuna gelecek olursak, bu kitap, bizim yukarıda anlattığımız konularda gösterdiğimiz hassasiyetin gözönüne alınması koşuluyla, tarihimizi öğrenmeye istekli herkese tavsiye edilebilecek nitelikte diye düşünüyoruz. Türkali'nin belgelere dayandırdığı parti içi tartışmalar, dünya komünist hareketinin kemalizm değerlendirmesi, Komintern-TKP ilişkileri, partinin kapkaranlık baskı yıllarında bile tek muhalefet odağı olmayı başarabilmesi, Şeyh Sait isyanından, Dersim olaylarına kadar TKP'nin tutumu, CHP'nin bir kaç farklı açıdan değerlendirilmesi, bilmeyenlere olduğu kadar bilenlere de ilginç gelecek kanısındayız.
Düşüncelerini bir türlü yaygınlaştırabilme olanağı bulamayan, hiçbir zaman yasal yayın çıkartmasına müsaade edilmeyen TKP'nin, her şeye rağmen toparlanmayı başarabilmesi, örgütlü mücadeleye katılacak insanların sayısı ne kadar az olursa olsun, mutlaka partili bir mücadeleye başlanması, dağınıklığın tercih edilen bir durum sonucunda değil, zorunluluklardan dolayı yaşanması, gençlere, azınlıklara, ezilenlere verilen önem kitap boyunca ayrıntılarıyla aktarılıyor.
Hem bu bilgilerden mahrum kalmamak, hem tarihimizi daha farklı yönlerden değerlendirebilmek, hem geçmişimize bir ayna tutabilmek ve bunu geleceğe yansıtabilmek için her belgenin, her bilginin alabildiğine ayrıntılı irdelenmesine ihtiyacımız var. Türkali bu dediklerimizi belli ölçülerde sağlamayı başarmış. Umarız, Türkali'nin kitabı, o dönemi doğrudan yaşayanlar tarafından da değerlendirilir ve bir dönemin acıları, özverileri, kahramanlıkları, korkaklıkları, kısacası, bir dönemin o sevilesi insanları gün ışığına çıkartılır.
Güven, (iki cilt), Gendaş Yayınları, 1999 İstanbul