SİP'in bugünkü yaklaşımlarını anlamak için isterseniz SİP'in geçmişinden başlayalım.
SİP'i oluşturan çevrenin geçmişi 12 Eylül 1980 öncesi TİP'e dayanıyor. 12 Mart 1971 darbecilerinin emriyle kapatılan 1960'ların TİP'inden ayırt etmek üzere ikinci TİP olarak da adlandırılan bu yapı içinde TKP'yle bırakın birliği, en küçük bir yakınlaşmayı bile içine sindiremeyen küçük bir çevreye uzanır SİP'in geçmişi. TKP'yi her konuda suçlamak, onu adeta "mutlak kötülük" saymak SİP'in atalarının tipik özelliğiydi. Örneğin o dönemde TİP'in dergisi Yürüyüş'te, Bilen yoldaş tıpkı Lenin'in sürgünden trenle Rusya'ya dönüp
devrimin başına geçmesi gibi trenle Sirkeci istasyonuna dönüp Türkiye devriminin başına geçebileceğini sanan hayalci bir ruh hastası olarak nitelenmişti. İGD'nin devrimci eylemciliği ise bu çevre tarafından "İGD'li goşistler" karalamasıyla
karşılanıyordu. Bu çevre, TKP'nin gücünü dosta düşmana kabul ettirmesinin ardından, TİP'in anti-TKP'ciliğin çıkmaz sokak
olduğunu anlayarak "tek parti, tek cephe" politikasını benimsemesi ve TKP'yle yakınlaşmaya karar vermesiyle TİP'ten ihraç edildi.
Sözünü ettiğiniz çevrenin sosyalist kamuoyunda bugün de tanınan isimleri kimlerdi?
Öncelikle Yalçın Küçük. Yalçın Küçük bu çevrenin siyasal temsilcisiydi. Bu çevre Yalçın Küçükçüler olarak biliniyordu. Ayrıca, Metin Çulhaoğlu.
Bu çevrenin TKP'ye yönelttiği siyasal eleştirinin odağında o dönem ne yatıyordu?
Tartışmanın özünde işçi sınıfının leninist bir devrim programı mı, yoksa menşevik bir reform programı mı izleyeceği
konusu vardı. Bilindiği gibi TKP işçi sınıfının devrimin öncü ve temel gücü olduğunu savunuyor, çalışmalarının ağırlığını
işçi sınıfını bilinçlendirmeye ve örgütlemeye veriyordu. İşçi-köylü ittifakını devrimin vazgeçilmez temeli sayıyor,
kır yoksullarını örgütlüyor, yoksul ve orta köylülüğü işçi sınıfının devrimci programı etrafında birleştirmek için her
gayreti gösteriyordu. Emekçi kadınları, ilerici yurtsever gençliği, devrimci aydınları, barışseverleri işçi sınıfının
öncülüğünde, omurgası işçi-köylü ittifakına dayanan tek bir cephe halinde emperyalizme, işbirlikçi tekelci kapitalizme ve
büyük toprak sahiplerinin oluşturduğu egemen sınıf ittifakına karşı birleştirmeye çalışıyordu. Burjuvazinin iç
çelişmelerinden yararlanmak amacıyla tekellerin yıkıma uğrattığı orta burjuva kesimlerini, "ulusal burjuvazinin sola açılan
kanadını" da devrim cephesine kazanmaya çalışıyordu. Kısacası, TKP o dönemde sosyalizme açılan ileri demokratik
devrim stratejisini uyguluyor ve bu stratejinin gerektirdiği devrimci bir eylem çizgisini izliyordu. TİP ve özellikle TİP'in
ideolojik çalışmalarından sorumlu Yalçın Küçük çevresi ise Türkiye'de artık demokratik devrimden söz edilemeyeceğini,
ileride devrim gündeme geldiğinde bunun sosyalist devrim olacağını, ama bugün için gündemde demokratikleşmenin bulunduğunu iddia
ediyordu. Kısacası, bu çevre, sosyalist devrimi pratik bir strateji olarak değil, bir süs olarak savunuyor; hem demokratik
devrimi, hem sosyalist devrimi el çabukluğuyla gündem dışı bırakıyor ve pratikte parlamenter mücadeleye ağırlık veren bir
demokratik reform programı izliyordu. Sosyalist devrim stratejisi dedikleri aslında Rusya'da legal marksistler adı verilen akımın
çizgisini pek andıran gerekçelerle menşevik reformist mantığın bileşkesiydi. Tartışmanın özünde işte bu ayrım vardı. Ama TKP'nin devrimci çizgisini karalamak, siyasal deneyimleri yetersiz çevreleri TKP'den uzak tutmak için "bunlar iktidarı milli burjuvaziye verecek", "bunlar CHP'ci" demagojisi bol bol kullanılıyordu.
Sözünü ettiğiniz çevre TİP'ten çıkarıldıktan sonra ne yaptı?
1979'un sonlarına doğru Sosyalist İktidar
adlı bir dergi çıkardı. Başta TKP olmak üzere devrimci çevrelerin yaklaşan faşist darbe tehlikesini
bertaraf etmek, devrimci bir açılım sağlamak için iç savaş ortamında mücadele ettiği sırada "Türkiye sosyalist
hareketi, burjuvazinin sosyalizme karşı ilan ettiği meydan savaşına, sosyalizm adına icabet edip birleşik gücünü ona
karşı sergileyecek durumda değildir" saptamasıyla sosyalist çevrelere "yenilgi kaçınılmazdır", "kaybettiniz"
mesajını verdi. Kendi ordusuna mücadelenin kıran kırana devam ettiği bir ortamda daha baştan "siz kaybetmeye mahkûmsunuz"
mesajını veren bir komutanın bu ferasetinin takdirini okurlarınıza bırakıyorum.
Ya 12 Eylül faşist darbesinden sonra?
TKP'nin ve çizgisi ne olursa olsun bütün devrimci örgütlerin faşist diktatörlüğün kanlı saldırısı ortamında içeride dışarıda "örgütlü mücadele" fikrini ayakta tutmak için her zorluğa katlandığı ortamda bu çevrede, kendi deyişleriyle, "örgütsüzlük yarı-bilinçli bir seçim haline gelmiştir." (Kemal Okuyan, "Sosyalizm mücadelesinin neresindeyiz?", Gelenek, sayı 66, Ağustos 2001, s. 15). Ne diyeceksiniz, herkesin seçimi kendine göredir!
12 Eylül diktatörlüğünün karanlığında bu çevrenin kendi içinde neler olup bittiğini bilmiyoruz. Bilinen, Yalçın Küçük'le daha sonraları SİP'i oluşturacak olanların yollarının ayrıldığıdır. Yalçın Küçük, Aydınlar Dilekçesi'nin örgütlenmesinde yer aldı, daha sonra Toplumsal Kurtuluş dergisini çıkardı. Ön-SİP'liler ise 1986'da Gelenek dergisini çıkardılar. Dünya komünist hareketinde Gorbaçov'un yeni-revizyonist tezlerinin su yüzüne çıkmaya başladığı, inkârcılığın kol gezdiği bir ortamda kendince bir leninizm
tarifi yapan, sosyalist geleneğe vurgu yapan bu derginin özellikle Gorbaçovcu büyük ihanetin dünyada va Türkiye'de nasıl bir yıkımı hedeflediği anlaşıldığında komünistler arasında belli bir sempati toplaması doğaldı. Örneğin yeni-likidatör Nabi Yağcı çevresinin TKP'yi yok etmeye yönelik girişimlerine karşı açıkça mücadele eden 10 Eylül Gelenekçileri dost bir çevre olarak değerlendirdi ve leninist birliğin bir öğesi olabileceğini
düşündü. Buna uygun olarak leninistlerin birliğini sağlamak üzere onlara harekete geçelim önerisini götürdüğünde ise bu çevreden, "bugün gereken elmalarla armutların birliğidir" cevabını aldı. Güya "leninist birlik" devrimcileri tecrit ederdi; onun için "devrimcilerle reformistlerin birliğini sağlayacak yasal bir parti" oluşturmak gerekiyordu; gün "devrimcilerle reformistlerin ayrı ayrı duracağı gün değildi, belli bir süre reformistlerle yürümek şarttı". Komünistlerin, "Gelenekçiler sözüne sadık insanlar değil" değerlendirmesine ulaştıklarını hatırlıyorum. Gelenekçiler daha sonra kendi partilerini, STP'yi oluşturdular; STP'nin
kapatılacağı anlaşıldığında SİP'i kurdular. Bu süreçte SİP'lilerle Metin Çulhaoğlu çevresinin yolları ayrıldı. Çulhaoğlu çevresi Sosyalist Politika'yı çıkardı ve ÖDP'ye katıldı.
SİP bugüne nasıl geldi?
SİP'in kendince bir leninizm tarifi vardı. Bu leninizm, dünya komünist
hareketinin bildiği ve savunduğu leninizmden uzak "özgün noktalar" taşıyordu. İddialarına göre, Marks, Engels ve Lenin'de reformizme ve oportunizme kaynak olan temel hatalar vardı. Kendileri bu hataları düzelterek leninizme "sol" bir yorum getiriyorlardı. Örneğin, onlara göre, "Marks ve Engels'te Avrupa-merkezci bir bakış fazlasıyla öne çıkar."
(Sosyalist Devrim Yazıları, Gelenek seçkisi, s. 8) Üstelik, "Marks ve Engels, burjuva
devrimlerinin tam olamayışı gerçeğinden proletarya için bir silah türetmek yerine, aynı gerçeğe proletaryanın sınıf bilincini engelleyen bir işlev tanıdılar." (A.g.y., s. 9) Aydın Giritli'nin deyişiyle, Engels iktidar perspektifini yitirmiş bir reformisttir: "Engels, açıkça söylenmeli, 1895'te iktidar perspektifinden uzaklaşmıştır. Geriye bir gün seçimlerle
iktidara gelmesi umulan açık ve kitlesel sosyal demokrat partinin legal eylemi kalıyor." (A.g.y., s. 48) Komünizmin başlangıç kitabı Komünist Manifesto ise, "iktidardan uzak -geri bir konjonktürün ürünüdür. Bu ortamın geri çekici etkileri ile örülmüştür." (A.g.y., s. 44) Marks ve Engels gibi Lenin de "aşamacı"dır; İki Taktik ve Sol Komünizm kitaplarında
sağcılığa ortam hazırlamıştır: "Türkiye'de ve hiçbir yerde geleneksel sol aşamacılığı tek kaynak olarak İki Taktik'ten öğrenmedi. İki Taktik, Sol Komünizm ile birlikte gerekçelendirme malzemesi oldu. Bu kitapların ilki, Rus proletaryasının ve onun kendisini henüz kanıtlamamış olan öncü partisinin iktidarı alamayacağı bir nesnellikte, ikincisi
Avrupa'da devrimci durumun sona erdiği bir zaman kesitinde, her ikisi de devrime uzaklığı ve farklı gerekçelerle yığınsallığı öne çıkartarak yazıldı. Öne çıkartılan öğelerin sağa çekici yönleri, gerekçelendirme malzemeleri olarak geleneksel sola devroldu." (A.g.y., s. 87) Cephe fikrine gelince, cepheler başlı başına bir yanılgıdan ibarettir. (A.g.y., s. 24-36). Cemal
Hekimoğlu'na göre, "Halk cephesi, komünistlerin işçi sınıfı adına devrimden vazgeçtiklerini egemen sınıfa ilan etme, bunun karşılığında özellikle dış politika alanında ondan bazı tavizler koparma politikasıdır." (Stalin'i Anlamak, Gelenek yayınları, s. 103) SİP'in cephe fikrine ve ittifaklara olumsuz yaklaşımı simgesel düzeyde de ifade edilmiştir. Komünist ve sosyalist partilerin geleneksel simgesi olan orak-çekiç, çark-çekiçle değiştirilmiştir. İşçi sınıfının en yakın müttefiki olan emekçi köylüleri simgeleyen orak bir tarafa atılmıştır. SİP'e
göre, komünist partilerin örgütsel işleyiş ilkesi olan demokratik merkeziyetçilik ilkesi de bir hatadan ibarettir; "çünkü demokratik merkeziyetçilik, burjuva partilerine bile uygulanabilecek ve leninizmin 1903-1917 döneminde ve hatta sonrasında ancak birer
istisna olarak gündeme gelen kimi araçların genel geçer örgüt içi kurumlar olarak gösterilmesine yol açmış, bu kurumların 'ihlali'nin istisna olabileceği yanılsamasını yaratmıştır." (Cemal Hekimoğlu, 'Ne Yapmalı'cılar Kitabı, Gelenek Yayınları, 2. baskı, s. 187)
Bütün bu alıntılardan da anlaşılabileceği gibi, SİP marksizm-leninizmin "sol revizyonu"nu ifade etmekteydi.
Aynı süreçte SİP'in TKP'ye ilişkin yaklaşımı konusunda neler diyeceksiniz?
Marks, Engels ve Lenin'e bu kadar tepeden bakan bir hareketin onların izleyicisi TKP'ye nasıl bakacağı tahmin edilebilir. Öyle de oldu
zaten. Cemal Hekimoğlu'na göre, TKP ne devrimcidir, ne de komünist! "Bu arada, yasal olmayan veya kitlesellikten nasibini alamamış
her oluşuma devrimci veya komünist sıfatını yakıştırmamızın, başka şeyler bir yana TKP deneyi nedeniyle olanaksız olduğunu
hatırlatmak isterim." (A.g.y., s. 187) Cemil Durmaz ve Fırat Özdemiroğlu'na göre, TKP "geleneksel solun, bu kavramı en
hak etmeyen partisidir" ve "bütün bir geleceği, sosyal demokrasi ve diğer 'ulusal'(!) güçlerce yapılacak bir işbirliğine
terk etmiştir." (Sosyalist Devrim Yazıları, s.36). Aydın Giritli'ye
göre, "geleneksel TKP çizgisi kemalizmle hasmane akraba"dır! ("Türkiye solu ve Kürt dinamiği", Gelenek,
sayı 62, Mayıs 2000, s. 21) Hazal Yalman'a göre, "ne 1970'lerin TKP'sini, ne TBKP'yi komünist parti olarak nitelendirmenin imkânı yoktur." (Gelenek, sayı 67, Eylül 2001, s. 108)
SİP yöneticilerinin Marks, Engels, Lenin ve TKP'ye yönelttiği bu ve benzeri sayısız hakaretleri görünce, Ülkü Tamer'in unutulmaz
dizelerini küçük bir değişiklikle tekrarlamaktan başka bir şey gelmiyor elimden: SİP yöneticileri "hem dersini bilmiyor/hem de küstah herkesten."
İsterseniz artık SİP'in bugününe gelelim.
SİP bugüne gelirken 1996 yılından başlayarak sağa doğru önemli bir viraj aldı. SİP'in ataları nasıl 1979'da "burjuvazi zaferi kazanmıştır, sosyalistler yenilmiştir" saptamasıyla teslimiyete savrulduysa, özellikle Susurluk olayından ve 28 Şubat
1997 müdahalesinden sonra SİP de, burjuvazinin restorasyon sürecinde başarı kazandığını, sosyalistlerin bu dönemeçten
de yenik çıktığını, devrimci yükseliş beklentisinin geride kaldığını savunarak teslimiyete savruldu. Sosyalist devrim
stratejisi söz düzeyinde yine savunuluyor, ancak artık TKP'nin ileri demokratik devrim yaklaşımı ve UDC politikası içi
boşaltılarak ve burjuva kuyrukçuluğu yönünde çarpıtılarak taklit edilmeye çalışılıyordu. Aydemir Güler, burjuvazinin
nasıl da başarılı olduğunu kanıtlamak için Son Kriz diye kitap yazdı. SİP
yöneticileri mesailerini, işçi sınıfını bilinçlendirmeye ve örgütlemeye ayıracaklarına, bu şartlarda niçin devrimci olunamayacağını açıklamaya ayırdılar. Artık "ulusallık", "yurtseverlik", "bağımsızlık" kavramlarının
arkasına ünlemler konulmuyor; burjuvazinin ve kemalizmin faziletleri keşfediliyordu. İşçi sınıfı ve emekçi kitleler
zaten bilinçlenemezlerdi; bu yöndeki gayretler boşunaydı. Üstelik Türkiye kapitalizmi zaten bağımsızlıkçıydı ve bu kapitalizmin
temel direğini oluşturan kurum yurtsever ve aydınlanmacıydı. Bu yeni çizgiye uyum sağlayamayanlar ise "toy devrimciler"di ve partiden atılması gereken safralardı. SİP'in yeni çizgisi özet olarak bundan ibarettir. Klasik MDD'ciliğe bile değil, Şevket
Süreyyaların ve Doğu Perinçeklerin çizgisine denk düşen, İlhan Selçuk-Toktamış Ateş çizgisinde bir kemalizmi sosyalizm şekerine bulayarak sosyalistlere yutturma çizgisi SİP içinde özellikle işçi ve emekçi kökenli üyeler arasında büyük tepki doğurdu.
SİP yeniden bölündü.
İşte
bu aşamada bir yandan KP girişimi yapıldı; bir yandan da TKP tarihine sahip çıkar görünerek
kapitalizm kuyrukçuluğu gözlerden gizlenmeye çalışıldı. SİP yöneticileri sol gösterip sağ
vurdular. Dürüst bir sosyalist parti olmak yerine komünizme açılma imajına bürünen, ama özünde tasfiyeci bir doğrultuyu seçtiler.
"Sol" revizyonizm açık açık sağ revizyonizme dönüştü.
Söylediklerinizi açar mısınız?
SİP
işçi sınıfını örgütlemenin, işçi sınıfının içinde bir parti olmanın gerektirdiği anti-kapitalist politikalardan vazgeçtiğini ilan ediyor, anti-kapitalizmin artık bir devrimci enerji kaynağı olamayacağını iddia ediyor ve sınıf politikaları yerine burjuva milliyetçiliğini geçiriyor. Sınıf politikalarını oluşturup sistemli bir çalışmayla bu politikaları kitlelere benimsetmek yerine "vatan hainliği" suçlamasına dayalı milliyetçi bir ajitasyon ve propagandayı
politika yapmak sanıyor. Aydın Giritli şöyle diyor: "Bana sorarsanız, 'vatan hainliği' ülkenin en popüler ve etkileyici suçlaması olmaya devam edecektir; ve bu suçlamayı yapmaya herkesten çok solun hakkı vardır." ("Sosyalist devrim ve yurtseverlik", Gelenek, sayı 64, s. 31) Salt vatan hainliği suçlamasıyla sosyalist politika yürütüldüğü nerede görülmüş! Sonuçta ne yaparsınız, Aydemir Güler gibi Lee pantolon giyerek MacDonalds'a
karşı gösteri düzenlersiniz. Emperyalizme karşı hınçla dolu ama, emperyalizm-kapitalizm ilişkisini henüz bilimsel anlamıyla kavramamış, anti-emperyalist ve anti-kapitalist mücadelenin
birbirinden ayrılamayacağı gerçeğini, sisteme karşı bütünsel mücadele zorunluluğunu içselleştirememiş biz devrimcilerin 1968- 71 arasındaki naifliğiyle Cola yerine Ankara gazozu içmesi kadar bir tutarlılık ve içtenlik bile gösteremezsiniz.
Peki SİP'in yeni çizgisi salt imaj kaygılarıyla bile olsa SİP yönetiminin TKP'ye olan düşmanlığını giderdi mi?
Hayır, tabii Nazım konusundaki demagojik kampanyayı saymazsanız! TKP merkez komitesi üyesi kimliğiyle ölen bir komünist önderi
partisinden kopararak kendisine malzeme yapmaya çalışmak dışında esasta herhangi bir fark yok. Ama bu kez, TKP'ye hep yönelttikleri kemalistlik, bağımsızlıkçılık, CHP'cilik, UDC'cilik, MDD'cilik suçlamalarını ters çeviriyorlar; artık ters taraftan hücuma
geçiyorlar. İster inanın, ister inanmayın, artık TKP'ye yönelttikleri suçlama yeterince bağımsızlıkçı ve anti-emperyalist, yeterince anti-feodal ve anti-gerici, yeterince aydınlanmacı, yeterince kalkınmacı olmamak! Geçmişten sözümona
gelenek üreten Aydemir Güler şöyle yazıyor: "Komünist hareket kemalist burjuvaziden daha kararlı bir gericilik karşıtlığı, onun gibi uzlaşmacı olmayan bir anti-emperyalizm, kapitalist kalkınma yoluna alternatif bir sosyalist kalkınmacılık geliştirmek ve siyasi hattını kemalizmden ayırdetmek yoluna gitmemiştir."(Gelenek, sayı 67, s.27) Bakın, Türkiye komünizminin tarihini böyle çarpıtarak yazmaya kalkıyorlar! Türkiye'nin kahraman
komünistlerini, TKP'yi hep var etmek için herşeye katlanan onur timsali devrimcileri bakın nasıl tanımlıyorlar: "Ölüme ve acılara koşan, baskı altındaki komünistler"; "aklı karışan komünistler"; "anlamını kaybeden komünistler"; "şiir yiyen komünistler"; "gizleyen, giz perdesi imal eden komünistler"; "üretimsizlik nedeniyle az konuşan komünistler"; "doğru bildikleri siyaset, hayatlarını adadıkları örgütlerini gereksiz hale getirmiş
komünistler". (A.g.y., s.21-44). Komünistlere bu kadar kini içinde nasıl biriktirdiğini hiç anlamadığım Aydemir Güler'i Türkiye proletaryasına havale ediyorum. Ama bir iftirasına mutlaka değinerek teessüflerimi bildirmek istiyorum. Hem sağdan, hem soldan vuran Aydemir Güler'e göre, "Hain Aydemir-Tör ile TKP'nin kemalizme bakış açıları büyük ölçüde
ortaktır."(A.g.y., s. 30). Hidayete ererek Şevket Süreyya Aydemir'in çizgisine gelmiş birinin ağzında bu iftira sadece gülünç kaçıyor. Siz hatıralarını sömürmeye kalktığınız "eski tüfeklerin" yanında söyleyin bunu da, alın hak ettiğiniz yanıtı. Bakın bu iftira sahipleri Kurtuluş savaşı dönemini değerlendirirken komünistleri nasıl aşağılayıp kemalizmi nasıl göklere çıkarıyorlar: "Sol alternatifler tarihsel güçsüzlükleri ve sosyalist iktidar perspektifine sahip olmayışlarıyla, bir geleceği temsil etmiyorlardı. ... Gelmek istediğim sonuç şu: Kemalist hareket Türkiye'yi bir 'sınıf mücadeleleri birimi' haline getirebilecek tek yolun da adıydı." (Aydın Giritli, Sol, sayı 109, s. 29). Dönek Şevket Süreyya'nın söylediği neydi peki?! "Tek yol kemalizm", değil mi? Siz ne söylüyorsunuz peki? "Komünistler bir geleceği temsil etmiyordu. Tek yol kemalizmdi"!!! Farkı ara ki bulasın! Bir de şunu ekliyorsunuz: "Türkiye'nin burjuva devriminin, halkçı uçlara karşı-devrimci neşterleri de yok." (Gelenek,
sayı 64, s. 23) Peki ya, Mustafa Suphiler'e, Yeşil Orduculara, Halk İştirakiyunculara yapılanlar, ölümler, işkenceler, hapisler, sürgünler neydi?! O çok beğendiğiniz "devrimci öncü"nün masum "korunma içgüdüsü" mü? (A.g.y., s. 24). Beyler,
siz kimsiniz? Kimden yanasınız?
SİP yöneticilerinin şu sıralarda yok etmeye çalıştıkları sosyalist devrim stratejisi konusunda neler diyeceksiniz?
TKP, ileri demokratik devrim stratejisini sunarken bu devrimin mutlaka sosyalizme açılan bir devrim olduğunu vurgulamıştı. Bu
konuda, en azından partinin devrimci kanadında ve Bilen yoldaşta herhangi bir belirsizlik yoktu. SİP'lilerin de kabul edeceği gibi,
tek bir iktidar süreci gözetildiğinde diğer tartışmalar skolastik olmaktan öteye gitmez. Ancak, Gorbaçov ve Nabi Yağcı
çizgisinin zararları ortaya çıktığında, likidasyon sürecine karşı çıkan komünistler, bu konuda da döneklerin elinde herhangi bir koz bırakmamak için "strateji" tartışmasını yeniden ele aldılar ve "sosyalist devrim" stratejisini benimsediklerini ilan ettiler. Konuya ilişkin anlayışımızı, Marks'a, Engels'e ve Lenin'e karşı bilgiçlik taslamadan daha 1989 yılında 10 Eylül'de ortaya koyan yazıyı lütfen Ürün'ün bu sayısında tarihsel bir belge olarak yayınlayın. SİP yönetiminin başlattığı inkârcılık ve teslimiyet furyasına karşı yararlı olacaktır.
Son olarak ekleyecekleriniz?
Sosyalist İktidar Partisi'nin yeni çizgisi aslında sosyalistleri iktidarsızlaştırma platformudur. Bu platform terkedilmelidir. Bu
platformun temelinde işçi sınıfına ve emekçi kitlelere inançsızlık yatmaktadır. Bir: Aydemir Güler, "İnsanımız bir eğilim olarak ezilene kendiliğinden el uzatmaya değil, ezene saygı duymaya yöneliktir" diyor. (Gelenek, sayı 67, s.23) İki: Aydın Giritli, işçi ve emekçi kitlelerinin, kapitalizmin gerçek yüzünü bilinçle kavraması olanaksızdır diyor.
(Gelenek, sayı 64, s. 19). Üç: Yine Aydın Giritli, "Demokrasi kategorisinin Türkiye siyasal tarihinde kitlelerin mücadelesiyle
bağlantısı pek az olmuştur" diyor. (A.g.y., s.27) Sonuç olarak da, işçi ve emekçi kitlelerin devrimin bilinçli ve örgütlü öznesi olmadığı bir "sosyalizm" stratejisi icat etmeye kalkıyor. Bu yol, çıkmaz sokaktır. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasındaki çelişmenin devrimci sonuçlar üretmesi olanağından umudunu kesen SİP, burjuvazinin kendi içinde varolan veya varolduğunu sandığı çelişmelerin kendi önünün açılması için yeterli olacağını vehmediyor. Gelişme umudunu buna bağlıyor; gelişme perspektifini işçi sınıfı ve emekçiler dışında arıyor.