Sosyalist Dergi: 13 |  Muhsin Salihoğlu |
ABD, MEDYA VE ÜNİVERSİTE SİSTEMİ

     Marks'a göre, "Maddi üretim araçlarını elinde bulunduran sınıf, bunun sonucunda zihinsel üretim araçlarını da kontrol eder." Bu durum şu olguya yol açar: "Böylece, zihinsel üretim araçlarından yoksun olanların düşünceleri genellikle maddi üretim araçlarını elinde tutan sınıfa bağımlı olur." Bu yalın gerçeği bir başka şekilde de tanımlayabiliriz: "Hakim sınıfın düşünceleri her çağın hakim düşünceleridir; yani, toplumun hakim maddi gücü aynı zamanda o toplumun hakim düşünsel gücüdür." Demek ki, fabrikalara, çiftliklere, bankalara, enerji santrallerine vb. sahip olanlar, yayınevlerine, matbaalara, radyo ve televizyon istasyonlarına, gazetelere de sahip olurlar ve ister sahiplik, ister mali ve siyasi etki yoluyla başta üniversiteler olmak üzere okulları, bilim ve kültür kurumlarını, eğlence sanayiini, tapınma kurumlarını vb. denetim altında tutarlar.


      Marks'ın bu saptamasından yola çıkan Louis Althusser, devlet aygıtını baskıcı devlet aygıtları ve ideolojik devlet aygıtları olarak ikiye ayırır. Baskıcı devlet aygıtları, hükümet, idare, ordu, polis, mahkeme, hapishane gibi kurumlardan meydana gelir. İdeolojik devlet aygıtları ise, eğitim, kültür, din, iletişim, eğlence işletmeleri, aile gibi kurumlardan oluşur. İdeolojik devlet aygıtları, düzenin işleyişinde tıpkı baskıcı devlet aygıtları gibi stratejik bir işlev görürler. Hakim sınıfın ideolojisini yayma yoluyla kurulu düzeni haklı, ahlaki, meşru, akla uygun olarak tanımlarlar ve dolayısıyla değişmez olarak kabul ettirirler. Bir başka deyişle, emekçilerin düşünce ve inançlarına yön verirler. Böylece sömürü ilişkilerinin yeniden üretilmesinde kilit bir rol oynarlar.
      Günümüz dünyasında, kapitalizm, başta üniversiteler olmak üzere her düzeydeki okulları; medyayı, yani televizyon, radyo ve basını; kitap ve dergi yayıncılığını; akademik bilim kurumlarını; eğlence sanayilerini ve din kurumlarını sömürü ve baskı ideolojisini yaymakta birbirlerini besleyen küresel bir ağa dönüştürmeyi becermiştir. Kapitalist sistem, bu sayede dünya çapında güçlü bir dayanağa kavuşmuş bulunuyor. Öyleyse, kapitalizmin bu dayanağını olabildiğinde zayıflatıp etkisizleştirmek devrim programının en önemli bileşenlerinden biri olmak zorundadır. Devrimin başarıya ulaşması için, kapitalist sınıfın ideoloji üretme ve yayma gücünü elinden almak gerekir. Sermaye düzeninin ideolojik kontrol araçlarının serbestçe işlemesine izin vermek devrimin yenilmesine yol açacak ölümcül bir hata olur. Günümüz dünyasında ideolojik kontrol araçlarını geliştirme ve küresel bir ağa dönüştürme alanında en ileriye giden devlet, Amerika Birleşik Devletleri'dir. Bu yazıda, ABD'ye dünya çapında halkları ideolojik alanda kontrol edebilme olanağını sağlayan öğelerden medya ve üniversite sisteminin işleyişi üzerinde duracağım.

     ABD Medyası
     Amerikan medyasının Irak'a yönelik sömürgeci istila ve işgal saldırısında nasıl bir rol oynadığını her gün gözlerimizin önünde görüyoruz. Amerikan medyası, sömürgeci istila ve işgal saldırısının psikolojik savaş birliğini oluşturuyor. Önce, Amerikan medyası, beyinleri istila ve işgal ediyor, bizi ABD'nin önünde durulamayacağı masalına inandırmak için elinden geleni yapıyor; bu masala inandığımız anda kapitalist militarizmin "şok ve dehşet" operasyonu başarıya ulaşmış oluyor. Bir başka deyişle, ABD emperyalizminin öncü birliği medya irademizi felce uğratarak ABD ordularının yolunu açıyor. Amerikan medyası, masallarına kanan insanları kafaca teslim alıyor; kafaca teslim olanların fiziksel olarak da teslim alınması ise kaçınılmaz bir sonuç oluyor.
     Bu süreci daha iyi anlamak için, Amerikan emperyalizmi açısından böylesine kilit bir görevi yerine getiren medyanın yapısına bir göz atalım. Amerika'da büyük kitle iletişim araçları parmakla sayılabilecek kadar az sayıdaki kapitalist ailelerin mülkiyetinde bulunan dev şirketlerin kontrol ettiği kuruluşlardır. Bu kuruluşların bağlı olduğu şirketler, bankacılık sistemiyle ve borsayla bütünleşmiş, basın ve yayın dışı sanayi, ticaret ve hizmet kollarında da yatırımları olan ve devlet kurumlarıyla içli dışlı yapılardır. Amerikan medyası bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler sonucunda dünyanın her yerine erişme gücüne sahip küresel bir imparatorluk niteliği kazanmıştır.
     Medya kuruluşlarının başında bulunan yayın yönetmenleri, haber programcıları ve yazarlar, iş dünyasının sahip ve yöneticileri ve yüksek devlet bürokrasisi ile aynı menfaatleri, aynı dünya görüşünü, aynı değer yargılarını paylaşırlar. Çoğu kez benzer toplumsal çevrelerden gelmiş ve aynı okullardan mezun olmuşlardır. Genellikle aynı alışkanlıkları, aynı zevkleri vardır. Kısacası bunlar, aynı (kapitalist) sınıfın çoğunlukla aynı (üst) kesiminin üyeleridirler.
     Bu özellikleriyle, bir parçasını oluşturdukları egemen gücün menfaatleri doğrultusunda seve seve propaganda yaparlar. Haber seçimleri, işledikleri konular, olaylara yaklaşımları, toplumun küçük bir azınlığını oluşturan egemenlerin özel, dar menfaatlerini toplumun genel menfaati olarak göstermeye yöneliktir. Yayın politikaları toplumun yönetici kesimlerinde görev alacak olanları bu ruhla donatmaya, yani, onları, "cahil sürüsü" olarak gördükleri emekçi kesimleri çekip çevirecek önderler olarak yetiştirmeye özen gösterir. Buna karşılık, büyük halk çoğunluğunun egemenlerin ayrıcalıklarını sorgulamaması için onları oyalayacak, kafalarını karıştıracak, otoriteye boyun eğmelerini ve "büyüklerin işine burunlarını sokmamalarını" her an hatırlatacak bir çizgi tuttururlar. Bencilliği, küçük hesap peşinde olmayı, başkalarına karşı duyarsızlığı, benzerlerini düşman görmeyi körüklerler, halk kitlelerini "küçük insan" konumunda tutmak için her yola başvururlar.

     Medya Tekelleri
     ABD'de medya tekelleşmesi gerçekten inanılmaz boyutlara varmıştır. Bu ülkedeki belli başlı medya tekellerini şöyle sıralayabiliriz:
     1. General Electric Şirketi: Hepimizin evlerimizde ve işyerlerimizde kullandığımız elektrik ampullerinden tanıdığı General Electric şirketi, nükleer santral, askeri ve sivil uçak yapımı alanlarında büyük yatırımları olan bir gruptur. Bu grup, medya alanında da büyük bir güçtür. ABD'deki üç dev televizyon imparatorluğunun şu sıralarda birincisi olan NBC televizyon şebekesi, General Electric şirketinin bir koludur. Hatırlayacağınız gibi, NBC, Irak televizyonuna demeç verdiği gerekçesiyle Bağdat muhabiri Peter Arnett'i işten kovmuştu. General Electric Şirketi, Dow Jones Şirketiyle ortaklaşa, ekonomi haberleri ağırlıklı CNBC şebekesinin sahibi olduğu gibi, dünyanın en büyük bilgisayar yazılım şirketi Microsoft'la ortaklaşa MSNBC kablolu haber kanalı ve internet haber sitesinin de sahibidir.
     2. Viacom Şirketi: Viacom, ABD'nin ikinci dev televizyon imparatorluğu olan CBS televizyon şebekesinin sahibidir. Bu medya şirketi, ünlü müzik kanalı MTV'nin de sahibidir. Hollywood'un önde gelen film yapım ve dağıtım şirketlerinden Paramount Pictures, Viacom'a aittir. Ünlü yayınevi Simon&Schuster, The Free Press, Pocket Books, Scribner de bu grubun içinde yer alıyor. Video, DVD ve video oyunları alanının önde gelen şirketi Blockbuster de Viacom'a bağlı bir şirkettir. Viacom'un radyo birimi Infinity Broadcasting 185 radyo istasyonuna sahiptir. Viacom, Paramount Parks adlı yan şirketi aracılığıyla temalı eğlence parkları alanında da başa oynamaktadır.
     3. Walt Disney Şirketi: ABD'nin üçüncü dev televizyon imparatorluğu olan ABC televizyon şebekesi, Walt Disney şirketinin bir koludur. Walt Disney grubu, Hollywood'un önde gelen yapımcılarından Hollywood Pictures, Miramax Films ve Touchstone Pictures'ın sahibi olarak sinema alanında da büyük bir tekeldir.
     4. News Şirketi: ABD'nin dört numaralı televizyon şebekesi Fox TV, George Bush'un ve Tony Blair'in en büyük destekçisi, aşırı sağcı medya patronu Rupert Murdoch'a ait News Corporation grubunun bir koludur. Sinemacılığın büyüklerinden Twentieth Century Fox da News Şirketi'ne aittir. Ünlü HarperCollins yayınevi ile bu yayınevinin İncil ve Hıristiyanlık kitapları yayınında uzman kolu Zondervan da bu grubun içinde yer alıyor. Los Angeles Dodgers beyzbol takımı, News Şirketi'nin elinde bulunuyor. İngiltere'deki Sky TV de şirkete aittir.
     5. AOL Time Warner Şirketler Grubu: Bu grup, en büyük internet şirketi America Online, en büyük dergi yayıncısı Time, büyük sinema ve film şirketleri Warner Bros, New Line Cinema, sinema filmleri göstermekte uzmanlaşmış paralı televizyon kanalı Home Box Office ile Time Warner Telecom gibi iletişim şirketlerinden oluşan bir tekeller tekelidir. Grubun kitap yayıncılığı alanındaki kolları Little, Brown and Company yayınevi ve Warner Books yayınevidir. ABD'nin beş numaralı televizyon şebekesi CNN haber televizyonu, AOL Time Warner grubunun bir koludur. Atlantic, Elektra, Rhino, Warner Bros Entertainment, Warner Music International ve World Entertainment adlı plak şirketlerini bünyesinde toplayan Warner Music Group, AOL Time Warner'in en değerli parçalarından birini oluşturuyor. AOL Time Warner, dergi yayıncılığı alanında başta bir numaralı haftalık haber dergisi Time olmak üzere 140 dergi çıkarıyor.
     6. Gannett Şirketi: Gannett Co., Inc. tiraj açısından ABD'nin bir numaralı günlük gazete grubudur. Gannett Şirketi, başta ABD'nin en yüksek tirajlı (2.2 milyon) gazetesi USA Today olmak üzere 94 günlük gazete çıkarıyor. Şirkete bağlı Army Times Publishing Company, ABD silahlı kuvvetleri mensuplarına yönelik yayın yapıyor ve toplam tirajı 360 bine ulaşan gazete ve dergilerden oluşuyor. Gannett, ayrıca 22 televizyon istasyonu işletiyor. Şirketin, İngiltere'deki kolu olan Newsquest Medya Grubu, toplam tirajı 735 bine ulaşan 17 yerel günlük gazete çıkarıyor.
     7. Tribune Şirketi: Tribune Company, 2000 yılında Times Mirror grubunu satın aldı ve Gannett'in ardından ikinci büyük gazete yayıncısı oldu. Şirketin, Los Angeles Times ve Chicago Tribune dahil 12 günlük gazetesi var. Şirket ayrıca 20 televizyon istasyonu ile 4 radyo istasyonuna sahiptir. Büyük ortağı AOL Time Warner olan WB televizyon şebekesinin yüzde 22 hissesi Tribune Şirketi'nin elindedir.
     8. Advance Publications, Inc. Şirketi, dergi yayıncılığı alanında AOL Time Warner'dan sonra iki numaradır. American City Business Journals başlığı altında 41 iş dünyası dergisinin yanı sıra Vogue, Vanity Fair, Allure gibi ünlü dergilerin sahibidir. Advance Publications, Inc. şirketi, ayrıca, 25 günlük gazete yayınlamaktadır.
     9. Knight Ridder, Inc. Şirketi, Detroit Free Press, The Philadelphia Inquirer ve The Miami Herald da içinde olmak üzere 31'i günlük olmak üzere 53 gazete yayınlamaktadır. Gazetelerin hafta içi günlük toplam tirajı 8 milyon, Pazar günkü tirajı 12 milyondur.
     10. Cox Enterprises, Inc. Şirketi, 17 günlük, 25 haftalık gazete yayınlamaktadır ve 15 televizyon istasyonuna sahiptir. ABD'nin dördüncü büyük kablolu televizyon şirketini de elinde tutmaktadır.
     11. Hearst Şirketi: Hearst Corporation grubu, 12 günlük, 14 haftalık gazete ve Cosmopolitan ve Esquire dahil 15 dergi yayınlıyor. Şirketin, ayrıca 27 televizyon istasyonu ile 2 radyo istasyonu vardır.
     12. The New York Times Şirketi, ABD'nin en etkili ve "prestijli" günlük gazetelerinden The New York Times'ı ve uluslararası alana hitap eden günlük International Herald Tribune gazetesini yayınlamaktadır.
     13. The Washington Post Şirketi, en etkili ve "prestijli" günlük gazetelerden The Washington Post'un yayıncısıdır. Ayrıca, ABD'nin iki numaralı haber dergisi Newsweek'i çıkarmaktadır.
     14. Dow Jones Şirketi, 1.8 milyon tirajlı, etkili ve "prestijli" günlük The Wall Street Journal gazetesinin yayıncısıdır. Dünya borsalarının barometresi Dow Jones Endeksleri'nin de hazırlayıcısıdır. En büyük hissedarı General Electric Şirketi olan CNBC televizyon şebekesine ortaktır. Ayrıca yerel nitelikte 14 günlük, 12 haftalık gazetenin sahibidir.
     15. McGraw-Hill Companies, Inc. grubu, etkili ve "prestijli" BusinessWeek dergisinin yayıncısı, Standard&Poor's derecelendirme kuruluşunun sahibi ve ayrıca ders kitapları alanının bir numaralı ismidir.
     16. The Reader's Digest Association, Inc. grubu, 25 dilde 100 milyon okura ulaşan Reader's Digest dergisinin yayıncısıdır.
     17. The E. W. Scripps Şirketi: The E. W. Scripps Company, toplam tirajı bir buçuk milyona ulaşan 21 günlük gazete, 10 televizyon istasyonu, 165 milyon abonesi olan 4 kablolu ve uydu televizyon kanalı ve 70 milyon aboneye ulaşan evden elektronik alışveriş şebekesine sahiptir.
     18. Mort Zuckerman grubu, ABD'nin üç numaralı haber dergisi, etkili ve "prestijli" US News & World Report'un yayıncısıdır. Ayrıca, New York Daily News adlı günlük gazeteyi de çıkarıyor. Mort Zuckerman, aynı zamanda, sahip olduğu arsaları ve binalarıyla gayri menkul alanının en önde gelen isimlerindendir.
     19. Baba oğul Ralph Roberts ve Brian Roberts'in Comcast Şirketi, 21.4 milyon abonesi olan kablolu televizyon şebekesinin, evden elektronik alışveriş şebekesi QVC'nin ve E! Entertainment Televizyonu'nun sahibidir. Ticaretle televizyonculuğu birleştiren Comcast, son yıllarda Westinghouse kablolu TV, Storer kablolu TV ve AT&T Broadband kablolu TV şirketlerini satın alarak sağladığı hızlı büyümesiyle dikkati çekiyor. Philadelphia Flyers hokey takımının ve 76ers basketbol takımının da sahibidir.
     20. The McClatchy Şirketi, başta Minneapolis'te çıkan The Star Tribune olmak üzere toplam tirajı bir buçuk milyona ulaşan 11 günlük ve 13 haftalık gazeteye sahiptir. Görüldüğü gibi, Amerikan medyası deyince, General Electric, Microsoft, Walt Disney gibi günlük hayatımızın içinde olan şirketleri; CNN ve CNBC gibi günlük haber kaynaklarımızı; MTV gibi dünya gençliğinin gözdesi müzik kanallarını; Dow Jones ve Standard& Poors gibi borsa ve mali piyasalarla ilgili kurumları; Time ve Newsweek gibi haber dergilerini; Vogue gibi moda dergilerini; bizi rüyadan rüyaya sürükleyen Hollywood filmlerini; bilim ve kültür kitapları ile çok satışlı romanları basan ünlü yayınevlerini kapsayan bütünsel bir ağdan söz ediyoruz. Kısacası, ABD medyası, hayatımızı dört bir yandan kuşatan bir yapıdır. Öyleyse, sadece Amerika'da değil, bütün dünyada bilgi, kültür ve popüler kültür alanlarına hükmeden bu tekelci yapıyı akılda tutmakta yarar var. Çünkü, düzeni değiştirmek isteyenler, öncelikle düzenin yapısını bilmek zorundalar. 

     ABD Üniversiteleri
     ABD'de eğitim sistemi yaklaşık yüz yıldan beri kapitalist tekellerin menfaatleriyle belirlenen bir çerçeveye oturtulmuştur. Özellikle yüksek eğitim kurumları büyük şirketlerin bağışlarıyla ayakta kalan özel vakıfların denetimindedir. Harvard, Columbia, Yale, Princeton, Dartmouth, Brown, Pennsylvania, Cornell, MİT gibi üniversite ve enstitülerin başını çektiği yüksek eğitim kurumları sadece Amerikan yönetici sınıfının gelecekteki üyelerini yetiştirmekle kalmaz, bütün dünyanın ve özellikle üçüncü dünya ülkeleri olarak tanımlanan bağımlı kapitalist ülkelerin seçkinlerini de eğitir. ABD'de, dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen yaklaşık 500 bin yabancı öğrenci yüksek öğrenim görüyor. En geniş grubu oluşturan Çinliler'i, Japonlar, Koreliler, Hintliler takip ediyor. ABD'de yüksek öğrenim yapmakta olan Türkiyeli öğrencilerin sayısı 11 bini aşıyor. (Akşam, 27 Aralık 2001; Hürriyet, 22 Mayıs 2000). Türkiye de içinde olmak üzere bağımlı kapitalist ülkelerin üst ve orta sınıflarında "Amerika'da okumak", "dünyanın merkezinde master ve doktora yapmak" bir toplumsal statü sembolü durumundadır. "Amerikan diploması"na sahip olmak özel sektörde ve devlette sayısız kapının açılmasını sağlayan bir maymuncuk işlevini görür. Holdinglerin yöneticileri, yüksek devlet bürokratları, parlak üniversite öğretim üyeleri, gazete başyazarları, televizyon yöneticileri, "kaliteli" yazarlar, sanatçılar, müzisyenler arasında yaşamlarının bir döneminde ABD'de bulunmamış ve eğitim görmemiş birilerine rastlamak artık neredeyse bir istisna durumuna gelmiştir.
     Üstelik, bu durum sadece siviller arasında değil, askerler arasında da geçerlidir. Kurmay subaylar, kariyerlerinin çeşitli aşamalarında Amerikan savaş okullarında eğitim görürler, bilgi ve görgülerini arttırırlar. Örneğin, yaklaşık yarım yüzyıldan beri Türkiye'de bir şekilde Amerikan eğitiminden geçmemiş general kalmamıştır. Amerikan eğitiminden geçmenin toplumun sivil veya asker bütün yöneticilerinin ortak paydası durumuna gelmesi, ABD'ye ideolojik ve siyasal alanda paha biçilmez bir üstünlük sağlar ve Amerikan politikalarının bütün dünyaya benimsetilmesini inanılmaz derecede kolaylaştırır. Medya yöneticileri de, tıpkı öbür alanlarda görev yapan yöneticiler gibi çoğunlukla Amerikan eğitimi görmüşlerdir. Ayrıca, medya dışı alanlarda Amerikan eğitiminden geçenler, medyanın dünya olaylarını yorumlatmak için sürekli olarak başvurduğu uzmanların kaymak tabakasını oluştururlar. Medyada ve öteki alanlarda üst makamlarda olup da hasbelkader Amerikan eğitiminden geçmemiş olanlar ise bu "eksiklerini" kapatmak için Amerikan yandaşlığında sınır tanımayan "kraldan fazla kralcı" bir tutum benimserler. Böylece üniversiteler ve medya dünyanın her yerinde olaylara aynı gözlükle bakan ve Amerikan menfaatlerini başka türlüsünü akılları alamayacak şekilde kollayan ortak bir ideolojik ve siyasal düzenek oluşturur. Televizyonlar, radyolar, gazeteler, herkesin çıplak gözle bile görebileceği olayları Amerikan koşullanmasıyla sistemli olarak çarpıtan, beyni ve ruhu devşirilmiş işletmecilerden, borsacılardan, hukukçulardan, emekli generallerden ve diplomatlardan geçilmez olur.
     Bu düzeneğin işlemesiyle, Aijaz Ahmad'ın belirttiği gibi, diyebiliriz ki, ABD medya alanında sadece haber ve yorum üreten bir güç olmaktan çıkmış, "haberci ve yorumcu üreten bir güç" durumuna yükselmiştir. Yani, bu alanda, tıpkı sanayinin öteki dallarında "fabrika üreten fabrikalar" aşamasına yükseldiği gibi, "medya üreten medya" aşamasına geçmiştir. Aynı durum, üniversiteler düzleminde de geçerlidir. ABD'nin yüksek eğitim kurumları artık tek tek kişileri eğitme aşamasından, "üniversite üreten üniversite" aşamasına geçmiştir. ABD üniversiteleri, bu düzenek sayesinde kendilerini Türkiye'de ve başka birçok ülkede klonlamayı başarıyorlar. Aynı ders müfredatları, aynı yöntemler, hatta çoğu kez çevirinin aracılığına bile gerek bırakmayan aynı dilde (İngilizce) öğrenim, Amerikan üniversitelerinde yetişen öğretim üyeleri eliyle bütün bağımlı ülkeleri sarıyor.
     Yüksek eğitim tekelinin Amerikan emperyalizmine sağladığı bu büyük kozu geçersiz kılmak için gereken önlemleri şimdiden sistemli olarak düşünmek ve bu doğrultuda fiili önlemleri almak, vazgeçilmez bir görev olarak önümüzde duruyor.

     ABD'nin Söylemi
     Medya üreten medyası ve üniversite üreten üniversiteleri aracılığıyla sadece Amerika'da değil, bütün dünyada bilgi, kültür ve popüler kültür alanlarına hükmeden ABD, bu konumuna uygun bir söylem de geliştirdi. ABD'nin bayraktarlığını yaptığı kapitalist sömürü ve baskı ideolojisinden kaynaklanan bu söylem, George Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki Doğruluk Bakanlığı'nın Yenikonuş dilini hatırlatıyor. Bilindiği gibi, Yenikonuş dilinde herkesin bildiği kavramlar tam tersi bir anlama bürünüyor, örneğin savaş barış, özgürlük kölelik, bilgisizlik kuvvet anlamına geliyordu. Baskı ve işkenceden sorumlu bakanlığın adı Sevgi Bakanlığı, savaştan sorumlu bakanlığın adı Barış Bakanlığıydı. Aynı şekilde, ABD'nin söyleminde Irak'ı sömürgeleştirme amacıyla düzenlenen saldırının adı "Irak'a Özgürlük Operasyonu" oldu. Irak'ın işgal edilmesi ve Irak halkının köleleştirilmesi, "Irak'ın özgürleştirilmesi" olarak sunuldu. CNN televizyonunun haberlerinde, Irak'ta vatanlarını savunan yurtseverlerin adı "teröristler" oldu. Sivil halka korkunç kayıplar verdiren füzelerin adı "akıllı bombalar"dı. Barış isteyen halklarının sesine uymayan, yani "demos"larının iradesine meydan okuyan militarist yöneticiler -örneğin, İngiltere Başbakanı Tony Blair ve İspanya Başbakanı Jose Maria Aznar- "demokrat" olarak tanımlandı. Irak'ın petrollerine ve doğal kaynaklarına el koymak "Irak ekonomisini geliştirmek" kavramıyla ifade edildi. Amerikan söylemine göre, Amerikan generallerinden, işadamlarından ve emekli CİA başkanlarından oluşan bir hükümetin kurulmasıyla Irak'a "demokrasi" gelecek. Mezopotamya uygarlıklarının beşiğine, Sümer'e, Babil'e, Asur'a, Abbasi ülkesine ölüm yağdıran, Bağdat'ta müzeleri, kütüphaneleri bile talan ettiren Başkan Bush, Irak'a "hukuk ve uygarlık" götürdüklerini iddia ediyor.
     George Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki öngörüsüne göre, Yenikonuş dili 2050 yılına dek İngilizce'nin yerini bütünüyle alacaktı. Irak savaşı bağlamında kullanılan dile bakılınca, ABD egemenlerinin bu yolda gerçekten büyük mesafe aldıklarını söylemek mümkün görünüyor.

     ABD Saldırısı ve Büyük Sermaye Medyası
     ABD'nin Irak'ı istilası örneğinde Türkiye'de propaganda düzeneğinin nasıl işlediğine bakalım. ABD, Türkiye'yi Irak'a karşı bir atlama üssü olarak kullanmak için öncelikle medya bağlantılarını kullandı. Her geçen gün şiddeti artan bir yanıltmaca kampanyasıyla ülke halkını ABD'nin yanında yer almanın getireceği "kazançlar" konusunda etkilemeye çalıştı.
     Amerikan CNN televizyon grubunun Türkiye'deki şubesini, yani CNN-Türk'ü bünyesinde barındıran Doğan Holding medya grubunun Washington muhabiri Yasemin Çongar ile Amerikan NBC, CNBC ve MSNBC televizyonlarının Türkiye şubesini, yani NTV, CNBC-e televizyonlarını ve NTVMSNBC haber sitesini bünyesinde barındıran Doğuş Holding medya grubunun Washington muhabiri Ümit Enginsoy her gün birkaç posta ABD yetkililerinin bu yoldaki isteklerini Türkiye'ye aktardılar. Belli başlı televizyon haber programlarının hepsi, ikide bir Georgetown Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi CSİS'in Türkiye Proje Direktörü Dr. Bülent Alirıza'ya bağlanıp görüşlerini aldılar. (Edward S. Herman ve Noam Chomsky'nin Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir adlı medya eleştirisinin temel eseri sayılan kitaplarında CSİS için neler yazdıklarını hatırlayalım isterseniz: "CSİS, muhafazakar şirket ve vakıfların mali desteğine sahip bir örgüttür; ABD Dışişleri Bakanlığı ve CİA ile görünüşte özel bir kuruluş arasında çift yönlü bir kapı olma işlevini yerine getirir.").
     Olguların ABD menfaatleri doğrultusunda apaçık tahrif edilmesine dayanan bu aktarmalar ve görüşler, George Orwell'in Bin Dokuz Yüz Seksen Dört romanındaki Doğruluk Bakanlığı'nın Yenikonuş dilinde hazırlanmıştı. Verilen "haber" ve yorumları dinleyenler, bu yepyeni "mantık" karşısında hayretten hayrete düşüyordu. Biz sıradan faniler bildiğimizi sandığımız kavramları artık tanıyamıyorduk bile.
     Yasemin Çongar'ın ve Ümit Enginsoy'un aktardıkları haberler ile baş uzman Dr. Bülent Alirıza'nın görüşleri ertesi gün başta Doğan grubunun ağır topu, Hürriyet gazetesinin başyazarı Ertuğrul Özkök olmak üzere çeşitli basın yayın organlarında İlnur Çevik, Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Yalım Eralp, Mehmet Yılmaz, İsmet Berkan, Erdal Güven, Taha Akyol, Ufuk Güldemir, Güngör Mengi, Güneri Civaoğlu, Gündüz Aktan, Coşkun Kırca, Cüneyt Ülsever, Mehmet Barlas, Hasan Cemal, Serdar Turgut, Altemur Kılıç, Tarhan Erdem, Hadi Uluengin, Nazlı Ilıcak, Meriç Köyatası, Deniz Arman, Hakan Aygün, Sedat Sertoğlu gibi yorumcular tarafından koro halinde tekrarlanıyordu.
     ABD üst yetkililerinin TÜSİAD'ın önde gelen isimleriyle yedikleri yemeklerden ve ABD elçisi Robert Pearson'un davetlerinden sonra TÜSİAD başkanı Tuncay Özilhan, Koç Holding başkanı Rahmi Koç, Sabancı Holding başkanı Sakıp Sabancı savaştan yana demeçler verdiler. Bu demeçler, yukarıda adı geçen yorumcuların yeni yazı ve programlarına konu oldu.
     CNN ve Hürriyet'in ekonomi yorumcusu Enis Berberoğlu, NTV'nin ekonomistleri Deniz Gökçe, Asaf Savaş Akat, Ege Cansen, Radikal'in ekonomi yazarı Mahfi Eğilmez ve neredeyse medyadaki bütün borsa yorumcuları ve yazarları Amerika'nın yanında savaşa katılmanın faydalarını, savaşa karşı çıkmanın zararlarını bıkmadan usanmadan anlattılar. Mehmet Ali Birand, kendi yorumlarıyla yetinmedi, Amerika'ya uçtu ve CİA'nın yeni ve eski başkanlarıyla, eski ABD büyükelçileri ve CİA istasyon şefleriyle ve Henry Kissinger gibi savaş suçlularıyla bu işten Türkiye'nin neler kazanacağı konusunu işleyen uzun söyleşiler yaptı.
     Seçkin üniversitelerin seçkin öğretim üyeleri ile strateji uzmanı emekli generaller ve diplomatlar aynı doğrultudaki uzman görüşlerini cömertçe sundular. Barışseverler duygusallık ve akılsızlıkla suçlanıp şiddetle kınandı. Uluslararası meşruiyetten söz eden Cumhurbaşkanı "hukuktan başka birşeye aldırmıyor" diye tanımlanarak kötülendi. Cumhurbaşkanı daha sonra AKP hükümetinin ve ordu üst yönetiminin görüşlerine daha yakın bir tutuma geldiyse de, suçlanmaktan kurtulamadı. Çünkü savaşsever medyaya göre, savaş tezkeresinin reddiyle "vakit kaybedilmiş", yenilmiş ve işgal edilmiş Irak'ın paylaşılacağı "masaya oturma fırsatı kaçmıştı."

     Egemenlerin Kamuoyu Oluşturma Gücü Mutlak Değildir
     Egemenlerin ideolojik kontrol gücü, yani başta medya ve üniversiteler olmak üzere düzenin ideolojik aygıtlarını kullanarak halk kitlelerini etkileme, kamuoyu oluşturma gücü mutlak mıdırŞ Kesinlikle hayır. Çünkü, başta işçi sınıfı olmak üzere sömürülen ve ezilen sınıflar da kendi ideolojilerine dayanarak egemen sınıfların düşünsel kontrolüne karşı mücadele ederler. Kuşkusuz, eşit olmayan bu güçler arasındaki mücadelede egemen ideolojinin birçok avantajı, devrimci ideolojinin birçok dezavantajı vardır. Yine de, insanlığın en geniş kesiminin haklarını ve özlemlerini dile getiren ideolojiyi benimseyenler, bir direniş odağı yaratmayı ve hatta sonunda yepyeni bir dünya kurmayı başarabilir. İşçi ve emekçilerle aydınların kaynaşması ve kapitalizme karşı birlikte mücadele etmesi, bu açıdan kilit bir öneme sahiptir.
     Egemenlerin bu konudaki gücünü ve bu gücün sınırlarını ABD'nin Irak'a saldırısı örneğinde değerlendirelim isterseniz.
     Medyanın ABD kamuoyunu nasıl çarpıcı biçimlerde etkileyebileceği konusunda Noam Chomsky, Saddam Hüseyin ve Irak'ın 11 Eylül 2001 eylemlerinden sorumlu tutulması örneğini veriyor. 11 Eylül'ün hemen ardından ABD'de yapılan kamuoyu yoklamalarında Saddam Hüseyin'i ve Irak'ı bu eylemlerden sorumlu tutanlar sıfıra yakınken, bir yıl sonra Eylül 2002'de hükümetin ve medyanın birlikte başlattığı propaganda kampanyasının sonucunda Aralık 2002'de yapılan yoklamalarda ABD halkının neredeyse yarısının Dünya Ticaret Merkezi'ne uçakla saldıranların Iraklı olduklarına ve Saddam Hüseyin devrilmedikçe bu tür saldırıların tekrarlanacağına inandıkları ortaya çıkmış. En ufak bir gerçeklik taşımayan böyle bir yanıltmacanın bu kadar kısa sürede ABD halkına benimsetilebilmesi, medyanın büyük sermayenin emrinde nasıl bir "korku üreticisi" olabildiğini gösteriyor. İnsanlar korkutuluyor ve en basit insani değerleri bile düşünemeyecek hale getirilerek okyanuslar ötesinde bir sömürge savaşına, düpedüz katliama razı ediliyor.
     Şimdi de madalyonun öbür yüzüne bakalım. ABD'de hükümetin ve medyanın aksi yöndeki bütün çabalarına rağmen Vietnam savaşından bu yana görülmemiş yaygınlıkta güçlü bir barış hareketi ortaya çıktı. Hükümetin ve medyanın tezlerini sorgulayan, düpedüz yanıltmaca içeren iddialarını çürüten bir barış odağı kısa süre içinde kendini örgütlemeyi ve gösteriler düzenlemeyi başardı. ABD'de, Avrupa'da ve dünyanın her kıtasında birçok ülkede egemen medyaya alternatif bir iletişim ağı kuruldu. Başta El Cezire televizyonu olmak üzere irili ufaklı yayın organlarının Amerikan haberciliğinin dünya çapındaki tekelini fiilen kırması, zayıfların birleşince güçlü egemenlere karşı kamuoyu oluşturma alanında da direnebileceklerini gösterdi ve "beyinlerin istila edilmesi"ne karşı çareler üretilebileceğini kanıtladı. Aynı durum ülkemizde de tekrarlandı. Türkiye'de egemen çevrelerin ve büyük medyanın daha önce özetlediğim büyük kampanyasına rağmen, emperyalist savaşa karşı çıkanlar, Türkiye halkının yüzde seksenlere doksanlara varan büyük çoğunluğunu savaşa karşı çıkma, Irak halkıyla dayanışma doğrultusunda etkilemeyi başardılar. Barışseverler, egemen çevrelere kıyasla çok dar olanaklara sahip olmalarını aşılmaz bir engel saymayıp güçlerini birleştirdiler. Gösteri, miting, yürüyüş, panel, bildiri, duyuru gibi çok çeşitli yöntemlerle kendilerini görünür kıldılar.
     Halkın barışseverlik, yurtseverlik, zor durumda olanlarla dayanışma, zorbalara karşı çıkma gibi değerlerini canlandırdılar ve pekiştirdiler. İnanılmaz zorluklara ve baskılara boyun eğmeyerek ABD'nin ve savaşçı dostlarının planlarını her aşamada engellediler. Engelleyemedikleri noktalarda savaş taraftarlarının yoğun bir tepkiyle karşılaşmasını sağlayabildiler. ABD ve işbirlikçileri, gözdağı, alay, hakaret, şantaj, şiddet gibi her türlü yönteme başvurdukları halde, adaletsiz ve haksız davalarına halk desteği ve onayı bulamadılar.
     ABD'nin sömürgeci saldırısına karşı Irak halkı -aradaki aşırı güç dengesizliğine rağmen-kahramanca direndi, ama ülkenin boydan boya işgal edilmesini önleyemedi. Başlangıçta savaşı engelleme amacını taşıyan Türkiye ve dünya halklarının Irak'la dayanışması, şimdi de sömürgeci işgalin kaldırılması amacına yönelmiş olarak daha da artıyor.
     Ünlü filozof Thomas Hobbes, Leviathan adlı siyasetnamesinde, "sıradan halkın kafası, kamu otoritesinin, üzerine herşeyi basabileceği boş bir kağıda benzer" diyordu. Yani, devletin ideoloji üreten ve yayan aygıtlarının işlerini başarıyla sürdürebileceklerini, egemenlerin kamuoyu oluşturma gücünün mutlak olduğunu, iktidarların emekçi halkla istedikleri gibi oynayabileceklerini, onları koyun sürüsü gibi güdebileceklerini savunuyordu. Olaylar, bu saptamanın yanlış olduğunu, halkın kafasının egemenin isteğine göre yoğrulup şekillendirilemeyeceğini ortaya koyuyor. Bu gerçeğin ABD'nin Irak'a saldırısı ve işgali bağlamında bir kez daha açıklıkla anlaşılması, Türkiye'de ve dünyada toplumsal muhalefetin moralini kuşkusuz yükseltecek ve ufkunu mutlaka genişletecektir.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 MHP PROGRAMI ÜZERİNE
 CUMHURİYET'İN 75. YILINDA
 MERKEZİN İNTİHARI