Bugün yine, affedersiniz, Zülfü Dicleli'den bahsetmek mecburiyetindeyiz. Eskiler zaten tanır, ama, yeni kuşaktan eğer bilmeyenler var ise, kısacık bir hatırlatma yapalım, kimdir bu adam diye.
Türkiye işçi sınıfının öncü partisi Türkiye Komünist Partisi bugüne
dek binlerce insan tarafından savunuldu. Kimi insanlar parti
hayatına çok şey kattılar. Onları zaten her vesileyle anıyoruz.
Kimi insanlar ise isimleri bilinmese de, sıra neferi olarak
proletaryanın burjuvaziye karşı en büyük silahı olan partisinin
güçlendirilmesi için karınca kararınca, ömrü yettiğince
çabaladı.
TKP tarihine topluca baktığımızda, parti içinde burjuvaziyle kararlı
mücadele taraflısı ana gövdenin yanı sıra, burjuvaziyle
uzlaşmaya yatkınların da bulunduğu görülür. Bununla birlikte,
burjuvaziyle uzlaşmaya yatkın olanlar arasında işi döneklik
boyutuna, burjuvazinin kampına geçme noktasına vardıranlar,
1927'de Şevket Süreyya ve Vedat Nedim'ler ile 1980'lerde
Haydar Kutlu ve Zülfü Dicleli'ler olmuştur.
İşte, bu dönek ekibin en önde gelen ikilisinden Haydar Kutlu, sağ
liberal görüşlerini ABD Fettullah işbirliği ile çıkartılan
Taraf gazetesinde Nabi Yağcı olarak vaaz ediyor, yazıyor.
Zülfü Dicleli ise, kesesini her ne şekilde olursa olsun doldurmaya
bakıyor. Kendini komünist saydığı ve sendika uzmanlığı
yaptığı dönemde defalarca küfrettiği patron örgütü MESS için
bugün yazılar yazıyor, yayınlar hazırlıyor, işverenlere akıl
veriyor, Merkez Komite'den eski arkadaşıyla birlikte işçilere
görgü kaidelerini anlatıyor. Siyasi konularda sesi soluğu pek
çıkmıyor artık. Bu kez bir ses vermiş. Tek başına AKP'nin
parti okullarında eğitimler veren, sürekli olarak AKP güzellemesi
yapmaktan iyice yorulan eski ekip başı Nabi Yağcı'nın yalnız
kalmasına gönlü elvermemiş anlaşılan. Ahde vefa örneği
gösterip AKP için referandumda Evet kampanyasına o da katılmış.
Hem de, inanmayacaksınız ama, çoktan büyük zenginler arasına
girdiği için neredeyse 20 yıldır unuttuğu bizlere, yani
"komünist, ilerici, sosyalist, demokrat, yurtsever" arkadaşlara
seslenmeye karar vermiş.
Aşağıdaki yazıyı kuyerel.com adlı siteden aldık:
Tarihin
nasıl değiştiğini.....
İsmet
İnönü'yü demokratlık bakımından nasıl bilirdiniz? Ya
1940'lı yılların CHP'sini?
İnönü
ve CHP 1945 sonunda çok partili rejime geçme kararı aldılar.
Kendine komünist, solcu, demokrat diyen tek bir aklı evvel çıkıp
da İnönü'nün niyetleri şudur budur, CHP demokrat
değildir, çok partili rejime geçiş aldatmacadır, sostur, onların
gerçek niyeti kendi iktidarlarını korumaktır, biz buna hayır
diyoruz demedi.
Avrupa'da
demokratik gelişmelerin "gerçek samimi demokratlar" eliyle
getirildiğini bilen varsa, beri çıksın. Temiz, gerçek, samimi öz
demokrat diye bir kategorinin varlığından haberi olan varsa o da
çıksın.
Her
somut tarihsel anda her bir kişinin aldığı somut politik
tutumların toplam sonucu olarak tarihin demokrasi yönünde
değiştiğini bilmiyor muyuz?
Tarih,
İnönü'nün demokrat bir politikacı olduğunu yazmıyor, 1946'da
demokrasinin gelişmesi için şu ya da bu nedenle olumlu bir
adım atığını yazıyor ama. 12 Eylül'de Hayır demeye ya da
boykot etmeye hazırlanan komünist, ilerici, sosyalist, demokrat,
yurtsever arkadaşlarımız için de, "onlar demokrat kişilerdi,
ama 12 Eylül 2010 günü demokratik gelişime karşı çıkan bir
adım attılar" diye yazacak.
Zülfü
Dicleli, Kuyerel.com, 4 Eylül 2010
Şimdi
yukarıdaki yazıyı okuduysanız, eğer bir parça Türkiye'nin
demokrasi tarihine aşina iseniz veya bir parça işçi sınıfı
tarihi okudu iseniz, cinleriniz tepenize çıkmıştır.
Bu
tür eskimiş komünistler, belli ki, taraf değiştirip burjuvazi
saflarına geçmeye kalktıklarında bütün eski bilgilerini de
unutuyorlar.
Bize
yakışmaz, ama, kendi kullandığı için biz de onun üslubuyla
seslenelim o zaman:
Ey
Zülfü Dicleli, İnönü'nün burjuva anlamda bile olsa demokratik
bir rejime geçtiğini sen nereden uyduruyorsun? Türkiye'de çok
partili rejim, komünistlere ve sola hayat hakkı tanımayan
anti demokratik bir kapitalist oligarşi olarak doğdu. Türk
burjuvazisinin çok partili sistemi, tıpkı tek partili sistemi
gibi, komünistlere ve solculara sımsıkı kapalıydı.
İnönü,
demokratik bir rejimin değil, başında, CHP içinden çıkmış,
tek parti döneminin eski bakan ve başbakanlarından Celal Bayar'ın
bulunduğu sağcı, liberal muhafazakâr Demokrat Parti'nin
yolunu açtı. Burjuva anlamda bile olsa demokrasiye geçilmesini
önlemek için 1946 yılının ilk yarısında TKP'nin legal kolu
olarak kurulan Türkiye Sosyalist Emekçi ve Köylü Partisi TSEKP
ile Türkiye Sosyalist Partisi TSP'yi, komünistlerin kurdukları
"sınıf esasına dayalı cemiyetler" olan tüm ilerici,
demokrat, sosyalist eğilimli sendika ve dernekleri, altı ay bile
yaşamalarına izin vermeden 16 Aralık 1946'da kapattı,
yasakladı, kurucularını onlarca yıl hapis cezasına çarptırdı.
Yani
İnönü "demokrasiye" değil, fiilen iki partili anti demokratik
"oligarşik diktatörlüğe" geçti. Tan matbaası baskınını,
komünistlerin tutuklanmalarını eskiden sen anlatıyordun, hepsini
hafızandan sildin mi?
Ey
tüm ilericileri aklı evvel olmakla suçlayan adam, tarihte "şu
ya da bu nedenle" değişim olmaz, bilmiyor musun? Tarih, toplumsal
mücadelelerin, sınıf mücadelelerinin sonucunda yapılır ilkesini
de mi hatırlamıyorsun? SSCB karşısında yenilen faşizmi, tek
partili burjuva diktatörlüklerinin meşruiyetlerinin yerlerde
süründüğünü, Türk burjuvazisinin bir şekilde "yeni" bir
hamle yapma ihtiyacı içinde arayışlarını da mı unuttun? Bu
sebeple değil miydi İnönü iktidarının bir yandan sadece fiilen
iki partiye izin verirken, diğer yandan ilk imam hatiplerin yolunu
açması, ABD ile dirsek temasına başlaması, sosyalist liderlere
ve sosyalist ülkelere küfürler yağdırması. Solu akademiden de
yok etmek için, kendi yasalarını bile hiçe sayarak saygıdeğer
Boratav'ları, Boran'ları Dil Tarih Fakültesi'nden
uzaklaştıran aynı İnönü dönemi değil miydi? Bir de utanmadan
o dönemi bilimsel incelemelerle eleştirenlere "aklı evvel"
diyorsun. Daha hangi birini sayalım kısacık bir yazıda.
Tabii ki insan kendini işverenlere beğendirmek mecburiyetinde hissedince,
onlara yalakalık yapmayı düstur edinince, tarihsel gerçekleri
değil de, en pespaye klişeleri ardı ardına saymakta da beis
görmüyor.
En
zenginlerin peşinde el pençe divan gezen, geçmişini unutturmak
için o dönem yaptığı onurlu her şeye küfretmeyi marifet sayan,
utanmadan emekçilerin daha incelikli yöntemlerle nasıl
sömürülebileceklerine dair "yönetim/insan kaynakları sanatı"
türünden kitaplar basan, "toplumda daha alt seviyede olan
işçilerin, üstü olan işvereni elini uzatmadıkça ona el
uzatmaması gerektiğini", yani haddini bilmesi gerektiğini yazan
bir döneğe mi kaldı bu ülkenin onurlu insanlarına seslenmek.
Sana mı kaldı bu ülkenin yiğit "komünist, ilerici, sosyalist,
demokrat, yurtsever" insanlarını AKP kuyrukçuluğuna ikna etmek.
Bu ülkenin komünistleri hayır diyor, boykot diyor. Sosyalistler
arasında, sermayenin, aralarında nüanslar bulunan ve emekçi
kesimlere hiçbir yakınlıkları bulunmayan iki kesimini birden yok saymak için "Boykot" diyenler ile bugün AKP'de cisimleşen siyasi erki cezalandırmak için "Hayır" diyenler ezici bir çoğunluğu oluşturuyor. Senin gibi az sayıda eski solcu şimdiki sağcılar ise, bizleri AKP'nin dümen suyuna sokmak için uğraşıyor.
Tarih, Türkiye'nin tüm ilericileri için "onlar demokrat kişilerdi,
ama 12 Eylül 2010 günü demokratik gelişime karşı çıkan bir adım attılar" diye yazacaksa, (bu, senin ham hayalin tabii ki), unutma ki, TKP Politbüro üyeliği yapan birinin en acımasız sermaye örgütü MESS'e şevkle hizmet etmesini de yazıyor zaten. Birincisi nihayet bir siyasi tercih, ikincisi ise insanı insan içine çıkamaz hâle getiren, başlı başına bir ahlaki sorundur.
Tarihin ne yazacağı konusunda bu kadar derin hassasiyet taşıyorsan, önce dön de bir aynaya bak.