Kitap Dizisi:4 |  Fatma Şenden |
LİBERAL FEMİNİZME BAKIŞ

     Sınıf savaşımına, sınıf mücadelesine kadının katılımı şimdiye kadar hep tartışılagelmiştir. Bu yazıda "kadın bakış açısıyla", yani "bir başka perspektiften" sınıf savaşımının nasıl göründüğünü açıklamaya çalışacağım.
     Yazıma benim gibi kadının kurtuluşu sorununu sınıfsal kurtuluş sorununun bir parçası olarak savunan görüşün değişik kesimler veya gruplar tarafından nasıl değerlendirildiğini aktarmakla başlamak istiyorum.


     Değişik alanlarda çalışmalar yürüten kadın hakları savunucuları ve araştırmacıları yalnızca kendi amaçları doğrultusunda tanımladıkları alanlarda çalışmalar yürütmektedirler. Bu sorunların çözümünü işçi sınıfının mücadelesinin bir parçası olarak görmek, sorunu "dar" çerçevede algılamak, kadının kurtuluşu sorununu sınıf sorununa "indirgemek"tir. Onlara göre, yaşanan sorunlar "ertelenemez", hemen çözüme kavuşturulması gereken sorunlardır ve çözümü bu düzen sınırları içerisinde de mümkündür.
     Bu savı ileri süren liberal bakış açısı, kadının kurtuluşu sorununu işçi sınıfının mücadelesinden ayırmış ve bugünkü kapitalist düzen içinde kalarak çözüme kavuşmayan düzeniçi arayışlara yöneltmiştir.
     Liberal bakış açısına sahip feministler, kadın sorununun nedenini erkek egemen düzen olarak açıklıyorlar. Kadının yaşadığı her türlü sorunun kaynağı bu baskıcı erkek egemen düzen. Bir açıdan bakıldığında buna katılmamak mümkün değil gibi görünüyor. Ama sınıflı toplumların ortaya çıkışına bağlı bir sonuç olan ve erkek egemen hakimiyetin şekillenmesiyle neticelenen sınıflı toplum yapısından nedense hiçbir şekilde söz etmiyorlar. Tarihsel olarak değerlendirildiğinde erkek egemen düzen, aynı zamanda sınıflı düzenlerin temel karakteristik özelliğidir. Öyleyse erkek egemen sınıflı toplum ortadan kalkmalı, toplumsal işbölümü sistemini değiştirecek önlemler alınmalıdır. Aile, toplumsal egemenlik ilişkilerinin yeniden üretildiği bir toplum birimi olmaktan çıkarılmalıdır.
     Tabii feministlerin tarihi ve sınıfları değerlendirirken bilinçli bir tercih yaptıklarını görüyoruz. Özellikle 90'lı yıllarda kadın hareketinin kurumlaşması çalışmalarında kadın sorununa sınıfsal perspektifle yaklaşımın söz konusu olmadığını görüyoruz. Kadın çalışmaları ve kadın hareketinin kurumlaşmasını desteklemekle birlikte, kadın araştırmacıların tercihini onaylamıyorum. Bunun kaynağını resmi tarih anlayışının dışına çıkamamak olarak değerlendiriyorum. Eşitlikten, özgürlükten söz ederken, bu taleplerin hayat bulması için toplumsal altyapının buna göre şekillendirilmesi, yani sistemin tümüyle değiştirilmesi için atılması gereken adımlardan sakınıldığını gördükçe, zor ile kolay tercihleri arasında kolayın seçildiğini görüyorum.
     Halbuki kadın çalışmaları yürütenler arasında tarihi de kadın bakış açısıyla yeniden tarama hedefinde olanlar ve hatta kadın kütüphanesi oluşturanlar var. Durum böyleyken, hakikaten liberal anlayıştan kurtulup biraz da diyalektik materyalist yöntemi keşfetmeleri, resmi tarih anlayışına saplanıp kalma tehlikesine düşmelerini de önler.

1934 Öncesi
     Kadınların seçme ve seçilme hakkına kavuştuğu 5 Aralık 1934'ün yıldönümünde resmi toplantılarla kutlamalar yapıldı. Elbette hukuki ve siyasi alanda tarihsel olarak elde edilen kazanımlar çok önemli mevzileri oluştururlar. Ancak diyalektik yaklaşım, sonuçlarla yetinmeyip, ayrıca bu hakkın tanınmasından önceki tarihsel şartları da sorgulamayı gerektirir. 1934 öncesinde ne vardı, kadınlar siyasal alanda ne yapıyordu, hakları ve özgürlükleri uğrunda mücadeleler vermişler miydi? Sanki bu tarihsel kesit yok sayılıyor. Ne ki bilebildiğimiz kaynaklardan, Türkiye'de kadınların da komünist partisi saflarında kadın hakları ve kadınların eşitliği için mücadele ettiklerini ortaya çıkarmak mümkün olmuştur.
     1923 yılına ait "Türkiye Komünistleri" imzasını taşıyan bir 1 Mayıs bildirisinde komünistlerin kadınlara yönelik olarak "İntihabatın [Seçimlerin] bir derece[li] olarak icrası ve kadınların da iştirakı," (1) talebi yer almaktadır. Liberal feministler komünist kadınların daima erkeklerin güdümünde oldukları masalına kendilerini o kadar inandırmışlardır ki, bütün bu tarihsel gerçekleri görmezden gelmek istemekteler. Bir yandan 8 Mart'ı kutlarlar, "kadınlar günü mü - emekçi kadınlar günü mü" tartışmasını hep sosyalist kadınlar çıkarıyormuş gibi göstermeye çalışırlar, diğer yandan 8 Mart'ın hem dünyada hem de Türkiye'de nasıl ortaya çıktığını geçiştiriverirler. Komünist kadın lider Klara Zetkin anılmadan 8 Mart'ı anmanın feminist kadınlara ne yararı vardır? Anlaşılmaz olan budur.
     Tarihsel materyalist yaklaşımda ayrımcılığa yer yoktur. Komünist kadınlar cumhuriyetin ilan edilmesinden çok önce, daha Hilafet hüküm sürerken varlardı ve 1920'de Bakü'de Türkiye Komünist Partisi'nin kuruluşu ile birlikte gerek İstanbul'da gerekse Anadolu'nun diğer bölgelerinde çok daha örgütlü ve aktif olarak sınıf savaşımına katıldılar. İki komünist kızkardeşin, Rahime Selimova ve Cemile Nuşirvanova'nın, biraz uzun olmakla birlikte sabırla ve ilgiyle okuyacağınızı umduğum yazısında bakın neler söylüyorlar.
     "1921 yılının Şubat ayıydı. 1919'dan beri çalışmakta olan Ankara Türk Komünist Partisi güçlenmiş ve Moskova'da Komünist Enternasyonali'yle ilişki kurmuştu. Anadolu içerilerinde birçok illerde hücreler oluşturmuştu. Şubat ayının sonlarında, Komintern Kadınlar Sektöründen Klara Zetkin Yoldaşın imzası ile, 8 Mart Kadınlar bayramını nasıl kutlamak gerektiğini gösteren bir talimatname almıştık. Buna göre, kapitalist ülkelerde kadınların öz insan haklarını istemeleri şiar edinilecekti. Ankara'daysa işsiz kadınların sayısı gittikçe artmaktaydı. Yıllardan beri erlerini (kocalarını), oğullarını savaşta yitirmiş olan Türk kadınlarının yaşam koşulları çok ağırdı. İş bulmak olanaksızdı. Uzun yıllar süren savaşlardan sonra Antanta devletleri Türkiye'yi tam mahvetmek için İstanbul'u ve Anadolu'nun batı ve güney bölgelerini işgal etmişlerdi. İstiklâl Mücadelesi içinde Ankara'da kurulan B.M.M. Hükümeti, de, Büyük Lenin'in yardımıyla dış düşmanlara karşı savaşı sürdürüyordu. Bu sıralarda Sovyet ülkesinden gelen yardımın Karadeniz sahilinden Ankara'ya kadar getirilmesini, kucaklarında silâh ve askerî malzeme taşıyan Türk kadınları gerçekleştiriyorlardı. Bu kadınlar, erleri, oğulları, kardeşleriyle birlikte düşmana karşı çıkıyorlardı. Ama bu dönemde kendilerinin hiçbir toplumsal hakları yoktu; yine de vicdanlarının sesine uyarak vatan müdafaasına katılıyorlardı. Türk kadınlarının insanî ve toplumsal haklarını tanıyan tek örgüt, Komünist Partisiydi. 1921 yılının başlarında, Mustafa Suphi ve 14 arkadaşı, Türk bujuvazisinin eliyle Karadeniz'de boğularak feci bir biçimde yok edilmişlerdi. Bu olay derin bir nefretle karşılanmıştı. Bundan başka, Ankara'daki merkezi Komünist örgütünün 18 üyesi hapse atılmıştı. Bu gibi feci olaylar biz Komünist kadınları çok üzüyordu. Bir yandan burjuva cellâtlarını protesto etmek, bir yandan da işsiz kadınların ağır durumlarının hafifletilmesini talep etmek amacıyla, Komünist Süleyman Selim yoldaşın Ankara dolaylarındaki bağında kadınların genel toplantısı yapıldı. 8 Mart Uluslararası kadınlar bayramının önemini açıklayan, Şerif Manatov yoldaşın bildirisi oldu. İkinci sorun olarak, kadınların durumunu düzeltmek, onlara iş sağlamak için bir kadınlar örgütü seçildi. Önceden hazırlanmış olan tüzük onaylandı. Sonra B.M.M.'ne Türk Kadınları adına bir bildiri gönderilerek, Komünistlere, Mustafa Suphi ve arkadaşlarına gösterilen vahşilikler protesto edildi. Kadınlar örgütünün Ankara'daki ilk 8 Mart bayramı, Türk Komünist hareketi tarihin sayfalarında şerefli bir yer tutmaktadır." (2)
     Rahime ve Cemile kardeşlerin yazıya dökerek tarihe bırakmayı sağladıkları için gerçekten sevindiğim bu açıklamaları ne çok şeyi aydınlatıyor!
     Komünizm mücadelesine atılan ve bu mücadeleyi sürdüren kadınlar bu nedenle çok değerlidir.

Feministlerin Katkısı
     Biz komünist kadınlar için kadın hareketinin ivme kazanması ve güçlenmesi son derece önemlidir. Kadın hareketine feministlerin yaptıkları katkıların da son derece önemli olduğunu da burada belirtmek istiyorum. Ancak, kadının kurtuluşu sorunu toplumsal gelişme yasalarından bağımsız incelenemez. Kadının kurtuluşu sorunu sistem sorunudur. Kapitalist düzenin hukuk sistemi erkek egemen zihniyet üzerine kuruludur. Hukuki alanda kadınlar yararına elde edilen kazanımlar asla bu zihniyetin temelini değiştirmemiştir. Yani bu anlayış kökten değiştirilmedikçe, kadının hukuki alanda erkekle eşitliği yakalama şansı, hukuk kadınlarımız ne kadar büyük çabalar harcarlarsa harcasınlar, asla istenilen seviyeye ulaşamayacaktır.
     Bugün sermaye sınıfını temsil eden sağcı partilerden meclise seçilen birkaç kadın milletvekilinin ve bakanın öne çıkmasına aldanarak kadınların temsil edildiğini düşünmek büyük bir yanılgıdır. Bundan daha büyük bir yanılgı ise, milletvekili kadınların kadın haklarına eğileceklerine inanmak, çözüm üretecekleri hayaline kapılmaktır. Bunlar arasında, samimiyetle kadınların yaşadıkları sorunlara duyarlı, taleplerine kulak veren tek bir kadın milletvekili bile gösteremezsiniz. Aksine, Tansu Çiller, Meral Akşener, Işılay Saygın örneklerinde olduğu gibi kendi sağcı partilerinin tabanındaki kadın seçmenleri dahi şoka uğratacak hareketlerde ve açıklamalarda bulunmuşlardır. Durum böyle olunca, bazı kadın politikacılar, 'erkekler daha beterini yaptıkları halde hep kadınlar göze batıyor' türünden açıklamalar yapınca, orada durmak gerekiyor. Gülay Aslıtürk örneğinde olduğu gibi belediye başkanlığına seçildiğinde uygulamalarının başında, kendisinden önceki belediye başkanı Fatma Girik'in faaliyetine destek verdiği kadın sığınma evini kapatmak yer almıştır. Gerisini siz de biliyorsunuz, büyük vurgunlar yaptığı iddiası sonucunda ortaya çıkan tepkilere dayanamayarak istifa etmek zorunda kalmıştır. Kadınlardan Sorumlu (!) kadın bakan Işılay Saygın, bekâret kontrolü hakkında incilerini ortaya dökerek, kadının kimliğine yönelik saldırıda tavrını çok net olarak erkek egemen mantıktan yana göstermiştir. Bu kadın politikacılar, Manisalı öğrenciler arasındaki genç kızlarımıza işkence yapıldığı ortaya çıktığında hiçbir tepki göstermemişlerdir. Bu konuyu feministlerin de doğru tespit etmesi gerekmektedir.
     Bu örnekler bize bir konuda fazlasıyla ders vermektedir. Biz yaklaşımımızda sorunu sınıfsal çerçevede ele almak zorundayız. Saydığım kadın politikacılardan hiçbiri toplumumuzda geniş emekçi sınıfların yarısını oluşturan kadınların taleplerine cevap verebilecek nitelikte değildir, onları temsil etmemektedirler, hepsi sermaye sınıfını temsil etmektedirler. Çıkarları sermaye sınıfının sömürü düzeninden yanadır. Bizlerin onlarla hiçbir ortak yanımız olamaz. Ama bu konu sanıyorum yeni bir konu değil.
     Eğer kadınların ezilmesine ve sömürülmesine sebep olan kapitalist düzen değişmezse işçi sınıfının kazanımları gerilediği gibi, kadınların kazanımları da gerileyecektir. Komünistler her dönem, her türlü sömürüyle birlikte kadınların sömürülmesinin de karşısında olmuştur. Sınıfsal, ulusal sömürüye karşı savaştıkları gibi, cinsel sömürüye karşı da mücadele yürütmüşlerdir. Kadınların özgürleşmeleri doğrultusunda atacakları adımlarda işçi sınıfının savaşımını desteklemek, kendi çıkarları için gereklidir. Öte yandan "Proletarya, kadınların tam kurtuluşu için savaşmadan, kendini kesinlikle kurtaramaz". (3)

NOTLAR
1 Mete Tunçay, Türkiye'de Sol Akımlar-I (1908-1925) Belgeler 2, BDS Yayınları, İstanbul, 1991, s. 513.
2 Mete Tunçay, a.g.e., s. 411.
3 Marx, Engels, Lenin, Kadın ve Aile, Çev. Öner Ünalan, Sol Yayınları, Ankara, Kasım 1992, s. 204.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 ÖZELLEŞTİRME
 MEDYANIN BİLDİK YÜZÜ
 GELECEĞE KORKUSUZ BAKABİLMEK
 ÖDP ÜZERİNE
 BATI CEPHESİNDE YENİ BİRŞEY YOK
 LİBERAL FEMİNİZME BAKIŞ
 MEDYA VE KADIN
 SOSYAL GÜVENSİZLİK REFORMU
 BOZ MEHMET’İ ANLAMAK