Türkiye işçi sınıfı hareketinin bir kriz içinde olduğu genel
olarak kabul görüyor. Bu krizin yansımaları da hayatın her alanında fark
ediliyor. Siyasete damga vuramamak, kanunların patronların istediği gibi
şekillenmesine engel olamamak, egemen kültürde ihmal edilmek gibi. Aslında,
Türkiye burjuvazisinin çok kırılgan bir yapıda olduğu, bugünlerde ekonomide
görülen "istikrarın", sıcak para girişleri yüzünden her an patlamaya hazır bir
bomba gibi tehlikeler içerdiği de biliniyor.
Kapitalistlerin kendilerini korumak üzere ilk saldırdıkları
alanlar da her zaman işçilerin hakları oluyor. Yıllar boyunca mücadele yürüterek
adım adım elde edilen haklar, bir çırpıda yok edilmek isteniyor. Sendikal
hareket, pelteleşmiş, dinamizmini yitirmiş kadroların elinde çırpınıyor. İyi
niyetli, dürüst, devrimci sendikacılar iyice azınlık haline dönüşmüş durumda.
Sendikaların çoğu, mevcut üyelerini yeterli buluyor; yeni
alanlara açılmayı "macera" olarak niteliyor. Örgütsüzlere, kadınlara,
ezilenlere, sosyal güvencesiz çalışanlara, taşeronlara gitmeyi boşa kürek çekmek
olarak görüyorlar.
Neredeyse tüm sorunları ortak olmasına rağmen, kamu
emekçileriyle işçiler hâlâ ayrı sendikalarda mücadele yürütüyorlar. Mavi yakalı
beyaz yakalı ayrımını yok etme konusunda ısrarcı ve güçlü talepte bulunulmuyor.
Ama, derdi çok olan ülkemizin bilinçli kesimleri de boş
durmuyor. İşçi sınıfı hareketindeki zayıflığın işçilerin birlikte hareket
edememesinden kaynaklı olduğunu görmek için uzman olmaya gerek yok. İşçilerin
her gün ülkenin dört bir yanında eylem, direniş, protesto, miting yaptığını
tespit edebilmek için bu ülkede yaşıyor olmak ve gözünü/kulağını ezilenlere
doğrultmak yeter.
Ülkemizde yaşanan bu sorunların farkında olan bir grup işçi ve
emekçi, sendikaları da içeren ama sendikal sınırlara hapsolmayacağını
belirttikleri yeni bir anlayışla bir araya geldiklerini duyurdular. Kendilerine
Birlik Dayanışma Hareketi adını veren grup uzun tartışmalardan sonra
hazırladıkları bir broşürü de henüz ulaşamadıkları örgütlü, örgütsüz işçilerin,
emekçilerin, sendika çalışanlarının, akademisyenlerin dikkatine sunduklarını
belirtiyorlar. Grup iletişim için http://www.birlikdayanisma.org adresini
kullanıyor. Birlik ve Dayanışma Hareketi, kuruluş amacını "kapitalizmin tüm
dünya emekçilerini ezen politikalarına, emperyalizme ve burjuvaziye karşı
devrimci bir emek odağı oluşturmak" olarak belirtiyor.
Temmuz 2005'te yayınlanan "Çıkış Bildirgesi" ile kuruluşunu
açıklayan Birlik Dayanışma Hareketi; emekçileri, işçileri, işsizleri, esnafları,
zanaatkârları, kadınları, gençleri, engellileri, öğrencileri, öğretmenleri,
hemşireleri, bilim insanlarını, doktorları, sağlık emekçilerini, teknik
elemanları, hukukçuları, mimarları, mühendisleri, köylüleri Birlik Dayanışma
Hareketine katılmaya, güç vermeye çağırıyor.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçilerinin köhnemiş yapıların yerine
mücadeleci anlayışları geçirebilmesi için yeni bir umut ışığı olmasını umduğumuz
grubun Çıkış Bildirgesi'ni aşağıda yayınlıyoruz:
Kapitalizmin tüm dünya emekçilerini ezen politikalarına,
emperyalizme ve burjuvaziye karşı birlik, dayanışma ve mücadelemizi yükseltelim.
Türkiye emekçileri, işçiler, işsizler, esnaf, zanaatkâr,
kadınlar, çocuklar, gençler, engelliler, öğrenciler, öğretmenler, hemşireler,
bilim insanları, doktorlar, sağlık emekçileri, teknik elemanlar, hukukçular,
mimarlar, mühendisler, köylüler, kapitalizmin vahşi saldırısı altında.
Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana ilericiler, devrimciler, ülke
topraklarında yaşayan emekçiler kapitalist-emperyalizmden kurtulmak için
mücadele ediyorlar. Koşullara uygun örgütlenmeler, mekanizmalar kuruyorlar.
Kurdukları örgütleri daha mücadeleci kılmanın yol ve yöntemlerini arıyorlar.
Emeğiyle geçinenlerin tümü haklarını bir sendika çatısı altında aramaya
yöneliyorlar.
Son 20 yıldır emekten yana güçler arasında nasıl bir dünyada
yaşadığımıza dair yüzlerce kitabı dolduracak kadar tartışma yapıldı. Bu
tartışmaların en önemlilerinden birisi "işçi sınıfının konumu" başlığı altında
yapıldı. Çünkü bu soruya verilecek cevap, işçisiyle, memuruyla, işsiziyle,
geçici, mevsimlik, parttaym çalışanıyla, ev eksenli çalışma yürüteniyle, genci
yaşlısı, kadını erkeğiyle tümüyle emekçilerin ve onların ekonomik örgütü
sendikaların kaderini doğrudan etkileyecekti. Bu tartışmalar içinde hangi
tarafta yer aldığına bağlı olarak işçi sınıfının ve sendikaların önünde iki yol
kalmakta.
Ya mevcut kapitalist sistemin doğal bir uzantısı haline
gelecekler ve uysal örgütlere dönüşecekler. Bu şekilde sistemin sadece aksayan
yönlerini çözmeye gayret eden yapılar olacaklar. Veya, ezilmeye, sömürülmeye son
vermeyi, kapitalizmi ortadan kaldırmayı hedefleyen bir sınıf ve işçi sınıfının
ekonomik, demokratik, sosyal haklarını korumayı, kapitalist sömürüyü
sınırlandırmayı ve sömürünün tümden ortadan kaldırılmasının zeminini oluşturmayı
hedefleyen örgütler olacaklar.
Bizler ikinci yolu seçenleriz. BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ'ni
oluşturan bizler, toplumu anlamayı sağlayacak karşıtlığın emek/sermaye çelişkisi
olduğunu biliyoruz. Emperyalizmin halkların kâbusu olduğunu görüyor,
kapitalizmin dünyayı gün günden kötüye götürdüğünü biliyoruz. Bizler, dünyayı
yorumlamanın yetmediğini, önemli olanın onu değiştirmek olduğunu iddia ediyoruz.
Bizler bu anlayışla yola çıktık.
Mevcut sendikal yapılardaki tartışmaların iyice kısırlaştığını
görüyoruz. Bir stratejiden yoksun tartışmaların, programsız politikaların sonuca
ulaştırmayacağı defalarca kanıtlandı. Tarihsel tecrübe ve kazanımları göz ardı
etmeyen, bilinenleri ve kanıtlanmışları elinin tersiyle itmeyen bir anlayış
gerekiyor. Bugüne dek bildiklerini de sorgulamaktan çekinmeyen, daha önce
ulaşılamamış emek kesimleriyle de kucaklaşmayı hedefleyen, yeni ve devrimci bir
emek odağı yaratmak üzere harekete geçmenin vakti geldi.
Tüm geleceğimizi birlikte tartışmak üzere seni de aramıza
bekliyoruz.
Temmuz 2005
http://www.birlikdayanisma.org
TÜRKİYE SENDİKAL HAREKETİNİN KISA GEÇMİŞİ
Bugünkü işçi hareketini anlamak açısından biraz tarihe bakalım.
Sorunlarımız ortaklaştıkça, çözüm bulmak da kolaylaşacaktır. Ortak aklı
üretmenin yolu, ortak tartışmalardan geçer.
İlk dönemler
Osmanlı ve Türkiye topraklarındaki ilk işçi örgütlenmelerini,
ilk toplu sözleşmeleri 1700'lü yıllara uzatan kimi araştırmacılar varsa da,
zorlama yaklaşımlar bir yana bırakıldığında, modern anlamda Türkiye işçi
sınıfının tarihini 1800'lü yılların sonlarından başlatabiliriz. İşçi sınıfının
ilk örgütlenmeleri doğal olarak sanayinin geliştiği İstanbul, Selanik gibi
kentlerde başladı. İşçi sınıfı tüm tarihi boyunca çok değişik amaçlı, çok
değişik biçimde örgütlenmeler gerçekleştirdi. Türkiye işçi sınıfının çeşitli
sandıklardan, dayanışma örgütleri ve ilk sendikalara, değişik yasal işçi
partilerinden yasa dışı parti ve sendikalara uzanan zengin bir geçmişi
bulunuyor.
Ancak, Türkiye işçi sınıfının hakkını yasal örgütlerde
arayabildiği dönemler çok uzun ömürlü olamadı. Kısa bir süre 1908 burjuva
devriminde yasal çalışma olanağı bulan işçiler, hemen ardından Türk
burjuvazisinin baskı ve terörüyle karşılaştılar. Kısa ömürlü örnekler dışında,
burjuvazi işçi sınıfına hiçbir düzeyde yasal örgütlenme olanağı tanımadı.
Türkiye işçi sınıfı sendikal örgütlenme geleneğini de savaşa savaşa yaratabildi
ve bunu burjuvaziye de kabul ettirmeyi başardı.
Cumhuriyet kurulduktan sonra
Türk burjuvazisi Cumhuriyeti ilan ettikten sonra, 1925 yılında
Takrir-i Sükun (Sessizliğin Sağlanması) kanununu çıkarttı ve işçi ve emekçilerin
her türlü örgütlenmesini yasakladı. 1925'den itibaren 1946'ya kadar totaliter,
tek partili bir rejimle yönetilen Türkiye'de sendikal faaliyetlerin tümü
yasaktı. Bu türden faaliyetlerde bulunan işçiler ağır cezalar aldılar. Türkiye
işçi sınıfına, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1946 yılının Haziran ayında ilk
defa sınıf temelinde yasal örgütlenmeler kurma hakkı verildi. Çok kısa bir süre
içinde iki yasal işçi partisi ve birçok sendika kuruldu. On binlerce işçi
sendikalarda örgütlendi. Sendikaları bölgesel çapta birleştiren bölgesel sendika
birlikleri kuruldu.
Bu demokratikleşme hareketinin ömrü uzun olmadı. Sıkıyönetim
komutanlıkları işçi sınıfına her türlü örgütlenmeyi Aralık 1946'da yeniden
yasakladılar. İşçi partilerinin ve sendikaların yönetici ve birçok üyesi hapse
atıldı.
Yığınsallaşmaya başlayan sendikalar kapatıldıktan birkaç ay
sonra, 20 Şubat 1947'de çıkarılan bir yasa ile işçi sınıfı yeniden sendikal
örgütlenme hakkını elde etti. Ancak, sendikal çevrelerde "47 Sendikacılığı"
olarak anılan bu dönemde kurulan sendikaların üyeleri adına toplu sözleşme
bağlamaları ve grev yapmaları yasaktı. Kısacası, adı "sendika" olmakla birlikte,
aslında bir çeşit "dayanışma örgütü" olan yapılar kurulmuş oldu. Buna rağmen bu
kurulan "sendika"ların örgütlülükleri hızla gelişti. Bu sendikaları bünyelerinde
toplayan "bölgesel sendika birlikleri" grev ve toplu sözleşme hakkı için aktif
savaş verdiler. O dönem varolan iki parti, Cumhuriyet Halk Partisi ve Demokrat
Parti işçi sınıfını kendi peşine takmak için her türlü yöntemi denedi.
Türkiye işçi sınıfının grev hakkı için verdiği ikinci savaş bu
defa 16 yıl sürdü. 15 Temmuz 1963'te çıkarılan bir yasa ile işçi sınıfına
Türkiye tarihinde ilk defa sınırlı grev hakkı tanındı ve sendikalara toplu
sözleşme bağıtlama yetkisi verildi.
1952 yılında Türkiye NATO'ya girdi. Böylece Türk burjuvazisi
kendi yerini de netleştirmiş oldu. Aynı yıl, Amerikan istihbarat örgütlerinin
doğrudan para, bilgi ve kadro yardımı ile 31 Temmuz 1952'de Türk-İş kuruldu.
Türk-İş, 1952 yılında kurulmasına rağmen 1962 yılına kadar 10
yıl süre ile fiilen ulusal düzeyde merkezi sendikal otoriteyi gerçekleştiremedi.
Sendikal otorite genel olarak ilericilerin etkin oldukları bölgesel sendika
birliklerinde idi.
Bu dönem, Amerikan sendikacılığının doğrudan müdahalesiyle,
Türkiye sendikal hareketine "partiler üstü politika" dayatması kabul ettirildi.
İşçi sınıfını ve sendikaları politika dışı tutan bu ideolojik saldırıdan sonra
yeterli tedbir alındığı varsayılarak sınırlı bir grev hakkı
alınabildi.
Türk-İş'in ardından DİSK kuruluyor
Aynı dönem içinde, bir grup ilerici sendikacı 13 Şubat 1961'de
Türkiye İşçi Partisi'ni kurdular. 1961 Anayasası'nın getirdiği kısmi özgürlükler
ortamında toplumsal uyanışın gerçekleşmesi, hem siyasal alanda hem de sendikal
alanda ayrışmaları da beraberinde getirdi. Türk-İş içinde muhalefet yapan
ilerici sendikacılarla Türk-İş yönetimi arasında giderek artan bir gerilim
oluşmaya başladı. İlerici sendikacılar şu noktalarda yönetime muhalefet
ediyorlardı:
- Türk-İş Amerikan hükümetinin bir organı olan AİD'den para
almamalıdır;
- Türk-İş'in örgütsel yapısı anti-demokratiktir ve derhal
demokratikleştirilmelidir;
- Türk-İş grevlerde hükümetin ve işverenlerin yanında yer
almaktan vazgeçmelidir;
- Türk-İş işçi sınıfını politika dışı tutmaya çalışan "partiler
üstü sendikacılık" anlayışını derhal terk etmelidir.
Hükümetin ve Amerika'nın güvenini kazanmış Türk-İş üst yönetimi
ile sendikal hareketin demokratik, ilerici eğilimlerinin temsilcileri arasındaki
çelişkiler giderek daha da derinleşti. 1965 yılından sonra çelişkiler kopuşla
sonuçlanacak bir sürece girdi.
1947'den itibaren sendikal hareket içinde ilerici eğilimlerin
başını çeken bu sendikacılar Türk-İş içinde çalışma olanakları kalmayınca
kendilerine yeni bir sendikal örgüt modeli aradılar. Bu sendikacılar 13 Şubat
1967'de (yani 1961'de kurulan TİP'in altıncı kuruluş yıldönümünde) DİSK'i
kurdular. Hazırladıkları bir belge ile Türk-İş'ten ayrılma nedenlerini
açıkladılar ve yine başka bir belge ile DİSK'in kuruluş ilkelerini
belirlediler.
DİSK'in büyümesi sadece niceliksel olmadı, DİSK'in niteliksel
etkinliği de arttı. Başta Türk-İş üyeleri olmak üzere Türkiye işçi sınıfının çok
önemli bir bölümünün güven ve sempatisini kazandı. DİSK'in etkinliği yalnızca
işçi sınıfı ile de sınırlı kalmadı, diğer toplumsal katmanların emekçileri de
DİSK içinde örgütlenmenin, hiç olmazsa onunla birlikte mücadele yürütmenin
zorunluluğunu duydular. Köy emekçileri, kooperatif örgütleri, değişik meslek
örgütleri (öğretmen, teknik eleman vb.) DİSK'i işçi ve emekçilerin çıkarlarını
savunan ve geliştiren bir merkez olarak gördüler. DİSK'in böylesine güçlü ve
etkin gelişmesinin ve Türkiye işçi hareketinde güçlü bir merkez haline
gelmesinin başlıca nedenlerini sıralarsak, günümüze ve "nasıl bir anlayışla
nasıl bir sendika" tartışmalarına da ışık tutmuş oluruz:
- Bünyesinde özellikle görece modern işkollarının (metal, kimya
vb) genç işçilerini toplamış olması ona bir dinamizm kazandırmıştı.
- İşçi sınıfının ve özellikle Türk-İş üyelerinin Türk-İş'e
karşı duydukları memnuniyetsizlik DİSK'e olan ilgiyi arttırdı.
- DİSK üyesi sendikaların ilk kuruluş yıllarında (1967-1970
arası) sendikal mücadelede, hak almada ve örgütlenmede işçi sınıfının değişik
savaş yöntemlerini kullanması ona haklı bir güven ve ün kazandırdı.
- DİSK'in gerek kuruluş bildirgesindeki, gerekse yayınladığı
temel belgelerindeki tezler yalnızca işçilerin günlük sorunlarına çözüm
arayışını yansıtmıyor, aynı zamanda toplumun bütününün demokratik bir dönüşümünü
hedefliyor ve toplumun diğer emekçi kesimlerinin de çıkarlarını savunuyordu. Bu
durum, ona başta diğer emekçiler ve ilerici aydınlar olmak üzere toplumun bütün
dinamik kesimlerinin desteğini kazandırdı.
Böylece güçlenen DİSK aynı zamanda Türkiye'nin politik
yaşamında da mutlaka hesaba katılması gereken güçlü bir merkez haline
geldi.
DİSK durdurulmak isteniyor
İşçi sınıfının kitleler halinde DİSK'te buluşmasını engellemek
amacıyla, 1970 yılında CHP'li milletvekillerinin öncülüğünde Meclis'e bir yasa
tasarısı sunuldu. Tasarıya göre, işçilerin sendikalara üye olması
zorlaştırılıyor, dönemin sarı sendikal anlayışına bağımlı hale getirilmeye
çalışılıyor ve toplu sözleşme ve grev hakkı uygulanamaz hale getiriliyordu. Buna
göre, bir işkolunda sendika kurulabilmesi için, o işkolunda çalışan işçilerin en
az üçte birinin sendikaya üye yapılması şartı getiriliyordu. Ayrıca, sendika
kuruculuğu için o işkolunda en az üç yıldan beri fiilen çalışıyor olmak
gerekiyor, uluslararası işçi örgütlerine üye olma hakkı da yalnızca o işkolunda
en fazla işçiyi temsil eden konfederasyona bağlı sendikaya tanınıyordu. Aynı
yörede farklı işkollarındaki sendikaların birlik oluşturma hakkı da
kaldırılıyordu.
Bu tasarı, fiilen, arkasında devlet ve işveren desteği olmayan
DİSK'i ve bağlı sendikaları ortadan kaldırmayı hedefliyordu. DİSK'i tasfiyeye
yönelik sınıf düşmanı bu değişikliklere karşı, 15 Haziran'da DİSK'in yol
göstericiliğinde on binlerce işçi sokaklara çıktı. On binlerce Türk-İş üyesi,
DİSK üyesi, bağımsız, örgütsüz işçi ve emekçi, özellikle işçi yatağı olan
İstanbul, Kocaeli, Gebze bölgelerindeki fabrikalardan yürüyüşe geçti ve yasa
tasarısının geri alınmasını talep etti.
İşçi sınıfının tarihine 15-16 Haziran Genel Direnişi olarak
geçen bu iki günlük eylem sonucunda taslak geri çekildi, DİSK büyümeye devam
etti ve Türk-İş içindeki erime hızlandı. 15-16 Haziran Genel Direnişinin en
önemli yansıması, dönemin "işçi sınıfının öncü rolüne" ilişkin tartışmalara
genel anlamda bir son vermesi olmuştur. Bu iki gün sonunda, Türkiye işçi
sınıfının hem ideolojik hem de fiili öncülüğü yapabilecek kapasitede olduğu
tartışılmaz biçimde kanıtlandı. İşçi sınıfına ihtiyatla yaklaşan çevrelerde dahi
işçilerin içinde örgütlenmenin bir zorunluluk olduğu fikri yaygınlaştı.
Bu dönem, memur hareketi açısından da hareketliydi. Memurlar
içinde en dinamik kesimi oluşturan öğretmenler 1960'lı yıllarda Türkiye
Öğretmenler Sendikası TÖS'ü kurdular. Ne var ki, TÖS anti demokratik yasalara
dayanarak kapatıldı. 1971 yılında, sendikanın kapatılması üzerine kurulan
TÖB-DER, TÖS'ün mücadelesini devam ettirdi.
Bu arada DİSK, 1971 yılında "sosyal uyanışı engellemek" üzere
yapılan askeri darbeden de yıpranmadan çıkmayı başardı. Darbenin etkisinin
geçmesinden sonra da sürekli büyümeye devam etti. İşçilerin hem ekonomik hem de
sosyal hakları için mücadeleyi daha kapsamlı olarak yürütmeyi sürdürdü.
DİSK, 1976 ve 1980 yılları arasında Türkiye'de 1925'ten beri
yasal ve açık alanda kutlanamayan 1 Mayıs'ları örgütledi. Bu yıllarda
yapılabilen her 1 Mayıs, DİSK öncülüğünde kutlandı. Ülkeyi sıkıyönetim havasına
sokacak, sendikal faaliyetleri altından kalkılmaz hale getirecek olan Devlet
Güvenlik Mahkemeleri'ne karşı "DGM Direnişleri" yine DİSK'in öncülüğünde
örgütlendi. İşverenlerle topluca mücadele içine girerek Madeni Eşya Sanayicileri
Sendikası MESS'e karşı grevler tertipledi.
DİSK, Türk-İş'in yukarıda bahsettiğimiz "partiler üstü
politika" olarak adlandırılan sahte tutumuna kuruluşundan beri karşı çıkarken
1977 yılında ilerici, demokrat güçlere sendikal hakları ve demokrasiyi
geliştirme, TCK'nın 141-142. maddelerini kaldırma sözünü vererek oy alan ve
parlamento çoğunluğunu elde edip iktidar olan CHP, DİSK'i içerden
etkisizleştirme çalışmaları yürüttü. DİSK'in 1977 Kongresinde oluşan yeni
yönetimi sınıf ve kitle sendikacılığına örnek yaratma çabasında olan Maden-İş,
Banksen, Baysen sendikalarını "ihraç" istemi ile disiplin kuruluna verdi.
Böylece, bu sendikalar ihraç edilemediyse de, DİSK'in sermayeye karşı yürüttüğü
mücadele zaafa uğratıldı. Yaklaşan 12 Eylül darbesi önceden görülmesine rağmen
bir bütün olarak DİSK ve üye sendikaların yöneticileri üzerlerine düşen görevi
yerine getirmediler, gereken hazırlıkları yapmadılar. Sonuçta, o güne dek
faşizme karşı kullanılan söylemden ve çağrılardan çok farklı olarak, DİSK ve üye
sendikalar düzeyinde 12 Eylül darbesine karşı ortak ve kapsamlı bir direniş
ortaya koyulamamış oldu.
12 Eylül dönemi
Darbeye giden süreçte onlarca ilerici insan faşist terör
tarafından katledildi. Toplumsal sorunlara duyarlı muhalifler, eğitim
emekçileri, akademisyenler, gazeteciler, sendikacılar bu terörün mağduru
oldular. Çorum'da, Maraş'ta, İstanbul Üniversitesi'nde, Ankara Bahçelievler'de
toplu katliamlar yapıldı. 22 Temmuz 1980 tarihinde DİSK'in kuruluşunda öncülük
yapan, işçi sınıfı için günün en ileri ekonomik ve demokratik haklarını kazanan
Türkiye Maden İş Sendikasının ve DİSK'in genel başkanı Kemal Türkler katledildi.
DİSK'e yönelik saldırıların son aşaması 12 Eylül 1980 darbesi
ile başladı. DİSK'in çalışması yasaklandı. DİSK ve bağlı sendikalarının
yöneticileri ile binlerce işçi temsilcisi gözaltına alındı. Binlerce ilerici
DİSK üyesi burjuvazinin teröründen kaçmak zorunda kaldı. Buna karşın
konfederasyon düzeyinde Türk-İş'e dokunulmadı.
DİSK'e saldırının bu aşamasında DİSK üyesi işçiler
sendikalarından istifaya zorlandılar ve Türk-İş'e üye yapılmak istendiler. Bu
arada bilinçli, deneyimli işçi önderleri ise tek tek ayıklandı ve işten atıldı.
İşçi önderlerinin Türk-İş'e üye olmaları da bu yolla engellendi.
12 Eylül faşizmi döneminde, 1980 ile 1983 arasında sendikal
faaliyetler bütünüyle yasaklandı. Yasak, 82 Anayasası'nın ardından, 2821 ve 2822
sayılı yasaların kabul edilmesinden ve ilk genel seçimlerin yapılmasından sonra
kalktı.
DİSK tüm bu dönem boyunca kapalı kaldı. Grev ve toplu sözleşme
hakkının inanılmaz prosedürlere bağlandığı bu dönem, emek hareketi açısından
büyük zorluklarla geçti. Grev yapılamaz deniliyordu, ama, ilerici sendikalar
bütün yaratıcılıklarıyla mücadeleyi sürdürdüler. 18 Kasım 1986'da bağımsız
Otomobil-İş sendikasına bağlı NETAŞ'ta çıkılan grev ile bir yıl sonra
Petrol-İş'in 63 işyerinde birden başlattığı grevler 12 Eylül karanlığının
yırtılmasına büyük katkılar sundu.
1989 Bahar Eylemleri, yok olduğu iddia edilen işçi sınıfının
yeniden bütün gücüyle ortaya çıktığını kanıtladığı için mücadele tarihinde ayrı
bir yer alır. Bu dönemde yapılan eylemler, aynen 15-16 Haziran'daki sonucu
vermiş ve işçi sınıfı bir kez daha toplumu emekçiler lehine dönüştürebilecek tek
sınıf olduğunu kanıtlamıştır.
Belediye-İş'in, Petrol-İş'in, Kristal-İş'in, Hava-İş'in,
Deri-İş'in ve adlarını bir anda sayamayacağımız diğer onlarca sendikanın tüm
80'li yıllar boyunca yürüttüğü eylemler, Türk-İş içinde bir değişimin
başlamasını da beraberinde getirdi. Genel yapı olarak kuruluş amaçlarından çok
uzaklaşamasa da, Türk-İş, işçilerin mücadele içinde edindiği bilinci göz ardı
edemez hale geldi ve uzun süre sınıfsal bir söylem kullanmak zorunda kaldı.
Böylesi bir değişimin sendikal hareketin toplu dönüşümü için kaldıraç yapılıp
yapılamayacağını da emekçi dinamiğinin yönü belirleyecek.
Kamu emekçileri alanlarda
1990'lı yıllar, işçi hareketinin yanı sıra memur/kamu
emekçileri hareketinin de geliştiği bir dönem oldu. Anayasa'da memurların
sendikalaşmasını doğrudan yasaklayan bir hükmün yer almamasını geniş yorumlayan
kamu emekçileri, yine önce öğretmenler arasında harekete geçtiler. Önce
dernekleşen öğretmenler, yasaları zorlayarak, meşruluğu esas alarak
sendikalarını kurdular. Eğitim emekçilerini sağlıkçılar, belediye memurları,
maliye çalışanları ve diğer kamu emekçileri takip ettiler. Tek tek kurulan
sendikalar birleşerek 1995 yılında Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu
KESK adıyla bir konfederasyon oluşturdular.
Siyasal alanda ise, 90'lı yıllar içinde, dünya sahnesinde
sosyalist sistemin emperyalist saldırılara direnemeyip çökmesiyle örgütlü
çalışma gözden düştü, gemisini kurtaran kaptan mantığı geçici olarak egemen
oldu. Neo liberal saldırılar ve gericilik hemen her alana hakim oldu. İnsanlar
hayat gailesi içinde kapitalizmin dişlileri arasında un ufak oldular. Yeni dünya
düzeni, tarihin sonu, ideolojilerin sonu safsataları kirliliğini emekçi
örgütlerine de bulaştırdı. Avrupa'ya umut bağlama, sınıf perspektifinden kopuş,
kendi halkına güvensizlik bu dönemin karakteristiği haline geldi.
DİSK 1991 yılında yeniden açıldı. Şu anda, sınıf ve kitle
sendikacılığı olarak tanımlanan, Birlik Dayanışma Hareketi içinde somutlanan
geçmişin devrimci geleneklerinden farklı bir anlayışla yürüyor. Türk-İş, kısmen
de olsa adım adım değişmeye başlamasının sancılarını yaşıyor. Özelleştirmeler
küçük işletmelerden dev sanayi kuruluşlarımıza sıçradı. Ancak, muhalif, ilerici
sendikalar henüz net bir programa sahip değiller. Sendikal alanda kamu
emekçilerinin sendikalaşması, şimdilik grevsiz ve toplu sözleşmesiz olmakla
birlikte, kabul edildi. İşçi memur ayrımını ortadan kaldıracak, ortak bir
sendikal yapı yaratma görevi henüz tamamlanmadı.
Aynı dönem içinde, odalar, işçi sendikaları ve kamu emekçileri
sendikaları, konfederasyonlar Emek Platformu adıyla bir arada hareket etme
ihtiyacı duydular. Pek çok olumlu eylem yaptılar ve güç birliğini geliştirdiler.
Ancak, sınırları belirlenmiş net bir program ortaya koyamadıkları için, tüm
bileşenler dönem dönem ayrılıp tekrar bir araya geliyorlar. Sendikaların genel
merkezlerinden bağımsız olarak İstanbul Sendikalar Birliği, Ankara, Kocaeli,
Gebze sendika şubeleri platformu gibi bölgesel temelde veya kimi kentlerde
şubeler düzeyinde muhalif sendikaların ortaklaşma, güç birliği geliştirme
arayışları, şimdilik yetersiz olmakla birlikte geleceğe dair olumlu adımlar
arasında sayılabilir.
Yukarıda kısaca aktardığımız tüm bu alanlarda da sınıf ve kitle
sendikacılığı ilkeleri ile yürüyen anlayışların müdahalesi ortaya konmadıkça
kalıcı başarılar elde edilmesi mümkün görünmüyor.
KISACA BİRLİK DAYANIŞMA
1973'ten sonra daha da gelişen sınıf kavgası içinde emekçilerin
büyük çoğunluğunu bünyesinde toplayan, kapitalizme, emperyalizme, faşizme
direnen, dişe diş kavga veren, işçi sınıfı bilimini kılavuz edinenlerin
oluşturduğu bir anlayış her alanda güç kazandı. Birlik Dayanışma adını alarak
mücadele yürüten bu anlayış, yıllar içinde serpildi, gelişti, yetkinleşti.
Birlik Dayanışma, öğretmen hareketi içinde bir grup olarak doğdu. Eğitim
emekçisi ve devrim şehidi Talip Öztürk öğretmenin önderliğinde,
yüzlerce-binlerce yol arkadaşının emekleriyle örüldü. Birlik Dayanışma
Türkiye'yi sınıf ve kitle sendikacılığı anlayışıyla tanıştıran hareketin somut
ifadesi oldu.
Birlik Dayanışma adı, ortaya çıkışından çok kısa bir süre
sonra, sendikal hareketin ve genel olarak işçi sınıfı hareketinin içinde bir
anlayışı tanımlamakta kullanılmaya başlandı. Birlik Dayanışma Hareketi, işçi
sınıfı ve başta DİSK olmak üzere, onun sendikal örgütleriyle kopmaz bağlar
kurarak, köklü bir gelenek yarattı. İbrahim Güzelce ve Rıza Kuas gibi işçi
önderlerinin yolundan yürüdü. Mustafa Hayrullahoğlu, Zeki Şahin, Meryem Karakız
ve sayısız can, ölüm pahasına mücadelemizi yükselttiler. DİSK ve bağlı
sendikalar, sayısız grev ve direnişlerle işçilerin, emekçilerin ekonomik,
demokratik hakları için yılmaz savaşlar verdiler. DİSK'in ve Maden-İş'in başkanı
Kemal Türkler bu uğurda faşist kurşunlarla can verdi. Birlik Dayanışma,
mimar-mühendis odalarında, tabip odalarında, teknik elemanlarda,
üretici-tüketici kooperatiflerinde, barolarda, hayatın her alanında kitlelere
mal oldu.
Ülkede kapitalizme karşı kapsamlı bir mücadeleden yana olan
güçler Birlik Dayanışma içinde yer aldılar. Kapitalist sistemin yıkımlarına
karşı direnmenin gerekliliğini gören ve sistemi değiştirmeyi hedefleyen tüm
kesimler, başta ilerici, sosyalist partilerin üyeleri, gençlik, kadın, öğretmen,
teknik eleman, kooperatif hareketlerinin dinamik kesimleri Birlik Dayanışma
Hareketi'ni oluşturdular.
DİSK'in, kooperatif hareketlerinin ve tümüyle emekçilerin bugün
de bize yol gösteren devrimci geleneklerinin yaratılmasında, işçi sınıfının
dünyayı değiştirme gücünü kendisinde görmesini sağlayan anlayış Birlik Dayanışma
Hareketi sayesinde emek hareketinde egemen olmuştur. Bu nedenle, 75-80 arası
Türkiye emek hareketine, işçi sınıfı hareketine dönük bütün değerlendirmeler
Birlik Dayanışma Hareketi gözetilerek yapılmak zorundadır. Sınıf dışı unsurlara
yönelen siyasi yapıların etkisinin kırılmasında, ilericilerin işçi sınıfıyla,
kamu emekçileriyle, gecekondu gençliğiyle buluşmasında en büyük katkı Birlik
Dayanışma Hareketi'nden gelmiştir.
İşte, önümüzü açacak ve bugün hem sendikal hem siyasal alanda
yaşanan tıkanıklığı aşmamızı sağlayacak olan anlayış bu temeller üzerinde
yükselecektir.
Devrimci bir emek odağı oluşturmak üzere yola
çıkıyoruz
Hayat durmuyor, emek-sermaye çelişkisi azalmıyor, artıyor.
Bugün 2005 Türkiyesi'nde tüm emekçiler daha yoksul, daha örgütsüz durumdalar.
Haklarımız budanmış, gasp edilmiş, yarınımızdan emin değiliz. Ülkemiz
emekçileri, Türk, Kürt, Arap, Laz, Ermeni, Gürcü, Boşnak, Çerkez
hep birlikte
yoksullukla boğuşuyor, işkencede, hapishanede kırıma uğruyor. Aydınların, bilim
insanlarının sesi kısılmaya çalışılıyor.
Emperyalistlerin çöreklendiği üslerimizden komşumuz Irak'ın
tepesine tonlarca bomba yağdırılıyor. İran, Suriye, Lübnan emperyalist
talan-yıkım, savaş tehdidi altında. Bölgemizde umudunu Amerikan ve AB
emperyalizmine bağlamış hain, dönek yöneticiler var. Bunlar emperyalistler arası
çelişkilerden yararlanabilecekleri, birine dayanarak diğerini kullanabilecekleri
boş umudunu yaygınlaştırıyor, emperyalistlere sundukları hizmetlerinin
karşılığını alabileceklerini zannediyorlar.
Emperyalizm ve kapitalizm Ortadoğu'yu mahşer yerine çevirdi.
Bölge halklarına yeryüzü cehennemini yaşatıyor. Türkiye, mahşerin kapısında. Biz
sömürgeciliğin böl-yönet oyunlarına düşmeyeceğiz. Birbirimizi kırmayacağız. Her
halktan işçiler, emekçiler olarak kapitalizme, emperyalizme karşı birlikte karşı
çıkıyoruz, çıkacağız. Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesine karşı Ortadoğu
ülkeleri işçilerinin, emekçilerinin, halklarının enternasyonalist dayanışmasını
oluşturacağız.
Sanayici diye geçinen TÜSİAD patronları, başta Koç ve Sabancı,
sanayi, ağır sanayi masallarını bir yana bıraktılar. Küçük ve orta esnafın iş
alanlarına el attılar. Kurdukları market zincirleri ile domates, patlıcan,
nohut, et, süt satarak küçük esnafı batırıyorlar. Avrupalı, Amerikalı ulus-ötesi
tekellerle ortak olarak ülkemizin dağından yaylasından çıkan suyu şişeleyip
halkımıza satıyorlar. İzin vermeyeceğiz.
Çare var. Emekçiler çaresiz değil. Bugün kapitalistler ve
onların yağdanlıkları konuşuyor, yazıyor, çiziyorlar. İnsanların zihinlerine,
akıllarına egemen olmaya, onları sersemletmeye, akıllarını esir almaya
çalışıyorlar. Her alanda ideolojik bir saldırı var. Yatık gazeteciler ABD ve AB
emperyalistlerinin hayasız sözcülüğünü yapıyor, halkımızın yüreğine korku
salmaya çalışıyorlar. "Mütareke basını" deyimini hak eden yatık medya,
Vaşington'dan ve Brüksel'den besleniyor, yalılarda, köşklerde yaşıyor. Namuslu
gazeteciler, basın emekçileri fikirlerini gazetelerinde yazamaz hale
getiriliyor, işlerinden ekmeklerinden oluyorlar.
Söyleyecek sözümüz var. Bizler, insanlara anlatabiliriz,
onlardan öğrenip onlara öğretebiliriz. Tarlada, tezgâhta, fabrikada, atölyede,
dersanede birlik olabiliriz. Sözümüzü her gün daha fazla emekçiye duyurabilir,
onlarla büyüyebiliriz. Emekçinin mücadelesi her gün büyüyor, boyutlanıyor.
Grevler, direnişler, protestolar, mitingler, ülkenin dört bir yanında onlarca,
yüzlerce. Bunları yaygınlaştırmak, çoğaltmak, birbirinden haberdar hale
getirmek, koordineli olarak davranmalarını sağlamak, aynı hedefe yöneltmek bizim
görevimiz.
Hareketimiz, demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı
perspektifiyle, dünyanın değişen koşullarını hiçbir zaman göz ardı etmeden
yürüyecek. İşsizleri, kadınları, ezilenleri, sigortasız ve sendikasız,
güvencesiz çalışanları, yoksulları, örgütsüzleri de kapsayacak BİRLİK DAYANIŞMA
HAREKETİ işçilerin ve memurların farklılıklarını gözeten, ama aynı zamanda
emekleriyle geçinenler olarak iç içe geçmelerini sağlayacak bir perspektif sunan
devrimci bir emek odağı olma hedefiyle yola yeniden koyuluyor. Hareketimiz, aynı
zamanda, kendi sendikal örgütlerinin dışına itilmiş, örgütsüz kalmış ve bir
çözüm arayışı içerisindeki kitleleri de hedef alıyor.
İşçi sınıfının içinde bulunduğu koşullar çok tanıdık. Sermaye
sınıfı saldırılarına yeni boyutlar ekleyerek devam ediyor. Hem siyasal hem
ekonomik planda ilerleyen saldırılar, ekonomik planda neo-liberal yönelimin
belirleyici etkisini taşıyor. Ekonomik ilişkilerde kuralsızlaştırma
(deregulation) uygulamaya konularak taşeronlaştırma, özelleştirme,
sendikasızlaştırma, esnek çalışma ve kayıt dışı/enformel ekonomik ilişkiler gibi
yeni uygulamalar yaygınlaşıyor.
Yapısal nitelikteki bu neo-liberal dönüşümler geniş istihdam
koşullarının var olduğu geleneksel çalışma koşullarının yerini aldı. Bu durum
işçi sınıfının geleneksel yapısını da çözme ve dağıtma hedefini güttü. Klasik,
uzun süreli, tam gün çalışan işçileri örgütlemeye odaklanmış sendikalar ise bu
duruma hazırlıksız yakalandılar. Bu gelişme, işçi sınıfını kendi mücadele
araçları olan sendikalardan yoksun bıraktı. Geçmişte işkollarının hepsinde
milyonlarca çalışanı kapsayan yaygın sendikalılık oranı bugün çok güdükleşti. Bu
yeni durum sendikaları geçmişle kıyaslandığında işlevsizleştirmiş, sembolik dar
bir alana sıkıştırmış ve faaliyetlerini kimi alanlarda birer tabela
sendikacılığına dönüştürmüştür.
Buna rağmen, hâlâ gerek özelleştirmelere, gerekse
sendikasızlaştırmalara ayak direyenler, bu yöndeki saldırıları durduranlar
hiçbir zaman yok olmadı. Ülkemizdeki köklü sınıf ve kitle sendikacılığı
anlayışını bilen, bu gelenekten beslenmiş olan ve birikimini yeni nesillere
aktarma gayreti içerisinde olmuş sendikal kadrolar, bilgilerini paylaşmayı
başarıyorlar. Bunun haricindeki geniş sendikal kesimler ise gerek milliyetçi
gerekse dinci sağın etkisi altındalar ve sınıf düşmanı bir çizgide ancak düzenin
borazanlığına soyunmuş vaziyetteler.
Tüm bu gidişatı tersine çevirebilmek için işçi sınıfının daha
uyanık ve daha donanımlı olması gerekiyor. Yaratmayı hedeflediğimiz emek odağı,
tüm bu sorunları yaşayan, hayatın içinde yer alıp çözüm bulmayı hedefleyen
kadroları ve kitleleri buluşturmayı birincil amaç olarak görüyor.
Niçin yeni bir emek odağı
Bugün ülkemizde gerek sendikal hareketin gerekse emek
hareketinin bir tıkanma yaşadığı görülüyor. Tüm bilinçli, iyi niyetli kadrolar
emeğin sendikal savaşımında yeni bir atılımın yapılmasının zorunlu olduğunu
görüyor.
Kapitalist tekellerin egemenliği geçmişle kıyaslanamayacak
kadar arttı. Özellikle sosyalist sistemin yıkılışından sonra sermayenin
dolaşımının önünde neredeyse hiçbir engel kalmadı. Sermayenin ülkeden ülkeye,
bölgeden bölgeye, kıtadan kıtaya akışkanlığı saniyelerle ölçülecek kadar
hızlandı. Tekelci kapitalizmin ideolojik saldırısı toplumları kılcal damarlarına
kadar kuşattı.
Kapitalizmin bu denli gelişmesi, tekelleşmenin her alanda
yoğunluk kazanması ve geçmiş tüm sosyal haklarımıza dönük neo liberal saldırılar
bir yandan sendikaların örgütlülük oranlarını düşürüyor. Ancak, bu yoğunlaşma
aynı zamanda sendikal hareketin sıçrama yapmasını sağlayacak dinamikleri de
güçlendiriyor. Patronlar çekirdek kadro dedikleri daha az işçiyle, piyasanın
ihtiyaçlarına göre çalışarak işyerlerine pazarda dinamizm kazandırıyorlar. Ama,
bu kârlı durum, üretimin kesinlikle, hiçbir koşulda durdurulmamasını
gerektirdiği için de işlerini daha kırılgan ve zayıf hale getiriyor. Kısacası,
yıllar önceki öngörü geçerliliğini aynen koruyor: Kapitalizm kendi sonunu
getirecek sınıfı yaratmaya devam ediyor.
İşte, kapitalizmin milyonlarca işçiyi ve kamu emekçisini
gittikçe artan oranda yoksulluğa, açlığa, bilgisizliğe ve hepsinden önemlisi
örgütsüzlüğe mahkum etmesi, yeni bir odak yaratılmasını zorunlu kılıyor. Bu
sorunları görmek, bu sorunların çözümü için örgütlü bir mücadele yürütmek ancak
stratejik bakış açısına sahip bir programla mümkün olacaktır. BİRLİK DAYANIŞMA
HAREKETİ, dar grup çıkarlarını gözeten değil, geçmişin değerlerini bilen,
emekçilerin ortak kaygılarını yok etmeyi hedefleyen bir strateji ve programla
yola çıkıyor.
"Bu yasalarla artık bırakın grevi, nefes bile alınamaz"
diyenlere inat, çıplak ayak yürüyerek, hep birlikte hasta olarak, işi
yavaşlatarak, söke söke haklarını alan işçilerin mücadelesi BİRLİK DAYANIŞMA
HAREKETİ'ni doğurmuştur. "Yasalarda memurlara sendika hakkı verilmemiştir"
diyenlere inat, "hak verilmez alınır" şiarıyla sokaklarda, meydanlarda meşru
temellerde mücadele yürüten kamu emekçileri BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ'ni
doğurmuştur.
Kongrelerde sadece isim tartışması yapanlara, yönetimde yer
almak için ilkelerinden tavizler verenlere inat, sendikaların toplumun örgütsüz
kesimleriyle buluşmasını sağlayacak programlar önerenler BİRLİK DAYANIŞMA
HAREKETİ'ni oluşturuyorlar. Yığınların önünde, kadrolarla, eylemcilerle, gönüllü
birlikler içinde yürüyenler BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ'ni oluşturuyorlar.
"Sen memursun, orada örgütlen", "sen işçisin, şurada örgütlen",
"sen işsizsin, sen taşeron çalışanısın, sen geçicisin, sen özel güvenlikçisin,
sen kayıtdışısın" diyerek işçi sınıfını bilerek bilmeyerek bölmeye çalışanlara
karşı BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ farklılıkları gözeten ama ortaklaşmayı öngören
bir anlayışı savunduğu için farklıdır.
Mavi yakalısı, beyaz yakalısı, işçisi, memuru, geçici çalışanı,
aydını, akademisyeni BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ'nin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu
Hareket, toplumun dönüştürülmesi için bir zorunluluk olan yeni bir emek odağını
onlarla birlikte tüm emekçiler için örecek.
Tüm kararları ortaklaşa alacak, her aşamada katılımcılığı
teşvik edecek bir anlayış emek hareketinin önünü açacaktır. Hareketimiz, bu
nedenle de demokratik merkeziyetçi bir karar mekanizması uygulamayı hedefler.
Tabandan kopuk tartışmalar kitle ile bağların kopmasına yol açar. Kendi
kitlesini hiçe sayan anlayışlardan ve sözde sendikal birliklerden bütünüyle
farklı olarak, BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ, tüm tabanın tartışmalara katkı koyması
için gereken iç ve dış düzenlemeleri yaratır ve gerek duyulan her aşamada tabana
danışır.
Nasıl bir sendika?
İşçilerin ve kamu emekçilerinin en yaygın, en eski, en bilinen
örgütsel yapıları sendikalardır. BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ, meşru temellerde
sendikal örgütlenmeyi esas alır. Sendikaları düşman gören bir anlayışa sahip
değildir. Ancak, sendikaları dost kabul etmek, var olan eksikliklerini görmemek
için mazeret değildir. Sendikal hareket eleştiri mekanizması işletilerek,
sendikalar birileri için ikbal kapısı olmaktan çıkartılarak ilerleyecektir.
Sendikalar, işçileri örgütlemek, onların çalışma ve yaşam koşullarını
iyileştirmek, işçiler arasındaki yapay ayrımları yok etmek ve işçilerin
birliğini sağlamak üzere kurulmuş örgütlerdir. Sendikalar, işçi sınıfının
doğuşundan beri vardır. Sömürü devam ettikçe, sömürüye karşı mücadele eden
sendikalar var olmaya devam edecektir.
Sendikalar sömürüyü tek başına ortadan kaldıramazlar.
Sendikalar sömürüyü sınırlandırma mücadelesi yürütürler. Sendikalar iktidarı
doğrudan hedeflemezler. Ama, kapitalizmin yıkımına karşı sürekli olarak
üyelerini bilinçlendirirler.
İşçi kimliği taşıyan herkesi kapsamak sendikaların öncelikli
hedefidir. Sendikalar, dil, din, ırk, siyasi görüş, cinsiyet ayrımı gözetmeden
ezilen ve sömürülen tüm işçileri, tüm çalışanları üye yapmayı, örgütlemeyi,
sınıf ve kitle sendikacılığı ilkeleri temelinde ortak sendikal hedefler ve
program doğrultusunda sınıf mücadelesine katmayı hedeflerler.
Nasıl Bir Anlayış?
BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ
1. İşçi sınıfının ve emekçilerin
çıkarlarını gözetir. İster özel sektör çalışanı olsun, isterse kamu sektörü
çalışanı olsun, her zaman işçilerin sınıfsal çıkarları için mücadele eder.
Birlik Dayanışma Hareketi hiçbir zaman, hiçbir koşulda işverenlerin yanında yer
almaz, daima emekçinin hakkını arar.
2. İşçilerin ve emekçilerin çalışma ve
yaşam koşullarını düzeltmek için her türden demokratik, yasal ve meşru mücadele
içinde yer alır.
3. Amerikan ve Avrupa Birliği
emperyalizmine, kapitalist sermayenin tahakkümüne karşıdır.
4. Grubu oluşturanların kollektif
görüşleriyle davranır; kararlarını ortaklaşa tartışmalarla alır; ortak akıl her
bireyin değerlendirmesi sonucunda oluşur. Kararların ortaklaşa tartışılarak
alındığı, alınan kararlara herkesin katıldığı demokratik merkeziyetçilik
ilkesini hayatın her alanında uygular.
5. Sendikal örgütlenmelerimiz önünde
engeller çıkartan iş yeri barajı, iş kolu barajı, yetki tespiti, noter şartı
gibi demokrasi dışı tüm maddelere karşı mücadele eder.
6. İşçilerle memurların aynı
sendikalarda buluşmasını engelleyen, demokrasi dışı yasaları reddeder, "tek iş
kolu, tek sendika" mücadelesi verir.
7. Emekçilerin ekonomik, sosyal ve
siyasal hakları için mücadele eder.
8. Yasalardaki tüm anti-demokratik
hükümlerin ortadan kaldırılması için mücadele eder. Esnek çalışmayı öngören
kanunları reddeder, değiştirmeye çalışır; çalışma saatlerinin düşürülmesini,
işçi sağlığı ve iş güvenliği düzeyinin yükseltilmesini, anadilde eğitim, yayın
ve kültürel gelişim hakkını savunur, emekçilerin birliğini sağlamak üzere bütün
ulusal, dilsel, dinsel, kültürel toplulukların hayatın her alanında eşitliğe
kavuşması için uğraşır.
9. İşçi sınıfı içinde imtiyazlar
yaratan durumları engellemeye, işçi aristokrasisi yaratmaya yol açan etmenleri
yok etmeye çalışır. Bu nedenle kayıt dışı çalışanın, parttaym çalışanın, evde
çalışanın, taşeron işçisinin, sözleşmeli işçinin, geçici işçinin, çırakların,
işsizlerin, yani tüm emekçilerin sorununu kendi sorunu olarak kabul eder.
10. Taşeron işçiliğini, sözleşmeli ve
geçici işçiliği insanın en temel haklarına saldırı sayar. Her emekçinin tam
zamanlı kadrolu, sigortalı ve sendikalı olması için her türlü mücadele içinde
olur.
11. Yerli ve yabancı işçi ayrımını
reddeder, kaçak çalıştırılan ve ağır biçimde sömürülen Romen, Bulgar, Azeri,
Ermeni, Rus, Moldav, İranlı, Filipinli, Afrikalı işçilerin haklarına sahip çıkar
ve TC vatandaşı işçilerle birlikte örgütlenmeleri için gayret eder.
12. Özelleştirmelere bütün yönleriyle
karşıdır. Barınma, ulaşım, sağlık ve eğitim gibi temel ihtiyaçların kamu eliyle
ve parasız verilmesi için mücadele eder. Medyanın, sanayi tekellerinin,
bankaların, diğer finans ve sigorta kuruluşlarının kamunun elinde olması için
faaliyet yürütür.
13. Aydınlar ve akademisyenlerle işçi
sınıfının buluşmasını engelleyen yasaların değişmesi için mücadele yürütür;
akademik personelin söz ve ifade özgürlüğünü engelleyen YÖK ve benzeri yasaların
iptal edilmesi için ortak etkinlikler içinde olur.
14. Ayrımsız tüm çalışanların
sendikalı, sigortalı, kayıtlı olmasını talep eder. Tüm çalışanlara sınırsız,
kısıtlamasız sendika, grev ve toplu sözleşme hakkı verilmesi için mücadele
eder.
15. Cinsiyet ayrımcılığının kesin
olarak karşısındadır. Kadını ezen töresel, geleneksel, yasal tüm hükümlerin
ortadan kalkması, kadınların sendikalarda, çeşitli kurullarda, özel ve kamusal
yaşamda erkeklerle eşitliğini sağlamak üzere pozitif ayrımcılık ilkesini
işletir.
16. Engellilerin maruz kaldığı
ayrımcılığa karşı mücadele eder. Çalışma yaşamına ve kamusal yaşamın her alanına
serbestçe katılmalarını sağlayacak önlemlerin uygulanması için uğraşır.
17. Sendikal görevlere seçilenlerin
bulundukları konumda yalnızca belirli bir süre için kalmaları gerektiğini kabul
eder. Makamların, seçilen kimseye ömür boyu verilmiş bir hak olduğu fikrini
kökünden reddeder. Sendikal örgütlenmelerde seçilmişlerin geri çağrılma
ilkesinin uygulanması için çalışır. Sendika üyelerinin AYNI KADEMEDE EN FAZLA 2
(İKİ) DÖNEM görev yapabileceği ilkesini titizlikle işletir. Yöneticilerin ücreti
ASGARİ ÜCRETİN 3 (ÜÇ) KATINI GEÇEMEZ.
18. Köylerde kooperatifleşmenin
sendikalar tarafından desteklenmesini; tarım işletmelerinin ürünleri için
gereken yakıt, gübre vs. için devlet katkısını, köylülerin aracılar tarafından
sömürülmesinin önlenmesini savunur.
19. Emperyalizmin saldırısına uğrayan,
tehditlerine maruz kalan ülkelerin halkları ve emekçileri ile dayanışma yürütür,
barış mücadelesi verir.
20. Uluslararası işçi sınıfı
hareketinin kopmaz bir parçasıdır. Enternasyonalist dayanışma çerçevesinde ortak
eğitim, ortak örgütlenme, ortak mücadele yol ve yöntemlerini geliştirmek
grubumuzun birincil görevidir.
21. Ülkemizde yeni ağır sanayii
yatırımlarını engelleyen, var olan ağır sanayi kuruluşlarımızın özelleştirmeler
yoluyla yerli-yabancı sermaye gruplarına peşkeş çekilmesi için baskı yapan,
tarımımızı yok eden, köylülüğü açlığa mahkum edip göçe zorlayan, işçi sınıfını,
emekçi halkımızı ve ülkemizi topyekün emperyalistlere esir kılmaya çalışan bütün
uluslararası mali sermayenin kurumlarını, kuruluşlarını ve tüm anlaşmalarını
haksız, gayri meşru ve geçersiz sayar.
22. BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ ortaya
koyduğu ilkelere her koşulda sahip çıkar. İşçi sınıfının yürüttüğü mücadeleye
asıl katkısının yukarıda sayılan ilkelere sahip çıkmaktan geçtiğini bilir. Bu
bilinçle, örgütlerin içinde ya da örgütsel organlarda etkinlik kazanmak uğruna
ilkelerinden ödün vermez.
Üretenin yönetmesi için, işsizliği yok etmek için, işten
atılmaya hayır demek için, sosyal güvencesiz çalışmaya hayır demek için,
özelleştirmeye, taşeronlaştırmaya hayır demek için, parasız eğitim için, parasız
sağlık mücadelesi için, üslerin kapatılması için, YÖK'ün lağvedilmesi için,
devrimci bir emek odağı yaratmak için, kendi kaderimizi kendi ellerimize almak
için haydi BİRLİK DAYANIŞMA HAREKETİ saflarına!
Bundan sonraki tarihimizi hep birlikte yazmak, yeni atılımları
yaratmak üzere yola koyuluyoruz!