Sosyalist Dergi: 21 |  ÜRÜN |
Lübnan Belgeleri

Ürün'ün ve Lübnan Komünist Partisi'nin İsrail'in Lübnan'a saldırması, Lübnan direnişi ve sonrası üzerine kaleme aldıkları çeşitli değerlerlendirmeleri sunuyoruz.

İsrail Saldırısına Son!
İsrail, Gazze'nin ardından Lübnan'a da saldırdı. Filistin ve Lübnan halkına ölüm yağdırıyor. Çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden sivilleri öldürüyor, yerleşim yerlerini bombalıyor, köprüleri, elektrik santrallarını, su arıtma tesislerini, hava alanlarını yıkıyor. Yakarak, yıkarak, öldürerek Filistin ve Lübnan direnişini yok etmeye çalışıyor. Amerikan emperyalizminin Ortadoğu'daki koçbaşı siyonist devlet böylece bugüne kadar işlediği insanlık suçlarına yenilerini ekliyor.

Uluslararası hukukun en temel kurallarını ayaklar altına alan İsrail'in saldırısına karşı direnmek bütünüyle haklı ve meşrudur. Filistin ve Lübnan direnişini desteklemek, hangi görüş ve eğilimden olursa olsun, Filistinli ve Lübnanlı yurtseverlerin halklarını ve vatanlarını savunma mücadelesine sahip çıkmak insanlık borcudur. Komünist, laik-milliyetçi ve İslamcı bütün direniş odaklarının birliğini ve dayanışmasını savunmalı, sömürgeciliğin "böl-yönet" oyununu, emperyalizme ve siyonizme karşı mücadele eden güçleri birbirine düşürme politikasını boşa çıkarmalıyız. İsrail'in vahşi saldırısına karşı koyan Filistin Kurtuluş Örgütü, Hamas ve Lübnan Hizbullah'ının kahraman savaşçılarını selamlıyoruz.

Türkiye, İsrail'le imzalanmış gizli açık bütün askeri anlaşmaları feshetmeli, İsrail'in kardeş halklara karşı işlediği suçlara hiçbir şekilde ortak olmamalıdır. İşgalcilerin ve saldırganların değil, yurdunu savunan mazlumların yanında yer almalıdır.

İsrail Filistin ve Lübnan halklarının direnişi karşısında çaresiz kalarak Lübnan'dan ve Gazze'den çekilmişti. Tekrar Gazze'ye ve Lübnan'a girmek, İsrail'e stratejik bir üstünlük sağlayamaz, onu yenilgiden kurtaramaz. Efendisi Amerika'nın Irak işgali nasıl bir fiyaskoya dönüştüyse, İsrail'in savaşı bütün bölgeye yayma politikası da ters tepecektir. Amerika ve İsrail'in "Ortadoğu'ya barış, demokrasi ve özgürlük getirmek" perdesi altında sahneye koydukları sömürgeci tezgâh artık bütün inandırıcılığını kaybetti. Emperyalizmin ve siyonizmin barış değil savaş, demokrasi değil faşizm, özgürlük değil kölelik olduğu, sömürü ve zulümden başka bir şey getirmeyeceği artık bölge halklarının en bilinçsiz kesimleri arasında da anlaşılıyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın İsrail saldırganlığı karşısında "Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanlığından çekilebiliriz" demek zorunda kalması, bu kesimlerin paramparça olan hayallerinin bir dışavurumudur. Hiç kimsenin kuşkusu olmasın, Filistin, Lübnan, Irak direnişi bütün bölgeye yayılacak, Ortadoğu devrimci çemberi gerçekleşecektir.
Kahrolsun emperyalizm ve siyonizm!
Yaşasın Filistin ve Lübnan direnişi!
16 Temmuz 2006

Filistin ve Lübnan Direniyor
İsrail'in Gazze'ye ve Lübnan'a saldırısı tam boy bir yeniden işgale dönüştü.
"İsrail'i destekliyoruz" diye buyurdu Amerika Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice.
İsrail, çoluk çocuk demeden sivilleri yok ediyor, hastaneleri, su arıtma tesislerini, elektrik santrallerini, köprüleri, yolları, tahıl ambarlarını, yakıt depolarını, havaalanlarını, limanları bombalıyor, her şeyi yakıp yıkıyor, etnik temizlik yapıyor, halkı topraklarından sürüyor. Daha şimdiden 750 bin kişi mülteci durumuna düştü. Amerika göstermelik bir ateşkes çağrısı bile yapmıyor. G8 devletlerinin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin, Roma Konferansı'nın bu yönde bir karar almasını da engelliyor.

"Ateşkes Hizbullah'ın işine yarar" diye buyurdu Condoleezza Rice.
İsrail, uluslararası sözleşmelerin kesin olarak yasakladığı napalm bombaları, misket bombaları kullanıyor.

"Yeni bir Ortadoğu'nun doğum sancıları bunlar" diye buyurdu Condoleezza Rice, "farklı bir Ortadoğu istemeyenleri yeneceğimizi söylemenin zamanıdır".

Condoleezza Rice, 25 Temmuz 2006 günü Kudüs'te İsrail Başbakanı Ehud Olmert'le yaptığı basın toplantısında, siyonist ordunun Amerikan emperyalizminin siyasi, diplomatik ve çok yönlü askeri desteğiyle 12 Temmuz 2006'dan bu yana sürdürdüğü acımasız saldırının siyasi hedefini açıkça ortaya koydu. Mümkün olduğu kadar çok sayıda Filistinli'nin ve Lübnanlı'nın yok edilmesi, Filistin'in ve Lübnan'ın ortadan kaldırılması, Filistin ve Lübnan direnişinin kökünün kazınması, daha sonra Suriye ve İran'ın belinin kırılması ve mümkünse işgali, bütün Ortadoğu'nun din, mezhep ve milliyet temelinde bölünerek ufalanması, emperyalizmin ve kapitalizmin sömürü ve yağmasının siyonist sömürgeciliğin jandarmalığıyla güven altına alınması, küçük kukla devletçiklerde yaşamaya mahkûm edilecek yerli halkların durmadan genişleyen büyük İsrail'in sopasıyla sindirilmesi.

Tabii evdeki hesap çarşıya uymaz. Amerikan emperyalizminin ve uzantısı İsrail siyonizminin sömürgeci planları, halkların direnişiyle boşa çıkacaktır. ABD ve İsrail uzun süre Filistin'de ve Lübnan'da iç savaş çıkarmaya çalıştı. Filistin'de ve Lübnan'da yaptıkları bütün provokasyonlara rağmen bunu başaramadılar, Filistin ve Lübnan direnişini bir kardeş kavgasıyla tasfiye ettiremediler. Bu pis işi bizzat İsrail ordusu tekrar üstlenmek zorunda kaldı. Ne var ki, siyonist ordu şimdiden hiç umulmadık kayıplar vermeye başladı. Gerilla taktiğini kullanan Filistinli ve Lübnanlı yurtseverler işgale asla boyun eğmeyeceklerini pratikte gösteriyorlar. Silah gücü açısından arada muazzam bir dengesizlik olsa da, sömürgecilerden sadece bilinç alanında değil, fiili savaş bilgi ve becerisi alanında da üstün olduklarını ortaya koyuyorlar.

Sömürgeciler halkları milliyet, din ve mezhep temelinde bölmeye çalışıyorlar ama bizzat kendi saldırganlıklarıyla milliyetleri, dinleri ve mezhepleri bu ölüm kalım kavgasında birleşmeye zorluyorlar. Irak'ta kendilerine kök söktüren yurtsever direnişi parçalamak için Sünni ve Şiileri birbirine düşürüp iç savaş çıkarmaya çalışırken Filistin ve Lübnan'da Sünni Hamas'ın ve Şii Hizbullah'ın aynı cephede kendilerine karşı birleştiğini görüyorlar. Irak, Filistin ve Lübnan direnişi ister istemez iç içe geçecek, bütün bölgede emperyalizme ve siyonizme karşı bir bilinç sıçraması yaratacak ve Ortadoğu devrimci çemberinin kurulmasıyla sonuçlanacaktır. Hangi milliyet, din ve mezhepten olursa olsun bütün bölge halkları birleşerek yeni bir Ortadoğu'yu oluşturacaklardır. Ama bu Ortadoğu Condoleezza Rice'ın dev kapitalist şirketlerin sömürüsüne ve yağmasına alabildiğine açılmış, petrolu, suyu, kaynakları çalınmış, köleleştirilmiş Ortadoğusu değil, eşit ve özgür halkların başı dik, sırtı pek, karnı tok Ortadoğusu olacaktır. Amerika ve kuklası İsrail yakarak yıkarak katlederek halklara çok zarar verebilirler ama stratejik olarak kaybetmeye mahkûmdurlar.
26 Temmuz 2006

İsrail Bint Cbeyl'de Yenilgiye Uğradı
İsrail ordusu Lübnan'a yönelik kara saldırısında ilk büyük yenilgiye uğradı. Ele geçirdiğini ve kesin kontrol altına aldığını iddia ettiği Bint Cbeyl kasabasından 29 Temmuz 2006 Cumartesi günü çekildi. 18 günlük saldırının en kanlı kara muharebesinde Hizbullah gerillalarının başarılı gerilla taktikleri ve kahramanca direnişi sonucunda çok sayıda askerini kaybeden siyonist işgalciler, gerisin geriye kaçmak zorunda kaldılar.

Bint Cbeyl adının Türkçe karşılığı "Dağların Kızı"dır. Lübnan dağlarının kahraman kızı, 1978'de başlayan İsrail işgaline karşı 22 yıl süren yurtsever direnişin de kalesi ve simgesiydi. 1 Eylül 2000'de Lübnan'dan çekilen siyonistler, 12 Temmuz 2006'da Lübnan'a yeniden saldırdılar. Yeniden işgal girişiminin ilk büyük kara harekatında bir haftalık çetin çatışmalar sonrasında Bint Cbeyl'de Lübnan yurtseverlerinin iradesine boyun eğdiler.

Lübnan yurtseverlerinin bu ilk zaferini selamlıyoruz. Onların zaferi Türkiye halkının, Ortadoğu halklarının ve bütün dünya halklarının zaferidir. Bint Cbeyl direnişi, Lübnan işgalinin tekrar püskürtülmesinde ve İsrail'in direnen halklar tarafından kuşatılmasında bir dönüm noktası olacaktır.

İsrail işgal sürüleri kalleşçe saldırılarla sivil halkı katledip Lübnan'ı yerle bir edebilirler ama ülkesini savunan yurtseverler karşısında yenilmeye mahkûmdurlar. İsrail ordusunun, bölgede Amerikan emperyalizminin ve koçbaşı siyonist ırkçılığın siyasi hedeflerini gerçekleştirecek güçten yoksun olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Irak'ta yüz binlerce insanı katleden Amerikan silahlı kuvvetleri Amerikan emperyalizminin siyasi hedeflerini nasıl gerçekleştiremiyorsa, daha şimdiden yüz binlerce insanı yerinden yurdundan eden İsrail silahlı kuvvetleri de amaçladıkları siyasi hedefe ulaşamıyor. Savaş tarihinin sayısız defa kanıtladığı gibi, siyasi hedefe ulaşamayan silahlı kuvvetler, halka ne kadar büyük zarar verirlerse versinler, stratejik olarak bir hiçtirler.
29 Temmuz 2006

Halkımızı kendisini ve ülkesini savunmak için siyonist işgalciye karşı direnişe çağırıyoruz
Lübnan Halkı:
Siyonist düşmanın ordusu üç haftadan beridir Lübnan'a karşı saldırgan tutumunu devam ettirmektedir. Başından beridir bu saldırganlık vahşi bir yağmacılık şekline büründü. Ne ülkemizin alt yapısı ne insani ve sivil kurumlar ne medya , ne de insan bu saldırının cehennem sıcağında güvendedir. Siyonist ölüm makinası en son olarak uluslararası gözlemcileri bile hedef seçti.

Neden olarak iki İsrailli askerin kaçırılması gösterilen bu vahşi öfke fırtınası böyle bir durumda gösterilebilecek bütün olası tepkileri aşmış bir durumdadır. İsrail ileri derecede yıkıcı ve ölümcül silahları kullanarak korkak ve barbar bir şekilde Hizbullah'ın askeri ve yönetim yapısını yok etmek iddiası ile Lübnan'a zarar vererek Lübnan halkından ve Lübnan'dan öç almayı hedefliyor. ABD bu savaşın saldırgan ve utanmaz katılımcısı olarak kendini ifşa etti. ABD bölgeyi, kaynaklarını, bölge halklarının kaderini kontrol etmek için planlarını tamamlayarak "yeni Ortadoğu'nun doğuşunu" görmeyi umut ettiğini açıkça ilan etti. Bu plan aslında Amerika'nın Irak'ı işgalinden bu yana 3 yıldan fazla bir süredir vardı.

Siyonist ordular hava gücü, deniz gücü ve topçu ateşi ile Lübnan'ı yıkmaya ve halkı öldürmeye devam etmelerine rağmen henüz planladıkları hedeflerine ulaşamadılar. Bu yüzden bugünlerde 2000 yılında Lübnan'dan alçakça kaçmalarından bu yana yapmaktan kaçınmaya çalıştıkları kara saldırısı yapmaya zorlandılar. Şimdi bir haftadan beridir Bint Jbeil bölgesini özellikle de Bint Cbeil ile Bint Cbeil'e bağlı Marun ar-Ras kasabasının bitiştiği yeri ve çevresindeki Lübnan topraklarını işgal ederek ilerlemeye çalışıyorlar. Bu katiller kutsal topraklarımızı bir kez daha işgal etmeye çalışıyorlar. Bunu yaparken ölümlerle, katliamlarla, halkımızı yerinden etmelerle ve yıkımlarla kendi kurallarını ve efendilerinin kuralları empoze ediyorlar. Siyonist savaş makinası barbarlık ve suç içerisinde ilerliyor. Ve doğal olarak bütün dünyaya karşı gelmeyi göze alarak Washington bu katillere yardım ediyor, onları destekliyor.

Bu hırçın saldırganlık ve siyonistlerin tehlikeli amaçları Lübnan halkına ciddi sorumluluklar vermektedir. İsrail saldırılarını geri püskürtmek, saldırılara karşı direnmek ve saldırıları boşa çıkarmak bunlardan bazıları. Bu saldırılar aynı zamanda Lübnan hükümetini de, kafa karışıklığı politikasına son vermesi gerektiği, Amerika rüyası görme veya uluslar arası toplum koruması fikrini terk etmesi bağlamında zorlamaktadır. Amerika bu saldırganlığın bir parçasıdır ve Amerika değerlendirilirken bu temelden hareket edilmelidir. Lübnan halkı ve hükümeti insanların barış içinde yaşaması, güvenliği, siyasi ve askeri hareket konularında gerekli önlemleri almak ve iyi bir duruş göstermek için bir arada hareket etmelidir. Böyle bir birlikteliğin sonucu olarak Lübnan'ın hakiki dost ve düşmanlarını ayırabilen gerçek bir ulusal birlik hükümetine ihtiyacımız var. Bu hükümet bir kere daha Lübnan'ın onurlu tarihini savunan, toprağını, egemenliğini ve birliğini ve Amerikan-Siyonist savaş makinasına karşı var oluşunu savunan direnişin kahramanları ile dost olan ve onları destekleyen bir karakterde olmalıdır.

Lübnan Halkımıza:
İsrail bir kez daha Lübnan ülkesinin topraklarını işgal etmeye çalışıyor, halkımızı katlediyor, uygarlığımızı yıkmaya çalışıyor. İslami direnişler tarihi fedalarda bulunuyor, şanlı zaferler kazanıyor. Lübnan ordusu ise ne kadar büyük bir kanlı katliamla karşı karşıya kalmasına rağmen bir şey yapmıyor. Böyle bir zamanda yurt savunması görevimiz bizi direnişe katılmaya, işgalcilere ve onların işledikleri suçlara karşı ayağa kalkmaya çağırıyor. Bu, politik partiler olarak-solcu demokratik güçler olarak- savaşçılar olarak bizim görevimizdir. Bu bağlamda biz halkımızın gurur ve şeref ile hatırladığı 1982'deki Lübnan Ulusal Direniş Cephesi deneyimi ve sonrasındaki kahramanlık olayları saldırılara karşı yurt savunmasında bu güçlerin ne kadar onurlu bir rol oynadıklarını biliyoruz.

Köylerinde ve kasabalarında durarak bu direniş kavgasına katılmaları, onu örmeleri ve 1982 tecrübesinden ders alarak onu yeniden geri getirmeleri için gençliğe çağrıda bulunuyoruz. Onları halkı, egemenliği, ülkeyi ve sahip olduğumuz bütün kutsal değerlerimizi savunmak için silah başına geçip saldırgan sürülerine karşı savaşmaya çağırıyoruz.

Ülkemiz tarihsel bir dönemeçten geçiyor. Halkımız Arap ulusuna ve yurdumuza birliğin, egemenliğin ve özgürlüğün şafağını getirerek, ülkemizi işgal, istila ve yağma etmek isteyenleri mağlup ederek ve onları bu topraklardan kökünden söküp atarak bu zaferi kazanacaktır.
29.07.2006
Lübnan Komünist Partisi


ABD ve İngiltere Gizli Servislerinin "Terör Saldırısı" Komplosu
Bilindiği gibi, Amerikan ve İngiliz emperyalizminin mutlak desteğiyle Filistin'i ve Lübnan'ı yakıp yıkan İsrail ordusunun sistematik terörü bütün dünyada sade insanların büyük tepkisiyle karşılaştı. İsrail siyonizminin vahşetini her gün televizyonlardan seyreden halkların, hükümetlerinin politikasını sorgulamaya başlamasıyla, Bush ve Blair yönetimlerinin kanlı sömürgeci işgal politikalarıyla zaten geniş ölçüde yitirdikleri saygınlıkları bütünüyle tükenme noktasına geldi.

İçinde bulunduğumuz "imaj çağı"nda bu durum egemenler açısından olumsuz sonuçlara yol açabilirdi. İşte bu noktada kanlı katiller blokunun imdadına gizli servisler yetişti. ABD ve İngiliz gizli servisleri, Pakistan gizli servisinin işbirliğiyle İngiltere'de büyük bir terör şebekesi icat ettiler. Hepsi Pakistan asıllı Müslüman İngiliz yurttaşlarından oluşan 23 kişi tutuklandı. Bu kişilerin 11 Eylül olaylarından daha büyük bir eylem hazırlığı içinde oldukları, İngiltere'den Amerika'ya sefer yapan uçaklara gazoz şişeleri içinde sokacakları sıvı maddeleri karıştırarak elde edecekleri patlayıcılarla 10 uçağı havaya uçurmayı tasarladıkları, ancak kahraman gizli servislerin son anda bu komployu keşfederek insanlığı büyük bir felaketten kurtardıkları tantanayla ilan edildi.

Dünya kapitalizminin psikolojik savaş makinesi olarak çalışan yatık medyanın suç ortaklığıyla bütün dikkatler Filistin ve Lübnan'dan uzaklaştırıldı. Binden fazla insanı öldüren, bir milyon kişiyi evinden yurdundan eden, Filistin ve Lübnan'ı taş devrine döndüren, gözler önündeki gerçek terörün ve yıkımın yerini hayali bir eylemin korkusu sardı. Tam da turizm mevsiminin göbeğinde sağa sola yolculuk eden insanların yüreğine korku düşürüldü.

İnsanların korkusu, havaalanlarındaki kontrollerin aşırı sıkılaştırılması, seferlerin iptal edilmesi, su, gazoz ve mamaların bile uçaklara kabul edilmemesi, el çantalarının yasaklanmasıyla kat kat çoğaltıldı. Suni olarak yaratılan bu dehşet ortamında, İsrail, işte böylesine korkunç planları olan teröristlerle aynı amacı paylaşan Hizbullah'a karşı savaşmakla ne kadar haklı bir iş yaptığının nihayet anlaşılacağını umduğunu açıkladı. Tony Blair, terör tehlikesinin ne kadar büyük olduğunu herkesin anlaması gerektiğini belirtti. George Walker Bush, Amerika'nın "İslam faşizmi"yle savaştığını ve yurttaşlarının güvenliğini sağlamak için bu savaşa devam edeceğini ilan etti.

Şu utanmazlığa bakar mısınız, bizzat kendileri faşist olan Bush, Blair, Olmert ve suç ortakları "İslam faşizmi"ne karşı savaştan söz ediyorlar. Bizzat kendileri terörist olan bu kapitalist, emperyalist ve siyonist sömürgeciler, teröre karşı savaştan söz ediyorlar. Açıkçası bunlar herkesi sersem yerine koyuyorlar. Hitler faşizmi, anti semitizmi, yani Yahudi düşmanlığını körükleyerek katliamlarına meşruiyet sağlamaya çalışmış ve İkinci Dünya Savaşına giden yolu açmıştı. Günümüzün faşistleri, İslam düşmanlığını körükleyerek katliamlarına meşruiyet sağlamaya çalışıyor ve adım adım bir bölge savaşına, ardından da yeni bir dünya savaşına giden yolu açıyor.

ABD ve İngiliz gizli servislerinin saçma sapan bir senaryoyla sahneye koydukları bu oyun, bir psikolojik savaş harekâtıdır. Ama yalancının mumu yatsıya kadar yanar. İngiltere'nin yeni terörle mücadele yasası gereğince insanların hiçbir kanıt olmadan suçlanması, mahkeme karşısına çıkarılmadan 28 gün özel sorgu merkezlerinde tutulabilmesi bile bu yalanın çürütülmesini engelleyemeyecektir. Kapitalist yatık medyanın gazeteciliğin en basit kurallarını çiğneyerek, sayısız defa yalanı ortaya çıkmış emniyetin kanıtsız iddialarını tartışılmaz doğrularmış gibi yansıtması, suçlanan kişilerin ve yasal temsilcilerinin görüşlerine başvurmaması, sorgulayıcı ve araştırmacı yöntemlerden ısrarla kaçınması, emniyetin açıklamalarındaki sayısız tutarsızlığa değinme gereği duymaması gerçek bir yüz karasıdır. Kapitalist medya organlarının, her anlamıyla, büyük kapitalist şirketlerin ve devletlerin kullandığı "kitle aldatma silahları" olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Uluslararası kapitalist medyanın bu alçaklığına Türkiye'deki işbirlikçileri de aynı şekilde ortak oldular. Hepsi Amerikan ve İngiliz gizli servislerinin yalanlarını tekrarladılar. Bunlardan biri olan Radikal'in yatık genel yayın yönetmeni İsmet Berkan, "bu kadar büyük yalan olmaz" gerekçesiyle İngiliz istihbaratına ve emniyetine inanmak gerektiğini yazdı. (Bakınız, İsmet Berkan, "Londra komplosu mu yoksa?", Radikal, 13 Ağustos 2006). Berkan, Hitler'in propaganda bakanı Göbbels'in "söylenen yalan ne kadar büyükse, inanan o kadar çok olur" sözünü bilmeyecek kadar cahil mi? Yalan büyüktür, çünkü oyun büyüktür; dürüst insanlara düşen, bu yalanlara ortak olmak değil, onları akıl ve mantık kurallarını kullanarak tartıya vurmaktır. Ama vicdanını sermaye çevrelerine satanların aklı da tutuluyor.

ABD ve İngiliz emperyalizminin büyük medyayı kullanarak birlikte tezgâhladığı psikolojik savaş senaryosunu boşa çıkaralım. Bu senaryoyu kitlelere yutturmak amacıyla kurban seçilen tutuklu İngiliz yurttaşlarının temel haklarını savunalım. Gerçek katliamları gözden kaçırmak için uydurulan hayali terör komplolarını teşhir edelim. Günümüz emperyalizminin İslam düşmanlığını körüklemesine alet olmayalım.
13 Ağustos 2006

Lübnanlı Yurtseverler İsrail'i Yendi
İsrail ordusu Lübnan'a karşı 34 gün süren saldırısında ağır bir yenilgiye uğradı. Tarafların Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 11 Ağustos 2006 günü aldığı 1701 sayılı karara uyacaklarını açıklamasından sonra 14 Ağustosta ateş kesildi. Tek bir savaş uçağı bile bulunmayan Lübnan'ı son ana dek serbestçe bombalayarak yakıp yıkan İsrail, kara saldırısında büyük kayıplar verdi ve Lübnanlı yurtseverlerin direnişini kıramadı. Askeri ve siyasi hedeflerinin hiçbirine kavuşamadan, Güvenlik Konseyi'nin kararını çaresizce kabul etti.

Başta Hizbullah olmak üzere Lübnanlı yurtseverlerin kazandığı bu zafer, siyasal ve askeri sonuçları açısından muazzam bir önem taşıyor. Kapitalist bir devletin gücü, son kertede, savaşla sınanır. İsrail'in gücü de bizzat kendi saldırısıyla sınandı. Direnme iradesine sahip bir halkın, öldürme ve yıkım gücü tartışılmaz İsrail ordusunun önünde durabileceği ve onun bütün siyasi hesaplarını alt üst edebileceği pratikte kanıtlandı. Siyonist İsrail askeri caydırıcılığını kaybetti. Artık halkların ve öteki devletlerin gözünde Lübnan savaşından sonraki İsrail, Lübnan savaşına girmeden önceki İsrail'den çok daha güçsüzdür. Ağababası Amerika'nın başına Irak'ta gelen, İsrail'in başına Lübnan'da geldi. George Walker Bush'un 1 Mayıs 2003'te "görev tamamlandı, Irak'ta zafer kazandık" demesi tarihe nasıl büyük bir yanılgı olarak geçtiyse, Beyrut'un bombalanmasını 25 Temmuz 2006'da "Yeni Ortadoğu'nun doğum sancıları bunlar" diye alkışlayan Condoleezza Rice'ın demeci de tarihe boş bir böbürlenme olarak geçti. Son sözü direnenler söyler, askeri güçlerinin büyüklüğüyle başları dönen kapitalist egemenler değil.

Gerilla savaşı taktiklerini başarıyla kullanan Hizbullah savaşçıları 34 gün içinde siyonist işgalcilerin birçok askerini (117 ölü, 345 yaralı), birçok son model Merkava tankını, dört askeri helikopterini, bir savaş uçağını, bir savaş gemisini, bir hücumbotunu savaş dışı bıraktı. İşgalciler sınırın dibindeki köy ve kasabaları bile ele geçiremediler. Direnişçiler karşısında askeri olarak bu kadar başarısız kalan İsrail ordusu, sivil halkı öldürme ve toprağından sürme, yerleşim yerlerini ve altyapı tesislerini yıkma konusunda son derecede başarılıydı. 1200 kişiyi öldürdü, bir milyon kişiyi sürdü, 15 bin binayı yıktı, Lübnan'ı harabeye çevirdi. Ama bu zalimce başarısı, büyük bir meşruiyet kaybı ve siyasi yalnızlık olarak kendisine karşı döndü. Soğukkanlı katil, etnik temizlikçi, soykırımcı bir zorba devlet olarak halkların gözünde mahkûm oldu, köşeye sıkıştı.

İsrail sömürgecileri, şimdi kendi yapamadıkları işi Güvenlik Konseyi'nin İsrail'i açıkça kayıran 1701 sayılı kararıyla elde etmek, Lübnan'a yerleştirilecek uluslararası güç ve Lübnan ordusu aracılığıyla Hizbullah'ı silahsızlandırmak, direnişi böylece ortadan kaldırmak hedefini güdüyorlar. Uluslararası gücü ve Lübnan ordusunu İsrail siyonizminin kiralık askeri olarak kullanmak istiyorlar. Aç tavuk kendini buğday ambarında sanırmış hesabı, yenik zorba, olmadık rüyalar görüyor. Lübnan halkı birliğini koruyacak, Lübnan direnişi, bölge halkları, barışsever dünya halkları İsrail'in bu ham hayaline asla izin vermeyecektir.

Lübnan direnişinin zaferi, Filistin, Irak ve Afganistan halklarının, bütün Ortadoğu halklarının, kapitalist sömürüye, emperyalist baskıya ve sömürgeci işgallere karşı mücadele eden bütün dünya halklarının zaferidir. ABD, İngiltere ve İsrail blokunu ve bu blokun saldırganlığından yararlanan bütün kapitalist egemenleri daha da zor günler bekliyor. Hiçbir güç emekçilerin ve ezilen halkların haklı mücadelesi önünde duramayacaktır.
15 Ağustos 2006


Sömürgeci orduların maşası olmayalım!
Amerikan emperyalizmi ve suç ortakları, Lübnan'ı boydan boya yakıp yıktığı halde direnişi kıramayan, aksine direniş karşısında bozguna uğrayan İsrail'in başaramadığını "uluslararası barış gücü" eliyle gerçekleştirme oyununu tezgâhlıyor. Bu oyuna karşı uyanık olalım.

ABD, İngiltere ve İsrail bloku, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1701 sayılı kararıyla güçlendirilmesi ve 15000 kişiye çıkarılması öngörülen Birleşmiş Milletler Geçici Gücü UNİFİL'in görevini, karardaki muğlak ifadelerin yardımıyla, yurtsever direniş örgütü Hizbullah'ı silahsızlandırmak ve İsrail'in sınır bekçiliğini yapmak şeklinde yorumlatmaya çalışıyor. İsrail'in askeri ve siyasi yenilgisiyle biten 34 günlük savaşın devamında emperyalist-siyonist blok, yapacağı siyasi ve diplomatik baskılar ve sahneye koyacağı provokasyonlarla, Lübnan'da Lübnan ordusu ile Hizbullah arasında bir iç savaş yaratmayı, uluslararası gücün Lübnan ordusuna yardımcı olma adına Hizbullah'a karşı harekete geçmesini sağlamayı ümit ediyor. Saldırgan blok, böylece uluslararası gücü kendi amaçlarına alet ederek direnişi ortadan kaldırmayı ve İsrail'in yenilgisini telafi etmeyi tasarlıyor.

Hizbullah'ı silahsızlandırmayı ve saldırgan İsrail'e karşı mücadeleyi yasaklamayı hedefleyen her güç, emperyalist ve sömürgeci bir işgal gücü olacaktır. Türkiye, asla böyle bir gücün içinde yer almamalı, ezilen halklara karşı sömürgeci orduların maşası olmamalıdır.

AKP iktidarı İsrail'e karşı laf düzeyinde göstermelik çıkışlar yaparken, Amerikalılar İncirlik üssünden İsrail'e sürekli askeri teçhizat ve cephane yardımı yaptılar. Genelkurmayın, dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti'nin denetiminde olması gereken İncirlik, Lübnan halkının öldürülmesinde ve Lübnan'ın yıkılmasında rol aldı. Böylece Türkiye, İsrail'in savaş suçlarına ortak oldu. Yeni suçlara ortak olmak istemiyoruz. Lübnan'a asker gönderilmesi, saldırgan ABD, İngiltere ve İsrail blokunun yeni saldırı planlarına yardımcı olacaktır. Millet Meclisi, Cumhurbaşkanı, AKP hükümeti ve genelkurmay, bütün devlet yetkilileri, Türkiye halkının alnına İsrail siyonizmine bekçilik lekesini sürdürmemelidir. Türkiye halkının yüksek menfaatleri ile direnen Lübnan, Filistin, Irak halklarının ve emperyalist-siyonist saldırı tehdidi altında bulunan Suriye ve İran halklarının menfaatleri ortaktır. Emperyalizmin ve siyonizmin halkları birbirlerine kırdırma oyunlarına geçit vermeyelim. Lübnan'a asker göndermeyelim. Siyonist zalimlere el vermeyelim.
16 Ağustos 2006


Lübnan'a Asker Göndermeyelim!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan "Risk ve çıkar ikiz kardeştir, risk almazsak bölgedeki çıkarlarımızı koruyamayız" diye buyurdu. Genelkurmay Başkanlığı, "Lübnan'a asker göndermenin riski düşüktür" diye rapor hazırladı. Ve Genelkurmay'ın desteğini alan AKP hükümeti, Türkiye halkının aksi yöndeki iradesine rağmen, Lübnan'a asker göndermeye karar verdi. Hükümetin bu amaçla hazırladığı izin tezkeresi 5 Eylül 2006'da Millet Meclisi'nde görüşülecek.

Komünistlerin, sosyalistlerin, sol, laik milliyetçi ve İslamcı çevrelerden yurtseverlerin, işçi ve kamu emekçisi sendikalarının, mimar ve mühendis odalarının, köylü örgütlerinin, gençlik derneklerinin, toplumun değişik kesimlerini temsil eden demokratik kitle örgütlerinin, Millet Meclisi'ndeki ana muhalefet partisi CHP'nin ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in, kısacası Türkiye halkının en geniş kesimlerinin karşı çıkmasına aldırmayan hükümetin ve genelkurmayın Türkiye'yi işgalci İsrail'in sınır bekçiliğine mahkûm edecek bu kararına karşı daha da kararlı ve örgütlü şekilde mücadele edelim. Gözü kâr hırsıyla kararmış TÜSİAD ve MÜSİAD üyesi işadamlarının, emperyalizmin gücüne iman etmiş militaristlerin, büyük kapitalist medyanın vicdansız kalemşorlarının, her ne pahasına olursa olsun kapitalist Batı'yla ve Ortadoğu'daki işbirlikçi rejimlerle kol kola olmayı iktidarda kalmanın şartı sayan politikacıların elbirliğiyle kurdukları bu büyük tuzağı boşa çıkaralım.

Kapitalist egemenler, mahşerin kapısını daha önce iki kez araladılar. Amerikan emperyalizminin Irak seferine katılma amaçlı 1 Mart 2003 tezkeresini kabul ettiremediler. Irak işgaline katılmayı ve direniş karşısında zorlanan Amerikan askerlerine siper olmayı öngören 7 Ekim 2003 tezkeresini uygulayamadılar. Şimdi mahşerin kapısını üçüncü kez zorluyorlar. Onları bir kez daha yenilgiye uğratalım. Böylece, Türkiye halkının ve Ortadoğu'nun bütün mazlum halklarının kardeşliğini koruyalım, en hayati menfaatlerini savunalım. 1 Eylül Dünya Barış Gününün ruhunu, İsrail işgal ordusunun Lübnan'da yapamadığı pis işleri uluslararası güce yaptırma hayalini kuran ABD-İngiltere-İsrail blokunun maşalığına talip olanları durdurarak yaşatalım.
31 Ağustos 2006

Lübnan Tezkeresi İptal Edilmelidir
Millet Meclisi 5 Eylül 2006 günü yaptığı olağanüstü toplantıda Lübnan'a asker gönderilmesini öngören hükümet tezkeresini kabul etti. 533 milletvekilinin katıldığı oylamada 340 kabul, 192 red ve 1 çekimser oy kullanıldı. Türkiye halkının çok çeşitli kesimlerinin sayısız miting, gösteri, yürüyüş, basın açıklaması, bildiri, kamuoyu araştırmaları yoluyla açıkça ortaya koyduğu iradeyi hiçe sayan iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'nin oylarıyla kabul edilen bu karar kesinlikle gayri meşrudur ve derhal geri alınmalıdır.

Adalet ve Kalkınma Partisi içinde sadece 7 milletvekilinin halkın sesine kulak vermesi (6 red, 1 çekimser), iktidar partisinin halktan ne kadar koptuğunu, emperyalizm ve siyonizm işbirlikçiliği yolunda ne kadar büyük mesafe katettiğini gösteriyor. TÜSİAD etrafında örgütlü vurguncu büyük sermaye çevrelerinden oluşan işbirlikçi "beyaz Türkler" gibi, MÜSİAD etrafında örgütlü palazlanan sermaye çevreleri de işbirlikçi "yeşil Türkler" olarak kendilerini geniş halk kitlelerine karşı konumlandırıyorlar. Türkiye halkı saldırgan İsrail'in sınır bekçiliğini yapacak, siyonist saldırganlara karşı vatanlarını savunan yurtsever Lübnan direnişinin lojistik desteğini kesecek ve punduna getirebilirse direniş güçlerini silahsızlandıracak sömürgeci bir kuvvetin parçası olmak istemiyor. Türkiye halkı, Lübnan, Filistin ve Irak halklarıyla, emperyalist ve siyonist tehditle karşı karşıya karşıya olan bütün Ortadoğu halklarıyla kardeşçe dayanışma istiyor.

Başlangıçta Lübnan'a büyük bir kara kuvveti göndermeyi planlayan hükümet, yaygın halk tepkisi karşısında kısmen geri adım attı. Tezkerede 1701 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararının öngördüğü güce Türkiye'nin ağırlıklı olarak denizde devriye görevi yapacak unsurlarla katılacağı, karaya muharip kuvvet gönderilmeyeceği ve gidecek birliklerin Lübnan direniş güçlerinin silahsızlandırılmasında kesinlikle görev almayacağı belirtiliyor. Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Gül, "bizden böyle bir görev istendiği anda, askerlerimizi geri çekeriz" sözünü de verdiler. Yine de, 1701 sayılı karara göre denizde yapılacak devriye görevinin amacı Lübnan direnişine silah sevkiyatını engellemek olduğu için Türkiye kendisini saldırgan İsrail'in ileri karakolu, vatanlarını ve halklarını savunan Lübnan direnişinin düşmanı olarak konumlandırmış oluyor. Tepeden tırnağa silahlı ve yeni bir saldırıya hazırlandığını hiç gizlemeyen İsrail'e karşı Lübnan direnişinin silahlanması kadar meşru bir hak olamaz. Türkiye, tezkerenin bu haliyle bile ilkesel-sembolik düzeyde vahim bir haksızlığın ortağı olmaktan kurtulamayacağı gibi, Lübnan ve Filistin halklarına karşı emperyalizmin ve siyonizmin safında eylemli olarak yer almaktan kaçınamayacaktır. Ayrıca, yaratılacak provokasyonlarla tam boy bir sömürgeci işgal gücünün parçasına dönüşme ihtimali de hep var olacaktır.
Bu nedenlerle, kabul edilen tezkerenin iptal edilmesi ve Lübnan'a asker gönderilmemesi için mücadeleyi yükseltelim. Emperyalizmin ve siyonizmin safında yer alarak büyük bir bölgesel güç olacakları hayalini kuran işbirlikçi ve militarist çevrelerin planlarını boşa çıkaralım. Tezkerenin çıkması her şeyin sonu değildir. Türkiye halkı şu ana kadar yaptıklarıyla hükümete geri adım attırdı, ama bu sonuç yetmez. Direnişimizi yoğunlaştırarak tezkereyi iptal ettirmek mümkündür, iptal ettirelim.
5 Eylül 2006
 
Yazarın Diğer Yazıları
 MERHABA
 Onbeşleri Andık
 Gündemden
 Oğuzhan Müftüoğlu ve Arkadaslarına Açık Mektup
 Kıbrıslı Türkler Kardeşimizdir, Eşitimizdir, Dostumuzdur
 Libya Gündeminden
 Bıçak Kemiğe Dayandı
 Merhaba
 Atılım Üzerine
 Engin Ardıç'ın İftiracılığı Tescil Edildi
 AKP 12 Eylül Rejiminin Yeni Efendisi
 Şiir: Gerileyen Türkiye Yahut Adnan Menderes'e Öğütler
 Merhaba
 Hrant Dink'i anıyoruz
 Barış bölmez, birleştirir