Sosyalist Dergi: 15 |  Muhsin Salihoğlu |
1920'den Günümüze TKP - 2

     1960'lar: TİP'e Destek
     1960'larda ülkede sanayileşme hızlandı. İşbirlikçi kapitalist tekeller oluşmaya başladı. Kırsal bölgelerde de proleterleşme yaygınlaştı. Büyük şehirlerde sanayi proletaryasının sendikal ve siyasal örgütlenmesi güçlendi. Gençlik hareketinde büyük bir atılım meydana geldi. Köylülük hareketlendi. Kürt ulusal hareketi canlandı.
     Bu dönemde TKP, ülke içinde bağımsız bir örgütlenme faaliyeti yerine, legal olarak kurulan Türkiye İşçi Partisi TİP'in desteklenmesi ve güçlendirilmesi taktiğini izledi. Bir bütün olarak değerlendirildiğinde, 1961-1968 yılları arasında TKP'nin esas olarak bu doğrultuda hareket ettiği söylenebilir. Türkiye İşçi Partisi'nin liderleri 1951 tutuklamasından sonra partiyle bağlarını kesmiş veya gevşetmiş eski TKP kadrolarıydı.


     TKP'nin yerel örgütleri TİP'in ülke çapında örgütlenmesinde ve yaygınlaşmasında faal rol oynadılar. TİP, sosyalist fikirlerin kitlelere götürülmesinde ve benimsetilmesinde önemli bir etken oldu. Sosyalizm, işçiler ve aydınlar arasında bayraklaştı. Sosyalist akım bir kez daha Türkiye politikasında güçlü bir aktör oldu. Bununla birlikte, TİP yöneticileri legalist ve parlamentarist hayaller besliyorlardı; tutarlı bir sosyalizm kavrayışından, emekçi kitlelerin seferber edilmesini amaçlayan kapsamlı bir politik çizgiden, her şart altında mücadeleyi sürdürebilecek kalıcı ve esnek bir örgütlenme anlayışından uzak bulunuyorlardı.

     MDD Akımı
     Türkiye Komünist Partisi eski yöneticilerinden Mihri Belli'nin girişimiyle 1967 yılında Türk Solu dergisi çevresinde yeni bir hareket başlatıldı. Milli Demokratik Devrim (MDD) akımı olarak adlandırılan bu hareketin yöneticileri, bir yandan "gerçek" TKP'yi kendilerinin temsil ettiğini, TKP'nin, yurtdışı bürosundan ibaret bir "mülteciler grubu" olduğunu iddia ediyor; öbür yandan TİP'i zayıflatmaya ve parçalamaya yönelik bir taktik güdüyorlardı. Türkiye'nin kapitalist değil, yarı-feodal yarı-sömürge geri bir ülke olduğunu ve buna bağlı olarak Türkiye işçi sınıfının çok güçsüz durumda bulunduğunu, devrime önderlik edemeyeceğini, sosyalizm mücadelesinden önce tam bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin verilmesi gerektiğini, asker-sivil aydın zümre olarak adlandırdıkları kemalistlerin bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinde çok önemli, hatta önder bir rol oynayacağını, bu mücadele başarıya ulaşmadan işçi sınıfının öz örgütünün bile kurulamayacağını söylüyorlardı. Tek parti diktatörlüğü dönemini yüceltiyor, kemalizmi sosyalizmin dostu ve müttefiki olarak değerlendiriyorlardı. Kemalist diktatörlüğün bürokratik devletçiliğini sosyalizme yakın ilerici ve devrimci bir uygulama olarak övüyor, kemalizmin zaman zaman ırkçılığa varan milliyetçiliğini anti-emperyalizm adına savunuyorlardı.
     TKP'nin eski yöneticilerinden Hikmet Kıvılcımlı da yine 1967 yılında yayımlanmaya başlayan Sosyalist dergisi çevresinde, "İkinci Kuvayı Milliyecilik" olarak özetlenen doğrultuda faaliyetlerini yürüttü. Kısa süre sonra yayınına ara veren dergi 1970 yılında yeniden çıkarıldı ve daha etkili oldu. TKP, Mihri Belli'nin başını çektiği "Milli Demokratik Devrim" akımını kararlı biçimde eleştirdi. MDD'cilerin, işçi sınıfının mücadelesini ikinci plana atan ve öncülüğü kemalistlere tanıyan miliyetçi, uzlaşmacı çizgisini teşhir etti. Milli Demokratik Devrim ve İçyüzü adlı broşürde şu değerlendirme yapılıyordu: "İşçi sınıfı 'milli demokratik devrim'cilerin iddia ettiği gibi, daha emekleme çağında değildir. Türkiye'de nisbeten güçlü ve bilinçli bir işçi sınıfı vardır ve bu sınıf yabancı ve yerli sömürücülere karşı amansızca savaşmaktadır. Türk işçilerinin sınıf mücadelesi bügün memleketin sosyal ve politik hayatının en karakteristik belirtisidir. Adı geçen platformda sınıf mücadelesinin adı bile edilmiyor... Türkiye geri kalmış bir kapitalist ülke olmakla beraber, Yakın ve Orta Doğuda en gelişmiş kapitalist ülkelerden biridir. Memlekette işçi sınıfının sayısı nüfusun yüzde onunu aştı. Sanayi işçilerinin sayısı bir buçuk milyona yaklaştı, memleketin sosyal ve politik hayatında ağırlığını şimdiden hissettirmeye başladı. Milli kurtuluş devriminin en aktif ve sonuna kadar devrimci kuvveti bu sınıftır. Bu devrimin öncüsü, teşkilatçısı ancak o olabilir. Her türlü ezginin amansız düşmanı odur. Emperyalizmle, gericilikle hiçbir zaman uzlaşmayacak sınıf odur. Üstelik işçi sınıfı, halkımızın ilk milli kurtuluş devriminin acı tecrübeleriyle silahlıdır. Yeni bir milli kurtuluş hareketinin, milli kurtuluş devriminin yozlaşmaması, emekçi sınıfların ve memleketin gerçek kurtuluşuna, sosyalizme yol açabilmesi onun bu harekette oynayacağı rolün derecesine bağlıdır."
     Mihri Belli ve arkadaşları TKP geleneğini kendilerinin temsil ettiğini iddia eder ve TİP'i dağıtma taktiğini izlerlerken yakın bir zamanda "sol" bir darbeyle iktidara geleceklerini umdukları kemalistleri ürkütmemek adına da kurallı ve kalıcı bir örgütlenmeye gitmekten kaçınıyorlardı. Legalist ve parlamentarist çerçeveyi aşamayan TİP'in eylemsizliğine tepki duyan gençlik arasında kısa zamanda sol söylemleriyle büyük bir etki sağlayan MDD yöneticileri kalıcı örgütlenmeden kaçınan tutumlarıyla bu etkilerini yitirmeye başladılar.

Yeni Örgütler
     15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişi işçi sınıfının devrime önderlik edebilecek çapta güçlü bir sınıf olduğunu göstererek MDD tezlerine ağır bir darbe vurdu. Marksizm-Leninizme yönelen devrimci gençlik önderleri arasında her koşula uygun bağımsız örgütlenme eğilimi güçlendi. Bunların bir kesimi proletarya içinde çalışmaya ağırlık verip komünist parti arayışına girdiler. Diğer bir kesim ise ideolojik önderliğin işçi sınıfına ait olduğunu kabul etmekle birlikte, fiili savaşımın çeşitli küçük-burjuva ve köylü katmanlarca yürütülmesi gerektiğini söylediler. Mahir Çayan ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesini (THKP-C), Deniz Gezmiş ve arkadaşları Türkiye Halk Kurtuluş Ordusunu (THKO) kurdular. Doğu Perinçek ve çevresi ise daha sonra Türkiye İşçi Köylü Partisi (TİKP), 1980 sonrası ise Sosyalist Parti (SP) ve bugün İşçi Partisi (İP) adını alan, kemalizm ve maoizm karması anti-sovyet, milliyetçi bir çizgiyi savunan Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisini (TİİKP) oluşturdular. TİİKP'den ayrılan İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları ise Türkiye Komünist Partisi Marksist-Leninist/ Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusunu (TKP M-L/TİKKO) kurdular.
     Bu dönemde, Türkiye Komünist Partisi kendi öz kimliğiyle fiilen örgütlü bir akım olarak henüz gençlik hareketi içinde yer almıyordu.

     12 Mart Darbesi
     1960'ların devrimci yükselişine, burjuvazi 12 Mart 1971 faşist askeri darbesiyle karşılık verdi. Sosyalist ve devrimci demokratik akımların toplumsal yaşamın her alanını etkilemesini durdurmak, devrimci yükselişi boğmak isteyen kapitalist iktidar bloku 12 Mart 1971 rejimini tezgâhladı. İşçi sınıfına, devrimci gençliğe, Kürt uyanış hareketine vahşice saldıran 12 Mart faşizmi TİP'i ve demokratik kitle örgütlerini kapattı. Onbinlerce insan tutuklandı ve işkenceden geçirildi. 12 Mart paşaları, görevden aldıkları Demirellerin de desteğiyle Sinan Cemgil ve yoldaşları ile Mahir Çayan ve yoldaşlarını vurarak, Deniz Gezmiş ve iki yoldaşını asarak, İbrahim Kaypakkaya'yı işkence ederek öldürdüler. 12 Martçıların elinden kurtulmak için yurtdışına çıkmak zorunda kalan Hikmet Kıvılcımlı Yugoslavya'da öldü.

     Atılım Dönemi
     TKP, özellikle 15-16 Haziran 1970 büyük işçi hareketinden sonra, TİP yöneticilerinin legalist-parlamentarist hayaller besleyen çizgisinin yarattığı sorunları, ayrıca MDD hareketinin çıkmaz sokakta bıraktığı gençlik hareketinin arayışlarını dikkate alarak bağımsız örgütlenme yolunda adımlar atmaya başladı. TİP'in kapatıldığı ve tüm devrimci örgütlerin ağır baskılara uğradığı 12 Mart 1971 darbesinden alınan derslerle yeni bir yönelim benimsedi. Örgütsel çizgisinde köklü değişiklik yaptı. Türkiye içinde örgütlenme çalışmalarını hızlandırdı, yeni parti örgütleri kurulmaya başlandı. 1972 yılında TKP'nin Sesi radyosu kuruldu. Bu siyasal ve örgütsel hazırlıklar, 24 Mayıs 1973 tarihinde Zeki Baştımar'ın yerine İ.Bilen'in TKP genel sekreteri olmasıyla yeni bir aşamaya ulaştı ve TKP büyük bir atılıma başladı. Daha önce değişik örgütlerde çalışmış ve proletarya partisini arayan devrimci kadrolar TKP'ye yöneldiler. TKP Merkez Komitesi düzenli bir yayın organına kavuştu: 1974 başında Atılım dergisi yayınlanmaya başladı. Yeni bir program ve tüzük hazırlandı. 1977'de yapılan Parti Konferansında Program ve Tüzük onaylandı.
     Atılım dönemi olarak adlandırılan bu dönemde TKP bir diriliş yaşayarak Türkiye'de önemli bir siyasal güç haline dönüştü. Faşizme, emperyalizme ve kapitalizme karşı güçlü bir odak oldu. Sendika, gençlik, memur, köylü, kooperatif ve kadın hareketi içinde kitleselleşti. Ülke çapında parti örgütleri ağı oluşturuldu. 1 Mayısların kitlesel olarak kutlanmasında, Devlet Güvenlik Mahkemelerine karşı direnişte, faşist teröre karşı kitlesel direnişlerin örgütlenmesinde, kapitalist sınıfa karşı güçlü grevler düzenlenmesinde, 1 Mayıs komiteleri ve can güvenliği komiteleri gibi özgün yapıların yaratılmasında, 141. ve 142. maddelerin kaldırılması kampanyasında, barış hareketinin örgütlenmesinde, Marksizm-Leninizmin ve proletarya enternasyonalizminin propagandasında, sosyalist ülkeler ve ulusal kurtuluş hareketleriyle dayanışma kampanyalarının geliştirilmesinde TKP öncülük yaptı. Basın-yayın, kültür ve sanat cephelerinde etkili bir çalışma yürüten TKP aydınların işçi sınıfıyla bağlaşmasında önemli bir etken oldu. İşçilerin, köylülerin, memurların, öğrencilerin, aydınların, ezilen halkların, bütün yurtseverlerin ve barışseverlerin birliği yolunda önemli adımlar atıldı.
     Kuşkusuz, bu hızlı gelişmenin yarattığı çeşitli sorunlar ve zayıflıklar da vardı. Bu sorunlar ve zayıflıklar, özellikle, içte, 12 Eylül darbesinden ve dışta, Sovyetler Birliği'ndeki kapitalist restorasyondan sonra ağırlıklarını duyuracaklardı. Bütün bu mücadeleler içerisinde TKP'nin birçok üyesi ve taraftarı şehit düştü. Sınıf mücadelesinin alabildiğine keskinleştiği bu ortamda devletin ve sivil faşist hareketin saldırılarının yanı sıra birçok TKP militanı sol içi çatışmalarda özellikle maocu çevrelerin saldırılarında yaşamını yitirdi. Doğu Perinçek'in liderliğindeki TİKP çevresinin yayın organı Aydınlık gazetesi TKP'yi "Rus sosyal emperyalizminin beşinci kolu" ilan ederek TKP militan ve taraftarlarını polise ihbar etti.
     TKP bu dönemde işçi-köylü kitlelerinin mücadelesi temelinde bir ulusal demokratik cephenin oluşturulması, bu cephe aracılığıyla ileri demokratik bir düzenin kurulması ve kesintisiz olarak sosyalizme geçilmesini öngören bir siyasal strateji izliyordu. Bununla birlikte, grevlerin, direnişlerin, sokak gösterilerinin olağanüstü yoğunlaştığı; sosyalizmin emekçi kitlelerle buluşup neredeyse her fabrika, köy ve semtte etkisini duyurduğu; solun devlet mekanizmasının en ulaşılmaz kısımlarına bile nüfuz etmeye başladığı; faşist teröre ve kapitalist sömürüye karşı mücadelenin genel bir meşruiyet kazandığı, adı konmamış bir iç savaşın yaşandığı bu dönemde parti berrak ve ikircimsiz bir emekçi iktidarı hedefine sahip değildi. Sınıf mücadelesinin her yöntemi ve biçimi fiilen uygulanıyordu ama mücadelenin nasıl taçlandırılacağı, politik iktidarın nasıl alınacağı konusunda açıklık yoktu; kadrolar yollarını el yordamıyla bulmaya çalışıyorlardı. Politik iktidar fırsatı nesnel olarak sosyalizmin ve solun önüne gelmişti, ama bu konuda yeterli bir bilinç yoktu; böyle bir deneme bile yapılamadı.

     Yıkıcı Rekabet
     Sosyalist hareketin tarihsel ve güncel nedenlerle çeşitli sosyalist parti ve örgütler halinde bölünmüş olduğu bu yıllarda, sözü edilen örgütlerin kendilerini benimsetme ve güç kazanma çabaları, aralarında yıkıcı bir rekabete yol açtı. Kimi zaman bu rekabet öbür sosyalist çevrelerin zararına sosyalizm dışı bir çevreyle işbirliği yapma boyutlarına ulaşıyordu. TKP de bu sekter anlayışın dışında kalamadı. Özellikle TİP, TSİP, TKSP gibi uluslararası komünist hareketin genel çizgisine uygun bir yönelimi bulunan sosyalist partilerle ilişkiler uzun süre düzgün bir temele oturtulamadı.
     1970'lerin sonlarına doğru, TKP içinde izlenecek taktik çizgi konusunda bir ayrışma yaşandı. Bu ayrışma sonucunda "daha sol" öneriler getiren İşçinin Sesi grubu partiden ayrıldı. Grubun görüş ve tezleri kapsamlı biçimde tartışılamadan, ikna edilebilecek ve böylece partide kalmaları sağlanabilecek insanlar idari bir kararla partiden uzaklaştırıldılar. Bu, döneme hakim olan sekter havanın parti içerisindeki bir yansımasıydı. Verimli sonuçlar doğurabilecek bir fikir alış verişi yapılamadan meydana gelen kopma işe yaramadı. Ana gövdeden kopan grup başlangıçtaki "sol" yönelimini bir süre sonra yitirdi, mezhepçi ve sağ uzlaşmacı bir rotaya girdi. İşçinin Sesi grubu, pek çok yalpalamanın ardından, henüz tam doğrultusunu belirleyemedi. Genel Sekreterleri R. Yürükoğlu'nun ölümünden sonraki 3 KAsım genel seçimlerinde SİP'i destekleme kararı aldı. Arayışlarının sona ermediği görülüyor.

     12 Eylül Darbesi
     TKP, ülke içindeki bunalımın derinleşmesi sonucu emperyalizmin ve tekelci burjuvazinin faşist bir askeri darbe hazırladığı tespitini yapmıştı. İşçi sınıfının ve devrimci örgütlerin böyle bir darbeyi önlemek, bu mümkün olmazsa darbeye karşı direnmelerini sağlamak üzere politik, örgütsel ve teknik hazırlıklar yapmalarının zorunluluğunu defalarca vurgulamıştı. TKP yerel birimleri bu doğrultuda küçümsenmeyecek adımlar atmışlardı.
     Ne var ki, TKP Merkez Komitesi, 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin ardından yaptığı politik durum değerlendirmesinde, cuntanın "biz sadece terörizme karşıyız" ve "Sovyetler Birliği'yle iyi komşuluk ilişkilerini sürdüreceğiz" demagojisini ve Alpaslan Türkeş ile ülkücü katillerin tutuklanmasını esas alarak, darbenin faşist nitelik taşımadığını, Kenan Evren cuntasının ılımlı bir askeri cunta olduğunu öne sürdü. NATO'nun oluşturduğu kontr-gerilla dilinde "terör"ün işçi, emekçi ve aydınların sermayeye ve emperyalizme karşı her türlü mücadelesi ve özlemi anlamına geldiğini değerlendiremedi. Faşizme karşı aktif direniş stratejisi yerine geriye çekilme ve küçülerek kendini koruma stratejisi önerdi.
     Bu değerlendirme parti örgütlerinin yoğun tepkisiyle karşılaştı ve düzeltilmesi istendi. Düzeltme yerine hatalı durum değerlendirmesini haklı gösterecek sözümona teorik gerekçeler üretildi. Arjantin Komünist Partisi'nin o dönemdeki liderlerinin Arjantin faşist askeri cuntasıyla uzlaşmayı esas alan ve binlerce devrimcinin kaybından sorumlu caniler cuntasını "teröristlerle mücadele eden ılımlı askeri yönetim" olarak alkışlayan faşist-işbirlikçisi çizgisini mekanik olarak Türkiye'ye uyarlayan ve örnek gösteren bir belge parti örgütlerine dayatıldı. [Arjantin Komünist Partisi'nin bir süre sonra faşizm işbirlikçisi bu çizgiyi mahkûm ederek düzelttiğini ve bu ihanetten sorumlu yöneticilerini partiden ihraç ettiğini yeri gelmişken belirtelim].
     İşçi sınıfına ve emekçi halka acımasızca saldıran, sınıf ve kitle sendikacılığının merkezi örgütü DİSK'i kapatan, sendikal faaliyetleri yasaklayan, sosyalist partileri kapatan, işçi sınıfının ve ezilen halkların politik ve kültürel örgütlerini dağıtan, binlerce devrimciyi Diyarbakır, Metris ve Mamak zindanlarına tıkan, tüm ülkeyi bir toplama kampına çeviren, yaşı onsekiz bile olmamış komünistleri ve devrimcileri idam eden, anayasayı ortadan kaldıran kanunsuz faşist cuntanın yaptıkları ortadayken merkez komitesinin bu tutumu parti saflarında büyük bir kargaşaya yol açtı. Ülkenin hemen hemen her bölgesinde devrimci pratik içinde yer alan kadroların şiddetli tepkisini çeken ve sadece erken bir devrim umuduyla partiye üye olan geçici kimi yol arkadaşlarının desteğini alan bu teslimiyetçilik, orta ve alt kademelerde yaygın bir hoşnutsuzluk ve muhalefet doğurdu.
     1981 Mayısında cunta ülke çapında büyük bir TKP tutuklamasına girişti. Birçok il örgütü dağıtıldı, bini aşkın parti üyesi hapse atıldı. Birçok üye işkencelerde sakat kaldı, Mustafa Hayrullahoğlu (Deniz) ve Av. Ahmet Hilmi Feyzioğlu öldürüldü. Parti üst yönetimi içinde hizipleşmeler ve tasfiyeler yaşandı. 1981 tutuklaması, TKP tarihindeki en büyük tutuklama oldu. Bu ağır tabloda, uzlaşmacı ve teslimiyetçi eğilimlerini daha sonra tam boy likidatörlük çizgisine dönüştüren Haydar Kutlu hizbinin önemli bir payı vardı. Sorumsuz bir teslimiyetçiliğe kapılan üst yönetim faşizme karşı ülke çapında bir direnişi örme yeteneği şöyle dursun, örgütlerini ve üyelerini koruma becerisinden, düzenli bir geri çekilmeyi gerçekleştirme yeteneğinden bile yoksun olduğunu gösterdi.

     Yeni Likidatörler İşbaşında
     Bu arada çeşitli iç çatışma ve tasfiyelerden sonra, TKP üst yönetimini ele geçiren, başını Haydar Kutlu'nun çektiği "Partizan" hizbi, TKP tutuklularının mahkemelerde siyasi savunma yapmasını yasakladı. Böylece yargılama sürecinin burjuvaziye karşı bir hücum platformuna dönüşmesini önledi. Bu en zor koşullarda Marksizm-Leninizmin, enternasyonalizmin ve TKP'nin savunulmasının sağlayacağı manevi üstünlüğün ve gelecek kuşaklara devredilecek büyük ve onurlu bir siyasi mirasın yokedilmesine yol açtı. Haydar Kutlu hizbinin, siyasi savunma yasağıyla TKP'nin likidasyonuna giden yolda önemli bir adım attığı ileride anlaşılacaktı. 12 Eylül diktatörlüğünün bütün baskılarına rağmen, TKP, bu dönemde "anayasaya hayır" kampanyasını yürüttü. "Sol Birlik"in kurulması için çalıştı ve işçi sınıfı partileri arasındaki bölünmelerin giderilmesi yolunda önemli adımlar attı.

     Beşinci Kongre
     Beşinci Kongre 1983 yılında Haydar Kutlu grubunun kesin hakimiyeti altında toplandı. Yeni (dördüncü) program ve tüzük kabul edildi. Ülke içindeki parti birim ve üyelerinin tepkilerini yatıştırmak üzere gecikmiş olarak yapılan "faşist diktatörlük" değerlendirmesi programa da alındı. Programda, ayrıca, "faşist diktatörlük devrimin barışçıl yoldan utkuya ulaşmasını büsbütün olanaksız kıldı" saptaması yapıldı. "Günümüzün en ivedi görevi faşist diktatörlüğü yıkmaktır" değerlendirmesi temelinde direniş gereği vurgulandı. Bu saptama ve değerlendirmeye uygun kapsamlı kararlar alındı. Haydar Kutlu parti genel sekreterliğine getirildi; İ. Bilen başkan seçildi. TKP'nin atılım döneminin lideri İ. Bilen kongreden hemen sonra, 18 Kasım 1983'te öldü.
     Beşinci kongrenin toplanması ve kongrede alınan kararlar, parti kadrolarının moralini yükseltti. Kadrolar arasında yeni bir mücadele dönemine hazır bir ruh hali egemen oldu. Ne var ki, Haydar Kutlu hizbi programdaki saptama ve değerlendirmeler doğrultusunda hiçbir girişimde bulunmadı.

     Altıncı Kongre: Burjuvaziye Teslimiyet
     Haydar Kutlu yönetimi, Sovyetler Birliği'nde Gorbaçov'un başa gelmesinden sonra dünya komünist hareketine dayatılan teslimiyet çizgisini hararetle benimsedi. Beşinci kongrede alınan kararları yok saydı. İmzasını inkâr eden pişkin burjuva politikacılarının tutumunu takındı. Partiyi likide edecek bir rota tutturdu. Sovyetler Birliği'nde "yeni politik düşünce" uygulamalarının başlamasının hemen ardından, "Barış ve Ulusal Demokrasi Alternatif Programı"nı kabul etti. Beşinci Kongre'de kabul edilen programın ruhuna ve lafzına tamamıyla aykırı bu "yenilenmeci" program TKP'nin likidasyonunda sondan bir önceki adımı oluşturdu. Likidasyon zehiri, komünistlerin birlik yönündeki içten duyguları sömürülerek "TİP ve TKP birliği" ambalajıyla kadrolara sunuldu. TKP ile TİP'in birleşmesi gibi olumlu bir adım sis perdesi olarak kullanılarak Marksizm-Leninizmin en temel ilke ve kuralları hoyratça çiğnendi. Böylece burjuvaziye teslimiyet programını içine sindiremeyen birçok üye ve sempatizanın "birlik hatırına" örgütlü bir tepki göstermemeleri sağlanmış oldu. Burjuvazinin ince taktiklerine kanan TKP ve TİP genel sekreterleri "legaliteyi kazanmak" için Kasım 1987'de Türkiye'ye dönüp polise teslim oldular.
     1988'de TKP'nin altıncı ve TİP'in sekizinci kongrelerinin toplandığı, birleşme kararının alındığı, ardından da TBKP'nin birinci kongresinin yapıldığı, böylece TKP'nin ve TİP'in varlığına son verildiği ilan edildi. TKP'nin Altıncı Kongresine sunulan çalışma raporunda, Beşinci Kongrede kabul edilen program, "politikayı ne zaman ve hangi koşullarda ortaya çıkacağı bugünden bilinmeyen bir devrim beklentisi üzerine kurmak"la eleştirildi, "bu yanlış yaklaşım"dan kurtulmak gereği üzerinde duruldu. TBKP programı ise, "dünya komünist hareketinde yeni anlayışla hazırlanmış ilk programlardan biridir. Türkiye solunda da gerçekçiliği temel alan ilk programdır" sözleriyle övüldü.
     Bu real-politiker yaklaşımın Vedat Nedim ve Şevket Süreyya'nın kapitalizm önünde secde eden "gerçekçiliği" olduğu, aslında öldürücü bir hayalcilikten başka bir anlama gelmediği kısa zaman sonra anlaşılacaktı. 8 Aralık 1989'da İstanbul'da basın toplantısı düzenleyen TBKP yöneticileri illegal çalışmaya son verdiklerini açıkladılar. 4 Haziran 1990'da legal olarak kurulan TBKP, bir yıl sonra Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
     Haydar Kutlu ve Nihat Sargın'ın Türkiye'ye dönüp polise teslim olmaları, TKP'nin 6. ve TİP'in 8. kongreleriyle varlıklarına son verdiklerinin açıklanması, TBKP'nin 1. kongresinin yapılması, TBKP'nin Türkiye'de legal olarak kurulması, Sosyalist Birlik Partisi SBP'nin oluşturulması ve TBKP'nin kapatılması ile TBKP dönemi sona ermiş oldu.

     Yeniden Ayağa Kalkış
     Likidasyon sürecine çok sayıda komünist karşı koydu. Dünya komünist hareketini ve sosyalist sistemi ortadan kaldırmayı amaçlayan revizyonizme ve kapitalist restorasyonculuğa karşı komünist birliği ve sosyalizmin kazanımlarını savunan TKP kadroları, Eylül 1989'da 10 Eylül dergisini çıkardılar. Kapitalist restorasyoncu Gorbaçov revizyonizminin Türkiye şubesini oluşturan döneklere karşı cepheden muhalefet ettiler. Marksizm-Leninizm Yolumuzu Bugün de Aydınlatıyor ve Program Sorunu Üzerine adlı çalışmalar aracılığıyla, "yeni politik düşünce"yi kapsamlı biçimde teşhir ettiler. TKP'nin ayağa kaldırılması yolunda teorik-politik alanda sağlam bir zemin oluşturdular. Bu sırada, kimi kadrolar da TBKP'ye karşı, cepheden mücadele etmek yerine, TBKP'nin ve ardından SBP girişiminin içinde yer alarak içten muhalefet etmeye çalışıyorlardı. Dolayısıyla, likidasyona karşı karşı koyan devrimci muhalif kadroların teorik-politik çabası eş zamanlı ve yeterince yaygın örgütsel bir tepkiye dönüşemedi, likidasyon sürecini önleyebilecek bir yapıyı ortaya çıkaramadı. Likidatörler büyük bir birikimi göz göre göre yok ettiler.
     Ancak, TKP kadroları, inançsızlık, yılgınlık ve ihanetin kapitalizmin ve emperyalizmin baskılarıyla birleşerek kol gezdiği bu dönemin bütün zorluklarına rağmen aralıksız mücadele ettiler. 10 Eylül'ün teorik-politik zeminini doğal sonuçlarına ulaştırmak için yürüttükleri çalışmaları 10-11 Eylül 1993'te yapılan yeniden doğuş toplantısında ele aldılar. Likidatörlerin TKP'yi yok etmeye yönelik bütün kararlarını gayri meşru ilan ettiler ve TBKP sürecinin tek olumlu yönünün TKP-TİP birliğinin sağlanması olduğunu belirttiler. TKP'yi ayağa kaldırma iradesini programatik bir netliğe ulaştırdılar ve gerekli yapısal düzenlemeleri gerçekleştirdiler. 15-16 Haziran 1996 İzmir toplantısında alınan kararlara uygun olarak 28-29 Ocak 1997'de Ürün'ü çıkardılar. Ürün, TKP'nin likidasyon sürecinde aldığı yaraların sarılması, devrim ve sosyalizm mücadelesinin 21. yüzyıl başlarının somut koşullarına uygun olarak geliştirilmesi ve TKP'nin eskisinden daha güçlü olarak ayağa kalkması için mücadelede önemli bir kaldıraç oldu.
     TKP kadrolarının iğneyle kuyu kazarak TKP düşüncesini ayağa kaldırmaları, 1920'nin devlet güdümlü "Resmi TKP" projesinin bu kez 2001'de SİP eliyle bir daha gündeme getirilmesine neden oldu. Siyasal yaşamları boyunca TKP düşmanı olmuş Aydemir Güler ve Kemal Okuyan çevresi, tarihte görülmemiş bir siyasal kimlik hırsızlığıyla TKP adını gasp etti.
     TKP'nin savaşım sürecini günümüzde hep beraber yaşıyor ve yaratıyoruz.

     Tarihimizden Geleceğe
     TKP tarihi devrim ve sosyalizm için fedakarca mücadelenin; "halkın mukadderatını kendi eline alması"nın koşullarını hazırlamak uğrunda sabırla, dirençle çalışmanın; enternasyonalizmi ve savaşsız, sömürüsüz yeni bir kardeşlik dünyası kurma özlemini işçiler ve emekçiler arasında yayma azminin tarihidir. TKP tarihi Türkiye'de aydınlanmanın tarihidir. Nazım Hikmet'ten Orhan Kemal'e, Hikmet Kıvılcımlı'dan Behice Boran'a, Sabiha Sertel'den İbrahim Güzelce'ye, Ruhi Su'dan Ahmet Arif'e, Mehmet Ali Aybar'dan Jak İhmalyan'a, politika, bilim, kültür, edebiyat ve sanat alanlarında sayısız isim bunun kanıtıdır.
     TKP tarihi Marksizm-Leninizmin ideallerini işkence odalarında, zindanlarda, sürgünlerde, "ateş ve ihanet" çemberlerinde savunmanın onurlu tarihidir. TKP tarihi, yoldaşların ateşle imtihanının tarihidir. Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Salih Bozışık, Vedat Demircioğlu, Harun Karadeniz, Ali Talip Öztürk, Meryem Karakız, Mustafa Hayrullahoğlu gibi sayısız isim bunun kanıtıdır. 1917 Büyük Ekim Devrimi'nin dünyaya yaydığı, kapitalist düzene son verilmesi; burjuvaların cahil, kültürsüz ve beceriksiz baldırıçıplaklar diye nitelendirdiği işçilerin ve yoksul köylülerin dünyayı yönetip dönüştürebilecekleri; proletarya iktidarı; ortak mülkiyet sistemine geçilmesi; tüm devlet görevlilerinin seçimle belirlenmesi; yöneten-yönetilen ayırımının kalkması, uluslar arasında kardeşliğin kurulabilmesi için ezilen halkların kendi kaderlerini serbestçe tayin etme hakkının tanınması gereği; ulusal sınırların ortadan kalktığı enternasyonalist bir dünya gibi yepyeni kavramları Türkiye topraklarına taşıma ve kökleştirme onuru Türkiye Komünist Partisi'ne aittir. Emperyalizme karşı en kararlı biçimde mücadele etme, ülkenin bağımsızlığına en zor koşullarda bile gözü gibi sahip çıkma ve en tutarlı yurtseverliği savunma onuru TKP'ye aittir.

     Dersler
     TKP emperyalizme ve burjuvaziye karşı mücadelesinde her zaman yeterli uyanıklığı gösteremedi. İşçilerin ve köylülerin sosyal bir devrime kalkışma ihtimalinden ölümüne korkan Türk burjuvazisi, TKP'nin kuruluşu üzerinden daha altı ay bile geçmeden TKP yöneticilerini tuzağa düşürerek katletti, partinin etkisinde bulunan siyasi ve askeri güçleri dağıttı. TKP, burjuvazinin bu kadar erken bir saldırısını beklemiyordu. Burjuvazinin işçi ve köylülerden duyduğu korkunun farkında olmakla birlikte onun en azından emperyalist işgal sürerken bu kadar gözükara davranabileceğini, ulusal kurtuluş davasına bu kadar ters bir adımı atabileceğini düşünemedi.
     Cumhuriyetin kuruluşundan sonra, TKP yönetimi Şeyh Sait başkanlığındaki Kürt isyanına karşı ilan edilen Takrir-i Sükûn kanununun kendisini de biçeceğini hesaplayamadı. Kemalist iktidarla iyi ilişkiler içerisinde bulunan Sovyetler Birliği yönetiminin ve Komintern'in yönlendirmesiyle kemalist burjuvazinin ilerici potansiyelini zaman zaman abarttı. Kemalist devlet terörünün yoğunlaştığı 1920'lerin sonlarında CHP'ye karşı tam boy mücadele çizgisini savunan partililerin girişimleri Komintern'in müdahalesiyle önlendi. Faşizme karşı birleşik geniş cephe siyasetinin dünya komünist hareketince benimsendiği yıllarda "milli şef" İsmet İnönü hükümetlerinin "ilerici ve halktan yana" icraatlarının olabileceği hayaline kapıldı. 1946 yılında Türkiye'de "çok partili demokrasi"ye geçilirken, legal şartların uzun süreceğini sanarak, yeterli önlemleri almadan legale çıktı ve ağır kayıplara uğradı. 1974-1980 arasında yürüttüğü görkemli mücadeleyi emekçilerin politik iktidarına yönelen bir hücumla taçlandıramadı. 12 Eylül darbesine karşı direnişe geçemedi. Soldaki bütün siyasal güçlerin çare umarak gözlerini kendisine çevirdiği bir sırada kararsız kaldı. 12 Eylül'den sonra faşist cuntanın aslında ordunun "ılımlı" bir kanadı olduğu sanısıyla, cuntanın komünistlerin üzerine vahşice saldıracağını yeteri açıklıkla öngöremedi. Faşizme karşı direnişi öremedi.
     TKP, kapitalizmin ve emperyalizmin her türlü baskısına rağmen sınıf mücadelesinin gereklerini yerine getirmekten geri kalmadı. Buna karşılık, kendi içinde demokrasiyi aynı ölçüde gerçekleştiremedi; bütün örgütün kollektif aklını hiçbir yöneticiyi ve kurumu eleştiri dışında bırakmayan bir anlayışla harekete geçiremedi. Sovyetler Birliği'nden veya parti üst yöneticilerinden gelen yanlış önerileri kararlılıkla sorgulayıp gerekenleri yapamadı. Kritik zamanlarda mekanik bir disiplin anlayışının kurbanı olmaktan ve sonuçta zaman zaman likidasyoncuların eline düşmekten kurtulamadı. Komünizmin her üyenin her koşul altında tam ve eşit haklı bir siyasi özne olmasını gerektirdiği kavranamadı. TKP, tüm bu hatalarının bedelini işkence, kan, hapis ve ölümle çok ağır ödedi.

     Kısa Özet
     Türkiye proletaryasının siyasal örgütü Türkiye Komünist Partisi 10 Eylül 1920'de İstanbul, Anadolu ve yurtdışında bulunan çeşitli örgütlerden komünistlerin Mustafa Suphi önderliğinde birleşmesiyle kuruldu. Daha kuruluşunda enternasyonalizmle yurtseverliği, Ekim Devrimi'nin toplumsal kurtuluş ruhuyla bağımsızlık savaşımızın ulusal kurtuluş ateşini varlığında eylemli olarak birleştiren TKP, o günden bu yana her türlü baskı, entrika ve ihanete karşın onurlu savaşımını sürdürdü. Dünya komünist ve işçi hareketinin ilke ve ülkülerine bağlı kaldı; sömürüsüz ve savaşsız eşitlik ve özgürlük dünyasının kurulması için durmadan çalıştı. Kapitalizme karşı sosyalizm için, emperyalizme karşı bağımsızlık için, faşizme karşı demokrasi için, ırkçılık ve şovenizme karşı halkların dostluk ve dayanışması için, dinci gericiliğe karşı laiklik ve aydınlanma için aralıksız savaşım verdi.
     Türkiye Komünist Partisi uzun tarihi boyunca üç kritik dönemde ülkemiz siyasal yaşamının merkezinde yer aldı; toplumsal desteğini genişleterek burjuvaziyle boy ölçüşen, iktidar adayı sınıfsal bir güç haline geldi. Bu üç dönemden birincisi, 1919-1921 yılları arası ulusal kurtuluş savaşı dönemidir. İkincisi, 1943-1946 yılları arası faşizme karşı mücadele ve tek parti diktatörlüğünün tasfiyesi dönemidir. Üçüncüsü, 1974-1980 arası emperyalizme ve işbirlikçi burjuvazi-büyük toprak sahipleri blokuna karşı mücadele dönemidir.
     TKP, Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında devrimci yoksul köylü hareketinin ve silahlı köylü direnişinin önderliğini ele geçirdi, Millet Meclisi içinde önemli bir destek sağladı, Ekim Devriminin ve emperyalizme karşı kurtuluş savaşımıza destek olan Sovyetler Birliği'nin yarattığı sempati ortamı içerisinde iktidarı ele geçirebilecek bir güce ulaştı. Burjuvazinin ve emperyalizmin iktidarı kaybetme paniğiyle uyguladığı terör ve hile kampanyasında yenildi. Terör Mustafa Suphi ve ondört komünist önderin boğulmasını, Halk İştirakiyun liderlerinin hapse atılmasını, silahlı köylü birliklerinin dağıtılmasını ve TKP'nin yasaklanmasını içeriyordu. Hilenin ana öğesi ise kadroların ve kitlelerin kafasını karıştırmak için burjuva yönetimine bağlı resmi komünist partisinin kurulmasıydı. Resmi komünist partisi uğursuz rolü sona erince sıkılmış limon gibi bir yana atıldı. Burjuvazinin terör ve hile kampanyası, milli burjuva yönetimi kurulduktan sonra TKP'nin gereksiz olduğunu savunan Vedat Nedim Tör ve Şevket Süreyya Aydemir gibi likidatörler eliyle partinin içten çökertilmesi girişimiyle devam etti.
     TKP, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi işbirlikçisi yönetimlere karşı etkili bir teşhir kampanyası yürüttü. Partinin, Hitler ordularının Sovyetler Birliği'ni yeneceğini ve bin yıl sürecek yeni nizamda yer almak gerektiğini savunan savaş vurguncularına ve ırkçı çevrelere karşı yürüttüğü mücadele, 1943 yılından itibaren Sovyet ordularının ilerlemeye başlaması ve savaşın kaderinin değişmesiyle çok elverişli bir zemin buldu. Tek parti diktatörlüğüne son vererek demokrasiye geçiş bütün kamuoyunu etkileyen bir parolaya dönüştü.
     Milli Şef rejimine karşı tek cephe fikrinin geniş kabul görmesiyle alarma geçen rejim, Tan Matbaası baskını, TKP tutuklamaları, siyasi parti kurma izninin ardından kurulan ve hızla örgütlenmeye başlayan sosyalist partileri kapatma, üniversitelerde sol eğilimli öğretim elemanlarını tasfiye etme gibi yöntemlerle halkçı-demokratik seçeneği ortadan kaldırdı ve kontrollü bir süreçle sola kesin kapalı göstermelik çok partili rejimin yolu açıldı. Ülkenin ABD emperyalizmine açılması, anti-komünist histerinin körüklenmesi, soğuk savaş kışkırtıcılığı, Kore savaşına asker gönderme ve NATO'ya katılma sürecinin bir parçası olarak 1951'de giriştiği büyük tutuklamayla burjuvazi TKP'yi yeniden siyasal yaşamın kıyısına itti.
     1960'lar sanayileşmenin hızlanması, işbirlikçi kapitalist tekellerin oluşması, kırsal bölgelerde proleterleşmenin yaygınlaşması, sınai işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlenmesinin güçlenmesi, gençlik hareketinin atılımı, köylülüğün hareketlenmesi, Kürt ulusal hareketinin canlanmasıyla ayırt ediliyordu. Sosyalist ve devrimci demokratik akımların toplumsal yaşamın her alanını etkilemesini durdurmak, devrimci yükselişi boğmak isteyen kapitalist iktidar blokunun tezgâhladığı 12 Mart 1971 rejimi kısa zamanda etkisini yitirdi.
     TKP, 1974 yılından itibaren sendika, gençlik, öğretmen ve teknik eleman, kadın, köylü kooperatif ve barış hareketine damgasını vurdu. Emperyalist boyunduruğa, faşist teröre ve kapitalist sömürüye karşı mücadele en ücra bölgelere kadar yaygınlaştı. Sosyalizm bir kitle gücü oldu. Dünyada sosyalist sistemin ilerleyişi ve ulusal kurtuluş devrimlerinin başarısıyla belirlenen bu görkemli dönemde emperyalizm ve işbirlikçi tekelci burjuvazi önleyici bir karşı devrime başvurdu. 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle bütün diğer sosyalist ve devrimci demokratik akımlar gibi TKP de ağır bir saldırıya uğradı.
     Kısa zamanda yeniden toparlanan ve Beşinci Kongrede yeni koşullarda savaşım çizgisini oluşturan TKP, bir süre sonra Sovyetler Birliği'ni etkisi altına alan Gorbaçovçu likidasyon programının zehirli etkilerine karşı koyamadı. Haydar Kutlu ve Zülfü Dicleli gibi sorumsuz yöneticilerin likidatör çizgiyi dayatmasıyla TKP, ağır bir ihanete uğradı. 12 Eylül terörü likidatörlerin ihanetiyle tamamlandı. Bu ihanete karşı koyan kadroların iğneyle kuyu kazarak TKP düşüncesini ayağa kaldırmaları, bu kez kapitalist düzenin ve militarizmin yağdanlığı SİP yöneticileri eliyle torpillendi. Siyasal yaşamları boyunca TKP düşmanı olmuş Aydemir Güler ve Kemal Okuyan çevresi, TKP adını gasp etti. SİP, işçi ve emekçilerin bilincini karartmak isteyen burjuvazinin maşası oldu, Türkiye proletaryasının en değerli varlığını arkadan vurdu.
     Mustafa Suphilerin, İsmail Bilenlerin ve nice adsız savaşerlerinin partisi, burjuvazinin terörü ve likidatörlerin ihanetiyle defalarca siyasal yaşamın kıyısına mahkum edildi ve hatta yokolmanın eşiğine getirildi. Ama her defasında yeniden ayağa kalktı ve siyasal yaşamın merkezine yürüyerek burjuvaziye meydan okudu. Üç kez yenilgiye uğradı, ama hiç kuşkunuz olmasın, yenile yenile yenmeyi öğreniyor.

     Bu Tarih Bizim
     TKP tarihine topluca baktığımızda, parti içinde burjuvaziyle kararlı mücadele taraflısı ana gövdenin yanısıra, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın eğilimlerin de bulunduğu görülür. Bununla birlikte, burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın olanlar arasında işi döneklik boyutuna, burjuvazinin kampına geçme noktasına vardıranlar, 1927'de Şevket Süreyya ve Vedat Nedimler ile 1980'lerde Haydar Kutlu ve Zülfü Dicleliler olmuştur.
     Kimi zaman ciddi yanlışlar yapsalar da Mustafa Suphi, Salih Hacıoğlu, Şefik Hüsnü, Zeki Baştımar, İ. Bilen, Nazım Hikmet, Hikmet Kıvılcımlı, Reşat Fuat, Hüsamettin Özdoğu, Mihri Belli ve Behice Boran yoldaşların tümü -kimisi parti dışına düşmüş olsa da- komünizm davasına bağlı kaldılar ve bu uğurda ağır bedeller ödediler. BİZLER, Mustafa Suphi'den Deniz yoldaşa, Hasan Basri'den Ali İhsan Özgür'e, Boz Mehmet'ten Meryem Karakız'a, Amele Birliği'nin adsız sıra neferlerinden Maden-İş militanlarına, Türkiye Komünist Gençler Federasyonu üyelerinden İlerici Gençliğin genç savaşerlerine, Komünist Kadınlar'dan İlerici Kadın Derneği'nin aktivistlerine, Birlik-Dayanışmacılardan Köy-Kooplulara, Savaş Yolu emekçilerinden Güneşli Dünya emekçilerine, 10 Eylül emekçilerinden Ürün emekçilerine, devrim ve komünizm davasını bugüne taşıyan tüm onurlu insanlarımıza şükran borçluyuz. Bu yeni dönemde, onların mirasını ileriye taşıyacak ve sosyalist devrimi zafere ulaştıracağız.

BUGÜN ESİR, YARIN HERŞEY!

Kaynaklar

Zeki Baştımar, "Komintern 7. Kongresinin 30. Yıldönümü Konuşması", Yeni Çağ, Ekim 1965.
Mehmet Bozışık, "Türkiye'nin Durumu ve Sorunlarımız", Ürün Kitap Dizisi, sayı 2, 15-16 Haziran 1997.
George Harris, Türkiye'de Komünizmin Kaynakları, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1979. Milli Demokratik Devrim ve İçyüzü.
Muhsin Salihoğlu, "TKP Tarihine Bakış", Ürün Kitap Dizisi, sayı 3, 10 Eylül 1997.
Muhsin Salihoğlu, "80 Yıldan Sayfalar", Ürün Sosyalist Dergi, sayı 7, Eylül-Ekim 2000.
TKP 5. Kongre Belgeleri, Ürün Yayınları, İstanbul, 2000.
TKP Programları ve Mustafa Suphi Tezleri, Ürün Yayınları, İstanbul, 1998.
Mete Tunçay,Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) Belgeler 2, BDS Yayınları, İstanbul, 1991.
Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-II (1925-1936), BDS Yayınları, İstanbul, 1992.
Türkiye Komünist Fırkası'nın Birinci Kongresi, Türkiye Komünist Fırkası Neşriyatı, Bakû, 1920.
"Türkiye Komünist Partisi 58 Yaşında", Ürün Sosyalist Dergi, sayı 51, Eylül 1978.
"Türkiye Komünist Partisi'nin Yeni Taktikasına Dair Merkez Komitesinin Beyanatı", 20 Ağustos 1936.
TKP MK Dış Bürosu 1962 Konferansı, TÜSTAV Yayınları, İstanbul, 2002.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 MHP PROGRAMI ÜZERİNE
 CUMHURİYET'İN 75. YILINDA
 MERKEZİN İNTİHARI