Filistin meselesinin ve İsrail'in uyguladığı katliamların yeniden güncel hale geldiği bu günlerde, adını sıkça duyduğumuz "Filistin", "Siyonizm" ve benzeri adlandırmaların ne anlama geldiğini kavramamıza yardımcı olabilecek bir tarihsel arkaplanın uygun olacağını düşünüyoruz. Türkiyeli devrimcilerle neredeyse 40 yıldır yoğun ilişkiler yaşayan, karşılıklı yardımlarda bulunan Filistinli örgütlerin ve ideolojilerinin tanınmasının sol mücadeleye katkı sunacağı aşikârdır. Bu nedenle bu çalışmanın daha ileri aşamalara bir temel oluşturacağını ummaktayız.
Siyonizmin Doğuşu
1. Dünya savaşı sonunda Fransa ve İngiltere arasında yapılan Sykes-Picot anlaşmasıyla Irak, Ürdün, Mısır ve Filistin İngiltere'nin nüfuzuna terk edilecektir. Kudüs'teki Siyonistler çoktan beri aradıkları olanağı bu antlaşmayla buldular ve İngiltere ile yakınlaşıp Filistin'de bir Yahudi devleti kurmak için sıkı ilişkiler kurmaya gayret ettiler.
Aslında Siyonizmin kökeni 1870'li yıllara dek uzanır. Adını Kudüs'teki Siyon tepelerinden alan siyonizmin amacı "Tanrı'nın seçilmiş halkı" olarak tanımladıkları Yahudi halkı için bir yurt edinmek üzere tüm taraftarlarını burjuva milliyetçiliği temelinde örgütlemektir. Ancak, "seçilmiş kutsal halk" iddiasının getirdiği ayrıcalık talebi siyonizmin hızla ırkçılık yönünde evrilmesine neden oldu. Bu nedenle, siyo-nizmin komünistler ve ilerici insanlık tarafından mahkum edilmiş bir siyaset olduğu, faşizmin ve ırkçılığın biçimlerinden biri sayıldığı unutulmamalıdır.
Kendilerine bir yurt arayan Yahudilerin arasında bir kesim siyonist, Afrika kıtasındaki Uganda'yı yerleşmeleri açısından çok uygun bir aday olarak görürler. Diğer bir kesim ise Brezilya ve Arjantin'i, bir diğer kesim ise Filistin'in üzerinde durulmasının gerekli olduğu yaklaşımını savunurlar. Zamanla, bu ülke arayışları siyonizmin çıkış noktası ve ilk yurdu sayılan Filistin toprakları üzerinde netleşir. Ancak süreç içinde değişim gösteren ve sadece toprak edinmek isteyen yurtsuz bir halkın talebinin ötesine geçen Siyonizm, bütün Yahudileri toplamak ve "saf" bir İsrail devleti kurmayı amaçlayan, bütünüyle emperyalizmin güdümünde yayılmacı ve sömürgeci Siyonist ideoloji haline gelmiştir.
Yukarıda da değinildiği gibi, 1. Dünya savaşı sonunda imzalanan Sykes-Picot antlaşmasını fırsat bilen siyonizm Filistin üzerinde ortaklaşmıştır. Filistin'in geçmişi ve dini değerleriyle birlikte "Yahudi yerleşimi için aday vaadedilmiş topraklar" olarak kabul edilir.
İngiltere ile kurulan sıkı dostluk ve yoğun diplomatik ilişkilerle birlikte Filistin toprakları Yahudi yerleşimine açılır. 1914 yılında toplam 1.874.000'e ulaşan nüfusun 1,280,000'i Arap ve 594,000'i Yahudi iken 1918 yılında toplam nüfusun %7'sini oluşturan Yahudilerin nüfusu İngiltere'nin yardımı ile %31'e yükselmiştir.
Taksim (Filistin'i Bölme) Kararı
Yavaş yavaş Filistin'e yerleşen Yahudi göçüne karşı ilk tepki yine Filistin halkından gelir. 1929-1936 yılları arasında hem İngiliz mandacılığına hem de Yahudi göçüne karşı yoğun ayaklanmalar yaşanır. Ancak bu ayaklanmalar dinsel içerikli ve net bir bağımsızlık görüşünün olmayışından dolayı İngiltere tarafından rahatlıkla bastırılır. Bu aşamadan sonra, İngiliz siyasetçileri İngiltere'nin yapması gereken en önemli işin Yahudi devleti ile topraklarını resmileştirmek olarak ortaya koyarlar.
Bu amaçla 29 Kasım 1947'de Birleşmiş Milletler Genel Kuruluna "Taksim kararı" sunulur. Ve içinde Amerika'nın da bulunduğu 31 ülkenin olumlu oyuna karşı, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 13 ülke tasarıya olumsuz oy verir. Ve tasarı 31'e karşı 13 oyla kabul edilir. Bu kararla birlikte Filistin'deki sosyalistler de ayrışırlar. Ve daha önce bir arada mücadele yürüten iki halkın Yahudi kanadı İsrail Komünist Partisini kurarlar. Araplar ise Ulusal Kurtuluş Birliği'ni kurarak burada örgütlenirler.
İsrail'in Yayılması
"Taksim kararı" ile resmen kurulan İsrail devleti, Filistin topraklarında yoğun bir saldırı dalgası başlatır. Amacı kesin sınırları belli olmayan İsrail devletinin sınırlarını daha da genişletmektir.
9 Nisan 1948 günü "Der Yasin" diye bilinen bir Arap köyünde 1980'li yılların başbakanı Menahim Begin'le 1987'deki başbakan İzak Şamir'in önderlik ettiği "Stern" ve "İrgun" adlı kontra örgütleri bir katliam gerçekleştirmiş ve 294 kişiyi katletmiştir. Bu katliam, İsrail'de iktidarı elinde tutan ırkçıların bundan sonra nasıl bir tutum izleyeceklerini göstermiş olmasına rağmen, 1947 yılında kurulan İsrail devleti ABD ve İngiltere'nin yardımıyla Birleşmiş Milletler'e üye kabul edildi.
Saldırılara Karşı Filistin Direnişi
Filistin'deki ilk direniş hareketleri Mısır ve Suriye'nin etkisiyle ortaya çıktı. Genel olarak Arap milliyetçiliği içinde örgütlenen ve kendisini Arap milliyetçiliğinin ayrılmaz bir parçası olarak gören Filistin milliyetçiliği, asıl olarak öğrenci dernekleri içinde örgütlendi. Sömürgeciliğe, Siyonizm'e karşı savaşan Filistin milliyetçiliği özele doğru inerek Filistin kurtuluşu için mücadele eden bir yurtseverlik çizgisine doğru evrildi.
Günümüz Filistin kurtuluş hareketinin ayrılmaz parçası olan El-Fetih hareketinin temelleri direniş hareketlerinin ilk yıllarında atılır ve 1950'de resmen kurulur. Bir süre sonra yarı askeri bir örgütlenmeye geçer. 1962 yılına gelindiğinde Filistin kurtuluş hareketi İsrail yayılmacılığına karşı mücadeleye ideolojik ve silahlı olarak hazırlanmaktaydı. Bunun sonucu olarak Beyrut'ta "Filistinune" (Bizim Filistinimiz) adlı bir dergi çıkartılıp yasal çalışma çabalarına girişildi.
1963 yılıyla birlikte, El-Fetih hareketinin Filistin kurtuluşu için siyasetinin ana çizgileri de açıklık kazanmaya başlar. İşgal altındaki bölgelerde keşif hareketlerini başlatan El-Fetih örgütü 14 Temmuz'da ilk şehitlerini verir. Bu çatışmada ünlü önderler "Yaser Arafat, Ebu Cihad ve Ebu İyyad" da bulunur. Düşük yoğunluklu çatışmalarla geçen bu yıllarda Arap ülkeleri El-Fetih tarafında yer alıp siyonizme karşı ortak mücadeleye katkıda bulunurlar. Aynı yıllarda Arap milliyetçiliğinin Filistin kolu da kendini Filistin kurtuluş hareketine hazırlıyordu ve onlar da El-Fetih gibi silahlı mücadeleyi savunuyorlardı.
Ancak Filistin direniş hareketinin gerçek anlamda örgütlenmesi ve açık mücadele yo-lunu seçmesi 1966'ya kadar tamamlanır. 1967'ye kadar önemli bir gelişme olmaz. Çeşitli ülkelerden yardımlar gelse de, Filistin kurtuluş hareketi için en büyük katkılardan birini Suriye'de iktidarda bulunan Baas partisi topraklarında El-Fetih hareketinin etkinliklerine izin vermekle gösterir.
3. Arap-İsrail savaşı ve bu savaşın İsrail tarafından kazanılması ile birlikte Yasir Arafat, yollarının daha çok uzun sürebileceğini anlar ve böylesi uzun soluklu bir gerginliğe hazır olmadıklarını tahmin ettiği Arap ülkeleriyle yollarının ayrıldığını fark eder. Ve dağlık bölgelerde gizli askeri üsler kurmaya başlar. Arap İsrail savaşından tam 7 ay sonra 17 Eylül'de, ilk eylemleri başlar El-Fetih'in. Ve ilk olarak İsrail sulama kanalları bombalanır. Ardından bir fabrika havaya uçurulur. Bu eylemler sonrası 1968'de El-Fetih imzalı ilk bildiri yayınlanır.
Filistin Sol Örgütlenmesi
Arap milliyetçiliğinin Filistin kolu olan Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ilk askeri örgütlenmesini yaparak "vatana dönüşün yiğitleri, intikam gençliği ve Filistin Kurtuluş Cephesi'ni" kurar. El-Fetih'ten ayrı olarak mücadeleye başlar.
FHKC Ahmet Cibril'in yönettiği "Filistin Kurtuluş Cephesi" ve Corc Habbaş'ın yönettiği "Filistin'in Kurtuluşu İçin Demokratik Halk Cephesi'nin" birleşmesiyle oluşmuştur. Bir yıl sonra Ahmet Cibril FHKC'den ayrılır ve "FHKC Genel Komutanlık" adlı bir örgüt kurar. Daha sonra FHKC'den ayrılan "El Hurriye'nin" (Özgürlük) önderi "Nayif Havatme" 1969'da Filistin Demokratik Halk Cephesi'ni kurar. Ve FDHC'nin Marksizm'i savunan bir cephe olduğunu duyurur.
El-Fetih ve FKÖ'nün Güçlenmesi
28 Mayıs 1964'de Ürdün'de ilk Filistin Ulusal Konseyi toplanır. Ürdün'den 242, diğer Arap ülkelerinden 146 Filistinlinin katıldığı toplantı ile birlikte FKÖ resmen kurulur. Ve FKÖ'nün başına Ahmet Şukeyri seçilir.
El-Fetih önderliğindeki köktenci ve silahlı mücadele taraftarları, FKÖ'den ayrı olarak Halk Kurtuluş Hareketi'ni kurarlar. Daha sonra Filistin Ulusal Konseyi'nin 5. toplantısında Yaser Arafat FKÖ'nün başkanlığına seçilir. Bu olaydan önce FKÖ İsrail'e karşı ilk zaferini kazanır: 21 Mart 1968 yılında İsrail tank ve zırhlı birlikleriyle Kereme denilen göçmen kampında üstlenen Filistinli birlikler arasında çatışma çıkar, İsrail bu çatışmadan yenilgiyle ayrılıp geri çekilmek zorunda kalır. Bu zaferle birlikte El-Fetih ve FKÖ gelişir. El-Fetih Filistin Kurtuluş Mücadelesi içinde etkinlik kazanır.
1968 yılında 4. Ulusal Konsey toplantısında FKÖ'nün Yürütme Kurulu'na diğer örgütlerden de üyeler alınarak bir çeşit cephe oluşturulur. Fakat ağırlık El-Fetih örgütündedir. 4. Arap İsrail savaşı sonrası Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı kararla savaş bitirilir ve ortaya bir proje atılır: İsrail'in 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmesiyle kurulacak bir Filistin Devleti. Bu proje Ürdün ile FKÖ arasında fırtınalar koparırken, öte yandan FKÖ içinde bölünmeye yol açar. El-Fetih böyle bir kararı desteklerken diğer sol örgütler FKÖ içerisinden ayrılarak "Ret Cephesi'ni" kurarlar. Bu savaşla birlikte FKÖ Arap dünyasında ün kazanmıştır. 26-29 Ekim 1974'te Fas'ta yapılan Arap Zirve toplantısında FKÖ lehine bir dizi kararlar alınır:
-FKÖ Filistin Halkının tek yasal temsilcisidir.
-Filistin Halkı Anayurduna dönme ve kendi kaderini tayin hakkına sahiptir.
-Arap ülkeleri FKÖ'nün içişlerine karışmayacaktır.
Bu kararlarla birlikte FKÖ diplomatik bir zafer kazanır. Bu diplomatik zaferi destekleyen diğer bir gelişme Birleşmiş Milletler'de gerçekleşir. 13 Kasım 1974 yılında BM örgütünün 29. dönem toplantısında Yaser Arafat resmen davet edilir. Bu gelişmelerin ardından İsrail, UNESCO üyeliğinden çıkarılır.
FKÖ-ABD İlişkileri
Bu dönem ABD'nin politikası, Mısır'ı Arap dünyasından ayırmak, Suriye'yi ayrı anlaşmaya zorlamak ve FKÖ'yü saf dışı bırakıp Filistin halkının haklarını Ürdün'e teslim etmekti. 12 Şubat 1975'de toplanan FKÖ MK toplantısında bölgede ABD çıkarlarına karşı mücadele kararı alındı; fakat sonunda ABD'nin istediği oldu ve Mısır ile Suriye arasında görüş ayrılıkları çıktı. Mısır artık savaşa son vermek istiyordu; Suriye ise "toplu çözüm" istiyor, olmazsa bir başka savaşı koz olarak kullanıyordu.
FKÖ'nün Lübnan'a Kayışı
Suriye lideri Hafız Esat, FKÖ'nün Suriye'deki faaliyetlerine izin veriyor, ama İsrail'e karşı eylemlerini son derece kısıtlıyordu. 1971'e gelindiğinde Suriye FKÖ'nün İsrail'e karşı eylem yapmamasını sağlamaya çalışıyordu. Aynı yılın Temmuz ayında Suriye, Filistin gerillalarının büyük bir kısmını Güney Lübnan'a gitmeye zorladı. 1973 yılında Suriye'de "Filistin'in Sesi" adlı radyo kapatıldı. Bu durumda İsrail'le savaşmak için FKÖ'nün önünde tek ülke kalmıştı: Lübnan.
Suriye'den Lübnan'a geçen gerillaları fark eden Lübnan'daki "Hıristiyan sağ güçler" ve "faşist falanjistler" orduyu da yanlarına alarak Filistinlileri ülkeden çıkarmaya çalıştılar. Bu dönemde Lübnan'da iç savaş patlak verdi. Bu savaşta FKÖ bütün gücüyle Lübnan soluna destek verdi.
1980 Sonrası Dönem
Bu dönem boyunca Arafat hem Filistinli örgütlerin birliğini kurmaya hem de uluslararası alanda barış için mücadele etmeye çalıştı.
1982 yılında, Lübnan'da Filistinli mültecilerin kaldığı Sabra ve Şatila adlı kamplarda bugünkü İsrail başbakanı Ariyel Şaron'un komutasındaki güçlerin yaptığı katliam insanlık tarihinin en acı olaylarından biri olarak kayıtlara geçti. Bu katliamların ardından Filistinliler sürgüne gitmek zorunda kaldılar.
1987 yılına gelindiğinde Cezayir'de yapılan Filistin ulusal meclisinin 18. dönem çalışmalarında Abu Nidal grubu dışında bütün Filistinli örgütlerin birliği yeniden sağlanmış oldu. Fakat Filistinli örgütlerin birliğini sağlayan Arafat aynı zamanda Filistin mücadelesini de baltalamakta, ABD'nin barış vaatlerine kanarak kitleleri teslimiyet yönünde etkilemekteydi. 1980 sonrası dönemin bir diğer özelliği olarak, İsrail'in FKÖ'nün karşısına -aynen Türkiye'de solun ve Kürt ulusal hareketinin karşısına Hizbullah'ın çıkartılması gibi- Hamas ve İslami Cihat örgütlerinin çıkarılmasını ekleyebiliriz. Ancak, bir süre sonra denetimden çıkan bu örgütler Arafat'ın teslimiyetçiliği yüzünden Filistin'de belli açılardan FKÖ'den bile daha etkin hale geldiler.
Sonuç
Televizyonlarda ve gazetelerde her gün Filistin'le ilgili kanlı haberleri okuyup izlemekteyiz.
Siyonistler 60 yıldır
Filistin'de tam anlamıyla katliam uygulamakta ve Filistin halkından gerekli
yanıtı da taş ve sopalarla almakta. Babasının yanında İsrailli askerlerce
öldürülen ve tüm dünyaya canlı olarak izlettirilen 14 yaşındaki Filistinli
çocuğun görüntüleri belleklerimizde canlılığını korumaktadır. İktidar koltuğunda
oturan Ariel Şaron eli kanlı bir kontr-gerilladır; yıllarca asker kimliği
taşıyarak kendi eliyle yaptığı katliamları şimdi iktidar koltuğundan emirler
vererek devam ettiriyor; fakat bu savaşın asıl sorumlusu petrol kaynaklarını
denetim altında tutmak, bölge halklarını köleleştirmek ve Ortadoğu'yu dikensiz
gül bahçesine dönüştürmek isteyen ABD emperyalizmidir. ABD bir yandan Filistin'e
barış sözleri verip avuturken diğer yandan İsrail'e muazzam para ve silah
yardımı yaparak, siyonist devletin askeri stratejisini bizzat çizerek savaşı
devam ettiriyor. Çözüm Filistin halkının kendi kaderini tayin etmesinde,
Filistin ve İsrail halkının kardeşçe yaşamasını sağlayacak demokratik, laik,
halkçı bir birliğin ortaya çıkmasındadır. Çözüm Filistin halkının ABD
emperyalizmine ve İsrail siyonizmine karşı Marksist-Leninist öğretinin ışığında
militanca direnerek kazanılacak gerçek barıştadır.