Dünyada ve Türkiye’de politik tutsaklara
karşı tecrit uygulamaları çok eskilere dayanmaktadır. Örneğin, Türkiye’de 1944
ve 1951 TKP tevkifatlarında yakalananların uzun süre tabutluklarda tutuldukları
ve uygulanan ağır tecrit koşulları sonucunda bir kısım tutsağın akli dengesini
yitirdiği bilinmektedir.
Ancak bugün, “F” veya “oda tipi” olarak adlandırılan tecrit
sisteminin dünyada ve Türkiye’de 70’lerin başından itibaren uygulanmaya
başlandığını söyleyebiliriz. Özellikle bu dönemde sol hareketin yükselişi ve
buna paralel olarak halkın büyük bölümünün hızla sosyalist ideolojiye açık hale
gelmesi, Türkiye burjuvazisini de acil önlemler almaya sevketmiştir.
Burjuvazinin önlemler paketinde daima hazır olarak bulunan katliam, faşist terör
gibi yıpratma ve yoketme çabalarının istene sonucu vermemesi, iktidar güçlerini
daha farklı metodlar aramak zorunda bırakmıştır. Bunun sonucu olarak da
cezaevlerinde tecrit/hücre sistemini getirmek o dönemden başlayarak burjuvazinin
gündemine oturmuştur. Örneğin 12 Mart faşizmi, önder kadrolardan başlayarak ele
geçirdiği devrimcilerin önemli bir bölümünü Harbiye ve Selimiye kışlalarının
hücrelerine koydu.
Şu günlerde tanık olduğumuz cezaevi operasyonuysa, tabutlukları
meşrulaştırmak için harcanan yoğun çaba düşünüldüğünde, biz devrimciler için
daha önceki girişimlerden çok daha tehlikeli bir noktaya işaret etmekte.
Dolayısıyla bugüne nasıl gelindiği kadar, tecrit uygulamasının hedeflerini ve
niteliğini anlamak da bizler için önemli olmalıdır.>
Tecrit Hücreleri Neyi Amaçlar?
Kapitalizmin gelişmesiyle cezaevlerinin işlevinde de büyük bir
değişim olmuştur. Kapitalizmin yarattığı sosyo-ekonomik koşulların dünya
genelinde meydana getirdiği yozlaşma, çürüme, suç ve suçlu sayısında da ciddi
patlamaya yolaçmış ve bu artışa paralel olarak da burjuva hukuku, ceza
sistemlerinde yeni “caydırıcılık” faktörleri yaratmaya çabalamıştır. Bunun somut
getirisi olarak mahkumlar üzerinde baskı ve işkenceyi meşrulaştıran hükümler
giderek ceza hukukunun içerisinde ayrılmaz bir yer edinmiştir. Örneğin ünlü ceza
hukukçularından Buttuglini’ye göre ceza, faili mahrumiyetlere tabi kılarak onu
manen ve madden ızdırap verici ve acı çektirici nitelikte olmalıdır.
Bu tanımlardan da anlaşılabileceği gibi, kişiyi topluma
kazandırmak, veya yararlı hale getirmek kapitalizm koşullarında mümkün olmadığı
gibi, burjuva hukuk sisteminin de zaten böyle bir amacının bulunması sözkonusu
değildir. Sömürü sistemlerinin hepsinde, büyük bölümü kendi iktidar yapısı
tarafından üretilen suç ve suçlu görmezden gelinmeye ya da kendi varlığını
tehdit ediyorsa da yokedilmeye çalışılır. Bu açıdan bakılacak olduğunda insanı
yoketmenin en sistematik ve en “bilimsel(!)” yöntemlerinden birisi olan
tecrit’in egemenler açısından çok fazla etik bir probleme yolaçmadığı
görülecektir. Fakat batı tipi demokrasi, liberalizm gibi kavramların pek revaçta
olduğu günümüzde burjuva iktidarlarının daha iyi tanınması ve kapitalizmin genel
olarak insanlığa karşı işlediği suçların anlaşılabilmesi bizler açısından
yaşamsal bir öneme sahiptir. Reel sosyalizmin uğradığı geçici yenilgi sonrasında
daha da vahşileşen ve dünyayı her geçen gün daha da yokeden kapitalizmin
öncelikle düşünen, sorgulayan ve insanlığın geleceği için mücadele edenleri
sindirmek için kurduğu düzeneği, tecriti, Almanya’daki RAF (Kızıl Ordu
Fraksiyonu) örgütü üyelerinden ve yıllarca Alman tabutluklarında yaşamış olan
Birgit Hogefeld yazdığı mektubunda şöyle tanımlamaktadır:
“Tecrit insanda (tutsakta) ‘başka insanlarla birlikte
olamayacaksın, sadece kendinle yalnız kalacaksın’ etkisini uyandıran bir
olgudur. Örneğin insanlar ruh halini ve duygularını ancak başka insanlarla
birlikte gerçekleştirebilirler. Kendini insan olarak ifade edebilmen için
yanında başka bir insanın olmasına ihtiyacın var. Tecrit’te ruh hali boşluğa
akmaktadır. Bu, yaşanan her şeyin içinde kalması anlamını taşır. Sen, kendi
içine hapsedilmişsin ve böyle kalacaksın.”
Birgit Hogefeld’in mektubunda yazdıkları aslında başta Amerika
ve Almanya olmak üzere çok sayıda “gelişmiş” ülkede yapılmış onlarca deney ve
araştırmadan sonra meydana çıkartılan bir sistemin insanlar üzerindeki
etkilerinin basit bir tasviri. Tecrit hücrelerinin geliştirilmesinde en önemli
katkı hiç kuşkusuz Dr. Edgard Shein adlı psikiyatra aittir. CİA ve ABD donanması
için çeşitli araştırmalara yöneticilik yapmış bu “bilim” adamının 60’lı yıllarda
“beyin yıkama ve özel varyantları” üzerine yaptığı çalışmalar sırasında
geliştirdiği metodlar bugün tabutluk ve hücrelerin standartlarının
belirlenmesinde doğrudan kullanılmaktadır. Dr. Shein’ın, bu çalışmasında
geliştirdiği 24 maddelik (aşağıda beş tanesi gösterilmiştir) ünlü programı
özellikle politik tutsaklara karşı uygulanması düşünülen baskı ve şiddeti bütün
açıklığıyla göstermekte:
1- Tüm gerçek önderler, doğal önderler ayrı tutulmalı.
2- İşbirliği yapılan tutsak, önder gruba yerleştirilmeli.
3- Oportünistler ve ihbarcılar korunmalı.
4- Tutsaklar arasındaki grup değerleri dağıtılmalı.
5- Karakter zayıflaması için teknikler
uygulanmalı: Aşağılama, iftira gibi yöntemlerle suçluluk duygusu yaratma,
uykusuz bırakma gibi.
Tecrit Hücreleri - F Tipi Ölümdür! İzin Vermeyelim.
Yukarıdaki maddelerden ve tutsakların kendi anlatımlarından da
görüldüğü gibi tecrit hücreleri, insanın insanlıktan çıkartılması, baskı ve
zorla düşüncelerinden yalıtılması için oluşturulmuştur. Bugüne kadar Moavit,
Prevngeshim, Ossendorf JVA, Butner vb. onlarca tabutlukta yüzlerce insan, uzun
yıllar bu kötü koşullar altında yaşamaya mahkum edilmiş, ama egemenlerin
beklediklerinin aksine tabutlukları sosyalist/devrimci bilinci yok etmeye
yetmemiştir. Alman tabutluklarında onyıllarca yatmış İmgard Möller tutsaklığın
bittiği gün şunları söylemiştir:
“Bu, bizimle devlet arasında olan bir savaş. Devlet tüm
olanaklarıyla yüklendiği halde devrimci kimliği yok edemedi. Tüm uygulamaları
politik tutsakların sarsılmaz kimliğine çarptı ve başarısızlığa uğradı. Bu
savaşı, devrimci kimliğimi koruyarak ben kazandım.”
Bu satırlardan da anlaşılabileceği gibi kapitalist barbarlığın
ne yaparsa yapsın devrimci bilinci ve sosyalizm mücadelesini yeryüzünden
silemeyeceği açıktır.
Ancak açık işkence ve yoketme anlamına gelen tabutluklara karşı
mücadele hem Türkiye’de hem dünyada sosyalistler için çok önemli bir görev
haline gelmiştir. Bu yüzden tecrit dayatmasına karşı çıkmak ileride
cezaevlerinde meydana gelmesi muhtemel katliam ve işkenceye de karşı çıkmak
anlamını taşımaktadır. Başta sosyalistler olmak üzere tüm ilerici, demokrat
kamuoyunun bu konuya dikkatinin çevrilmesini sağlamak sınıfsız, sömürüsüz, eşit
ve insanca bir dünya isteyenler ve bunun için mücadele edenler için yaşamsal bir
öneme sahiptir.