"Türkiye'den daha sadık bir NATO müttefiki yok"
Richard Perle
4 Nisan 1949'da 12
taraf devletçe (Belçika, Kanada, Danimarka,
Fransa, İzlanda, İtalya, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Portekiz,
İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri) imzalanan antlaşma
sonucunda kurulan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) 60 yaşında. 2. Dünya Savaşı'nın bitiminden sadece beş sene
sonra kurulan NATO, tüm bu zaman zarfında, emperyalistlerin dünyaya
müdahalesinde kullandıkları en önemli silahlardan biri oldu. Söz
konusu dönem aynı zamanda Amerika'nın siyasal egemenliğini daha
da hissedilir kılmak üzere ekonomik hamleler geliştirdiği
yıllardı. 1947 ile 1952 yılları arasında uygulanan ve Marshall
Planı olarak tarihe geçen yardımlarla özellikle Batı Avrupa'nın
yeniden şekillenmesinde ABD tek söz sahibi hâline gelmiş oldu. Bu
noktada Amerika'nın askerî ve iktisadi planlarının ne kadar iç içe geçmiş olduğunun güzel bir örneğini de dönemin ABD
Başkanı Truman'ın "Marshall Planı ve NATO bir elmanın iki yarısıdır."
sözlerinde bulmak mümkün.
Özde Sovyetler
Birliği'ne ve sosyalist bloka karşı kurulmuş bir yapılanma
olan NATO sosyalizmin 90'lardaki geçici yenilgisinin ardından,
sanılanın tam tersi olacak şekilde, kriz noktalarında egemen
siyasal güçler adına çok daha aktif ve belirleyici roller
üstlendi. Dahası NATO epey bir süredir egemenlik alanını eski
sosyalist cumhuriyetlere doğru genişletmek için çetin bir
mücadele veriyor. W. Bush döneminde Gürcistan ve Ukrayna'nın
NATO'ya entegre edilmesi için verilen diplomatik çabayı
düşünecek olduğumuzda egemenler açısından içinde bulunduğumuz
yüzyılda da NATO'ya büyük bir önem biçilmekte olduğu açık.
Sırf bu sebeplerle bile NATO'nun komünistler açısından özel
bir ilgiyi hak ettiği ise tartışmasız.
NATO'nun işlevi ve
yapısıyla ilgili birbirinden farklı tanımlamalar ve
değerlendirmeler mevcut. Ancak tüm bunlar arasında herhâlde en
çarpıcı olanı İngiliz diplomat Lord İsmay'ın sözleri. İsmay
NATO'nun: "Rusları dışarıda, Almanya'yı alaşağı edilmiş hâlde ve ABD'yi
içeride tutmak için"
kurulduğunu belirtiyor. Emperyalist hedefler doğrultusunda
oluşturulan kurumların genelde kamuoyuna yansıyandan daha farklı
ve fazla misyonları olduğu bilinen bir gerçek. Örneğin
Uluslararası Para Fonu (İMF)
bir kredi kurumu gibi çalışarak yüksek faizlerle devletlere
para satarken, aynı zamanda geri ödeme koşullarını da en ince
detayına kadar kendisi planlar. Bu sayede de hem iç politikayı
etkilemiş, hem de kamu maliyesini belirlemiş olur. Kaçınılmaz
sonuç: fahiş borç miktarlarına ek olarak, İMF'nin dolayısıyla
da ABD'nin siyasi ve iktisadi bir belirleyici olarak borçlu
devlet üzerinde mutlak hâkimiyetinin tesisidir. Bu bağlamda
NATO'nun geride bıraktığı 60 yılda yaptıklarına bakıldığında
salt askerî bir "savunma"
paktından çok daha fazlasının olduğu kolayca fark ediliyor.
Yeni konuş dilinde
bir özgürlük savaşçısı: NATO
George Orwell'in meşhur
1984 isimli romanında kullanılan dile verdiği ad "yeni
konuş" idi. Bu dilin en
büyük özelliklerinden bir tanesi de kelimelerin gündelik
kullanımdaki çağrışımının tam tersi anlamlar içermesi.
Örneğin Orwell'in karanlık ütopyasında özgürlük, kölelik
demektir; barış, savaş demektir; dürüstlük, yalan demektir. Ne
ilginç bir ironi ki baştan sona anti-komünist bir propaganda
kitabı olan 1984'de yazılanlar kitabın mürekkebi kurumadan
bizzat kapitalist merkezlerce uygulanmaya koyuldu. En somut örnek
ise NATO teşkilatlanması. Barış ve özgürlük getireceği
iddiasıyla silahlanan NATO birlikleri bugüne kadar başta Balkanlar
olmak üzere müdahale ettiği tüm alanlara kan ve gözyaşı
getirdi. Özellikle sosyalizm sonrası Yugoslavya'nın bölünmesi
projesinde aktif rol oynayan NATO, düzenlediği binlerce hava
saldırısıyla kentleri yıktı, on binlerce sivilin ölümüne
neden oldu. Bugün katliamlar halkasına Afganistan'da devam eden
NATO halklara ölüm taşımaya devam ediyor. SSCB'nin temsil
ettiği devrim fikrinin başta Avrupa olmak üzere dünyanın geri
kalanına da sıçramaması için ortaya çıkan NATO, soğuk savaş
yıllarında etkinlik kazanan özel harp ve iç savaş tekniklerine
verdiği önemle daha karmaşık bir yapıya da kavuşmuş oldu.
60 yıl içerisinde
NATO ve Türkiye ilişkileri
Paktın kuruluş
felsefesi öncelikle komünist tehdidin yayılmasını engellemek
olunca SSCB'ye komşu devletlerin "güvenliğinin"
de çok belirleyici bir noktayı oluşturduğunu eklemek gerekiyor.
Soğuk savaş yıllarında politik hesapların "komünist işgale"
göre yapıldığı bir ülkede NATO'nun da etkisinin ne kadar
büyük olduğunu tahmin etmek zor değil. Bu amaçla NATO kervanına
ilk katılan ülkelerden birisi de Türkiye. "Londra'da
17 Ekim 1951 tarihinde düzenlenen bir Protokol ile Türkiye ve
Yunanistan'ın katılımlarının onaylanması üzerine Türkiye 18
Şubat 1952'de Adnan Menderes hükümeti döneminde NATO'ya
resmen üye oldu. Geçen 60
yıl içerisinde NATO diğer üye ülkelerdekinden daha fazla bir
yerleşimi Türkiye'de yaptı. Hâlen "İncirlik Hava Üssü,
İzmir Hava Üssü (İzmir Hava Üssü NATO'nun Türkiye'deki en
eski üssü olmakla beraber, son yıllarda önem kazanmıştır. 11
Ağustos 2004'de LANDSOUTHEAST karargâhı Napoli'den İzmir'e
taşınmış, 1 Ocak 2006'da ABD 16. Hava Filosu, Almanya'nın
Ramstein Hava Üssünden alınarak buraya yerleştirilmiştir.) Şile
Üssü (Stinger füzelerinin fırlatılması için uluslararası
standartlarda bir atış alanıdır.), Konya 3. Ana Jet Üs
Komutanlığı (Irak savaşı sürecinde NATO tarafından getirilen
AWACS'lar burada üstlenmiştir.) Balıkesir 9. Hava Jet Üssü (Bu
üste NATO'ya ait 6 adet "Vault" denilen füze rampası
bulunmaktadır.) Muğla Aksaz Deniz Üssü, Ankara-Ahlatlıel,
Amasya-Merzifon, Bartın, Çanakkale, Diyarbakır-Pirinçlik,
Eskişehir, İzmir-Bornova, İzmit, Kütahya, Lüleburgaz,
Sivas-Şarkışla, İskenderun, Ordu-Perşembe, Rize-Pazar, Erzurum,
Van-Pirreşt ve Mardin'de NATO'ya bağlı Birleştirilmiş Hava
Harekat Merkezleri (CAOC6) bulunmaktadır." "ABD ile Türkiye
arasında 1976 yılında imzalanan "ABD-Türkiye Savunma ve
İşbirliği Anlaşması, İncirlik, Kargaburun ve haber alma
tesislerinin NATO adına ABD tarafından kullanılmasını sağladı.
1980 yılında 12 Eylül Darbesi sonrasında imzalanan "Savunma ve
Ekonomik İşbirliği Anlaşması ile 12 askerî üssün NATO adına
ABD tarafından 5 yıllığına kullanılmasına karar verildi. Bu
anlaşma, ABD'nin talebi doğrultusunda hâlen yürürlüktedir..."
Paktın en sadık
üyelerinden olan Türkiye zaman zaman Yunanistan ile çelişen
çıkarları nedeniyle birlik içerisinde zor anlar yaşamış olsa
da bugüne kadar hiç bir hükümet, değil NATO'dan çıkmayı
ilişkileri gevşetmeyi dahi göze almadı. Oysa kimi solcularımız
tarafından devrimci bulunan 27 Mayıs 1960 darbesinden başlayarak
bugüne kadar yapılan tüm askerî darbelerin ilk işi NATO'ya
bağlılık beyan etmekti. Başta da söylediğimiz gibi NATO üyesi
olmak bir askerî savunma biriminde bulunmanın çok ötesinde
emperyalist-kapitalist sisteme bağımlılığın bir ölçütü
olmuştur. Bu yüzden geldiğimiz güne kadar İslamcısından,
Kemalist'ine, milliyetçisinden, sosyal demokratına kadar hiçbir
düzen partisi NATO'dan çıkmayı programına koyamadı; böyle
bir talebi seslendirmedi. Ne mutlu ki bu noktada da onur payesi yine
komünistlerin, sosyalistlerin. Hatırlanacağı gibi özellikle
60'lı ve 70'li yıllarda işçi sınıfı hareketinin ve ilerici
çevrelerin en önemli taleplerinden biri "NATO'dan
çıkılsın, üslere el konsun!"
olmuştur.
Gladyo, Ergenekon, NATO
NATO konseptine göre
sadece bir cephe savaşına göre hazırlanmak yetersizdi. Bu amaçla
başta İtalya, Avusturya, Almanya, Hollanda ve Türkiye gibi
ülkelerde kurulan gayriresmî yer altı örgütleriyle de
para-militer iç savaş teşkilatları oluşturulmaya başlandı.
Sovyet "işgali" durumunda mahalli karşı
koyuş birlikleri olmak üzere yapılandırıldığı söylenen bu
kontrgerilla örgütlerinin gerçek işlevi ise çok kısa bir
zamanda açığa çıkacaktı. Devlet adına her türlü kirli işin
kotarıldığı bu yapılar aynı zamanda demokratik muhalefetin de
gelişmesinin önünü kesmek için kanlı oyunları sahneleyen
çeteler olmuştu. Genel olarak "Gladyo"
adıyla anılacak olan ve her ülkede aynı amaç ve yöntemlerle
fakat ayrı ayrı adlar altıda çalışan bu yapılara kadro
sıkıntısı da çekilmedi. Özellikle eski-yeni faşistler, sağcı
devlet adamları, üst düzey askerî bürokratlar ve kimi patronlar
bu ulusalüstü yapıların yerel şubelerini bir arada işlettiler.
Ülkemizde de durum
farklı olmadı. 77 1 Mayıs, Çorum, Maraş v.b. kitle kırımları
ve 60'lı ve 70'li yıllara damgasını vuran faşist/komando
eylemleri Türkiye'deki gladyo faaliyetinin sivil uzantısı olarak
varlık buldu. Yıllar içerisinde Demirel, Türkeş, Ağar, Çatlı
gibi isimler bu örgütlenmelerin taşeronluğunu üstelenen ve büyük
oranda deşifre olmuş kişiler. Ama isimleri öyle pek ortalığa
saçılmamış ya da itinayla korunan, kollananlar da vardı. Bugün
iktidarın üst katmanında yaşanan kapışmanın da etkisiyle bu
isimlerin ve kurumların da eskisi kadar dokunulmazlığı kalmamış
gözüküyor. Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan veya
tutuklananlara bir bakın: Eski kuvvet komutanları, muvazzaf
askerler, kontrgerilla faaliyetinin tepesindeki eski özel harekât
şefleri, işkenceciler, 19 Aralık cezaevi katliamının
planlayıcıları, bazı pek meşhur köşe yazarları, kendini
ulusalcı olarak tarif eden yeni Türkçü eski solcu müsveddeleri.
Üstelik Türkiye'deki Gladyo yapılanmasını bire bir Ergenekonla
özdeşleştirmek de mümkün değil. Bu olsa olsa deşifre olmuş
ayaklardan sadece birisi.
Özellikle soğuk savaş
yılarında Müslüman Ortadoğu'yu ve Türkiye'yi içine alan
Yeşil Kuşak projesini de NATO konseptiyle bir arada düşündüğümüzde,
bizzat darbeler eliyle yüceltilen gerici-şeriatçı çevrelerin de
bu tip örgütlenmelerin dışında olduğunu düşünmek saflık
olacaktır. Hâlen daha Amerikan hükümetinin kanatları altında
bulunan Fethullah Gülen ve cemaatinin siyasi yükseliş serüveninin
Komünizmle Mücadele Dernekleri'nden başladığını da
hatırlayacak olduğumuzda, gerçek bir hukuk devletinde böylesi bir
yapılanmanın sınırlarının bugün iktidar partisi olan AKP'nin
bir bölümünü de içine alacak kadar geniş yorumlanması
gerektiği kaçınılmaz. Daha alınması gereken çok yol olduğu gözüküyor.
Halklar NATO'yu defetmeyi başaracak
Aradan geçen 60 sene
zarfında dünyanın farklı coğrafyalarında halkların vermiş
olduğu mücadeleler NATO birliklerine epey ter döktürdü. Bugün
özellikle Afganistan'da devam etmekte olan direniş hareketi de
NATO'nun geleceği açısından kritik bir noktayı işaret
etmekte. Çiçeği burnunda Amerikan Başkanı Obama'nın gelir
gelmez yaptığı konuşmaların neredeyse tamamının Afganistan'ın
işgaliyle ilgili oluşunu da bu çerçevede düşünmek mümkün.
Bir bütün olarak bakacak olduğumuzda ekonomik krizlerin ve
emperyalist işgalin damgasını vurduğu 21. asrın bu ilk
yıllarında NATO, Avrupa Birliği, İMF ve Dünya Bankası gibi tüm
emperyalist birlik, ittifak ve kurumlara karşı mücadeleyi
yükseltebilmek geleceği kurma noktasında çok ama çok kritik bir öneme sahip.
NATO'nun 60. yılını
kutladığı şu günlerde halklar ve elbette ki öz gücünü
yeniden fark etmeye başlayan dünya işçi sınıfı kendi
mevzisinde anti-kapitalist, anti-emperyalist, ilerici birikimini
tazelemekte. İnsanlığın yüzyılını ve belki de yüzlerce
yılını kurtarmak için elindeki en büyük güç ise bu birikimde gizli.