Sosyalist Dergi: 21 |  Onur Balcı |
FIRAT (HRANT) KANIYOR!

Hrant Dink'in 19 Ocak 2007'de, öğleden sonra bir vakitte öldürüldüğü haberini aldıktan sonra akla ilk gelenler arasında "yine mi?" sorusu da vardı. "Yine mi bir faili meçhul cinayetler dönemi başlıyor?" Çünkü bu topraklar hiç de yabancı değildi egemenlerin bu tip saldırılarına. Bu topraklar az insanını yitirmedi böylesi hain pusularda, nice yiğit pırıl pırıl insanını… Tekrardan hatırladık bizim gibi ülkelerde demokrasi mücadelesinin çetin olduğunu ve kimsenin bir lütuf gibi örgütlenme, düşünme özgürlüğünü bize vermeyeceğini. Ne yazık ki bunun için de dövüşmek hem de çok çetin mücadelelerden geçmek gerekecekti.

Sosyalist dostumuz Hrant Dink'in cinayeti de diğerleri gibi işlendi: Göz göre göre! Çok uzun bir zamana yayılmış bir hedef gösterme ve yalnızlaştırma kampanyası, uyduruk hukuksal süreçler, saçma sapan yargı kararları derken, tehdit mektupları, valiliğe çağrılıp "uyarılmalar" ve ardından pervasızca işlenen bir cinayet. Bu süreç bizim için çok tanıdık. Türkiye'nin tarihi bu tipten cinayetlerin tezgahlanması ile dolu zaten. Ama artık yeni bir moda var. Önceden failler (tetikçiler) bile meçhul kalırken artık tetikçiler yakalanıyor. Hatta ortaya bir takım azmettiriciler de çıkıyor ama işin asıl sorumluları bir türlü bulunmuyor. Kamuoyu bir bozuk para gibi harcanan isimlerden başkalarını duymuyor, görmüyor. Mesele kendini bilmez kişilerin kurdukları aşırı milliyetçi örgütçüklere indirgeniyor ve cinayetlerden sonra bunların açığa çıkartılmasıyla meselenin üstünün örtülmesi telaşı başlıyor. Bir de bütün bunlarla birlikte ortada bir derin devlet laflarıdır gidiyor. Bu da enflasyon canavarı, trafik canavarı gibi hayali bir "mahluk"a döndürülüyor ve asıl sorumlular gün ışığına çıkartılmıyor. Dedik ya biz bu filmi çok gördük.

Katiller hazırlanıyor
Katillerin hazırlıkları çok önceden başlamıştı. İşlerini kolaylaştıracak ırkçı zemin ise egemenler tarafından başta Kürtler olmak üzere tüm uluslara düşmanlık temelinde oluşturulmuş ve 301. madde provokasyonlarıyla kolayca yönlendirilebilir hale gelmişti.

Irkçı zeminin yükseltilmesinde önemli belirleyicilerden biri ateşkes süreci ile birlikte Kürt-Türk halkları arasındaki, onların deyimiyle "lüzumsuz" (!) yumuşama ve Kürtlerin siyaset alanında tutunmalarının önlenmesi çabası bir diğeri ise Amerikan karşıtlığı temelinde yükselen milliyetçi duyguların işbirlikçi egemenlere yönlendirilmesinin önüne geçmek, hedef şaşırtmak ve halkları birbirine kırdırmaktı. Yükselen Amerikan karşıtlığı hemen ırkçı/gerici söylemlerle ehlileştirilmeli, "dost ve müttefik ülkeyi" rahatsız etmekten çıkarılmalıydı. Bunun için de başta "kafası karışmış" gazeteciye, yazara, sanatçıya… hadlerini bildirmek ve onları "hizaya" sokmak gerekirdi.

"Vatan kurtaran aslanlar" ise yaratılan ırkçı provokasyonlar nedeniyle iyice gerginleşmiş ve kendilerine hedefler bulma arayışına girmişlerdi bile. Ortalarda ırkçı çeteler kol geziyordu. Bu çeteler, egemenler tarafından denetlenmeye, eğitilmeye başlamışlardı bile. Hatta bu çerçevede ufak tefek bazı saldırılarla yeni silahın ne kadar etkin olduğunu sınamaya çalıştılar. Mesela bir Mc Donald's Şubesi bombalandı, mesela Trabzon'da bir papaz öldürüldü…

Tamamen kontrollü bir şekilde yükseltilen ve tamamen kontrol altında tutulan bu ırkçı şiddetin önüne 301. madde aracılığıyla yeni hedefler konulmaya başlanmıştı bile. Bir çok ünlü/ünsüz aydın, yazar, gazeteci ne olduğu henüz tam olarak tanımlanamamış "Türklük" denilen şeye hakaretten soruşturulmaya, yargılanmaya başladı. Her duruşma ırkçı çetelerin histerik krizlerine sahne oluyor, faşistler kan akıtmak için yeminler ediyor, kamuoyunun önünde insanlar tehdit ediliyordu. Bu hengamenin içinde yeni hedef iyice belirlenmeye başlamıştı: Türkiye'de yaşayan Ermenilerin sivil önderi, Ermenileri cemaat olma halinden çıkarmaya başlayan, son derece uzlaşmacı kişiliğiyle Türk-Ermeni dostluğunun temellerini atabilecek yönleriyle öne çıkan, sosyalist bir yurtsever aydın olan Hrant Dink. Zaten 2002'de Urfa'da katıldığı bir panelde "ben Türk değilim, Türkiyeli bir Ermeniyim" dediği için "Türklüğe" hakaretten yargılanmaya başlayarak ırkçı-faşist çeteler için işaretlenmişti. Üç yıl süren davanın sonucunda beraat etse de egemen güçler Türk-Ermeni ilişkilerinde oldukça yapıcı bir tutum alan ve sorunun ortadan kalkması için makul, mantıklı öneriler ileri sürerek dikkatleri üzerine toplayan Dink'i hedef tahtasına yerleştirmişlerdi artık. Hrant Dink'i yeni yeni soruşturmalar ve davalar bekliyordu. Bu arada içinde resmi makamlar da olmak üzere bir çok yerden de tehditler almaya başlayacaktı. Böylece katıldığı her ortamda derdini anlatabilen, Türk-Ermeni dostluğu için çalıştığını hissettirebilen bir insan olan Hrant Dink'in sesini ırkçı histerinin çıkardığı gürültülerde boğmaya başladılar ve belli çevreler artık ondan yavaş yavaş "Türk düşmanı Ermeni!" diye bahsetmeye başladı.

Hrant Dink'in bütün kamuoyu tarafından tanınmasını yani iyice boy hedefi olarak ortaya çıkartılmasını sağlayan süreç ise , genel yayın yönetmenliğini yaptığı Agos gazetesinde, kendi yazdığı, "Ermeni Kimliği Üzerine" adlı 8 makalelik yazı dizisi yüzünden "Türklüğe" hakaret ettiği gerekçesiyle ceza alması ve cezanın Yargıtay tarafından onanmasıyla başladı. Artık insanların çoğu yazısında nelerden bahsettiğini ve gerçekten "Türklüğe" hakaret niyeti taşıyıp taşımadığını anlamaya çalışmayacaktı. Durum "kesinleşmişti." Oysa Hrant Dink, 7 Kasım 2003-13 Şubat 2004 tarihleri arasında yayınladığı yazı dizisinde "Türklüğe", Türk milletine, Türklere hakaret etmemişti. Zaten yargılanma sürecindeki bilirkişi raporu da bu yöndeydi. Bu rapora rağmen ceza almıştı. Dink, yazılarında, Ermeni kimliğinin oluşumu ve tarihsel gelişimi üzerine ayrıntılı bilgiler vererek, Ermeni kimliğinin bugünü ile ilgili kendi önerilerini sıralamaktaydı. Söz konusu yazılarda, Ermeni kimliğinin Türklere soykırımı kabul ettirmeye odaklanmasını, kimliğin bu noktadan tanımlanmasının yanlış olduğunu belirten Dink, Ermenilerin bağımsız Ermenistan Devleti'nin varlığına yoğunlaşarak bir kimlik oluşturmasının öneminden bahsetmekte ve "Kimliksel dinginliğini 'Türk'ün olumsuz ve kayıtsız varlığına kilitleyen Ermeni dünyasının, tüm ortak performansını dünya üzerinden 'Türk'e baskı uygulamaya ve soykırımı kabul ettirmeye ayırması, ne yazık ki kimliğin uyanışını erteleyen koca bir zaman kaybından başka bir şey değildir."   diye belirtmişti. Ermeni kimliğinin gelişimini bu açıdan değerlendiren Dink, "Ermeni kimliğinin 'Türk'ten kurtuluşunun yolu gayet basittir: 'Türk'le uğraşmamak..."  önerisini getirmektedir. İşte "… 'Türk'ten boşalacak o zehirli kan…" derken de bundan bahsetmektedir. Yani Türklerin kanı zehirlidir diye bir düşünce öne sürmemekte, aksine bu (Türklere düşmanlık) fikirleriyle dolu olan Ermeni zihninin sakatlığını işaret etmektedir.

Süreç hızlanırken
Hrant Dink'e karşı yönelmiş bu haksız, asılsız ve çirkin karalama kampanyası sürerken, düşünce özgürlüğünün önündeki engellerden biri olan 301. madde üzerindeki tartışmalar da hızlanmıştı. Bu madde "Türklüğü, Cumhuriyeti, Hükümeti, Yargı organlarını, askeri kurumları, emniyet teşkilatını" aşağılamak fiillerini kapsamakla birlikte, eleştiri ve aşağılama arasındaki ayrımın net olarak ortaya konulamaması yüzünden Türkiye'deki sansürcü zihniyetin önemli bir dayanağını oluşturuyor. Ayrıca yasada geçen "Türklük" kavramını henüz tam olarak tanımlayan yok. Buradan hareketle gazetecilerin, yazarların ve sanatçıların bir kısmı ile aydınlar yasaya karşı tepkilerini açıkça dile getiriyorlar, yasanın meşruiyetini tartışılır hale getiriyorlardı. Ülkemizin egemen güçleri için yasanın bir başka önemli boyutu daha vardı. Bu yasa aracılığıyla "Ermeni soykırımı yapılmıştır" demek suç sayılabiliyordu. Böylece tarihsel ve vicdani konuların üstüne yasa gücüyle hücum etmek, tarihsel gerçekleri kendi bildikleri gibi değiştirmek ve bunlara karşı çıkanlara cezalar yağdırma "haklarını" güvence altında tutuyorlardı. Tabii 301. madde tartışmaları egemenler ve gerici güçler tarafından hemen soykırım tartışmalarına çekildi ve "301. madde kalkarsa soykırım tanınır, daha sonra da Ermenilere tazminat ve toprak vermek zorunda kalırız. Bu yasaya karşı çıkanlar vatan hainidir." savunması yapılmaya başlandı. Böylece hem 301. madde korunmaya çalıştılar hem de Hrant Dink'i tam bir boy hedefi haline getirdiler.

Bu süreçte belirtilmeden geçilemeyecek bir konu da CHP'nin 301. madde tartışmalarındaki tutumudur. 301 karşıtı tepkinin artması ve AB'den de 301'in kaldırılması yönünde baskılarla karşılaşılması karşısında bunalan hükümet 301. maddede "yapılabilecek" değişikliklerle ilgili muhalefetle görüşebileceğini duyurmuştu. Bu açıklamaya Baykal "Hükümet Türklüğe hakareti serbest bırakmaya çalışıyor. Biz buna karşıyız. Başka kapıya gitsinler…" şeklinde bir tepki vermişti. Böylece normal olarak demokrasi ve düşünce özgürlüğünün gelişmesi doğrultusunda tutum alması beklenen CHP kendisine inananlar başta olmak üzere birçok kesimde şaşkınlık yaratmıştı. CHP yönetimi AKP ile demokratik alanlarda değil ırkçılıkta yarışmaya girişmişti.

Bu sıralarda Fransa meclisinin kabul ettiği "Ermeni soykırımın inkarının suç sayılması" yönündeki karar gündeme bomba gibi düştü ve 301. madde çevresinde kopan fırtınaları daha da hızlandırdı. Bu karar Türk-Ermeni dostluğu girişimlerine zarar verecek bir karar olarak Hrant Dink ve ülkemizin ilerici güçleri tarafından tepkiyle karşılandı. Fakat Hrant Dink ırkçılarda artan öfkenin hedefi olmaktan çıkamıyordu. Sanki Fransa'da alınan kararın sorumlusu oydu. Oysa bu karara şiddetle karşı çıkmış: "Karar çıktığında Paris'e gider Ermeni soykırımı olmamıştır derim. Ardından Ankara'ya gelir Ermeni soykırımı olmuştur derim." demişti. Ama nafile! Artık "birileri" Hrant Dink'i duymuyordu!

Güvercinleri de vururlar!
Hrant Dink, bütün bu ırkçı-gerici propagandanın, bir çok kesim tarafından açık hedef olarak gösterilmesinin ardından, 19 Ocak 2007 günü Şişli Halaskârgazi Caddesi üzerindeki Agos Gazetesi'nin çıkışında saat üç sıraları yakın mesafeden sıkılan üç mermi ile öldürüldü. Öldürülmeden önce Agos'ta yayınlanması için yazdığı son makalesinde kendi durumunu anlatan bir başlık kullanmıştı: "Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği." Ve yazısını şöyle bitiriyordu: "... Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım. Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce."

Ama olmadı işte! Bu ülkede, bu dünyada güvercinleri de vuruyorlar. İşte yine vurdular.
Evet! Hrant Dink'e sıkılan kurşunlar tüm Türkiye'ye sıkılmıştı ama en çok da düşünce özgürlüğünü savunanlara sıkılmıştı. 301. madde konusunda, azınlıklar meselesinde, soykırım tartışmalarında, Kürt sorununda... kafası karışmışlar derhal düzene sokulmalıydı. Tıpkı daha önce işlenen "faili meçhul" cinayetlerde olduğu gibi tıpkı 1999'daki andıç  olayında olduğu gibi... Hrant Dink'in öldürülmesi de böyle bir saldırının parçası işte. Bu cinayet; sistemle sorunu olsun olmasın resmi görüşün dışında fikirler ileri süren liberalinden, ilericisine bütün bir gazeteci, yazar, sanatçı ve aydınlara; yurttaşımız olsun olmasın bütün Ermenilere; Kürtlere ve ulusal baskıya maruz kalan bütün gruplara; barış özlemlerini, halkların kardeşliğini haykıranlara; 301. maddeye karşı çıkanlara... ciddi bir gözdağı vermek için barbarca işlenmiştir. Türkiye halkları yiğit, yurtsever bir aydınını kaybederek egemenlerin uyguladığı baskı politikalarının bedelini ödedi. Artık ne yapılırsa yapılsın Hrant Dink'i geri getirmenin imkânı yoktu. Bu yüzden Türkiye halkları, ilericileri cinayet haberini alır almaz tepkilerini örgütlemeye, halkların kardeşliğine, barışa ve halklar arası diyaloga sahip çıkmak için harekete geçmeye başlattı. Çünkü Hrant Dink ancak böyle yaşatılabilir.

Hant Dink'in ardından: "Hepimiz Hrant'ız! Hepimiz Ermeniyiz!"
Cinayet haberi duyulur duyulmaz bir çok kişi Agos Gazetesi'nin önüne koştu. Hrant Dink'in bedeni Gazete önünden ambulansa konulurken başlayan sloganlar bir daha susmadı desek yeridir. İnsanlar hep bir ağızdan "Hepimiz Hrant'ız! Hepimiz Ermeniyiz!" diye bağırıyorlardı. Gazetenin önünde toplananların bir kısmı Taksim Meydanı'na yürüdüler ve orada oturma eylemi yapmaya başladılar. Saat 19:00'da, Taksim Meydanında bekledikçe büyüyen kalabalık, tekrar Agos Gazetesi'ne doğru yürüdü. İlk günde kendiliğinden meydana gelen ve katılımın beklenenden çok daha yüksek olduğu bu protesto herkesi şaşırtmıştı. İnsanlar "meğer ne kadar da çokmuşuz" diye konuşuyorlardı.

Cenaze töreni ise, cinayeti işleyenlerin, bu cinayet için gerekli zemini ve desteği yaratanların, bütün bir ırkçı-gerici-militarist çevrelerin yüzünde bir tokat gibi patladı. Cenaze törenini Hrant Dink'in ailesi, Agos Gazetesi, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, meslek odaları ve siyasi örgütler hep birlikte 23 Ocak 2007 Salı günü gerçekleştirdiler. Hükümetin devlet töreni düzenleme önerisi reddedildi. Kesin bir rakam olmamakla birlikte, en az 120 bin ila 200 bin kişinin katıldığı cenaze töreni tam bir halkların kardeşliği gösterisine döndü. Kimse bu kadar büyük bir tepkiyi beklemiyordu. Bu şaşkınlık medya kuruluşlarının ilk dönemki tutumları ve son dönemki tutumları incelendiğinde daha net olarak anlaşılıyor. İlk günlerde tepkinin büyüklüğü karşısında, demokrasi havarisi ve halkların kardeşliğinin yılmaz savunucusu olarak görünen medya kuruluşları hemen birkaç gün sonra ağız değiştirmeye başladı ve eski hattına geri döndü.

Buna karşın bazı çevrelerin cenazeye katılmadığı ve katılanların attığı "Hepimiz Ermeniyiz!" sloganlarına tepki gösterdiği görüldü. Irkçı-gerici-faşist güçlerin cenaze törenine katılmamasını anlamak mümkün elbette, ama kendisine sol diyenlerin cenazeye katılmaması üzerinde durulması gereken bir konu. Bunların bir kısmı hakikatten lafta sol özünde artık işi ulusalcılık adı altında ırkçılığa kadar vardıranlardı. Irkçı şiddet zemininin yaratılmasında payları olan bu çevrelerin ellerindeki kan izleri dolayısıyla cenazeye katılmadığını düşünmek gerekir herhalde. Bu çevreler cenazeye katılanları da ne yaptığını bilmemekle hatta ajanlıkla suçlamaktan da geri durmadılar. Utanmasalar Hrant Dink'in ölümüne alkış tutacaklar. Bir de bu şoven kulvarda henüz "utangaçça" yer alan SİP, cenazeye "liberal bir gösteriye döndürülecek" diye sözde soldan bir eleştiri yaparak katılmadı. Bu sözde soldan eleştiriye karşın pratik olarak sağcı gericilerle ve "ulusalcı solla" aynı tepkiyi vermiş oldular. Onlar da cenazeye katılanları yanlış yapmakla suçladılar. Ama dedik ya! Utangaçça ve sinsice.

Tetikçiler yakalandı. Sonuç: daha fazla belirsizlik!
Cinayetten bir gün sonra (20 Ocak 2007) katil zanlısı O.S. Samsun Otogarı'nda, yanında cinayette kullandığı silah ve o gün taktığı beyaz bere ile yakalandı. Hemen ertesinde, 24 Ekim 2004'te Trabzon'daki Mc Donald's şubesini bombalayan, Yasin Hayal adlı kişi de gözaltına alındı. Yasin Hayal'in 17 yaşındaki O.S.'nin yakın arkadaşı olduğu ve cinayet günü de dahil olmak üzere sık sık telefon görüşmeleri yaptıkları ortaya çıktı. Yasin Hayalin telefon görüşmelerinden ise Erhan Tuncel'e ulaşıldı ve o da gözaltına alındı. Erhan Tuncel'in polis ve jandarma "muhbiri" olduğu ortaya çıktı. Bu sırada ilk ifadesinde Erhan Tuncel'i koruyan Yasin Hayal ifade değiştirerek cinayeti Erhan Tuncel'in planladığını ve azmettirdiğini söyledi! Bu sırada soruşturma kapsamında yeni isimler gözaltına alındı. Gözaltına alınanların BBP merkez ve il yöneticileriyle bir takım ilişkileri ortaya çıktı.

Cinayet sonrası ele geçen bilgilerden en önemlisi muhbir olduğu ortaya çıkan Erhan Tuncel'in cinayetteki kilit rolüydü. Bu bilgi, Erhan Tuncel'in suikast planlarını emniyet ve jandarmaya ihbar etmiş olduğu bilgisi ile birleştirilince ortaya büyük bir soru işareti çıkıyor. İhbarlar karşısında Trabzon Emniyeti ve Valiliği, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı, İçişleri Bakanlığı, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve Valiliği ile bütün bu teşkilatların idaresinden sorumlu olan Hükümetin harekete geçmediği ortada. Bu arada haklarını yememek lazım, olayın bu yönlerinin ortaya çıkmasından sonra yapılan incelemeler sonucunda Trabzon Emniyet Müdürü ve Valisi görevden alındığını belirtelim. Tüm bunlardan hareketle bu cinayetten sadece tetikçi oldukları anlaşılan, beyni ırkçılıkla zehirlenmiş kişilerin kurduğu ve kolları ilginç yerlere uzanan bir örgütün sorumlu tutulamayacağı anlaşılıyor.

Cinayetin sorumlularının tam olarak ortaya çıkartılamadığı durumlarda ise ortaya hemen "derin devlet" denilen sorumlu atılıyor elde olmadan. Bu da meseleyi iyice içinden çıkılmaz hale geliyor. Oysa ihbarlar karşısında harekete geçmeyenleri ve ırkçı gerilimi yükselterek ülkemiz halklarını bir birine kırdırtanları düşünürsek karşımıza hiç de derin devlet çıkmıyor. Mesele sistemin kendisinde. Egemenler dönem dönem başvurdukları yöntemlerinden birini devreye soktu: Suikast. Böylece hem kendileri için "tehlikeli" gördükleri birinden kurtuldular hem de çizgi dışındakilere büyük bir gözdağı verdiler.

Hepimiz Hrant'ız
Egemenlerin kullandıkları silah geri tepmeye mahkûmdur. Daha şimdiden Hrant Dink halkların kardeşliğinin, halklar arasında diyalogun ve uzlaşının, barışın, düşünce özgürlüğü ve demokrasi mücadelesinin simgelerinden biri oldu. Belki de hayatı boyunca gerçekleştiremediğini ölümüyle gerçekleştirerek, önemli bir kesim insanımızda Ermenilere empatiyle bakma anlayışını, Ermeni olmayan herkesin kendini onların yerine koyma, onları anlamaya çalışma çabasını yarattı. Hrant Dink bu topraklarda yürütülen özgürlük mücadelesinde yaşayacaktır.

Geçmişinde ve bugününde onlarca farklı milletten komünist militana sahip bir partinin, Türkiye Komünist Partisi'nin içinde yer alan Ermeni halkından tüm komünistlere ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Özgürlük mücadelesi bu topraklarda yaşayan tüm halklar, Türkler, Kürtler, Araplar, Lazlar, Ermeniler, Gürcüler, Rumlar, Süryaniler, Çerkezler kardeşçe, eşit olarak, tüm haklarıyla birlikte yan yana yaşayıncaya kadar sürecektir.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 İşçi Forumu'nda Konuşma
 Kuşları, Tavukları Değil, Kapitalizmi İtlâf Edelim!
 FIRAT (HRANT) KANIYOR!