Geleceğe ışık tutabilmek için, tarihi de bilmek gerekir. İşçi
sınıfının kurtuluşuna giden yol onun ikiyüz yıllık geçmişinde neler başardığını
bilmekten geçer. Kadınlar da toplumsal mücadelede yerlerini ta başından beri
almışlardır. Hayatın yarısını erkekler üretiyorsa, diğer yarısını da kadınlar
üretiyor.
Her yıl 8 Mart’ta tüm dünyada Dünya Kadınlar Günü kutlanır. 8
Mart’ın önemini vurgulamak için, onun nasıl doğduğunu anlatmak gerekir. 8 Mart
1857’de Amerikalı kadın işçiler “eşit işe eşit ücret”, “sekiz saatlik işgünü”
talepleriyle fabrikalarda greve çıkarlar. Yapılan direnişlerde birçok kadın
polisler tarafından öldürülür. O günden sonra kadın işçilerin bu onurlu direnişi
aynı zamanda kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin bir simgesine dönüşür.
8 Mart 1910’da değişik ülkelerin sosyalist, devrimci, ilerici
kadınları Danimarka’nın başkenti Kopenhag’da toplanırlar. Biraraya gelen
kadınlar, yaşamlarını savaşsız, sömürüsüz bir dünya için savaşa adamış
kadınlardır. Uluslararası ve Almanya işçi hareketinin tanınmış önderlerinden
Clara Zetkin, 8 Mart’ın dünya kadınlarının savaş ve dayanışma günü ilan
edilmesini önerir.1
Gerçekten de o günden bu yana bütün dünyada 8 Mart kadınlar
için önemli bir atılım günü olmuştur. Sosyalizm, özgürlük, barış, savaşsız ve
sömürüsüz bir dünya, kadın haklarını kazanma mücadelesi veren kadınlar, o
tarihten itibaren geleceklerine ilişkin ortak projeler yaratmanın yollarını
aramışlardır. Kadınlar, toplumsal ve siyasal yaşama katılma bilincine
erişmeleriyle birlikte, 20. yüzyılın başından itibaren siyasal taleplerle de öne
çıkmışlardır. Öncelikle eşitlik talebiyle, partilere üye olma, seçme ve seçilme,
oy kullanma hakları uğrunda mücadeleler vermişlerdir. Bizler sınıfsal mücadeleyi
esas alanlar olarak, tarihte kadının konumunu değerlendirirken de, sınıfsal
perspektifle inceleme gereğini gözden kaçırmamalıyız. Feodalist sömürü düzeninin
ardından sanayi devrimi döneminde üretim araçlarının gelişmesiyle birlikte
toplumsal gelişmeler de burjuva devrimleriyle sıçramalar kaydetmiştir. Sovyetler
Birliği’nde toplumsal gelişme en üst aşamaya varmış ve büyük Ekim Devrimi
sayesinde sosyalizme geçilmiştir. Kadınların toplumsal, siyasal ve hukuki konumu
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin kuruluşundan itibaren bu ülkede çok
büyük gelişmeler kaydetmiştir. Burjuva devrimini gerçekleştiren ülkelerin ön
sıralarında yeralan, örneğin Avrupa ülkelerinde ise devrimler sosyalist devrime
dönüştürülememiştir. Doğu Almanya ve Doğu Avrupa ülkelerinin bazıları haricinde
Avrupa devletleri kapitalist gelişme yoluna sapmışlardır. Bu aşamadan sonra bu
kapitalist devletlerde burjuva sınıfından kadınlarla işçi sınıfından kadınlar da
sınıfsal olarak ayrı yollara sapmışlardır. İlk başta ekonomik ve siyasal yaşama
katılma talepleriyle ortak mücadeleler veren kadınlar, daha sonra esas olarak
işçi-emekçi kadınların verdikleri mücadelelerle birtakım kazanımlar elde
etmişlerdir. Nitekim 8 Mart’ın dayandırıldığı tarihsel olay da bunu yeterince
açıklıyor.
Kadın Örgütlülüğü
Türkiye’de de her yıl değişik kesimlerden kadınlar, kadın
grupları, kuruluşları, parti ve sendikalara üye kadınlar, kadın komisyonları
veya kolları biraraya gelir ve 8 Mart’ı birlikte kutlamak için girişimlerde
bulunur. İstanbul’da bu yıl 8 Mart’ta, DİSK, KESK, HADEP, DBP, ÖDP ve bağımsız
kadın gruplarının Şişli Abide-i Hürriyet Meydanında ortaklaşa düzenledikleri
“Kadınlar artık örgütlü” mitingine yaklaşık 5 bin kadın katıldı.
Mitinge katılan kadınlar ağırlıklı olarak partilere ve
sendikalara üye kadınlardı. Bu önemli bir göstergedir. Bunun yanısıra diğer
kesimlerden kadınların da, örneğin öğrenci kadınların da mitinge büyük bir
coşkuyla katıldığını gördük. Parti ve sendikalar dışında 8 Mart Kadın Platformu,
Pazartesi dergisi çevresini, Roza dergisi çevresini, feminist kadın gruplarını,
ayrıca Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfını örnek gösterebiliriz ki, bu son olarak
sayılan vakıf erkeklerin, çoğunlukla da kocalarının şiddetine maruz kalan
kadınların başvurdukları bir kurumdur. Burada şu önemli tespiti yapmakta yarar
var: son saydığım gruplar, yani kadın sorununa doğrudan yaklaşan gruplar sayıca
çok azdı. Partilere ve sendikalara üye kadınlar daha çok sayıda katıldılar. Bu
önemli tespite dayanarak bağımsız kadın örgütlenmesinin gerçekten çok cılız
olduğunu söyleyebiliriz.
Sayıca çok dediğimiz partilere ve sendikalara üye kadınlara
gelince, bu mitinge katılan kadınlar, parti ve sendikalar içerisinde kadın
sorununa en duyarlı kesimi oluşturanlardı. Ayrıca zaten kadın oranının sendika
ve partilerde yüzde otuzları aşmadığını hesaba katarsak, katılım hiç de öyle
parlak değildi. Yani yine parti ve sendikalarda da kadın sorununa yaklaşımda bir
yetersizlik, kadının bu konuda yalnızlaştırılması söz konusudur.
Sendikalara ve partilere üye kadınların oranının çok düşük
olduğu bilinmeyen bir konu değildir. Örneğin DİSK’e bağlı OLEYİS Sendikasının en
az yüzde 30’unu kadın üyeler oluşturmaktadır ki, bu rakam diğer sendikalar
içerisinde en yüksek orandır. Diğerlerinde bu rakam ortalama yüzde 10-15’lerde
seyretmektedir. Sendikalarda örgütlenme, öncelikle iş yaşamında karşılaşılan
sorunlara çözüm bulma, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal hak arama
çerçevesinde olmaktadır. Yine sendikalarda yönetim organlarında kadın sayısının
azlığı, bu yolda daha çok yol katetmemiz gerektiğini bize göstermektedir.
Günümüzde Kadınların Sorunları
Kapitalist düzen kadını kuşatmış durumda. Değişik yaş
gruplarından kadınlar, kadın oldukları için karşılaştıkları sorunları çok
değişik boyutlarda yaşamaktadırlar. Köydeki kadınlara oranla, şehirli kadınlar
sorunlarının daha fazla bilincinde olabiliyorlar. Ayrıca yaşadıkları sorunların
bilincine varma yaşı da giderek düşüyor. Artık daha genç yaşta kadınlar bu
sorunları farkedip çözüm bulma arayışına girebiliyorlar. Elbette bunda en büyük
payı, ekonomik bağımsızlığını elde eden kadınların sayısının giderek artması
oluşturmaktadır. Öte yandan ekonomik bağımsızlığını elde edemeyen kadın
ailesine, kocasına, erkek kardeşlerine bağımlıdır (Tabii kapitalist düzende
ekonomik bağımsızlığın sermayeye tam bağımlılık anlamına geldiğini unutmuyoruz).
Ekonomik bağımsızlığını elde eden kadın kendini sosyal, mesleki, kültürel,
siyasal yönden geliştirebilirken, eve bağımlı, ekonomik özgürlüğe sahip olmayan
kadın kendini ya hiç geliştirememekte ya da kendini geliştirebilecek araçlar
bakımından çok küçük olanaklara sahip olabilmektedir.
Kadınlar ne sorunlar yaşayabilir ki diye bir soruya da açıklık
getirmekte yarar var. Öncelikle toplumda kadın ve erkek rolleri arasındaki
farklılıklar sözkonusudur. Çocuklarımız doğdukları günden itibaren toplumsal
rollerine alıştırılıyorlar. Annesini taklit ederek, bebekleriyle oynayan, ev
işleri yapan kızlar iltifat alır, oyunla başlayan bu özellikleri, genç kızlıktan
itibaren aşılamayan bir yazgıya dönüşür, kızlar önce babalarının, abilerinin,
sonra ise yetişkin çağa geldiklerinde kocalarının hizmetçisi olurlar. Oğlan
çocukları da küçük yaşlardan itibaren, toplumsal rollerine alıştırılırlar,
erkekler bebekle oynamaz, erkekler ev işi yapmaz, kız kardeşleri varsa, oğlan
kardeşlerine hizmet etmeleri telkin edilir. Onların oyuncakları da
kızlarınkinden ayrıdır, tabancaları vardır, şiddete dayalı oyunlar oynamaları
için teşvik edilirler, küçük yaşta babasının anneyi dövdüğünü gören çocuk, bu
defa kız kardeşini dövmeye başlar, büyüyünce de karısı dövmeye adaydır artık.
Okuma çağına gelindiğinde ise -özellikle ailenin ekonomik durumu burada önemli
bir rol oynar- kızlardan önce erkekler okutulur. Kızlar gerekirse feda
edilebilir. Köylü ailelerini düşünürsek, zaten çok geri kalmış bölgelerimizde,
kızlar insandan bile sayılmadığından ilkokula bile gönderilmezler. Onların yeri
önce ailenin yanında tarlada çalışmaktır, sonra da varacağı kocasının yanında
çocuk büyütmek, ev işleri yapmak ve tarlada çalışmaktır!
Şehirlerde ise çalışma hayatına atılan kadın genellikle ucuz
işgücü olarak görülmektedir. Kadınlar daha çok hizmet sektöründe istihdam
edilmektedir. Bu sektörler başta tekstil, bankacılık, temizlik hizmetleri, büro
hizmetleri, sağlık hizmetleri, öğretmenliktir. Ancak yine aynı sektörlere
baktığımızda kadınlar yönetim organlarında çok düşük oranda yer almaktadırlar.
Bu da kadınların temsil edilmemesini, dolayısıyla iş yaşamının düzenlenmesinde
kendi taleplerinin gözardı edilmesine yol açmaktadır.
Bilinçli kadınlar, kadın sorununa sahip çıkmazlar ve
durumlarını düzeltmek üzere daha şimdiden kararlı bir mücadeleye girişmezlerse
bir yanılgıya düşmüş olurlar. Oysa bu düzen hayatın tüm alanlarına saldırdığı
gibi kadınların hukuki, sosyal ve siyasal konumlarına da saldırmakta ve tarihi
gelişim içerisinde kadınların mücadeleleriyle elde ettikleri kazanımları geri
almaya çalışmaktadır. Günümüzün en yakıcı sorunlarından biri olan özelleştirmeyi
sayabiliriz ki, bu toplumsal hizmetler sisteminin gelişmesinin önünü kesip zaten
varolan yetersiz hizmetler sisteminin dahi özelleştirilmesi demektir. Kadın
açısından özelleştirme güvencesiz, düşük ücretli işlere, işsizliğe ve daha fazla
eve mahkum olmak demektir.
Yine kadınlara sigortasız çalışma erkeklere göre daha kolay
dayatılabilmektedir. 1995 yılı verilerine göre Türkiye’de kadının işgücüne
katılma oranı % 30’dur. İstihdam edilen 6.383.000 kadından ancak % 18.7’si
sigortalıdır.2 Özelleştirme konusu çok daha geniş bir konu ve kadınları da
doğrudan ilgilendirmektedir. Ancak burada bu yazının kapsamına almayacağım,
bundan sonraki yazılarda başlıbaşına kadın ve özelleştirme başlığı altında ele
alınmasında yarar görüyorum.
Bilinçli kadınların müdahale etmesi gereken başka bir sorun ise
günümüzde tek kutuplu dünyada hortlatılan bölgesel savaşlardır. Savaşların en
korumasız kurbanları kadınlar ve çocuklar olmaktadır. Savaşlarda kadınlar en
acımasız saldırılara, toplu katliamlara, tecavüze ve şiddete uğramaktadırlar.
Sorunlar gördüğünüz gibi saymakla bitmez. Çözüm yolları bulabilmek için elbette
önce sorunu tespit etmek ve bu sorunların çözümü için kararlı mücadeleye
girişmek gerekir. Kadın sorununa yaklaşımda halen kadın hareketi sorunu can
alıcı bir sorun olarak karşımızda durmaktadır.
KAYNAKLAR
1-Ürün Sosyalist Dergi, Yıl: 3, Cilt: 6 , Sayı: 33, Mart 77, s. 3, Türkiye
emekçi kadın hareketi pratik içinde gelişip güçleniyor
2-Kadın Sorunları ve Olumlu Ayrımcılık, OLEYİS Yayınları, 1997/3, Sayfa 28