Türkiye'nin yanı başında "Kıbrıs" adıyla anılan bir yer var. Bir ülke diyecek olursanız küçük, ama bir ada olduğunu düşündüğünüzde bayağı da büyük bir yer. Fakat ister ada deyip küçümseyin, ister koca bir devlet deyip çok önemseyin, siyasi olarak Akdeniz'e sınırı olsun olmasın pek çok ülkeyi etkileyen bir güce sahip olduğu tartışılmaz. Yani Kıbrıs, bizim için de bir adadan çok daha fazlası. Uzun yıllar boyunca emperyalist müdahalelerin tam ortasında yer alan ve şu anda ikiye bölünmüş halde bir ülke.
Türk ve Rum kesimleri olarak ikiye bölünen adanın durumu, doğal olarak öncelikle hem Türkiye'nin, hem de Yunanistan'ın emekçilerini yakından ilgilendiriyor. Adada emperyalizme ve kendi sermayelerine bağlılığı öne çıkartan şoven kesimler olduğu gibi, halklar arasındaki dostluğun pekişmesini isteyen sosyalistler de var. Türk ve Yunan sermaye gruplarının yayılmacı politikalara uygun olarak halklar arasına düşmanlık tohumları ektiği, "böl ki rahatça yönetesin" kuralını uyguladıkları bir yer Kıbrıs.
Dergimiz, adadaki siyasi ve sosyal bölünmüşlüğün bugünkü durumunu, emekçilerin bu konuda yapabileceklerini, sosyalist müdahale yollarının bulunup bulunmadığını anlamak üzere bir söyleşi yaptı. Türkiye'deki sendikal hareketle de yakından ilişkileri bulunan Devrimci İşçi Sendikaları Federasyonu Dev-İş genel başkanı Mehmet Seyis ile yaptığımız bu uzun konuşmanın bizler açısından çok yararlı ve öğretici olduğunu hatırlatalım.
Ürün: Kendinizi ve federasyonunuzu tanıtır mısınız? Kaç üyesi var, hangi işkollarında örgütlü, politik duruşu nedir? Federasyonunuz kendisini sağ mı, sol mu, sosyalist mi sayıyor, yoksa politik duruşunu belirtme gereği duymuyor mu?
Mehmet Seyis: Adım Mehmet Seyis, Dev-İş Federasyonu'nun genel başkanıyım. Kıbrıs'ta Dev-İş'e bağlı beş sendika bulunmaktadır. Dev-İş 1976 yılında Kasım ayında kurulmuş bir federasyondur. Emek-İş ve Genel-İş isimli iki ilerici sendika tarafından o günlerde sınıf sendikacılığı eksiğini doldurma amaçlı olarak kurulmuştur. Çünkü Kıbrıs'ta biliyorsunuz 1974 olaylarından sonra bir boşluk yaşanmıştır. 1974 öncesi Kıbrıslı Türklerle Rumlar aynı sendikalara üye olabiliyordu. Bu arada oluşan bazı Türk sendikalar vardı, ancak bu sendikalar biraz milliyetçi temelde ve işçileri bölmeye yönelik kurulmuş sendikal örgütlerdi.
O dönem içinde bu boşluğu gidermek amacıyla Dev-İş Federasyonu'nu kurduk. Dev-İş dediğim gibi sınıf ve kitle sendikacılığı ilkesi ve sosyalist düşünce temelinde kurulmuştur. Kuruluş aşamasından itibaren de Kıbrıs sorununun çözümünü kendine hedef almış, tüzüksel olarak da Kıbrıs'ta "Birleşik Federal Kıbrıs"ı savunan bir siyasi görüş sergilemiştir. O gün bu gündür de, gerek emek politikamızda, gerek Kıbrıs sorununda hiç sapmadan 30 küsur yıldır, otuz birinci yıla girdik bu yıl, bu mücadele sürüyor.
Ben dördüncü genel başkanıyım Dev-İş'in. Ben de fabrikalardan geldim. Yani Dev-İş'in kuruluş aşamalarından itibaren 1977 yılında üye oldum. 1976'da Dev-İş kuruldu, 77 yılında çalışma yaşamımda iş yeri temsilciliği ile başladım, daha sonra alt sendikalardan birinde yönetim kurulu üyeliği, genel başkanlığı ve sonunda ise Dev-İş'te genel sekreterlik ve şu anda genel başkanlık görevini sürdürüyorum. Dev-İş'in mücadelesi bitmiyor sürecek, yürüyecek, yolu çok daha. Bugün için Kıbrıs sorununda da etkin roller üstlenmekte. Güney Kıbrıs'taki işçi sendikası, sol işçi sendikası PEO (Rum İşçi Sendikası Federasyonu) ile de kardeş ilişkiler içinde düzenli yıllık toplantılarla program yapıyor, Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik iki toplumu yakınlaştırma etkinliklerini sürekli, düzenli olarak sürdürüyor.
Ürün: Türkiye sendikal hareketi ile ilişkiniz ne düzeyde?
M. Seyis: Dev-İş kuruluş aşamasından itibaren Türkiye'de öncelikle DİSK ve DİSK'e bağlı Maden-İş'le ciddi ilişkiler içinde oldu. Çoğu zaman kadrolarının eğitim çalışmaları Maden-İş'te gerçekleşti. Biz de o dönem bu çalışmalara dahil olan arkadaşlardanız. Daha sonra Petrol-İş'le ilişkilerimiz gelişti ve hâlâ da devam ediyor. DİSK, DİSK'e bağlı Birleşik Metal-İş, ayrıca Petrol-İş'le düzenli ilişkilerimiz sürüyor. Zaman zaman onlarla da eğitim çalışmalarına kadar varan programlamaların içinde yer alıyoruz.
Ürün: Dünya sendikal hareketi ile bağlarınız var mı? Sosyalistlerin şu anda dünya emekçileri arasındaki gücünü nasıl buluyorsunuz?
M. Seyis: Dev-İş uluslararası yönde çok sıkıntı yaşamıyor. Çünkü Dünya Sendikalar Federasyonu-DSF (World Federation of Trade UnionsWFTU) üyesi Dev-İş. Biliyorsunuz 1990'dan sonra DSF'de ciddi bir dağılma yaşandı, Doğu Bloku'nun yaşadığı sorundan sonra. Ancak biz oradaki üyeliğimizi sürdürdük, devam ettirdik. Aynı şekilde bizimle birlikte güneydeki büyük işçi federasyonu PEO da sürdürdü. Düzenli olarak uluslararası temaslarımız sürdü. Oradan kaynaklı uluslararası bir çok büyük federasyonla da genel kurullarında veya birbirimize yayınlarımızı göndererek ilişkilerimizi sürdürüyoruz. Fransa'da CGT ile de bağlarımız sürüyor. Aynı zamanda Petrol-İş'in de üye olduğu Güneydoğu Avrupa Enerji Sendikaları Ağı'na da (RETUNSEE) üyeyiz.
Ürün: İşçi sınıfının enternasyonalizm temelinde uluslararası sorunları aşarak hâlâ bir ilişki kurabiliyor olması çok güzel bir şey.
M. Seyis: Başında söylediğim gibi Dev-İş'in dünya görüşünde her şeyden önce ulusalcılıktan ötede sınıfsal bir temel yatıyor ve biz çok iyi biliyoruz ki dünyamızda yaşanan sorunların neredeyse tümü, ulusal değil, sınıfsal temelden kaynaklanıyor. Birinci ve İkinci Dünya savaşları için bile birinci ve ikinci paylaşım savaşları diyebileceğimiz bir nokta. Biz bunu biliyoruz. Bu bilinçle davranıyoruz ve Dev-İş'i de bu temelden uzaklaştırmadan faaliyetlerimizi sürdürüyoruz.
Ürün: Kıbrıslı işçiler, üyeleriniz bu enternasyonal bağları nasıl yorumluyor? Daha doğrusu işçi enternasyonalizmine nasıl bakıyor?
M. Seyis: Dev-İş'in üye yapısı da bir çok sendikaya göre farklı, daha çok sol eğilimli insanların üye olduğu bir yapı. Bu yapımızdan ötürü de aslında çok daha fazla da üyeye sahip olabilme olanaklarımız varken, o noktaya gelemedik. Örneğin bugün 1800 civarında üyemiz var. Ama Dev-İş'in bunun yanında da çok ciddi bir sempatizanı var. Yani Dev-İş'in düzenlediği bir etkinlik 1800 üyeyle sınırlı kalmıyor. 10.000'i aşan insanları da meydanlara taşıyabiliyor. Dediğim gibi siyaset yaptığımızın bilincindeyiz. Birçok insan için, sendikacılık siyasetle karıştırılmamalı gibi bir söylem var. Bu yanlış, bunun bilincindeyiz, tam da siyasetin göbeğindeyiz. Sınıf mücadelesi veriyoruz, siyasetin esası bu.
Ürün: Kıbrıs'taki ekonomik hayat hakkında neler söyleyebilirsiniz? Emekçilerin gündemi, sorunları neler?
M. Seyis: Bugüne gelmezden önce biraz geçmişten başlamak istiyorum, bu noktada. 1974 olaylarından sonra Kıbrıs'ta küçük sanayide bir atılım yapıldı. Bu Kıbrıslı Rumların terk etmek zorunda kaldıkları binalarla başlayan bir sanayileşme oldu ki dünyanın hiçbir yerinde böylesi şanslı tabii bunu şans olarak değerlendirenler için olamadılar aslında. İşte fabrikalar, ham maddesi ile makineleriyle, hatta mamul maddeleriyle tıklım tıklım dolu. Buraları aldık çalıştırmaya başladık. Tabii bu arada Türkiye politikasıyla etkileşimimiz hep oldu. Ancak belli bir noktada, özellikle 1980'li yılların ortalarında Turgut Özal'ın serbest piyasa ekonomisi Kıbrıs'ta da belirleyici oldu. Biraz da Kıbrıs'ta solun güçlenmesini engellemeye yönelik Rauf Denktaş'la planladıkları bir politika meydana çıktı. Üretimden koparıldı Kıbrıs Türk'ü. Üretmemeliydi. Çünkü üreten insanlar hak arar ve bilinçlenir.
Tam aksine üretemeyen, devlet memuru olan, devletle çalışan, aslında belki de işe göre çok fazla insan istihdam edilen ve birilerinin, yani Türkiye'nin yöneticilerinin para verip idare edebildiği bir yapı kurulmak istendi, bu da büyük oranda başarıldı aslında.
80'li yılların ortalarından bugünlere kadar varan bu politikaların kalıntıları da devam ediyor. İşte 2000'li yıllardaki bu Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik ciddi adımlar atıldığında, umutlu olunduğunda ciddi eylemler ve başkaldırılar ortaya çıktı. Ve Kıbrıs sorununa dediğim gibi Kıbrıslı Türkler çözüm isteklerini ortaya koydu. Bugün ise hâlâ daha çözüm mücadelesi devam ediyor. Ama Kıbrıs'ın ekonomik yapısı, Türkiye'de her hak isterim dediğinde polis copunu sırtında gören ve vergi ödeyen işçilerden kesilen vergilerin, biraz da Kıbrıs'ı idare edebilme adına, orayı kontrol edebilme adına gönderilmesi ile ayakta. Bunu da doğru bulmuyoruz biz. Ancak dediğim gibi Kıbrıslı Türkleri üretimden koparma politikası da Özal döneminde girdi hayatımıza. Bu sorunun çözümü yeniden Kıbrıslı Türkler'in kendinin ürettiği, üretimden aldığı güçle kendi ülkesinin efendisi olacağı, yöneteceği bir yapıya getireceğine inanıyoruz. İnancımız dışında bu doğrultuda büyük bir uğraşımız da var.
Ürün: Bu politika biraz da hem Türkiye'deki egemenlerin, hem de Kıbrıs'taki egemenlerin ayağına dolandı. Üretimden kopan Kıbrıs halkı örneğin dışarıya göç verdi, iş aramaya başladı.
M. Seyis: Tabii ki bu oldu; ama bu arada da nüfus değişimi gerçekleşti. Bugün Kıbrıs'ta yaşayan Türkiye kökenlilerinin Kıbrıslı Türk sayısının iki katı olduğu söyleniyor. Göçmen olarak gelen ve orada sonradan KKTC yurttaşlığı alanların iki katına geldiği söyleniyor. Kıbrıs sorununun çözümünde de bayağı sıkıntılar yaratan bir yapıyı ortaya çıkarıyor bu tip durumlar. Önümüzdeki dönemde Kıbrıs sorununu görüşme ve çözüm sürecinde bu konu çok konuşulacak gibi gözüküyor.
Ürün: Bizim burada, Türkiye'de, emekçilerin yaşadığı en büyük sorunlardan biri de sendikal çalışmanın önüne engeller çıkarılması. Örneğin sigortasız işçi çalıştırma gibi konular var. Sosyal güvenlikte de sözde yeni reformlar yapıldı. Bu durum Türkiye'de emekçilerin canını fazlaca yakacak. Kıbrıs'ta sosyal güvenlik ve sigortalı işçi durumu nasıl?
M. Seyis: Kıbrıs'ta da sosyal güvenlikte bir yeni yapı hayata geçti. En başta önümüze konulan taslaktan epeyce yontulsa bile, yine de daha kötü sosyal güvenlik koşulları, daha kötü koşullar getirildi. Burada tabii en büyük etken, demin de söylediğim gibi bir yerlerden para gelmesi. Ve bunun farkında olan ciddi bir kesim var, emekçi kesim. Kıbrıs'ta da, bunun üstüne basarak söylüyorum, gerçek anlamda emekçi kesim, yabancı işgücü dediğimiz ve aslında Türkiye'den gelen emekçiler. Bu insanların örgütlenmesi de mümkün kılınmıyor.
Patronlar insanların kimlik kartlarını ellerinde tutuyor; bu kişiler sendika dediği anda, hak hukuk dediği anda kapının önüne konuyor. Ve biraz da sendikal mücadeleye soyunma sonucu işinden atılanlar ise sınır dışı bile edilebiliyor. Dolayısıyla ciddi şekilde emekçi kesim örgütlü değil diyebiliriz. Özel sektörde örgütlülük oranı yüzde ikilerde olan bir ülke. Bu %2'nin de bütününün Dev-İş'e bağlı sendikalarda örgütlü olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Emekçilerin örgütlenmesinin önüne engelleri sürekli çıkarıyorlar. Bunun çeşitli nedenleri var; birincisi, yeni dünya düzeni diyenlerin liberal anlayışları var. Bu liberal anlayışlarına da hizmet ediyor bu yapı bir noktada. Bir de, belki de günü geldiğinde Kıbrıs sorununun çözümü önünde engel koymak isteyenlerin kullanmak isteyeceği bir olgu olarak da karşımıza çıkabilecek.
Ürün: Kıbrıs'taki genel siyasi atmosfer nasıl, siyasi partilerin dağılımı, sosyalist partiler, güçleri nelerdir? Bunlara paralel olarak, şu anda Cumhuriyetçi Türk Partisi-CTP lideri Mehmet Ali Talat Kuzeyin cumhurbaşkanı. Hükümette de CTP'liler var. CTP'nin solcu bir parti olduğunu ve tüm CTP'lilerin eski TKP ile de tarihsel ve yakın bağları olduğunu biliyoruz. Şu andaki hükümetten işçiler olarak memnun musunuz? Değilseniz niçin? Nasıl değişir?
M. Seyis: Önce şunu söyleyelim sizin de belirtiğiniz gibi sağ ve sol olarak değerlendirirsek, %50'nin altında insan sağ veya solum diyebiliyor. Geriye kalan %50 de aslında seçimin kaderini belirleyenler bu insanlar çok da siyasi yönü olmayan seçmenlerden oluşuyor.
Bu açıdan baktığımızda ana noktada iki parti var: Bir yanda sol eğilim, geçmişte sosyalist diyebileceğim ama bugün liberalleşmeye başlayan CTP, diğer yanda ise aslında herhangi bir politikayı kendine önder edinmemiş, işte zamanında Rum'dan kalmış malları mülkleri, zenginliği dağıtarak belli bir taban tutmuş, ama sağın da büyük partisi, Ulusal Birlik Partisi-UBP var. Yıllarca Rauf Denktaş bey ile birlikte yürüyen bir parti. Bugün belli ayrılıkları gözetse bile Kıbrıs sorununda çok farklılıkları yok.
Bunun dışında solda başka partiler var. Toplumcu Demokrasi Partisi gibi, Birleşik Kıbrıs Partisi, Sosyalist Parti, Yurtsever Birlik Hareketi gibi.
Toplumcu Demokrasi Partisi eski Toplumcu Kurtuluş Partisi'nin devamı niteliğinde, %10'lar civarında bir oy alıyor. Geri kalanlar büyük oranda baraj altı, %5'lik baraj altı partiler. Sağda da aynı şekilde bir Demokrat Parti var, baraj üstü görülen ve yeni kurulan bir Özgürlük ve Toplum Partisi-ÖTP de var.
CTP ile ilgili şunu tekrar söylemek lazım. Kıbrıs Türk solunun geçmişten bugüne kadar gelişip serpilmesinde çok büyük rolü olan, Kıbrıs sorununun bugün geldiği aşamaya gelmesinde çok büyük rolü olan bir siyasi yapıdır CTP. İnsanların Kıbrıs'ta barış isterim dediği dönemde sokaklarda dövüldüğü, hatta daha önceki bir dönemde kurşunlandığı dönemleri aşarak gelen ciddi ve eski, Türkiye'de seksen öncesi Marksist eğilimlerle eğitim görmüş insanların oluşturduğu veya liderliğini tuttuğu bir partidir.
Hükümete gelişiyle birlikte belli sapmalar oldu. Bunu çok rahat söyleyebiliyorum. Kapitalist sistemde yönetmek sapmalarla olabiliyormuş, bunu da görebiliyoruz. Ancak yine de bugün için baktığımızda kötünün iyisi diyebileceğimiz bir yapı. Politikalarından, ekonomi politikalarından memnun olmamız mümkün değil ama işçi hareketi açısından alternatifi de gözükmeyen bir durum var.
Kıbrıs sorunu açısından da her şeye rağmen hâlâ daha çok rahat bir şekilde Kıbrıs sorununun çözümünü Birleşik Federal Kıbrıs ilkesi olarak benimseyen bir parti konumunda. Ve yine rahatlıkla gözükeceği gibi geçmişte UBP'li ve Denktaş'lı hükümetler ve yönetimler zamanında Kıbrıs sorunuyla ilgili görüşmeler başlamadan biterdi. Çünkü görüşmemek için görüşen liderlikler vardı. Bugün ise ciddi adımlar atıldığı gözüküyor. Arada sınır kapılarının -zaman zaman da olsa, bir bir de olsa, zorlanarak da olsa- açılması söz konusu. Yani dediğim gibi kötünün iyisi olarak niteliyorum şu anda CTP'yi.
Ürün: Peki ekonomik hayat bakımından yapmasını istediğiniz ne gibi talepleriniz var hükümetten, CTP'den?
M. Seyis: Biz her şeyden önce Kıbrıs sorunu çözülmediği sürece Kıbrıslı Türklerin ürettiklerinin satılamayacağı, dolayısıyla üretemeyeceği ve o üretimsizliğin getirdiği sıkıntıyla ekonomik sıkıntıların hep olacağının, olmadığı zamanlarda ise Türkiye'deki emekçilerden kesilen vergilerle bir refahın olacağının farkındayız. Dolayısıyla birinci talebimiz, artık Kıbrıs sorununun bir an önce çözülmesi noktasındadır ve hükümetten en büyük beklentimiz budur. Mehmet Ali Talat'tan da, hükümetten de. Mehmet Ali Talat şimdi CTP başkanı değil, Cumhurbaşkanı. CTP Başkanı Ferdi Sabit Soyer de Türkiye'deki o bahsettiğim dönemden gelen bir parti başkanı. Öncelikle bunun çözümünü istiyoruz.
İkincisi, mutlaka bu çözüm süreci içerisinde üretimi teşvik ederek, işçi sınıfının da örgütlenmesinin önündeki engelleri kaldırıcı tedbirler almasını bekliyoruz. Çünkü her ne kadar sorunlar olduğunu söylesek de sonuç itibariyle kuruluşundan bugüne kadar emek politikasıyla yürüyen bir parti. Hem Kıbrıs sorununu öne çıkartarak, hem de emekçilerden bu konuda onay alarak bugün bulundukları yerlere gelmişlerdir. Mutlaka emekçilerin de örgütlenmesi yönünde belli kolaylıklar yapmak zorundalar.
Yani şunu diyebilir bize birisi "Kıbrıs'ta yasalar çok iyidir, herkes örgütlenebilir". Örgütlenme hakkı var; doğru, ama örgütlenme hakkını engelleyenlere bir şey de yapılmıyor. Gayet de rahat oynuyor patronlar bu konuda. Ciddi değişikliklere, geliştirmelere ihtiyaç var Kıbrıs'ta çalışma yasalarımızda. Bu da yetmez, ciddi denetlemelere ihtiyaç var. Çünkü yasağın ve yasanın en iyisini yaparsın; denetlemesen hiçbir işe yaramaz.
Ürün: Bütün bu anlattıklarınızdan solun eski ilkesel tutumunda biraz değişiklik var gibi görünüyor. Bu açıdan şunu sormak istiyorum. Acaba Sovyetler'in dağılması Kıbrıs'ta solu ne ölçüde etkiledi?
M. Seyis: Sovyetler'in yıkılması tabii Kıbrıs solu için Kâbe yıkıldı gibi oldu. Ama şunu da söylemek lazım, bütün dünyayı etkilediği ölçüde Kıbrıs'ta solu hemen etkilemedi. Tam tersine Kıbrıs'ta sol 1990'dan sonra daha da güçlenmeye başladı. Dünyadaki örneklerin aksine, gerek kuzeyde, gerekse de güneyde öyle oldu. Ancak şu da oldu. Belli politik değişiklikler gündeme geldi. 1990'ın hemen ardından Cumhuriyetçi Türk Partisi'ndeki en önemli tartışmalar "sağa kayma mı var" tartışmalarıydı. Belli politika değişiklikleriyle bu noktaya gelindi. Ama o bildiğimiz klasik, evrensel soldan da biraz sapma olarak geldi. Böyle bir etkileşim oldu 1990'da Kıbrıs'ta.
Ürün: Kıbrıs'ın adı tarihte Romalılar döneminde konulmuş. "Kıbrıs" adı, bu adada bol miktarda bulunan bakırdan (latincesi "cuprum, cuprium" okunuşu "kuprum, kupriyum") geliyor. Adada halen yer altı zenginliği var mı? Bir de özellikle İngiliz ve ABD emperyalizminin adaya ilgisi yer altı zenginliğinden mi, yoksa bizdekilerin tanımladığı gibi adanın "dev, sabit bir uçak gemisi" olmasından mı kaynaklanıyor? Çünkü, Irak savaşında emperyalist savaş uçaklarının buradan kalkıp Bağdat'ı bombaladıklarını biliyoruz, bu bağlamda, iki topluluk arasındaki birleşme görüşmeleri emperyalist üsleri de kapsıyor mu?
M. Seyis: Her iki şekilde olaya bakmak lazım. Kıbrıs gerek yer altı kaynakları için (özellikle belli bir dönem için), gerekse stratejik konumu itibariyle emperyalist güçlerin hep ilgisini çekmiştir. Kıbrıs'ta 1920'li yıllarda bakır madenleri, ardından 1939'a varırken ciddi anlamda altın çıkmıştır. Yani bu kaynaklar bitmiştir büyük bir ihtimalle ama bunlarla ilgili Amerikan Maden Şirketi CMC gelip orada ilk madenlerini açmıştır. İşçi sınıfı da o dönem oluşmuştur Kıbrıs'ta. Ondan önce köylüydü veya esnaftı. İşçi olgusu pek yoktu. Kıbrıs'ta fakirlik vardı aslında. 1920'li yıllarda bu işletmeler kurulduktan sonra işçi sınıfı bilinci oluşmaya başladı. Bu Kıbrıs'lı Rumlar, Ermeniler, Maruniler, Latinler birlikte iş yapmaya, çalışmaya başladılar.
Tabii sömürü de hep oldu ve buna karşı zaman zaman başkaldırılar meydana geldi. Özellikle 1947 yılına varıldığında işte 1 Mayıs kutlaması ilk kez toplumların birlikte kutladığı, Kıbrıslı Rumlarla Türklerin birlikte kutladığı bir gün haline geldi. Emperyalistler o noktada ise bilinçlenmenin kendilerinin aleyhine olacağının farkındaydılar, her türlü baskıyı gündeme koydular. Bu uğurda, gerek Rum, gerek Türk, katledilen çok da ilerici vardır. 60'lara gelinirken teşkilatlar da devreye sokulmuştu. İngilizlerin böl ve yönet taktiği sonucu, onlarla işbirliği halinde olan teşkilatlar da devreye sokulmuştu. Daha sonra ise Kostas Mişaulis'le Derviş Ali Kavazoğlu gibi birlikte örgütlenme yapan Türk ve Rum liderlerin birlikte vurularak öldürülmesi, Fazıl Önder gibi bir Türk işçi önderinin öldürülmesi; daha bir hayli vurulan, yaralanan, yurdu terk etmek zorunda kalan ilericiler var. O noktada Kıbrıs işçi sınıfının birlikte mücadelesinin önünü aslında İngilizler kesti. Onlar tarafından, o dönem için İngiliz sömürge yönetiminin böl yönet taktikleriyle gerçekleştirildi. Ve bu 1974'ü yaratan, 1974'teki çok da istenmeyen olayları yaratan koşulların zeminleri hazırlandı bu süreç içinde. Sizler 1974 sonrasını da biliyorsunuz zaten.
Ürün: Son dönemde özellikle Irak'ı bombalamak üzere uçakların Kıbrıs'tan kalktığını biliyoruz, Bağdat'ı bombalamak üzere. Peki bu birleşme görüşmeleri yapılırken bu üsler de söz konusu ediliyor mu?
M. Seyis: Şunu söyleyebilirim. 2003 yılında gündeme gelen Annan Planı'nda İngiliz üslerinin de bir kısmının adada bırakılması söz konusuydu. Bugün için masada görüşülüp görüşülmediğini bilmiyorum ancak mutlaka görüşülmeli. Yani tüm yabancı askerlerin adamızdaki varlığı mutlaka görüşülmeli. Bununla ilgili 1960'ta varılan mutabakat sonucunda garanti ittifak anlaşmalarıyla, ortaya garantör ülkeler çıkmıştır. Türkiye, Yunanistan, İngiltere gibi. Mutlaka bu taraflar masa etrafında olacaktır. Ama esas olan Kıbrıs halkının sözü olmalıdır. Kıbrıs halkının isteği Kıbrıs'tan artık yabancı askerlerin tümünün varlığının silinmesidir. Bir çözümle birlikte, Birleşik Federal Kıbrıs'la birlikte. Sendika olarak da yabancı üslerin tümüne, yabancı askerlerin tümüne hayır diyoruz.
Ürün: Adada Yunanistan askerî varlığı bulunuyor mu?
M. Seyis: Adada Yunanistan'ın Rum kesiminde, yani Güney Kıbrıs'ta bir askerî varlığı bulunuyor. Miktar olarak bilemiyorum. Türk askerinden oldukça az olduğu söyleniyor ama garanti ve ittifak anlaşmalarında belirtilenin de üstünde olduğu da biliniyor. Aynı şekilde İngiliz üsleri belirli bölgelerde, belli stratejik noktalarda konumlanmış ve sizin de burada zaman zaman söylediğiniz gibi tam da öyle batmayan bir uçak gemisi olarak ezilen halklara karşı kullanılmış, sömürülmek istenen halklara karşı, Ortadoğu'ya karşı kullanılmış. Dolayısıyla mutlaka bu militarist yapının bir an önce son bulması gerekir orada.
Ürün: Güneydeki en büyük parti AKEL ile Kuzeydeki en büyük parti Cumhuriyetçi Türk Partisi-CTP eski kardeş partiler. İkisi de komünist, sosyalist bir geleneği ve Sovyetçi sosyalist sistemin kabulüne dayanan bir çizgiyi temsil ediyorlar. Fakat bugün her ikisinin de artık daha fazla kendi egemenlerinin çizgisine geldiklerine ve daha şoven bir çizgiyi savunduklarına dair görüşler var. Sizin hem kişisel, hem de örgütsel olarak bu konuda söyleyecekleriniz var mı?
M. Seyis: Tarih boyunca bu siyasi hareketin de belli dönemlerde Enosis'i savunduğu olmuştur, yani AKEL'in. Kendilerine göre mazeretleri olabilir. Sol felsefeye uymuştur, uymamıştır o ayrı. Ama yanlıştı. En son Annan Planı döneminde hataları olmuştur. Ancak bunları değerlendirmişler ve en son Dimitris Hristofyas da cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesine gerekçe olarak, Kıbrıs'ta çözümün artık gerçekleşmesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Seçim söylemlerini Kıbrıs'ın gerçek sahiplerinin, Kıbrıslıların bütününün artık Kıbrıs'a egemen olması gerektiği üstüne kurmuşlar ve seçimi böylece almışlar.
Şu ana kadar da görüşme sürecinde bundan saptıkları söylenemez. Açıkçası kiliseye bile baş kaldırır duruma gelen bir AKEL liderliği oldu son dönemde. Böyle sürdürmeleri halinde çok daha kolaylaşır Kıbrıs sorununun çözümü. Umarım ki çok etkilenmezler. Emek politikalarına gelince izleyebildiğimiz kadarıyla Avrupa Birliği'nin üye ülkesi olmalarına rağmen ve Avrupa Birliği'nin iktidardaki bir partisi olmasına rağmen hâlâ daha kapitalist, yeni dünya düzeni yaklaşımlarına karşı çıkan söylemleri ve Avrupa Birliği içerisindeki sol grupta yer alarak da birçok liberal politikaya karşı duruşlarıyla biliniyorlar. Örneğin iki yıl kadar önce sermayenin emeğe karşı global bir saldırısı olan "Bolkestein Projesi" ile ilgili dünya genelinde gösteriler yapıldığında Hristofyas da birlikte yürüyebildi. O dönem iktidardaki bir partinin genel sekreteri olmasına rağmen yürüdü. (O zaman henüz cumhurbaşkanı değildi.)
Ürün: Mesela Güneyli emekçiler ve AKEL Annan Planı'na hayır dediler. Üstelik de AKEL politbürosunda önce evet çıktı, daha sonra geniş parti meclisinde bu tutumu hayıra çevirdiler. Acaba Politbüro ısrar etseydi, AKEL de, aynen kuzeyde sizlerin yaptığı gibi, evet çıkartamaz mıydı? Sizce burada şoven politikaların ne kadar payı var?
M. Seyis: O dönem için evet çıkartmaları mümkün değildi. Çünkü Rum toplumunda daha önce de söylediğim gibi, Rum solu dahi belli hatalar yaparak Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik göğüslenmesi gereken zorluklara çok da karşı çıkmadılar. Kıbrıslı Türkler derin devletlerinin olduğunu bilerek, o derin devletle mücadele ederek yürüdüler. Önlerine çıkan ilk fırsatı kullanmak için bütün güçlerini ortaya koydular. Ama Kıbrıslı Rumlar böyle davranmadı. Hiçbir sorun yokmuş gibi, kendilerinde demokrasi varmış gibi davrandılar.
Halbuki kendilerinin de bir derin devleti vardı. Derin güçler hep işliyordu halkı, dolayısıyla daha gerçekçi bir hazırlık içine giremediler. AKEL evet deseydi bile geçirtmeleri mümkün değildi. Ama evet demeleri daha iyi olurdu her şeye rağmen. Bundan sonraki aşama için daha iyi olurdu. Şimdiki pozisyonları dediğim gibi bir referandum olursa da evet çıkaracaklar gibi gözüküyor.
Hiçbir plan en adil olamaz, bunu çok tartıştık o dönemde. Hani zararın neresinden dönersen kârdır mantığıyla davranılması gerektiğini çok konuştuk. Tabii ki çok adil değil. Yani, iki yüz bin Rum'un göç ederek bıraktıkları evlerinin üçte birinin geri verilmesi mutlaka çok adil değildi ama her geçen gün Kıbrıs sorununda zorlukların da artmasına neden oluyor çözümsüzlük sürdüğü sürece. Annan Planı'na hayır dediler. Bence hata yaptılar. Elbette ki adil bir plan değildi. Hiçbir plan da çok adil gelmeyecektir önümüze. Bundan sonrası için de en adili gelmeyecektir. Kıbrıslı Rumlar evlerini bıraktılar, bunun tartışılır tarafı yoktur. Ama ondan sonra oralara yerleşmek zorunda kalan ve oralara yatırımlar yapan baştan yaşamını kuran Kıbrıslı Türkler vardır. Mutlaka herkes bir şeyler kaybedecektir. Sadece bir tarafın hep kaybetmesiyle olmuyor bu iş. İki taraf da bir şeyler kaybedecek ama barışı kazanacak; ülkelerinin geleceğini kazanacaklar.
Ürün: Güneydeki, Rum kesimindeki partilerin Türk askerine karşı olan tutumu bazen Türk insanına da karşıtlığa dönüşüyor, yani şovenizme yaklaşıyor şeklinde değerlendirmeler var, ne dersiniz?
M. Seyis: Bazı partiler "yabancı askerden" bahsetseler de doğrudan Türk askerî varlığından bahsediyorlar. Ancak sol hareketler öyle değil. Sol hareketler tüm "yabancı" askerlerden bahsederek askerî varlıklara karşı çıkıyor. Şu an için sol partilerin söylemleri daha etkili konumda. Her iki tarafta da, Türk tarafında da, Rum tarafında da yaşayan güçler var. 1974'e yol açan sürece kadar var olan karanlık güçlerin devamları, devamcıları var. Bugün için derin devletle de işbirliği içinde olan güçler var. Hem Rum tarafında, hem Türk tarafında var. Mutlaka zorlu bir süreçtir bu. Bu zorlu süreçte bazen bazı söylemler tam da doğru aktarılmadan geliyor.
Örneğin ben izliyorum, Rum basınından alıp takip ediyorum. Hristofyas'ın bir demeci, diyor ki: "Yabancı askerler koşulsuz adamızdan çekilmelidir." Ertesi gün Türk basınının aktarışı ise, "Türk askerleri koşulsuz çekilmelidir", şeklinde oluyor. Manipülasyon da, bilinçli yönlendirme de olabiliyor. Ancak şunu söylemekten kaçınmamak lazım ki, ilk kez Kıbrıs sorununun çözümüne bu kadar yakın olduk. Çünkü, hayatları boyunca Kıbrıs sorununun çözümü için çok bedel ödemiş iki siyasi hareketten gelen iki insan lider pozisyonunda, görüşmeci pozisyonunda. Bunu çok iyi kullanmalıyız. Yani bu çok büyük bir fırsattır; heba edilmemesi gereken, kaçırılmaması gereken bir fırsattır. Eğer zaten bu fırsatı da kaçırırsak 2010 seçimlerinde önce kuzeyde, daha sonrası güneyde, sol her iki tarafta da büyük yara alacaktır. Şovenizm de tırmanacaktır.
Bunun da yansıması yalnız Kıbrıs halkına değil, bölge haklarına da olacaktır. Çünkü Kıbrıs'ta ne zaman çözüme yönelik bir yumuşama olsa, bölgemizde de yumuşama gözlenmiştir ve Türkiye Yunanistan arasında da ilişkilerde yumuşamalar olmuştur. Aksine, ne zaman ilişkilerde bir gerginlik olmuşsa, çeşitli alanlarda, bütün bölgede hissedilmiştir; ama en çok da Türkiye ve Yunanistan arasında. Yani çözüm herkesin çıkarınadır.
Ürün: Türk askerinin adadan tümüyle çekilmesi mümkün mü?
M. Seyis: En büyük askerî varlık Türk askerinde gibi gözüküyor. Şunu rahat söyleyebilirim: Bir garanti ittifak anlaşması var. Bu anlaşmaya göre orada sınırlı da olsa hem Türkiye'nin, hem Yunanistan'ın -birinin beş yüz, birinin de sanırım dokuz yüzdü sayısı- (sembolik bir şey bu) askerî birliği kalacaktır.
Bir de diğer yönü vardır olayın. Yunanistan artık Avrupa Birliği üyesidir ve Kıbrıs da çözümle birlikte bütünüyle üye olacaktır. Aslında Kıbrıs'ın bütünü alınmıştır AB'ye ama henüz fiilen Kıbrıs'ın tümü alınamamıştır. Türkiye henüz üye değildir. Dolayısıyla Avrupa Birliği'ne Türkiye de girecekse, Avrupa Birliği sürecekse onlar ayrı tartışma konusu ama en azından o sürece kadar geçerli olan garanti ittifak anlaşmalarında veya yeni varılacak bir uzlaşıyla, belli bir orandaki askerî güçlerinin küçük bile olsa adada kalması söz konusu olacaktır. Zaten dersek ki "herkes gidecek böyle anlaşma olacak" diye, o hayalcilik olur.
Biz de diyoruz ki idealler, ideal çözümler vardır, olabilirlikler vardır, olabilirlikleri yakalamamız lazım.
Ürün: Türkiye'nin hem sol, hem de egemen politikasını takip ediyorsunuzdur. Özellikle işgal mi, müdahale mi', Türk askeri işgalci mi, yoksa kurtarıcı mı' gibi değerlendirmeler mutlaka sizlerin doğrudan ilgi alanınızdadır. Türkiye'deki bu tartışmaları ve iktidarları nasıl değerlendiriyorsunuz bunu aktarmanız mümkün mü? Çünkü Kıbrıslı emekçilerin bu sorun karşısında aldıkları tutum da biz Türkiyeli emekçiler ve sosyalistler açısından önemlidir diye düşünüyoruz.
M. Seyis: Bunu tabii aşama aşama değerlendirmek gerekir.
Bir defa Türkiye'nin 1974'deki müdahalesi kaçınılmaz bir müdahaleydi, altını çizmek lazım bunun. Çünkü garantör bir ülkeydi Türkiye. Aynen Yunanistan ve İngiltere gibi.
Kıbrıs'ta ise, Yunanistan'ın, yani garantör ülkelerden birinin cuntası bir darbe yapmıştı. Kurulu düzeni bozarak önce Kıbrıs Rum solunu temizleme harekâtına girişmiş ardından ise Kıbrıs Türk solunu, Kıbrıslı Türkleri etnik olarak temizlik yapmaya kalkışmıştı. Bu yüzden Türkiye'nin müdahalesi kaçınılmazdı.
Şunu da söyleyebilirim, daha eski Rum sol gruplar "biz canımızı Türkiye'nin müdahalesine borçluyuz" diyebiliyorlar; böyle bir şeyi rahatlıkla söyleyebiliyorlar.
Gelişen süreçte ise o yapılması gerekli harekâttan olumlu sonuç elde edebilecek durumu, biz kendi kendimize, uyguladığımız yanlış politikalarımızla kaybettik. İşte görev Kıbrıs'ı yeniden birleştirip yine normal bir düzene dönebilmekken bu yapılmadı. Belli bir süreçte ise biraz da Kıbrıs'taki şovenizmin dayatmasıyla ayrı bir devlet oluşumuna, ayrılıkçılığa vardırıldı.
Halbuki Türkiye Kıbrıs'ta Kıbrıs Cumhuriyeti'nin garantörüdür. Bunun altını mutlaka çizmek gerekir. Türkiye Kıbrıs'ın bütününün garantörüdür. Türk'ünün, Rum'unun, Maruni'nin, Latin'in ve orada kurdukları devletin garantörüdür. Bugün gelinen konum bunda Rauf Denktaş'ın ve Türkiye'deki belli güçlerin çok büyük rolü olduğu bilinmektedir mevcut görüntü Türkiye'nin adanın bütününün değil, yalnızca "Kıbrıslı Türklerin" garantörü olduğudur. İşte, o durumda da Türkiye işgalci konumuna düşürüldü. Burada mevcut görüntü Türkiye'nin bütün dünya tarafından işgalci konumunda olduğudur. Ancak yapılan müdahalenin de en azından doğru olduğu biliniyor. Dolayısıyla politikaları doğru zeminde yapmak lazım.
Nasıl oldu KKTC'nin kuruluşu? Türkiye'de bir ara dönemi yakalayan şahinler federasyon tezini de bir anda terk ederek aslında geçmişten beri Türkiye'nin Kıbrıs'ta çözümü federasyon teziydi ayrı devlet olgusuna geldiler.
O dönem 1980 darbe rejiminin sonu, sivil hayata daha henüz yeni geçme görüntüsü başlamıştı. Bir ani dayatmayla ayrı devlet kararı aldırıldı ve hem Türkiye daha fazla sıkıntıya sokuldu, hem de Kıbrıs sorunu daha da karmaşık hale getirildi.
Dolayısıyla Türkiye'nin pozisyonu bu, orada. Çok açık söylemek lazım otuz bin, kırk bin, kırk beş bin askere ihtiyaç yok, Kıbrıs'ta garantörlük hakkı için. Ve garantörlük hakkını kullanmak için üç beş yüz asker de yeterlidir. Ve esas olan da Türk ve Rum kesiminin birleştirilmesidir. Garantörlük onun garantörlüğüdür. Aslında adanın sadece bir kısmının garantörü olmak da Türkiye'nin işine yaramamalı diye düşünülebilir. Adanın bütününün garantörü olmak çok daha farklıdır.
Ürün: Türkiye'deki yönetimleri, iktidarları geçmişten bugüne kadar, biraz da politikalarını daha açarak bir değerlendirme alabilir miyiz?
M. Seyis: Türkiye soluyla geçmişten beri bağımız olması nedeniyle bir analiz yapmak gerekirse eğer, Türkiye'de Osmanlı zamanından gelen bir derin devletçilik anlayışı hep oldu. Bugün kimi konular eskiye nazaran çok rahat konuşuluyor artık. "Bizim gördüğümüz hangi Türkiye" diye de konuşuluyor olay.
Maalesef dış Türklerin yaşadığı her yerde de resmî Türkiye değil; derin kanatlar, şahin kanatlar çok etkili oldu. Oralara atanan üst düzeylerdeki temsilciliklerde, elçiliklerde büyük oranda şahin kanat temsilcileri yer aldı. Ve hep çözmek yerine Türklerin yaşadığı yerleri nasıl Türkiye'ye bağlarız veya nasıl Türkiye'nin kontrolünde tutarız diye bir yaklaşım içinde oldular. Bu dediğim tespit yalnız Türkiye için geçerli değildir. Yunanistan için de aynı şey geçerlidir. Bunu da vurgulamak lazım. İşte bundan kurtulmak lazım artık. Sanıyorum bugünlerde de artık sorgulayabiliyor Türkiye bu olayları. Ergenekon olayı gündemde. Ergenekon'un Kıbrıs bağlantıları da mutlaka konuşulacaktır. Mutlaka altından çok önemli olaylar çıkacak, önemli isimler geçecektir. Çünkü bu tip organizasyonlar, dediğim gibi dış yerlere dönük kurulmuş ve esas anlamda dış yerlerde yaşayan soydaşların olduğu yerlere yönelik olan organizasyonlardır.
Ürün: Bugün iktidardaki parti AKP ile daha öncekiler arasında Kıbrıs politikası konusunda bir fark var mı; yoksa hepsi de "millî politikanın" bir devamı mı? Bu politikaya aykırı bir tutum alınabilir mi Kıbrıslı emekçiler tarafından?
M. Seyis: (Gülümseyerek) Yine kötünün iyisi diyeyim mi? Tabii ki AKP'nin politikası "Kıbrıs'ta illaki bir barış sağlayalım"dan öteye kendinin iç politikadaki pozisyonunu koruyucu, hatta bir kalkan oluşturucu politikadır. Avrupa Birliği'yle, Avrupa'yla ilişkilerdeki tutumunda da kendini içte koruma yatıyor.
Biz hep söyledik, referandum döneminde, Annan Planı döneminde. Kıbrıslı Türkler'in bütünü referandumda "evet" çıkmasını istiyordu. Kıbrıslı Rum'ların sağı da, solu da "hayır" çıkmasını istiyordu. Ama bir tek ülke ve iktidar, "Türkler evet desin ve Rumlar hayır desin" istiyordu, o da AKP iktidarıydı. Bu şekilde bir avantaj elde etme peşindeydi, yani çözümden fazla "çözüm istemeyen biz değiliz" görüntüsü yaratmaktı. Umarım ki, öyle sürdürmek niyetinde değildir. Çünkü zaman zaman görüşme sürecinde de kavram kargaşasını biz görüyoruz Türkiye'deki AKP yetkililerinde. Bir yandan "Kıbrıs'ta Birleşik Federal Kıbrıs", dışta "tek temsiliyet, tek egemenlik ve tek yurttaşlık" üzerine yapılan görüşmeler var. Ama bunu dedikten hemen sonra aniden bir Türkiye yetkilisi "iki ayrı devlet olmadan olmaz" diyor.
Bir defa bu federasyon değil. Masada görüşülen Birleşmiş Milletler zemininin öngördüklerinin çok dışında veya bazı kavramları aşan yüklemeler yapılıyor. İşte "kurucu devletler" gibi bir ifade ortaya çıkarılıyor federal yapıda ve o kurucu devletler neredeyse iki ayrı kurucu egemen devlet noktasına varılıyor. Bunlar çözüm istememekle eştir. Çözüm isterim derken bile çözüm istememekle eştir. Kıbrıs'ta "ben çözüme karşıyım" görüntüsünden de çıkmak içindir. Durum aşağı yukarı bu, belli.
Bugüne kadar ortaya çıkan belgeler çok açık bir şekilde tek devlet'ten bahsediyor. Bu devletin eşit siyasi ortakları olacaktır. Bu ortaklar ayrı egemenler olmayacak; bunun adına federal yapılar denilecek. "Oluşturucular" denebilir. Kurucular bile denebilir o yüklemi yapmadıktan sonra. Ama dediğim gibi politik söylemlerde karmaşalar çıkarılıyor. Bu da bende endişe yaratıyor açıkçası. Gerçekten çözüm isterler mi, yoksa "isteyen bizdik ama olmuyor işte" görüntüsü yaratmak için midir, onu da bilemiyorum.
Kıbrıslı Türk emekçiler geliştirdiler politikalarını, gösterdiler. Annan Planı döneminde de gösterdiler. Annan Planı dönemine giderken, daha plan ortaya çıkmadan ortaya koydukları eylemlerle etkili olabileceklerini ortaya koydular. Annan Planı ortaya çıkmadan önce çok büyük mitingler gerçekleştirdiler. Bir ülkede yüz elli bin insan yaşar ve altmış bini meydana toplanırsa bu büyük bir olaydır. Bunları gerçekleştirdiler emekçiler, ki Annan Planı'yla birlikte yetmiş seksen binlere varan, yani adada bizim tarafta yaşayan neredeyse her iki insandan birini meydanlara taşıyabilen bir güç oluşturdular. Bunda da aktif olarak sendikalar bu gücü meydana getirdi. Tabii ki bugün hükümette olan Cumhuriyetçi Türk Partisi de, ama bunu besleyen kaynak esas olarak sendikalardı, sivil toplumdu.
Ürün: Bu anlattığınız on binlerce insanın aynı amaç için meydanlara çıkması bizi de heyecanlandırmıştı. İnsanların bu kadar örgütlü bir şekilde sokağa dökülmesi gerek Kıbrıs'ta oluşturulan derin devletin, gerekse Türkiye'nin derin devleti tarafından çok hoş karşılanmadığı öngörümüz var ve medyadan da takip edebildik. Seçim döneminde de yine bazı provokasyon girişimleri oldu. Kıbrıs'ta nasıl zorlamalarla karşılaşıldı, baskı hâlâ devam ediyor mu?
M. Seyis: O günlerde ortaya çıktığı şekilde değil. Ama hep bir kin gütme siyasetini elden bırakmıyorlar. Örneklemek gerekirse o günlerde çok rahat her miting günü büyük silahlı güçler sınırlarda, sanki sınırlar yıkılıyor da Kıbrıslı Türkler gidip bir yere yama oluyormuş gibi bir endişe içinde, konuşlandılar.
Halbuki böyle değildi. Kıbrıslı Türkler siyasetlerinden hiç taviz vermediler. Bu ülkenin Türkleri, Rumlar, Maruniler, Latinler kadar yurttaşıdır, sahibidir ve ortağıdır. Böyle de bir olayları ters anlayan bakışa sahipler. Bugün ise her atılan olumlu adımda hâlâ daha fazla askerî tedbirlerin engellerini görüyoruz.
Örneğin "Lokmacı Kapısı" dediğimiz çok sözü geçen kapının açılması, çok ciddi sivil toplum baskısıyla gerçekleşmiştir. Önce açılmaması için gerekli ne varsa yapıldı. Köprü yapıldı, "bu köprünün altından silahlı askerler geçsin, üstünden de sivil insanlar geçsin" dendi. Bunun olamayacağı biliniyordu. İtirazlar gelince de uzun zaman sessiz kalındı, ama sivil toplum düzenli olarak özellikle Kıbrıslı sivil toplum örgütünün örgütlediği Rum esnaflarla birlikte iki taraflı karşılıklı eylemlerde bir noktaya geldiğinden hiç kimse artık daha fazla kaçamadı oradan ve kapı açıldı. Zorluklar var süreçte, söylediğim gibi. Bu zorlukların üstüne gitmek lazım. Yapılan da bu. Umarım başarılı olunur.
Ürün: Eşit bir paylaşım içinde ve kardeşçe yaşayan bir Kıbrıs'ı kısa vadede mümkün olarak değerlendirebiliyor musunuz?
M. Seyis: Başında söylediğim gibi, Kıbrıs'ta emperyalist güçler karıştırmadığı sürece Kıbrıslı Rumlar ve Türkler bir arada kardeşçe yaşarlar. Kıbrıs'ta hep Türkler ve Rumlar karşılıklı birbirleriyle kavga etmediler; bazen hatta çoğu zaman el birliğiyle sermayeye karşı da kavga ettiler.
Bugün geldiğimiz durumda da herkes şunun farkında aslında: Kıbrıslı Türkler Kıbrıs'ta yok olma, tükenme tehlikesiyle karşı karşıya. Çözümsüzlük sürdüğü sürece göçler devam ediyor. Belirsizlik insanları kalıcı kılmıyor bu toprakta.
Kıbrıslı Rumların ise en azından ilericileri bir şeyin farkında: Eğer Kıbrıs sorunu kısa vadede çözülmezse, bir süre sonra karşılarında artık anlaşma yapmak için Kıbrıslı Türkleri bulamayacaklar; başka güçlerle konuşmak ve anlaşmaya varmak durumunda kalacaklar.
Bu da arzu ettikleri bir şey değil. Dolayısıyla ben umutluyum. En kötü dönemlerde bile umutluyduk, bunun altını çizmem lazım. Zaten umut olmayan yerde mücadele olmaz.
Ürün: Avrupa Birliği'ne bizler, Ürün olarak, Türkiyeli sosyalistler olarak karşıyız. Orayı bir emperyalist birlik olarak görüyoruz. Bizim için serbest dolaşımı öngörmeyen, yok olacak sanayi sektörlerimiz için yatırımı öngörmeyen, tarımda herhangi bir telafi mekanizması öngörmeyen bir birliğin zaten bizim için, emekçiler için yararlı olmadığını biliyoruz. Sizin bakışınız nedir AB'ye?
M. Seyis: Her şeyden önce belirtmek lazım Avrupa Birliği sermayenin en önemli kalelerinden biridir. İMF gibi, Dünya Bankası/World Bank gibi, Avrupa Birliği de sermayenin önemli kalelerinden birisidir. Sermayenin örgütlenmesinde çok aktif rol üstlenmiştir son yıllarda Avrupa Birliği.
Ancak Kıbrıs sorununun çözümünde Avrupa Birliği'nin dışarıda tutulması artık mümkün değildir. Çünkü Kıbrıs artık Avrupa Birliği'nin içinde bir ülkedir. Her ne kadar Kıbrıslı Türkler AB içinde değil desek de, "müktesebat dışında kalan Avrupa toprağında yaşar" görünümünde çözülen bir Kıbrıs'ta Türkler Avrupa Birliği'nin otomatik üyesi olacaktır.
Ancak bu duruma AB'nin politikalarını onaylamak da denmemelidir. Yani belli bir kesim onaylayabilir. Bizim emek kesimlerinin bu politikaları onaylaması mümkün değildir. Bugün Avrupa Birliği içinde de "başka bir Avrupa, sosyal bir Avrupa mümkündür" diye kavga eden emekçiler vardır. Bizim yanımız onların yanı olacaktır, böylesi bir durumda.
Türkiye ile ilgili bir şey söylemek istemiyorum, ama sanırım ki Türkiye'nin de geleceği Avrupa'da olacaktır ve Türkiye'deki emekçilerin de yeri Avrupa'daki sosyal güçlerle olacaktır. Daha iyi bir Avrupa da mümkündür, daha iyi bir dünya da mümkündür. Bunun için mücadele sürüyor.
Ürün: Bu kadar yoğun bir şekilde Kıbrıs emekçilerinin sorunlarından bahsettiniz. Biraz da geçmişten bugüne kardeşçe yoğun ilişkiler içinde bulunan taraflar olarak size Türkiye sol siyaseti hakkında bir soru sormak ve söyleşimizi bu şekilde bitirmek istiyoruz. Bunun ülkemizdeki sosyalistlere bir mesaj olmasını amaçlıyoruz. Türkiye'de siyaseti takip ediyorsunuzdur. Eskiden adı Sosyalist İktidar Partisi SİP olan, şimdi ise TKP adını gasp edip çalışma yürüten, kemalist, egemen ideolojiye yatkın, şoven politikalar savunan bir parti var. Bu parti ile ilişkileriniz ne durumda veya Türkiyeli sosyalistlere nasıl bakıyor ve nasıl bir ilişki kuruyorsunuz?
M. Seyis: Öncelikle şunu söylemek lazım, 1980 öncesindeki Türkiye Komünist Partisi'nin ciddi sayıda yöneticisiyle de bir arada olma şansına erişmiş birisiyim. Sendikal yaşam içinde yer alanlarla bir araya gelme şansına sahip oldum. Oradaki temel felsefe Marksist felsefeydi. Bugünkü yapı için ise, bu yeni partiyi oluşturanların Marksist temelde olmadığını görüyorum. Biraz ulusal sol noktasındadır ki, eski TKP değildir bu yeni TKP ve bunu herkes biliyor. Türkiye solu açısından ise kendi somut koşulları belirler mutlaka mücadele şekillerini ama, bir sosyalist olarak, bir işçi olarak benim açıkçası görmek istediğim solun tüm olaylara daha evrensel bakması, tüm değerlendirmelerini de sınıfsal açıdan yapmasıdır. Gerçekten de başında da konuştuğumuz gibi sorunların temelinde ulusalcılık, ulusal sorunlar yatmıyor. Emek sermaye çelişkisinin temel sebebi olan sınıf mücadelesinin getirdiği mücadele yatıyor.
Ürün: Değerli Başkan Mehmet Seyis. Hem federasyonunuzu, hem de Kıbrıs emekçilerinin siyasal ve sosyal yapısını aktardığınız bu söyleşimiz bizler için çok öğretici oldu. Size çok teşekkür ediyor ve başta Türk ve Rum emekçiler olmak üzere tüm Kıbrıs halkına sosyalist dayanışma selamlarımızı iletiyoruz. Emperyalist müdahaleden kurtulmuş, sosyalist, birleşik bir Kıbrıs için biz de elimizden geleni yapacağımızı bildiriyoruz.
M. Seyis: Aynı duygular benim için de geçerli. Bana bu fırsatı verdiğiniz için tüm Ürün emekçilerine ben de teşekkür ediyorum.
Söyleşi : Ayşe Baziki - Onur Balcı