Kitap Dizisi:2 |  Naci Koparan |
BAĞIMSIZ SINIF HAREKETİNDE KİLOMETRE TAŞLARI VE DİSK'İN YERİ

    Türkiye işçi sınıfının ortaya çıkışı 19. yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Dünyada ve ülkemizde yaşanan dönemin etkisiyle işçi sınıfı ortaya çıktığı ilk dönemden itibaren iki ayrı gelişim seyri izler. 19. yüzyılın sonlarında kapitalizm uluslararası bir nitelik kazanıp emperyalizm aşamasına doğru evrilirken, dünya işçi sınıfı da yeni bir dünya umudu ile örgütlenmesini yoğunlaştırıp yeni bir toplum yaratma hedefi ile önemli adımlar atmaktadır. 1848 devrimi ile başlayan bu yeni dönem 1871'de tarihsel bir içerik kazanıp Paris Komünü ile taçlanırken dünya işçi sınıfı nasıl bir dünya istediğini somut olarak göstermekteydi.


    İşçi sınıfının devrimci gücünün farkında olan burjuvazi, özellikle Paris komünü sonrası, sınıfı kendi düzeninin içinde tutabilmek için bir dizi önlem almak zorunda kalmıştır. Bu sürecin Türkiye'ye yansıması, daha sınıfın rüşeym halinde iken önünün kesilmesi doğrultusunda politikalar geliştirilmesi olmuştur. Emperyalizme bağımlı yarı-sömürge bir ülke niteliğinde olan bu coğrafyada 1845'de Polis Nizamnamesi'nin çıkması işçi sınıfının örgütlenmesini daha başından engellenmeye yönelik çabaların göstergesidir.

Bağımsız Sınıf Hareketini Kontrol Çabaları
    Türkiye İşçi Sınıfı'nın tarihi bir yandan işçi sınıfının doğuşu ile başlayan bağımsız sınıf hareketi dinamiği ile şekillenirken, öte yandan (1845 Polis Nizamnamesi'nde somut olarak görüldüğü gibi) egemen çevrelerce ve özellikle devlet kanalıyla devlet kanalıyla yoğunlaştırılmış bir şekilde yönlendirilmeye çalışılarak, sistem sınırları içerisine hapsedilmeye çalışılmasının tarihidir.
    Cumhuriyet öncesi ve sonrasında sınıf hareketinin geliştiği bir momentte bu hareketin uygulamalarını görmekteyiz. 1909 Tatil-i Eşgal Kanunu, 1925 Takrir-i Sükun Kanunu, 1936 yılında Faşist İtalya Rejimi'nden alınan 141-142 ve diğerleri bu uygulamanın somut örnekleridir.
    Devletin manipülasyon ve baskı politikalarına rağmen kökenlerini uluslararası işçi mücadelesinin birikiminden alan bağımsız işçi inisiyatifi başlangıcından itibaren varlığını ortaya koymuştur. Genel olarak bakıldığında Türkiye İşçi Sınıfı tarihini egemen güçlerin manipülasyon çabalarına karşı gelişen bağımsız sınıf eylemlilikleri ve örgütlenmeleri ile tanımlayabiliriz.
    TC ile birlikte "halkçı" bir devlet kurduğu iddiasında olanlar bir elleriyle kapitalist yaratırken, diğer elleriyle işçi sınıfını susturarak gelişen sosyalist kimliğin önüne geçmeye çalışmışlardır. Halkçılık burjuvazi için bir sınıf iktidarı, işçi sınıfı için ise baskı ve sindirme anlamına gelmiştir.
    Bu tarihlerdeki önemli bir ayraç olan Havza Grevi (1923) sınıf hareketinde işçi inisiyatifinin ilk ortaya çıktığı deneyim olmuştur. Havza'da Fransız denetimindeki ocaklarda çalışan maden işçileri yaşadıkları ağır çalışma koşullarına karşı, kendiliğinden bir tarzda harekete geçerek, acil ihtiyaçları doğrultusunda örgütlenmeler yaratmışlardır. Grev sürecinde kurulan "Grev komiteleri" ve grevin sürekliliğini sağlamak doğrultusunda yaratılan "İaşe komiteleri" işçi sınıfının inisiyatif zenginliğini ortaya çıkaran önemli örneklerdir. Bugün üzerinde durulmayan Havza Grevi Deneyimi aslında 1923 sonrasında yeni bir sınıf hareketinin, yeni bir mücadele anlayışının ilk örneği olması bağlamında tarihsel bir önem taşımaktadır.

Türk-İş'in Kuruluşu
    1923 ile 1960 arası ülkedeki kapitalist gelişmeye paralel olarak işçi sınıfı da niceliksel olarak gelişme sağlamıştır. Bu dönem bir anlamda işçi sınıfının sendikal ve siyasal anlamda şekillendiği, bu yönde örgütlülük yarattığı, zaman zaman ileri çıkışların ve geri düşüşlerin yaşandığı bir süreci ifade etmektedir. Bu dönemde de varolan siyasi iktidarlar (CHP ve DP) sınıfın manipülasyonu doğrultusunda önemli politikalar geliştirmiştir. İşçi sınıfını kendi düzenine bağlamak adına, sınıfın kimi örgütlerini denetim altına almaya çalışan devlet, bir dizi benzer ülkede örnekleri görüldüğü gibi sınıfın nicel ve nitel gelişmesini engellemek adına CİA destekli bir konfederasyon kurmaya dek gitmiştir. Özellikle 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yeni uluslararası konjonktürün ve sosyalizmin artan etkisine karşı alınan bu önlemler, Türkiye İşçi Hareketini de, toplumsal rolünü de olumsuz etkilemiştir. CİA tarafından 1952 yılında kurulan Türk-İş sınıfın toplumsal dönüşümündeki rolünü parçalayıcı ve onu devlet politikalarına bağlayıcı tavrı ile egemen güçlerin sınıf içinde bir kolu olma işlevini büyük bir başarı ile sürdürmüştür.
    1960'lı yıllarla birlikte başta işçi sınıfı olmak üzere tüm muhalif güçler bir kabuk değiştirme dönemine girmiştir. Aslında bu dönem 1850'lerde başlayan bir mücadele geleneğinin, bir anlayışın, işçi sınıfının eylem tarzının biriktirdiği bir dönüşümün ürünü olmuştur. Her kazanımla büyüyen, her yenilgi ile çelikleşen işçi sınıfı, gün be gün kendi bağımsız kimliğini yaratarak 1960 sonrası Türkiye'ye damgasını vurmuştur.

Kavel ve Paşabahçe Uğraklarından DİSK'in Kuruluşuna
    1960 sonrası Türkiye'nin siyasal, ekonomik, kültürel atmosferine işçi sınıfı 1961'de gerçekleştirdiği ve 200 bin işçinin katıldığı Saraçhane Mitingi ile ağırlığını koymuştur. Saraçhane Mitingi işçi sınıfının tüm baskı ve manipülasyon politikalarına karşı koyarak, özgüvenini yeniden kazandığı bir pratiktir. Bu miting aynı zamanda gelecekte yükselecek sınıf hareketinin verilerini bünyesinde barındırmaktadır.
    1963 Kavel Grevi de bu dönemin ilk kilometre taşıdır. Maden-İş Sendikası'nın Kavel Kablo Fabrikası'nda gerçekleştirdiği bu grev bir yanıyla çalışma koşullarına karşı tepkiyi ifade ederken, diğer yanıyla toplusözleşme ve grev kanununun çıkması yönünde kamuoyu oluşturmayı hedeflemekteydi. Sınıfın fiilen kendi gücünü gösterdiği ve başarıyla sonuçlanan bu grev sonucunda işveren işçilerle sözleşme imzalamak zorunda kaldı. Bu grev toplusözleşme ve grev hakkının yasaya geçirilmesi yönünde önemli bir adım olmakla birlikte, yasanın lokavtı da serbest bırakması, devletin sınfın artan etkisine karşı önlem alma çabalarının bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.
    Kavel Direnişi sonrasında ekonomik grev hakkı tanınırken, dayanışma ve siyasi grev hakkının elde edilememesi önemli bir eksiklik olarak günümüze dek kaldı. Ayrıca özgür bir sendikal örgütlenmenin gereği olan "Referandum" da kanunda yer almadı. Tüm bu eksikliklerle birlikte 1963 Kavel Grevi ve ardından gelen 1966 Paşabahçe Grevi Türkiye'deki sınıf sendikacılığının temel yapı taşları olmuşlardır. Türkiye işçi sınıfının kimliğini kazanmasında tarihsel önemde rol oynamışlardır. İşçi sınıfının bağımsız eylem hattının bir ürünü olarak doğan DİSK, bu birikimin üstünde yükseldi. (13 Şubat 1967)

DİSK Sahnede
    1963 Kavel ve 1966 Paşabahçe Grevleri, işçi sınıfının devlet güdümlü sendikal anlayıştan kopuşu ve DİSK'in kurulması anlamında bir işleyişe sahipken, tüm bu eylemlerin devamı niteliğindeki 15-16 Haziran direnişi ise sınıfın egemen sınıf ideolojisinden de kopuşunu simgelemektedir.
    DİSK açısından 1967-1970 arası kuruluş dönemini ifade eder. Bu süreç Türkiye İşçi Sınıfı'nın diğer toplumsal muhalefet güçleri ile birleştiği, kaynaştığı ve büyük bir toplumsal dönüşüm projesini yaşama geçirmeye çalıştığı dönemdir. Anti-emperyalist şiarın vücut bulduğu süreçte devrimci gençlik, okul işgalleri ve direnişlerle, kitlesel gösterilerle; köylülük toprak işgalleriyle; işçi sınıfı grevleri, fabrika işgalleriyle birleşik toplumsal muhalefeti yaratmıştır.
    Bu toplumsal ayağa kalkıştan korkan burjuvazi 12 Mart faşizmi ile muhalefeti yok etmeye giriştiyse de bunu başaramamıştır. DİSK ve diğer toplumsal güçler bu faşist çemberi 1973'lü yıllarla birlikte kırmıştır. 1973 sonrasında yükselen toplumsal muhalefetin ekseninde Türkiye İşçi Sınıfı vardır. DİSK bu muhalefetin taşıyıcı örgütü olarak yerini almıştır.
    Havza'dan başlayan, Paşabahçe ve Kavel grevleriyle biçimlenen, 15-16 Haziran ile ayağa kalkan Türkiye İşçi Sınıfı, özellikle 1973 sonrası DİSK'in önderliğinden şekillenerek salt ekonomik talepler doğrultusunda değil, siyasal istemleri de ortaya koyarak devrim ve sosyalizm mücadelesinde asli yerini almıştır. Türkiye İşçi Sınıfı Yeniçeltek ve Aşkale deneyimleri ile nasıl bir dünya istediğini ortaya koymuştur.
    1973-1977 arası anti-emperyalist, anti-faşist mücadele içinde sınıfın ayağa kalktığı dönem olmuştur. 1977 1 Mayıs'ı Türkiye İşçi Sınıfı açısından bir kırılma noktası oldu. Gelinen konjonktür işçi sınıfını ya iktidara taşıyacak bir örgütlülüğe evriltecekti, ya da ağır bir yenilgi gündeme gelecekti. 1 Mayıs 1977 provokasyonu bu anlamda bir kırılma noktası oldu. Faşizm, gelişen toplumsal muhalefetin önünü kesmek için toplumu giderek bir terör ortamına soktu. Korkunun kitleselleşmesi yönünde politikalar devreye soktu. Sivil faşist hareket bu dönemde direkt devreye girerek baskı, terör ve şiddetin sokağa inmesini sağladı.
    Türkiye işçi sınıfının bu dönemdeki her direnişi, her grevi, her çabası özgür bir Türkiye'nin yaratılması yönünde adım oldu. Sınıfın bağrından çıkan ve işçi sınıfıyla giderek kaynaşan DİSK 1977-1980 arasında, örgütlülüğünü her şeye rağmen sürdürdü. Türkiye emekçi sınıflarına yönelik her türlü politikayı boşa çıkarmak yönünde en ön saflarda yerini aldı.
    DGM Direnişleri ve 20 Mart Faşizme ihtar eylemleri DİSK önderliğinde Türkiye işçi sınıfının emek düşmanlarına karşı gerçekleştirdiği eylemler oldu.

DİSK Büyüdü, DİSK Güçlendi ve İşçi Sınıfı İçinde Kök Saldı
    Türkiye işçi sınıfının bu yükselen dalgası egemen güçlere ve sınıf düşmanlarına korku saldı. Bu yükselişi kırmak yönünde DİSK'in kurucu genel başkanı, hedef seçildi. Kemal Türkler sivil faşist güçler tarafından katledilerek işçi sınıfının yükselen mücadelesi engellenmeye çalışıldı. Bu suikast, 12 Eylül faşizmini hazırlama uğraşında olan egemen güçleri işçi sınıfının böylesi bir darbe karşısında alacağı tavrın sınanması açısından da önem taşımaktaydı. Ama işçi sınıfının bu provokasyona cevabı çok sert oldu. Kemal Türkler'in cenazesine yüzbinler katılarak bu katliam kitlesel bir şekilde protesto edildi.

12 Eylül Faşizmi
    12 Eylül'e doğru işçi sınıfının mücadelesi anti faşist direnişlerle, grevlerle, fabrika işgalleriyle sürdü. Türkiye işçi sınıfı gelecek toplum ideali doğrultusunda sendikal bilinç ve siyasi öngörü doğrultusunda şekillendi.
    Bütün bu güçlenmeye rağmen sosyalist ve devrimci güçler arasında birlik sağlanamadı. Bu zaaf 12 Eylül faşizminin güçlenmesi ve kurumsallaşmasının olanaklarını yarattı. 12 Eylül'ün yarattığı ortam, uluslararası konjonktürün ve Türkiye'nin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik kriz, egemen güçler için tek bir seçenek bırakmıştı: O da faşizmdi.
    12 Eylül faşizmi büyük bir şiddetle başta işçi sınıfı olmak üzere, tüm devrimci demokrat güçlere saldırdı. DİSK bu saldırının odağında yer almaktaydı. Çünkü yüzbinleri içinde barındıran örgütlülüğü ile egemenlerin en korkulu rüyası DİSK'di. 12 Eylül faşizminin saldırısına DİSK ancak kendini yeniden yapılandırarak, daha radikal ve daha militan bir çizgide yanıt verebilirdi. Ancak böyle olmadı.
    Aslında faşizmin askeri diktatörlük eliyle ülkenin tüm yaşamsal kaynaklarını tarumar etme girişiminin ilk provası 1 Mayıs 1977'de gerçekleştirilmişti. Bu devrimciler için bir uyarı olmalıydı. Ancak günlük mücadeleye takılan, sınıflar mücadelesini uzun soluklu değerlendiremeyen ve ideolojik donanımdan yoksun sol hareket bu uyarıyı kavrayıp yeni örgütsel formlar geliştiremedi. Kemal Türkler'in öldürülmesi, devlet tarafından ilan edilen iç savaşın kimleri hedef alacağını tüm kamuoyuna göstermesine rağmen bu olay da yeterli oranda dönüşüm sağlayamadı. Sonuç 12 Eylül faşizmi dünyadaki benzerleri gibi tüm devrimci ve demokrat hareketleri yok etme programı ile devreye sokuldu. 12 Eylül ile birlikte Türkiye uzun yıllar sürecek bir suskunluk dönemine girdi.

Toparlanma Süreci
    İşçi sınıfı 1983'lü yıllara kadar bir geri çekiliş ve biriktirme dönemi yaşadı. 1983 ile birlikte yerel düzeyde de olsa sınıfın en temel ekonomik demokratik hakları için harekete geçti. 12 Eylül faşizminin belirlediği platformların ve yasal düzenlemelerin dışında arayışlara girdi. Kazlıçeşme Direnişi ve ardından gelen Netaş Grevi işçi hareketi açısından bir sıçrama noktası oldu. Aynı yıllarda öğrenci hareketlerinin de yükselmesi kitlelere umut verdi. 1989'a kadar yerel düzeyde yürüyen işçi direnişleri ve eylemleri, yüzbinlerin katıldığı Bahar Eylemleri ile birlikte 12 Eylül faşizminin yerleştirmeye çalıştığı pasifleştirme politikalarını paramparça etti.
    Uluslararası işçi hareketleri açısından da son derece önemli bir deneyim olan Zonguldak İşçilerinin Uzun Yürüyüşü işçi sınıfına özgüvenini yeniden sağlarken, aynı zamanda yeni dönemin sendikal anlayışının ne yönde olacağı konusunda işaretler verdi.
    1985'ten başlayarak Netaş Grevi, 1989 Bahar Eylemleri ile yükselen ve Zonguldak Grevi ile doruğa ulaşan işçi hareketi, 3 Ocak 1991 Genel Grevi ile taçlandı. Bu birikimler, yeni sendikal arayışları gündeme soktu. 1992'de yeniden yaşama dönen DİSK'in üzerinde yükseleceği birikimleri yarattı.

Yeni Dönemde DİSK
    1992 sonrası dönemi DİSK'in faaliyete geçmesinin etkisiyle, farklı örgütlenmeler içinde olan işçi sınıfının ortak hareket etme zenginliğinin de yaşama geçirildiği yıllar oldu. 1992-1997 arası DİSK açısından tüm eksiklikleri ile birlikte yeniden yapılanma dönemi oldu. 1992 sonrası ele alındığında 12 Eylül faşizminin yarattığı depolitizasyon dönemi sonucu ne eski biçimiyle bir işçi sınıfı mücadelesi vardır, ne de sınıfın tüm deneyim zenginliğini içeren işçi kimliği mevcuttur. Gelişen yeni dönem sendikalara gerçekten büyük görevler yüklemektedir. Sendikalar sadece ekonomik mücadele örgütü olmanın dışında toplumsal muhalefetin en önemli ayağı olmak zorundadırlar.
    Eğer DİSK bu gerçeklerin ışığında yeni mücadele zenginlikleri yaratarak ve buna uygun yeni örgütlenme formlarını yaşama geçirerek sınıflar mücadelesinde yerini alabilirse, tekrar Türkiye işçi sınıfının öncü sendikal gücü olmayı başaracaktır. Bugün açısından unutulmaması gereken en önemli nokta işçi sınıfının temel örgütününün sendikalar olduğu gerçeğidir. Diğer örgütlenme türlerinin büyük önem taşıdığı, özellikle siyasal örgütlenmenin kilit bir rol oynadığı doğru olmakla birlikte bunlar sendikaların yerini tutamaz. Toplumun atomize edildiği, toplumsal muhalefetin geriletildiği ve birlik temellerinin ortadan kaldırıldığı bu konjonktürde sendikaların vazgeçilmez önemde bir işlevi vardır. Sol içinde anti sendikal politikalara tekabül eden kimi düşüncelerin yaygınlık kazanması tehlikeli bir gelişmedir. Sınıfa inancını yitirmiş yöneticileri eleştirmek başka şey, sendikal örgütlerimize sahip çıkmak başka şeydir. Yöneticiler gidici, işçi sınıfının örgütleri kalıcıdır. İşçi sınıfı sabırlı ve ısrarcı bir mücadeleyle sınıfa inanmayan yöneticilerin yerine sınıfa inanan yöneticileri geçirmeyi ve kendi sendikal örgütlerini gerçek işlevine kavuşturmayı başaracaktır.
    Devrimciler açısından görev, işçi sınıfı ile bütünleşerek "fabrikalar kalemizdir" belgisini hayata geçirmektir. Türkiye işçi sınıfının egemen ideolojiden ve politikalardan bağımsız bir şekilde gelişmesi ve güçlenmesi de buna bağlıdır.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 Barışı Kazanmak İçin Savaşmak Gerekir
 DİSK YÜRÜYÜŞÜ
 KEMAL TÜRKLER'İ ANIYORUZ
 BAĞIMSIZ SINIF HAREKETİNDE KİLOMETRE TAŞLARI VE DİSK'İN YERİ