Sosyalist Dergi: 7 |  ÜRÜN |
FANTEZİLER VE GERÇEKLER

     Tekelci medyadaki yorumlara göre, Türkiye kapitalizminin siyasal sistemi açısından herşey yoluna girmiş, ortalık güllük gülistanlık olmuştu. Demirel yerinde kalamamış olsa bile, Ahmet Necdet Sezer cumhurbaşkanı seçilmiş ve istikrar korunmuştu. Hükümet, genel kurmay, cumhurbaşkanı üçgeni tıkır tıkır işler, milli güvenlik devleti sistemi egemenliğini sürdürürdü. Hem böylece, Avrupa'ya da iyi bir görüntü vermiştik: Bir hukukçunun cumhurbaşkanı seçilmesi "demokrasi karnemizi" mutlaka düzeltirdi.


     Aynı yorumu sol ve sosyalist çevrelerde de, gerekli değişikliklerle, duyuyorduk. Liberal solculara göre, Sezer'in seçilmesi "Avrupa tipi demokrasi"ye geçiş yolunda iyiye işaretti. Düzen kendini yeni bir düzlemde restore ediyor, burjuvazi krizi atlatıyordu. Yeri geldikçe leninizmden dem vuran bir başka çevreye göre ise, Türkiye siyasal, hukuki ve idari yapısı açısından elbette "ileri kapitalizme" benzeme süreci içindeydi, ama bu emekçiler açısından hayırlı bir gelişme değildi ve burjuvazi krizi atlatıyor, düzen kendini restore ediyordu.
     Tam bu noktada Sezer, YÖK'ün inanılmaz derecede keyfi rektör atama listesini geri çevirdi. 12 Eylül'ün yerleştirdiği hiyerarşik sistemin "hikmetinin halk önünde sorgulanması" oligarşik düzenin savunucularını rahatsız etti ve medyanın anlı şanlı yorumcuları Sezer'i eleştirmeye başladı.
     Ardından, hükümete memurları tam bir keyfilikle işten atma yetkisi veren kanun hükmünde kararname çekişmesi gündeme geldi. Sezer kararnameyi geri çevirince kıyamet koptu. Başbakan Ecevit "devlet krizi"nden söz ederek Sezer'i tehdit etti. Siyasal karar alma süreçlerinde bir tıkanma meydana geldi. Medya tekelleri koro halinde cumhurbaşkanına saldırmaya başladı.
     Bu hay huy içinde Fethullah Gülen'in tutuklanması konusunda genel kurmay başkanı ile başbakan karşıt görüşler öne sürdüler. Başbakan tutuklanma kararına üzüldüğünü belirtti, tutuklanma kararı kaldırıldı, bu kez, genel kurmay başkanı yargıya irticanın sızdığını belirtti.
     Görüldüğü gibi, devlet katları içinde iki farklı yaklaşım devam ediyor. Burjuvazinin "işleri yoluna koyduğu"na ilişkin restorasyon yorumları havada kalıyor. Kuşkusuz, Türkiye kapitalizmi açısından en uygun kararları almaya yönelik bir siyasal planlama çabası var. Ama, çeşitli burjuva kesimlerinin kısa vadeli çıkarları bu çabayı sık sık boşa çıkarıyor. Daha dün, cumhurbaşkanının yetkilerini arttırmak ve başkanlık sistemine geçiş için kampanya açanlar, bugün cumhurbaşkanının yetkilerini kısmak için tasarı hazırlıyorlar. Restorasyon yorumcularının iddia ettiği gibi, burjuva kampında krizsiz, çatışmasız bir karar süreci yok.
     Öte yandan, söz konusu yorumcular işin özünü kaçırıyorlar. Türkiye'deki bunalımın temelinde sermaye-emek çatışması var. Türkiye'nin emperyalizme bağımlı bir kapitalist ülke olması var. Ekonomik sömürü, yoksulluk, eşitsizlik var. Kapitalist sömürü ilişkilerine, emperyalist bağımlılık ilişkilerine vurgu yapmadan siyasal stratejiler çizenler marksist-leninist öğretiyi sadece bir süse indirgiyorlar. Açık açık ya da üstü örtülü olarak Türkiye'nin emperyalist bir ülke aşamasına ulaştığı fantezisiyle oyalananlar; ister olumlu ister olumsuz sayarak uzun ve istikrarlı bir burjuva demokrasisinin eşiğinde olduğumuzu iddia edenler ve bu fanteziler üzerine siyasal strateji oturtanlar işçilerin ve emekçilerin nasıl sefalete mahkûm edildiğini, ülkenin nasıl kan kaybettiğini herhalde görmüyorlar.
     İMF programıyla ilan edilen enflasyon hedefinin sadece ücretleri ve maaşları kısmaya yönelik zalim bir kapitalist uygulama olduğu her ay yeniden doğrulanıyor. İthalat olağanüstü artarken, ihracat yerinde sayıyor. İşçi sınıfı, emekçi köylüler, memurlar, küçük esnaf mutlak olarak yoksullaşırken, ekonomik kaynakların emperyalist tekellerin eline geçmesi süreci hızlanıyor. AB ile gümrük birliğinin acıklı sonuçları artık gizlenemiyor. Türkiye kapitalistlerinin yurtdışına sermaye ihracının 2 milyar 900 milyon dolar tutarında olduğu açıklandı ("Türkler 64 Ülkede Faaliyette", Radikal, 19 Ağustos 2000, s. 12). Türkiye'nin 500 büyük şirketinin toplam net satışı dünyanın en büyük şirketi olan Amerikan tekeli General Motors'un 176.5 milyar dolarlık satışının ancak yüzde 34.35'ini oluşturuyor (Hürriyet, 27 Temmuz 2000, s. 9). Tek bir Amerikan tekelinin en büyük 500 Türk şirketinin üç katı olduğu bir dünyada Türkiye emperyalist değil, olsa olsa emperyalizme bağımlı bir taşerondur.
     Bırakın fantezilerle oyalanmayı. İşçilerin, köylülerin, emekçilerin biriken tepkisini örgütleyin. Sosyalizmi propaganda edin. Kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadeleye atılın. Enerji ihalelerinde 7 milyar dolarlık soygun olduğunu bizzat devlet planlama teşkilatı müsteşarı Akın İzmirlioğlu açıklıyor. Depremin nasıl bir soygun vesilesine dönüştüğü gözler önünde. İçi boşaltılan bankaların yükü halkın sırtına yıkıldı. İşsizlik almış başını gidiyor. Üniversite kapıları emekçi çocuklarına tamamen kapanıyor. Halkın büyük kesimi çocuklarını ilk ve orta öğretimde bile okutmakta zorlanıyor. Sağlık sistemi iflas etmiş durumda. Tarım yok olmak üzere. Kürt sorununda ulusal eşitlik ve halkların dostluğu yönündeki beklentiler şiddetle reddediliyor. Siyasal tutuklu ve hükümlülerin en temel hakları bile çiğneniyor, F tipi ölümler dayatılıyor. Genel özgürlük mücadelesini, kimilerinin "klasik ve geleneksel" sayarak burun kıvırdığı asli görevlerimizle, sınıf mücadelesinin temel alanlarıyla birleştirmeden adım bile atamayız.
     CIA'nın düşünce üretim merkezi Rand kurumu, yayınladığı raporda "Türkiye bölgesinde yıldız gibi parlıyor, dünya devleti oluyor" diyerek yönetici sınıflarımızın ağzına bir parmak bal çalarken, kurulması düşünülen Bakû-Ceyhan boru hattının güvenliği için Türkiye topraklarına yabancı askeri birlikler yerleştirmeye "hazır olup olmadığımızı" yokluyor. Ülke Amerikan emperyalizminin sıçrama tahtası bir NATO üssü olmaya devam ediyor. Amerikan emperyalizminin Türkiye'yi Ortadoğu, Kafkas ve Balkan halklarına karşı bir koçbaşı olarak kullanma planlarına hizmet eden büyük silahlanma ihaleleri birbiri ardından sonuçlandırılıyor. "Kıbrıs'ı elde tutma" stratejisi hoyratça uygulanıyor. Dış politika alanında da halkların dostluğunu, barış ve işbirliğini öngören bir yaklaşımın yaşamsal önemini halkımıza benimsetmek, şovenizme ve militarizme karşı mücadele etmek gibi gerçek bir gündem bizi bekliyor.
     Öte yandan, Amerikan emperyalizmi Kolombiya'da gelişen silahlı halk ayaklanmasını bastırmak üzere "uyuşturucuyla savaş" maskesi altında Vietnam türü askeri bir müdahaleyi başlatıyor. Emperyalist zincirden kopma eğilimi gösteren zayıf halkayı sağlamlaştırmak üzere yeni bir maceraya atılıyor.
Türkiye'de ve dünyada komünist öğretinin öngördüğü gelişmeler yaşanıyor. Kapitalizmin ve emperyalizmin katı gerçekliklerinden kurtulmak için fantezilere değil, dünya işçi sınıfının deneyimlerine dayanarak bilimsel temelde oluşturulmuş çözüm yollarını hayata geçirmeye ihtiyacımız var. TKP'nin 80. kuruluş yıldönümü bütün komünistlere ve devrimcilere gerçekler üzerinde yeniden düşünme, muhasebe yapma, yön bulma konusunda bir vesile oluşturmalıdır. Bu geleneği yok sayan, kapkaççı, yasaksavıcı, legalist girişimler çıkmaz sokaktır.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 MERHABA
 Onbeşleri Andık
 Gündemden
 Oğuzhan Müftüoğlu ve Arkadaslarına Açık Mektup
 Kıbrıslı Türkler Kardeşimizdir, Eşitimizdir, Dostumuzdur
 Libya Gündeminden
 Bıçak Kemiğe Dayandı
 Merhaba
 Atılım Üzerine
 Engin Ardıç'ın İftiracılığı Tescil Edildi
 AKP 12 Eylül Rejiminin Yeni Efendisi
 Şiir: Gerileyen Türkiye Yahut Adnan Menderes'e Öğütler
 Merhaba
 Hrant Dink'i anıyoruz
 Barış bölmez, birleştirir