Yeni dünya düzeni, yerküremizde daha çok yoksulluk, bölgesel
savaşlar, iç savaşlar açlık ve ekolojik dengenin iyileştirilemeyecek
derecede bozulmasıdemektir. Tek kutuplu bir dünyada emperyalizm ve onun
dünyanın her ülkesindeki ortakları, halkların geleceğini karartacaklar,
dünya halklarını çok kolay yutacaklardır. Sol bu öngörüye mutlaka değer
vermek zorundadır.
Küreselleşme politikası başta
ABD tekelleri, AB tekelleri ve başka devletlerin gerici sermaye
sahiplerinin dünya halklarına dayatmasıdır. Her sermaye sahibi bu
politikaya gücü oranınada katılmaktadır. Dünya sermaye imparatorluğuna
katılmak isteyen gerici güçler, kendi paylarını arttırma kavgasını
vermektedirler.
Bu yeni dönemin politikasında
dünya halklarının yerinin olmadığını anlamakgerekir. Yeni dünya düzeni
politikası, gelecekte dünyayı insansızlaştırma denemesidir. Dünyadaki
enerji kaynakları, doğal zenginlikler, su, temiz hava, toprak, madenler,
ormanlar hızla yok olmakta, ekolojik denge hızla bozulmaktadır. Açlık,
doğal felaketler, çevre kirliliği ve 1,2 milyon işsiz insan.
Globalleşme politikasında büyük para sahipleri yaşayacaklar. Çok
üretmek, çok satmak politikası terkedildi. Az veliks tüketim malları
parası olanlar için üretiliyor. Üretimin azalması, üretimde gelişmiş
robot teknolojisi kullanmak her yıl milyonlarca yeni işsiz demektir.
Rekabet yerine insan gereksinmeleri konulmadıkça
ne işsizlik çözümlenir ne de doğa temiz kalır. Bilimin gelişmesinin asıl
itici gücü insan gereksinmeleridir. Bunları görmeyen ve anlamayan solun
yeni dünya düzeninde politika yapma şansı yoktur.
YDD politikasının anlamı, halklar adına doğru tespit edilmelidir.
Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne girmesi, Türk sermayesinin ve
gericilerinin dünya gericiliğiyle birleşmesidir. Halklara karşı
birleşmesidir. Türk halkına, alman halkına, Fransa, ABD, Afrika... bütün
dünya halklarına karşı en gerici bir ittifaktır. " Türkiye'nin gerici
çevreleri nasılsa bu ittifakın içine gireceklerdir" mantığıyla bunu
hızlandırmak gibi bir çabanın içine girmek ilerici insanların görevi
olmamalıdır. Bu birliktelikten halka en ufak bir özgürlük gelmez.
Kimileir Türk sermayesi AB ile bütünleşirse demokrasi
gelir, bundan emekçiler de Kürtler de yararlanır, onun için küreselleşme
hiç de kötü bir gelişme değildir, diyorlar. Yeni dünya düzeninin
sahipleri böyle düşünen politikacılara hem gülüyor hem acıyorlar. Ve
içlerinden şöyle diyorlar: "siz emekçiler ve ezilen halklar, Marks'tan
koptukça biz sizin sonunuzu daha çabuk getireceğiz., sonsuzluk
yolculuğuna çıkarken dualarınızı yapınız. 'AB demokrasi getirecek'
düşünü kuranlar, ölüm dualarını yapmaya hazırlansınlar."
Kimse ABD' den ve AB devletlerinden demokrasi ve insan hakları
beklemesin, YDD'nin dünyayı insansızlaştırma projesi Türk egemenlerini
aşan bir projedir. Onlar, 25 milyar dolarlık sermayeye sahip (dünya
ölçeğinde karşılaştırıldığında) küçük Birkaç grup olarak bu projenin
içinde yer almaya çalışıyorlar. Küreselleşmede emekçilerimizin yeri
olmayacaktır. Tüm dünya ezilenleri gibi onların önünde duran seçenekler
açıktır. İnsanlar ya bu gidişata dur diyecek ya da kendi kaderlerine
rıza göstereceklerdir. YDD'ye karşı mücadele, milyarı aşkın insanın ölüm
kalım mücadelesidir.
Karşımızdaki güçler ortak
hareket ediyorlar. Askeri olarak NATO'da birleşmişler, ortak tatbikat
yapıyorlar. Subaylar NATO ve Pentagon karargahlarında eğitiliyorlar.
Dünyadaki kontrgerilla örgütlerinin tümünün Chicago Askeri Akedemisi'nde
eğitildiği biliniyor. Gizli sevisler, polis teşkilatları ortak
çalışıyor. İnterpol budur.
Sermaye ortak şirketler
kuruyor. Birbirlerinin hisselerine ortak oluyorlar. Kısa bir süre önce
Danimarka, Norveç ve Finlandiya' daki dört büyük banka birleşti, onbeş
milyar dolarlık tek bir bankaya dönüştüler. Dünya Bankası ve İMF, her
devletin politikasına açıktan karışıyor ve yön veriyor. Geçen yıl
çıkarılan tahkim yasası, Uluslar arası finans kuruluşlarının baskısıyla
gerçekleşti. Borsalar ortaklık kuruyor. Avrupa Birliği sermayeler ve
devletler arası dev bir örgütlenmedir.
Demek ki,
burjuvazi her alanda işbirliği içinde ve ortak hareket ediyor. Buna
karşı kendilerini dünyanın ilericileri, sosyalistleri ve komistleri
olarak adlandıranlar kendi ulusal sınırları içinde adeta hapsoldular.
Burjuvazinin körüklediği o "kökü dışarda" saldırısını göğüsleyemediler.
Kimileri "hayır, asıl millici biziz" demeyi marifet saydılar. Nerede
kaldı o ünlü şair: "dünyanın bütün emekçileri birleşiniz,
zincirlerinizden başka kaybedecek hiçbir şeyiniz yok, ama kazanacağınız
kocaman bir dünya var." sermayenin ortaklığına karşı emekçilerin,
ilericilerin, çevrecilerinin, kadın hareketlerinin... birliğini
yükseltmenin tam zamanıdır. Enternasyonalizmin mutlak yeniden
canlandırılması gerekiyor. Tek başına kurtuluş yok. Enternasyonalist
olmak kendi ülkesindeki değerleri inkar ve ihmal etmek anlamına gelmez.
Tam tersine her ilerici, devrimci, kominist ülkesinin tarihini,
kültürünü, ilerici değerlerini başka halklara tanıtır. Kültür
alışverişine girer. Enternasyonalizm, her halkın ilerici değerlerini
paylaşmak, onları dünya halklarına yaymak demektir. Böyle bir paylaşma,
halklar arasında dayanışma ve işbirliğini geliştirir. Dünya barışına ve
dostluğuna yardım eder.
Türkiye devrimcileri en
azından Sabancılar, Koçlar, İhlaslar kadar entenasyonalist olma hakkına
sahiptir. Bu anlamıyla emekçi insanların ABD, AB, Japonya, Avustralya,
Rusya, Çin, Arjantin, Brezilya... her ülkede dostları var.
12 Eylül askeri darbesinden bu yana milyonlarca muhalif
işkenceden geçirildi. On beş binin üstünde politik tutukluların hiçbir
can güvenliği yoktu. Hapishanelerde katliamlar yaşandı. Katliamlarda ve
ölüm oruçlarında yüzün üstünde politik tutuklu yaşamını yitirdi. Solun
kaldığı koğuşlarda ölüm ve işkenceler yaşanırken, mafya koğuşlarında her
türlü kontrol sağlanmış durumda. Bu konuda en ufak bir kusur edilmiyor.
İşçilerin, memurların, demokratik kitle örgütlerine üye insanların
yapmak istediği demokratik eylemler en acımasız şekilde bastırılıyor.
Göstericiler meydan dayağından geçirilerek dağıtılıyor. Bir çoğu göz
altına alınıyor. Televizyonlarda bu görüntüleri sık sık izliyoruz. Ama
yine aynı ülkede bir başka uygulamayla ırkçı gerici gösteriler
sempatiyle karşılanıyor ve güvenlik görevlileri tarafından destek
buluyor.
Bu fiziksel saldırıların yanısıra, solu
sınırlayan, sol düşüncelerin yığınlara engelleyen, emekçilerin bilincini
bulandıran gerçekleri çarptıran, kitlelere yönelik yoğun bir ideolojik
ve psikolojik savaş vererek kitleleri soldan uzaklaştıran medya var.
ideolojik ve psikolojik etkileme, insanların yatak odalarına kadar
girmiş durumda. Buna karşı eski araç ve yöntemlerle mücadele yetmez.
Yeni araçların da bulunması gerekir. Medya, yeni dünya düzenindeki
hizmetlerinin karşılığını da buluyor. İşte özelleştirmede ülkenin
kaynakları büyük medya patronlarına veriliyor. Son Petrol Ofisi
satışında Doğan Grubu bir günde 750 milyon dolar para kazandı. iki
milyar dolarlık işletme, 1,2 milyar dolara satıldı. Medya patronları
turizm, konut, ulaşım, petrokimya, gıda, mobilya, borsa, dış ticaret,
sağlık, eğitim alanlarında da çok etkililer. Kara parayla içiçedir.
Medya eliyle gerçekleştirilen sosyal çürüme, devletin diğer kurumlarının
yaptığı tahribattan belki de daha büyük ve kalıcı oluyor. İnsancıl,
dayanışmacı, yardımsever toplum değerleri yıpratıldı. Bunun yerine
bencil, rüşvetçi, şantajcı, köşe dönmeci bir anlayış geldi. Gemisini
kurtaran kaptan oldu. Namus ve ahlak anlayışı değişti. Vurdumduymazlık
ve cehalet yayıldı.
Bunun bedelini yine emekçi
insanlar, yine yoksul halk ödüyor. Ülkemizde oniki milyon işsiz
var. çalışan insanların yüzde 75'i sendikasız ve yüzde 50'si
sigortasız. İnsanlar aldığı ücretle geçinemiyor. Eğitim çok yetersiz.
Yetmiş beş kişilik sınıflar var. Sağlık, konut, ulaşım, her gün ortalama
otuz kişinin öldüğü trafik büyük sorun. 3500 köy boşaltılmış.
Nüfusumuzun yüzde 25' inin kimliği yok sayılıyor. Kürt yoktur deniliyor.
Ülkemizde demokrasi yok. 25 milyar dolara hükmeden zenginler çıkardık.
Bunun temelinde yüzbinlerin kanı, milyonların yoksulluğu vardır. Böyle
bir ortamda devrimci ve kararlı bir politik güç, programını hazırlar,
nasıl bir düzenden yana olduğunu halka ilan eder. Yeni düzeni
kuracaklardan yardım talep eder, bugünkü düzenin sahiplerinden değil.
YDD koşullarında alternatif bir devrimci politika
geliştirip bu politikayı gerçekleştirmek 1980 öncesine göre on kat daha
zordur. Komünistler reel duruma bakarak politika yapar. Bunu söylemekle
reel durumun önünde eğilmeyi önermiyorum. Tam aksine, bugünkü yeni dünya
düzenine devrimci bir çıkışla karşılık vermeyi öneriyorum.
Komünist metodolojiyi milyonları etkileyecek şekilde yaratıcı
tarzda geliştirmek acil bir sorun olaak önümüzde duruyor. Bilimsel
sosyalizm, adı üstünde bilimsel bir teoridir. Bu yüzden gelişime her
zaman açıktır. Ama hala mirasyedi uyuşuk insanlar gibi davranıyoruz.
Bunca altüst oluştan bile yeterince deneyim çıkardığımızı söylemek zor.
Teorimizi kutsal kitap düzeyinden çıkarmadıkça, milyonları etkilemek
olanaksızdır. Yaşanmış olayları yok sayamazsınız. Gerçekten alternatif
olmak isteyenler tüm olanların yanıtını vermekle yükümlüdürler.
Alışılagelmiş olanla yetinmek belki psikolojik rahatlık sağlar, ama
bunun toplumsal açıdan pek önemi yoktur. Başarısızlığa uğramış bir
uygulamayı her yönüyle irdelemeli, büyük çaplı bir teorik çalışma
yapmalıyız.
Bugünkü vahşi yeni dünya düzenine karşı
alternatif bir devrimci politika geliştirmek niyetinde olanlar, felaketi
nasıl önleyebiliriz sorusunu sorup düşünmelidirler. Felaketi önleme
niyetine sahip olanlar, nereden başlamalıyız, hatalarımız, eksiklerimiz
neydi, bugün neredeyiz, olanaklarımız nedir gibi soruları da
yanıtlamalıdırlar.