Sosyalist Dergi: 6 |  Fatma Şenden |
BATI CEPHESİNDE YENİ BİRŞEY YOK

     Amerikan ordusu hava kuvvetlerine ait iki uçak gökyüzünü delerek geçiyor. Biraz sonra uçaklardan birşeyler fırlatılıyor. Uçakların geçişini uzaktaki tepelerden gören Amerikan askerleri paketlerin atıldığı bölgeye hücum ediyor. Bunlar, üzerinde "US" harflerinin yazılı olduğu erzak ve mühimmat paketleri.


     "US", yani "United States"; "Birleşik Devletler". Askerler United States'in ilk harfleri olan US kısaltmasını "Uncle Sam" olarak algılamayı seviyorlar. "Uncle Sam", yani "Sam Amca" onları kurtardı diye seviniyorlar. Burası Vietnam. Sam Amcaları onları kurtarıyor. Vietnama daha iyi saldırabilmeleri için. Kadın, çocuk, yaşlı, genç demeden daha iyi yakıp yıkabilmeleri için.      Bu sahneye birçok Amerikan filminden aşinasınızdır. Vietnam filmlerine benzer birçok Amerikan filminde aynı sahnelere rastlanabilir. Bölgenin ille Vietnam olması gerekmiyor, burası, Amerika'nın "arka bahçesi" Kamboçya, Nikaragua ya da Ortadoğu olabilir. Vietnam'ın tek farkı, Amerikan'ın bugün dahi unutamadığı bir hezimete uğramış olması, oysa diğer bölgelerde, "terörist devletleri" alt etme konusunda muvaffak olduğunu düşünüyor.
     Chomsky'nin "Medya Halka Nasıl Evet Dedirtir" (Minerva Yayınları, 1998) isimli kitabını okumuş olanlar, egemen medyanın bilinçsiz kitleyi maniple etme konusunda ne kadar becerikli olduğunu bilir. Amerikan üretimi filmler de aslında manipülasyonun ve ideolojik üstünlüğü elde tutmanın aracı değil midir? Medya yardımıyla iktidardakilerin politikaları kitlelere benimsetilir, emellerine ulaşmaları daha kolay olur, böylece "rıza" üretilmesi sağlanır. En geniş kamuoyunun desteği alınarak sağlanmış bir askeri, politik ve bunun neticesinde yaratılan ekonomik üstünlükten iyisi var mıdır? Hatırlarsanız, medya, Körfez Savaşı'nda Irak'ın bombalanmasını "film izletir gibi" aktarırken, insanlık adına utanç duyanların dışındaki bilinçsiz kitleleri, Saddam Hüseyin'in bombardımanı ne kadar çok hak ettiğini empoze ederek uyutmadı mı?
     Ama konumuz medya değil. Filmler de değil. Düpedüz gerçekler. Gerçekleri yine Chomsky'nin "Sam Amca Ne İstiyor" (Minerva Yayınları, 2000) isimli kitabından aktarmak istiyorum.
     Amerikan emperyalizmi gibi bir konuda Amerika'yı yeniden mi keşfedeceğiz? Kuşkusuz hayır. Ne var ki, her ne kadar yeniden keşfi gerektirmiyor gibi görünse de, görüşlerini kanıtlarla destekleyerek ortaya koyan Chomsky'nin titiz araştırması sayesinde bu konuda ne kadar çok okunsa da hep yeni öğrenilecek şeylerin bulunduğunu görüyoruz. Gelin kitaba birlikte göz atalım.

     Yeni Yönelim
     "Sam Amca Ne İstiyor"da, İkinci Dünya Savaşı'nı bir dönüm noktası olarak nitelendiren yazar, ABD ile öbür ülkeler arasındaki ilişkileri bu tarihten başlatarak ele alıyor. Chomsky'ye göre, Amerikan politikasının belirleyenler, ABD'nin İkinci Dünya Savaşı'ndan tarihin gördüğü ilk küresel güç olarak ortaya çıkacağını biliyorlardı, bu nedenle savaş ve savaşı izleyen dönem boyunca, savaş sonrası dünyayı nasıl biçimlendireceklerini dikkatle planlıyorlardı. Savaş öncesinde bile büyük farkla dünyanın en önde gelen sanayi ulusu olan bu ülke, savaş sonrası dünyadaki toplam servetin tam tamına % 50'sine sahip. Bunun ötesinde, Atlas ve Pasifik okyanuslarının her iki yakası da denetimi altında. Savaş, sanayi alanında diğer ülkelerin çoğunu çok güçsüz düşürdüğü ya da tamamen yok ettiği halde, ABD savaştan kazançlı çıkan bir ülke konumunda. Toprakları hiç saldırıya uğramamış ve üretimi üç kattan daha çok artmış durumda.
     Savaş sonrası ABD'nin bu hakimiyetinin korunması gerektiği konusunda Amerikan planlamacıların görüş birliği içinde olduklarını, yazarın bir yanda "katı uç", diğer yanda "liberal uç" veya "güvencinler" diye nitelendirdiği iktidardakilerin hazırladığı belge ve beyanatlardan öğreniyoruz. Katı çizgiyi savunan ucun "geriye döndürme stratejisi"ni belirlediği 1950 tarihli Milli Güvenlik Kurulu Muhtırası "Sovyet sistemi içerisinde yıkım tohumlarının serpilip gelişmesini sağlayarak" vakti gelince "Sovyetler Birliği'yle (veya onun yerini alacak devlet ya da devletlerle)" ABD'nin koşullarını kabul ettirme planını içeriyordu. Bu plan doğrultusunda ABD, gizli faşist ordular kurarak Hitler faşizminin artıklarıyla işbirliği dahil her yola başvurdu.
     "Güvercinler"in yaklaşımının ise katı ucun yaklaşımından aşağı kalan yanı yoktu. Chomsky, savaş sonrası dünyayı biçimlendiren başlıca kişilerden birinin güvercinlerin en önde gelenlerinden ve dışişleri planlama dairesinin başında bulunan George Kennan olduğunu belirttikten sonra, onun yazdığı ve o dönem gizli olan 23 sayılı Siyaset Planlama Çalışması adlı belgeden bir bölüm aktarıyor:
     "Dünya servetinin yaklaşık % 50'sine sahibiz, buna karşılık dünya nüfusunun yalnızca % 6.3'ünü oluşturuyoruz... Bu durumda kaçınılmaz olarak kıskançlık ve öfke duygularına hedef olacağız. Önümüzdeki dönemde asıl görevimiz, bu eşitsizliği sürdürmemizi sağlayacak bir ilişkiler ağı oluşturmaktır... Bunu yapabilmek için her türlü duygusallıktan ve hayalcilikten vazgeçmeliyiz; dikkatimizi her yerde ivedi ulusal hedeflerimiz üzerinde yoğunlaştırmalıyız... İnsan hakları, hayat standartlarının yükseltilmesi ve demokratikleşme gibi muğlak ve hayali amaçlardan söz etmeyi bir tarafa bırakmalıyız. Düpedüz kuvvete dayanan kavramlarla iş görmek zorunda kalacağımız günler çok uzak değil. Bu yüzden, o günler geldiğinde idealist sloganlar ayağımıza ne kadar az dolaşırsa o kadar iyi olur."
     Amerika'yı demokrasinin, özgürlüğün ve adaletin beşiği sanan bizim gibi ülkelerin kimi özentili insanları bunun böyle olmadığını öğrenmeli. Suya sabuna dokunmadan yaşayan duyarsız azınlık bir kesim Amerikalıya gelince, refahlarının, diğer halkların kan ve gözyaşı akıtmaları pahasına kazanıldığının bilincinde bile değiller.

     Büyük Alan
     Çizilen hedeflere dönecek olursak, Dışişleri Bakanlığı ve Dış İlişkiler Konseyi, savaş sonrası dünya için "Büyük Alan" adı verilen kavram çerçevesinde planlar hazırladı. Bu "Büyük Alan", Amerikan ekonomisinin ihtiyaçlarına bağımlı kılınacaktı.
     Böylece, kitabın gidişatından, Sam Amca'nın Nikaragua'da, Vietnam'da, Kamboçya'da, El Salvador'da Guatemala'da, Panama'da, Latin Amerika'nın diğer ülkelerinde ne aradığını yavaş yavaş anlamaya başlıyoruz; bu "Büyük Alan", Batı Yarımküresi'ni, Batı Avrupa'yı, Uzak Doğuy'yu, Orta Doğu'yu, Güneydoğu Asya'yı, Afrika'yı ve de aslında dünyanın her yerini içine alıyor ve emin olabilirsiniz, Türkiye de bu büyük alanın hiç de dışında değil.
     Dışişleri Bakanlığı'nın 1949 tarihli bir muhtırasında, Güneydoğu Asya ve Afrika gibi Üçüncü Dünya ülkelerinin "temel işlevi"nin, sanayileşmiş kapitalist toplumlar için "bir hammadde kaynağı ve bir pazar olarak hizmet etmek" olduğu belirtiliyordu. Savaşın ardından ABD, örneğin eşsiz bir enerji kaynağı olan Orta Doğu'dan rakipleri olan Fransa ve İngiltere'yi çıkartarak buraları ele geçiriyordu. Savaş sırasında başarılı bir profil çizen "iki büyük fabrika", yani Almanya ve Japonya da artık ABD'nin denetiminde çalışacaktı. Avrupa ve Japonya'nın yeniden imarı için Üçüncü Dünya, Kennan'ın sözleriyle, "sömürülecekti". Hatta Kennan, Afrika'yı "sömürme" planının Avrupa'yı "psikolojik açıdan" rahatlatabileceğini bile ileri sürmüştü.
     Chomsky'yi hayrete düşüren olgu ise, gizlilikleri kaldırılan ve artık kamuya açık hale gelen yukarıda sözü edilen türden belgelerde söylenenlerin araştırmacılara garip gelmemesi, ABD'nin bu politikalarının bilim insanları tarafından kanıksanmış olmasıdır.
     "Büyük Alan" belirlendikten sonra, ABD hükümetinin iki önemli görevi vardı. Birincisi, Büyük Alan'ın uçsuz bucaksız topraklarını ele geçirmekti. Hiç kimsenin bu görevi engellemeye kalkışmamasını sağlamak için herkese korku salan bir güce sahip olmak gerekiyordu. Bu yüzden nükleer silahlara çılgınca sarılmaktan geri durulmadı. İkinci görev ise, korku salabilmenin önkoşulu olarak muazzam askeri harcamaların yapılabilmesi için devletin desteğini sağlamaktı.
     Bu çerçevede, "Ulusal Güvenlik" türünden şaşaalı gerekçeler, saldırı politikası için bir kılıf işlevini görüyordu. Ulusal Güvenlik kurgusuna göre, ABD'nin güvenliğine göz diken "düşmanlar" vardır. Bunlara karşı ihtiyatlı olunmalıdır. "Demokrasi" ve "Barış" söylemi ise halkı uyutmak için, yani beyin yıkamaya yönelik bir paroladan ibarettir.

     Geleneksel, Sağcı Düzen
     Chomsky'ye göre, "Kennan gibi savaş sonrası planlamacılar, Batılı öbür sanayi toplumlarının savaş sırasında uğradıkları yıkımın ardından yeniden imarının ve böylece ABD mamülü malları ithal edebilecek duruma gelmesinin ABD şirketlerinin menfaati açısından büyük bir önem taşıyacağını hemen anladılar. Yalnız, bu toplumların yeniden imarının çok özel bir biçimde gerçekleştirilmesi son derece önemliydi." Bu amaca yönelerek, iş dünyasının egemen olduğu, emeğin parçalanıp zayıflatıldığı geleneksel, sağcı düzeni yeniden kurmak üzere kolları sıvadılar. Yeniden imarın yükü ise bütünüyle emekçi sınıfların ve yoksulların omuzlarına yüklenmeliydi. Bundan sonrasını, isterseniz, Chomsky'nin "biz" birinci çoğul zamirini kullanarak anlatımına daha büyük bir anlam yüklediği kendi sözleriyle devam edelim:
     "Bu planın önünde duran en önemli engel anti-faşist direnişti; bu yüzden, anti-faşist direnişi dünyanın her yerinde bastırdık, direnişçilerin yerine çoğu kez faşistleri ve Nazi işbirlikçilerini oturttuk. Bunu yaparken kimi durumlarda çok fazla şiddet kullanmak zorunda kaldık; ama, kimi durumlarda, seçimleri geçersiz saymak ve açlıktan ölmek üzere olan halklara besin maddesi sevkiyatını durdurmak gibi daha yumuşak önlemlere de başvurduk."
     "ABD planlamacıları, Avrupa'daki "tehdit"in, Sovyetler tarafından başlatılacak bir saldırıdan çok, köklü demokratik idealleri benimseyen ve işçi ve köylü tabanına dayanan anti-faşist direniş ile yerel Komünist partilerin siyasal iktidarı ve çekim gücünden kaynaklandığını görüyorlardı."
     "ABD, bu güçlerin etkisini arttıracak ekonomik bir çöküşü önlemek ve Batı Avrupa'nın devlet-kapitalist ekonomilerini yeniden kurmak için Marshall Planı'nı devreye soktu."
     Kitabın devamında, bu planlar çerçevesinde değişik ülkelerde uygulanan stratejilerin örneklendirildiğini görüyoruz.
     İtalya'da Komünist partisinin yönettiği işçi ve köylü tabanlı hareketin Almanları durdurarak İtalya'yı kurtarmasının ardından ABD kuvvetlerinin İtalya içlerine kadar ilerleyerek anti-faşist direnişi dağıttığını ve savaş öncesi faşist rejimin temel yapısını nasıl yeniden kurduğunu;
     Yunanistan'da Naziler'in çekilmesinden sonra ülke topraklarına İngiliz askerlerinin girdiğini, İngilizler'in zorla dayattığı yoz rejimin yeni ve güçlü bir direnişin doğmasına neden olmasıyla İngiltere'nin denetimi elinde tutamayarak, 1947'de Yunanistan'a ABD'nin girdiğini ve 160.000 kişinin ölümüyle sonuçlanan kanlı bir savaşın destekçisi olduğunu;
     Japonya'da sendikaların ve öbür demokratik güçlerin bastırılarak ülkenin Japon faşizmine destek sağlamış olan şirketlerin eline kıskıvrak teslim edildiğini;
     1945'te Kore'ye giren ABD kuvvetlerinin esas olarak Japonlar'a karşı direnen anti-faşist halk hükümetini dağıttığını, faşist Japon polisini ve Japon işgali sırasında onlarla işbirliği yapan Koreliler'i kullanarak acımasız bir baskı düzeni kurduğunu, Kore Savaşı'ndan önce Güney Kore'de yaklaşık 100.000 kişinin öldürüldüğünü;
     Kolombiya'da, Venezuela'da, Panama'da yapılan faşist askeri darbelerin ABD hükümetinin hiç tepkisini almadığını, hatta bunlara destek verdiğini; Guatemala'daki demokratik hükümetin ABD'nin amansız düşmanlığıyla karşılaştığını, 1954'te CİA tarafından tezgâhlanan darbeyle Guatemala'nın cehenneme çevrildiğini;
     Dışişleri Bakanı John Foster Dulles'in Latin Amerikalılar'ın nasıl hizada tutulabileceği konusunda Başkan Eisenhower'a tavsiyede bulunurken "onları hafifçe okşayacaksınız ki sizin kendilerine sırılsıklam aşık olduğunu sansınlar" türünden icatlar ortaya attığını öğreniyoruz.

     ABD Yardımı ve İşkence
     Bütün bu düzenli müdahalelerde ABD, eski Nazi kalıntısı SS subaylarını kullandı, onları orduya aldı, casusluk yapmakla görevlendirdi. Bu kişiler, gittikleri yerlerde Hitler'in Üçüncü Reich'ını örnek alan ABD destekli polis devletlerine askeri danışman oldular. Ayrıca, uyuşturucu satıcılığı, silah tüccarlığı, teröristlik ve Latin Amerikalı köylülere Gestapo'nun icat ettiği işkence yöntemlerini öğretmek türünden eğitimcilik yaptılar. Chomsky'nin deyişiyle, "ABD ve SS'ler arasında savaş sonrasında kurulan bu bağlaşıklık sayesinde, ölüm kampları ile ölüm mangalarını birbirine bağlayan halkayı da örmüş oldular."
     Bütün bu talan politikaları elbette bir kılıfla örtülmeliydi. Bu kılıflardan biri de, "iyi komşuluk politikası"ydı. Latin Amerika örneği üzerinde duracak olursak, Chomsky, Latin Amerika'daki insan hakları konusunda en önemli akademisyen uzman olan Lars Schoultz'un yaptığı bir araştırmayı örnek veriyor. Lars Schoultz'un yaptığı araştırma, "ABD yardımının olağanüstü büyük kısmının, vatandaşlarına işkence yapan hükümetlere aktığını" göstermiştir. Bu yardımın, bir ülkenin yardıma ne kadar ihtiyacı olduğu ile hiçbir ilgisi yoktur; sadece zengin ve ayrıcalıklı kesimlerin çıkarlarına hizmet etmeye ne kadar istekli olduğuyla ilgisi vardır. Bir başka örnek iktisatçı Edward Herman'dan. Onun yaptığı daha kapsamlı araştırmalar dünya çapında işkence ile ABD yardımı arasında yakın bir ilişki olduğunu ortaya çıkarıyor: işkence de, ABD yardımı da, iş dünyasının etkinlikleri için uygun ortamın sağlanmasıyla bağlantılıdır.
     Chomsky'ye göre, Vietnam Savaşı da ABD'nin güç gösterisine soyunuşudur ve Üçüncü Dünya'nın hizmetkârlık rolünü yerine getirebilmesini sağlama ihtiyacından doğmuştur. ABD, Vietnamlılar'ın bir yerleri zaptetmelerinden değil, öbür uluslara esin kaynağı olacak tehlikeli bir ulusal bağımsızlık örneği oluşturmalarından korkuyordu. Vietnamlı'lar hizmetkârlığı kabul etmek istemediler, öyleyse ezilmeleri gerekiyordu. Ama Vietnam halkı, 1974'te bağımsızlığını ilan ederek, Amerikan işgaline son vermeyi başarmıştır.

     "Sivil Yönetim"
     Yazara göre, hukuksal açıdan bakıldığında, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana görev yapan her Amerikan başkanını yüce divana götürebilecek kesin kanıtlar vardır. Bu başkanların hepsi ya düpedüz savaş suçlusudur ya da ciddi savaş suçlarına karışmıştır.
     ABD güdümlü darbe ve sivil yönetim şeması şöyle işler. Ordunun yol açtığı ekonomik yıkımın ardından sorun sivillerin yönetimine devredilir. Uluslararası Para Fonu İMF, Dünya Bankası gibi çoğunlukla sanayi ülkelerinin sağladığı fonları Üçüncü Dünya ülkelerine borç olarak veren kuruluşlar aracılığıyla gerçekleştirilen denetimler gibi yeni mekanizmalar oluşturulduğu için, artık açık bir askeri denetim zorunluğu ortadan kalkar.
     İMF, verdiği borçlar karşılığında, "liberalizasyon"u, yani dış etkilere ve denetime açık tutulan, halka sağlanan genel hizmetlerde ise büyük oranda kesintiler vb. yapılan bir ekonomiyi dayatır. Bu önlemler, iktidarın daha kesin bir şekilde zengin sınıfların ve dış yatırımcıların eline geçmesine neden olur. Böylece "istikrar" sağlanır ve Üçüncü Dünya'nın süper zenginlerden ve yoksullardan oluşan klasik iki katmanlı toplum yapısını pekiştirir.
     1989 yılında Berlin duvarının yıkılışından önce, 70'li ve 80'li yıllar boyunca bu saldırı politikası hiç değişmedi. ABD, şiddete dayalı ve hukuk tanımayan bir devlet olarak uluslararası hukuk gibi mekanizmalara, yapmak istediği herşey için örtüye ihtiyaç duyduğunda bir hile olarak başvurdu. Birleşmiş Milletler ve "Barış Gücü" türünden askeri kuvvetler bunun güzel bir örneği. Nedense kendi iç işlerine müdahale söz konusu bile olamazken, başka ülkelerin iç işlerine karışmak "Dünya Barışı" için gerekli görüldü. Sovyetler'in çözülüşünün ardından ise bu defa kendini dünyanın tek hakimi gören ABD, "Soğuk Savaş" döneminden aşağı kalmayan politikalarını sürdürmeye devam etti. Irak'a, Yugoslavya'ya, Libya'ya müdahaleleri birer örnek.
     Bir anlamda Yeni Dünya Düzeni gerçekten yeni. Çünkü hukuk tanımazlığına karşı dünya halklarının dayanışması temelinde ABD'nin bu kirli oyunlarının maskesini dünya kamuoyunun gözü önünde düşürecek eskisi gibi güçlü bir sosyalist sistem ne yazık ki ayakta değil. Böylece, doğrular gizlenebilir, başka ülkelerin topraklarında istenildiği gibi at oynatılabilir.
     ABD politikalarını diğer ayrıntılarıyla sayarsak, bu yazı uzayıp gider. Kitabın bize sunduğu verilerden yola çıkarak, ABD politikalarının vehamet derecesini göstermeye çalıştıktan sonra, isterseniz şimdi yazarın anlatımını bütünleyici diğer bir özelliğine değinelim.

     Siz Ne Yapabilirsiniz?
     Chomsky'nin anlatımında bana göre en etkileyici özellik, dünyada zulme uğrayanların dostu olarak siyasal görüşlerini yalnızca aktarmakla kalmamasıdır. Bu konuda kendi eylemciliğinin yanı sıra, iktidardakilere karşı herkesin birşeyler yapabileceğini göstererek, bir bakıma okuyucu veya dinleyiciyi harekete geçirici öneriler getirmesidir.
     İşte bu yönü, onu diğer pasif aydınların yaklaşımından ayırıyor. Chomsky'nin siyasal görüşlerini ödünsüz bir şekilde yazma, bu konuda konferanslar verme dışında, siyasi eylemciliği ile de adını duyuran bir aydın. Özellikle 1965-73 arasında ABD'nin Vietnam politikalarına karşı yürütülen harekette önemli bir rol oynamış olan Chomsky, günümüzde de örneğin Ortadoğu'ya, Asya'ya müdahaleleri gibi ABD'nin kapitalist-emperyalist yayılmacı ve savaş kışkırtıcı tutumuna karşı eylemliliği de savunan, sorgulayıcı bir tavır sergiliyor. ABD'nin dünyayı hegemonyası altında tutma çabasına karşı, bu konuda bilinçli olanların ABD'yi içten engelleme sorumluluğu ile karşı karşıya olduğunu vurguluyor:
     "Özgürlük mücadelesi asla sona ermez. Üçüncü dünya halklarının, sempatimize, anlayışımıza, bundan daha da önemlisi, yardımımıza ihtiyacı var. ABD'yi içten engelleyerek Üçüncü Dünya halklarına bir nefes alma fırsatı verebiliriz. Bu halkların, onlara karşı uyguladığımız vahşete karşı koyup koyamayacakları büyük ölçüde burada, ABD'de olacaklara bağlıdır.
     Üçüncü Dünya halklarının gösterdiği cesaret insanı gerçekten hayran bırakıyor. Ben bu cesaretin örneklerini Güneydoğu Asya'da, orta Amerika'da ve işgal altındaki Filistin'de kendi gözlerimle görme ayrıcalığını -evet, bu bir ayrıcalıktır- yaşadım."
     Geleceğin rotasının kapitalist doktriner sistemin belirlediği çizginin dışında çizilebilmesi için emekçi halklara düşen görevleri, "Siz Ne Yapabilirsiniz" şeklinde bir açılım yaparak şöyle belirtiyor:
     "İktidardakiler hiçbir şeye karşı çıkmayan uyuşuk bir halk isterler. Bu yüzden, onları rahatsız etmek istiyorsanız, herşeyi kabullenmemeli ve uyuşuk olmamalısınız. Bunu bir sürü yolla yapabilirsiniz. Soru sormak bile çok etkili olabilir.
     Duruma göre, gösteri yapmak, mektup yazmak ve oy vermek bir anlam taşıyabilir. Ama işin püf noktası şudur: Bütün bunlar sürekli ve örgütlü biçimde yapılmalıdır.
     Bir gösteriye katılıp daha sonra evinize dönerseniz, bu da bir şeydir; ama iktidardakiler buna katlanabilirler. Katlanamayacakları şey, gittikçe artan sürekli baskı, durmadan bir şeyler yapan örgütler, eksiklerinden ders çıkararak gelecek sefer daha iyisini beceren kimselerdir.
     Her iktidar sistemi, hatta faşist bir diktatörlük, halk muhalefetine karşı duyarlıdır. Bu yargı, insanları baskı altında tutmak için devletin elinde -bereket versin ki- çok fazla gücün bulunmadığı bu ülkede özellikle geçerlidir. Vietnam Savaşı sırasında halkın savaşa doğrudan doğruya karşı çıktığı apaçık ortadaydı ve hükümet bunun bedelini ödemek zorunda kaldı....
     Bütün eylemler işe yarayabilir, çoğu kez önemli sonuçlar doğurabilir."
     Chomsky, araştırma yapmanın da öyle anlaşılması zor, esrarengiz bir iş olmadığını ve herkesin biraz gayretle bilinçlenme ve başkalarını bilinçlendirme konusunda uğraş verebileceğini belirtiyor:
     "Ayrıca, kendi araştırmanızı kendiniz yapabilirsiniz. Yalnızca beylik tarih kitaplarına ve siyaset bilimi metinlerine bağlı kalmayın; uzmanların incelemelerine ve özgün kaynaklara, yani milli güvenlik muhtıralarına ve benzeri belgelere başvurun. Kaliteli kütüphanelerin çoğunda bunları bulabileceğiniz başvuru bölümleri vardır.
     Bu iş tabii ki biraz gayret ister. Malzemenin çoğu çer çöpten ibarettir ve iyi bir şeyler bulmadan önce bir ton saçmalık okumanız gerekir. Size nereye bakmanız gerektiği konusunda ipuçları veren kılavuzlar vardır; ikincil kaynaklarda arada bir ilginç göndermeler bulursunuz. Bu göndermeler genellikle yanlış yorumlanmışlardır ama nerelerde araştırma yapmanız gerektiğini belirtirler.
     Araştırma yapmak öyle anlaşılması zor, esrarengiz bir iş değildir. Biraz çaba ister, ama boş vakitlerinizi kullanarak bu işin üstesinden gelebilirsiniz. Araştırmanızın sonuçları insanların düşüncelerini değiştirebilir. Gerçek araştırma her zaman ortaklaşa bir faaliyettir ve araştırmanın sonuçları bilinç değişikliğine, kavrama ve anlama gücünün artmasına ve böylece yapıcı eyleme yol açar."
     Burada bir parantez açmadan geçemeyeceğim, yazarın sözünü ettiği milli güvenlik muhtıraları türünden belgeleri elbette bizim Milli Kütüphanemizde bile bulmak mümkün olmayacaktır. Ama diğer ülkelerde Türkiye'ye ilişkin yayınlanan belgelerden yararlanabiliriz. Ayrıca, karanlık işlere bulaşmış kimi medya kalemşörlerinin aralarındaki duellolarında sızdırdıkları ve işimize yarayan kimi bilgilere ulaşabiliriz.
     Chomsky'nin kitabına ilişkin söylediklerimize noktayı koyduktan sonra, şimdi bir de Türkiye ile ABD kapitalist-emperyalizmi arasındaki sıkı fıkı ilişkilere biraz göz atalım ve "kendi araştırmamızı kendimiz" yapalım.
     ABD emperyalizmi konusunda Türkiye hayli deneyimli bir ülke. Emperyalizmin varlığı, Osmanlı dönemine kadar uzanır. İşçi sınıfının ve emekçi halkın kurtuluşu yönünde mücadele veren Türkiye Komünist Partisi de 1920'den itibaren hazırlamış olduğu programlarında daima ABD burjuvazisinin yayılmacı niteliğini gözler önüne sermiş, sonraki programlarında NATO, CİA, İMF'nin ülkemiz üzerindeki politikalarını tüm yönleriyle teşhir etmiştir.
     Şimdi çok eskilere uzanmadan inceleyecek olursak, son kırk yıla baktığımızda, Türkiye'nin, kapitalizmin her buhran döneminde ülke içinde gerçekleştirdiği bir darbe ile karşılık verdiğini görüyoruz. Gerek 71'deki 12 Mart, gerekse 80'deki 12 Eylül faşist darbeleri olsun, Türkiye, ABD politikalarından nasibini almıştır. Bu darbelerden önce, Türkiye'de yükselem işçi sınıfı mücadelesi, anti-faşist, anti-emperyalist mücadeleyle paralellik taşıyordu. Örneğin 1968'de Amerikan 6. Filo'nun İstanbul'a gelişi gösterilerle protesto edildi. 1969 yılının Şubat ayında "6. Filo Defol" sloganlarının atıldığı ve "Kanlı Pazar" olarak tarihe geçen gösterilerde 2 kişi öldü. Yılın sonuna doğru Aralık ayında İzmir'e geçen 6. Filo, burada da gösterilerle protesto edildi. 1980'den önce de, işçi sınıfı yaygın bir örgütlülüğe sahipti. Anti-emperyalist mücadele o dönem de yükselişe geçti. "NATO'dan çıkılsın, ikili anlaşmalar yırtılsın, üslere el konulsun" sloganları 1980 öncesi anti-emperyalist mücadelenin şiarı oldu. ABD'nin, Türkiye'yi arka bahçesi olarak olmasa da, Orta Doğu'da İsrail'den sonra 2. jandarması olarak gördüğü bilinen bir gerçek. Türkiye hep ABD askeri politikalarının destekçisi konumunda olmuştur. Ordu generalleri NATO'da, ABD'de eğitim görmüştür. Nitekim 12 Eylül'ün generallerinden Kenan Evren daha 1959 yılında Kore'de Türk Tugayı'nda Kurmay Başkanlığı yapmış, daha sonra kazandığı "deneyimlerini" ülkesine taşımıştır.
     Türkiye, ayrıca, ABD için silah ve askeri donanım ticareti açısından büyük bir pazar konumundadır. Türkiye, en büyük silah alıcılarından biridir. ABD'nin en büyük savunma (yani savaş) sanayi şirketlerinden Northrop Grumman'ın Yönetim Kurulu Başkanı Kent Kresa, geçenlerde Türk-Amerikan "İş" Konseyi tarafından düzenlenen bir toplantıda, Türkiye ile ortak balistik füzeler ve başka askeri projeler gerçekleştirip gerçekleştirmeyeceği konusu ile ilgili bir soruya, Türkiye'nin ihtiyaçları doğrultusunda her türlü işbirliğini yapacaklarını söyledi. Amerikan ordusunun silah alımında düşüş kaydettiğinden yakınan Kresa, Türkiye'de kişi başına düşen savunma harcamasının NATO Avrupası ortalamasının iki katını aştığını ve ABD'deki rakamın bile üzerine çıktığını söyledi. Kresa, ayrıca, Türkiye'nin etrafının Kafkaslar'dan Mezopotamya Vadisi'ne kadar zorlu ve tehlikeli komşularla çevrili olduğunu belirterek bize akıl vermeyi de unutmadı.
     Sözün kısası, "Sam Amca Ne İstiyor"dan, ABD kapitalist-emperyalizminin hukuk tanımayan şiddete dayalı politikalarından vazgeçmeyeceğini ve "Yeni Dünya Düzeni" yutturmacasıyla sürdüreceği sonucunu çıkarmak mümkün. Geçen yüzyılda işlediği günahların faturasını üstelik eski sosyalist ülkelere çıkarma ve sosyalizmi unutturma gibi bir niyetinin olduğunu da görebiliriz. Ama, son sözümüz bu çabaların boşa çıkacağıdır. Çünkü işçi sınıfı ve halklar, bu günahların hesabını soracaktır. Tarihi gerçekler unutturulmak istense de, doğrular halkların bilincinde hep yaşatılacaktır.
 
Yazarın Diğer Yazıları
 Tarih Zülfü Dicleli'yi Nasıl Yazacak?
 Sosyal Politikada Dönüşümler
 Sosyal Güvenlikte Yıkıma İzin Vermeyelim!
 Görünmeyen Fabrikanın Görünmeyen İşçileri
 8 Mart Niçin Emekçi Kadınlar Günüdür?
 Almanya'da İşçi Sınıfı Sosyal Kazanımlarına Sahip Çıkabilecek mi?
 Yoksullaşma Diz Boyu
 Neo-Liberal "Yükselen Değerler"
 İş Kanunu Kıskacında Kadın
 HÜRRİYET'TEN ALINTILAR
 MALUMU İLAMIN ÖTESİNE GEÇEBİLMEK
 Sosyal güvenlik reformu
 8 MART VE KADINLAR
 BOZ MEHMET’İ ANLAMAK
 11 EYLÜL'ÜN ARDINDAN