V. İ. Lenin
Devrimimizi en dikkatli ve etraflı bir biçimde incelemek, yığınlara onun
savaşım biçimlerini, örgüt biçimlerini vb. tanıtmak, halk
arasında devrimci gelenekleri güçlendirmek, biraz önemli ve
sürekli olan iyileştirmelerin yalnızca ve tamamen devrimci savaşım aracılığıyla başarabileceğine yığınları inandırmak ve
toplumsal ortamı "anayasal" kölelik, ihanet ve molşalinizm mikrobu ile kirleten o kendini beğenmiş liberallerin kesin
alçaklığını sistemli olarak sergilemek, kuşkusuz Rus sosyal demokratlarının görevidir. Özgürlük savaşımının
tarihinde, Ekim grevinin ya da Aralık ayaklanmasının bir tek günü,
Dumada,
kralın suçsuzluğu ve anayasal monarşi konusunda aylar boyu atılan
dalkavukça kadet nutuklardan yüz kez daha önemliydi. Halkın, o
heyecanlı, olaylı ve çok önemli günleri, Stolipin'in ve onun
eli altındaki jandarma sansür memurlarının sevimli rızası ile,
liberal parti ve parti dışı "demokratik" (Öf! Öf!)
basınımız tarafından dünyaya böylesine bir yurtseverlikle
açıklanan "anayasal" boğulma ve Balalaykin Molşalinrefahı
aylarından çok daha etraflı ve daha ayrıntılı bir biçimde
bilmesini sağlamalıyız çünkü bunu biz yapmazsak, başka
kimse yapmayacaktır.
Hiç kuşku yok ki, çoğu durumlarda, boykota olan sempati, tamı tamına, devrimcilerin, devrimci geçmişin en güzel döneminin geleneğini
beslemek, bugünkü kasvetli günlük çalışmanın neşesiz bataklığını, cesur, açık ve kararlı bir savaşım kıvılcımıyla
aydınlatmak için harcadıkları o övülmeye değer çabalarla
yaratılmıştır. Ama, tam da, devrimci geleneklere gösterilen bu
ilgiye değer verdiğimiz içindir ki, belli bir tarihsel dönemin
sloganlarından biri kullanılarak o dönemin esas koşullarının
yeniden yaratılabileceği görüşüne, şiddetle karşı
çıkmalıyız. Devrimin geleneklerini korumak, onları, sürekli
propaganda ve ajitasyon için ve eski rejime karşı doğrudan ve saldırgan bir savaşımın koşullarını yığınlara tanıtmak
için kullanmayı bilmekle, bir sloganı, onu doğuran ve onun başarısını sağlayan koşulların toplamından ayırarak
yinelemek ve esas olarak farklı koşullara uygulamak tamamen farklı şeylerdir.
Devrimci geleneklere çok değer veren ve onlara karşı dönekçe ya da dar kafalı bir tutum takınılmasını acımasızca yeren Marks'ın
kendisi de, aynı zamanda, devrimcilerin düşünebilmelerini, eski savaşım yöntemlerinin kullanılamayacağı koşulları
tahlil edebilmelerini ve yalnızca bazı sloganları yinelememelerini istemişti. Fransa'daki 1792'nin
"ulusal" gelenekleri belki de her zaman, bazı devrimci savaşım yöntemlerinin bir modeli
olarak kalacaktır; ama bu, Marks'ın 1870'te, ünlü Enternasyonal Söylevinde Fransız proletaryasını, bu gelenekleri
farklı bir dönemin koşullarına uygulama yanılgısına karşı uyarmasına engel olmamıştır.
Bu, Rusya için de geçerlidir. Boykotun uygulanma koşullarını
incelemeliyiz; boykotun, tamamen meşru ve devrimin yükseldiği anlarda bazen temel yöntem olduğunu (boş yere Marks'ın adını
anan bilgiç taslakları ne derlerse desinler) yığınların kafalarına yerleştirmeliyiz. Ama devrimin gerçekte yükselmekte
olup olmadığı ve bu, bir boykotun ilanı için temel koşuldur bağımsız olarak ortaya konulması ve gerçeklerin ciddi bir
tahliline dayanılarak kararlaştırılması gereken bir sorudur. Gücümüz dahilinde olduğu ölçüde böyle bir yükselişin yolunu
hazırlamak ve uygun anda boykotu reddetmemek bizim görevimizdir; ama boykot sloganına, her kötü ya da çok kötü temsilî kuruluşa
uygulanabilir gözü ile bakmak kesin bir yanılgı olacaktır.
"Özgürlük günleri"nde boykotu savunmak ve desteklemek için kullanılan
uslamlamayı ele alın, hemen göreceksiniz ki, bu tartışmaları bugünkü koşullara uygulamak tamamen olanaksızdır.
1905'te ve 1906 başlarında, boykotu savunurken, seçimlere katılmanın
öfkeyi azaltmaya, mevzileri düşmana teslim etmeye, devrimci halkı yanlış yola sevk etmeye, çarlığın karşı devrimci
burjuvazi ile bir anlaşmaya varmasını kolaylaştırmaya vb. yarayacağını söylemiştik. Bu iddiaların altında yatan temel
öncül, her zaman belirtilmeyen, ama o günlerde kendiliğinden ortada olduğu hep varsayılan öncül ne idi? Bu öncül herhangi bir
"anayasal" kanaldan başka, doğrudan çıkışlar arayan ve bulan, yığınların zengin devrimci enerjisi idi. Bu öncül, devrimin gericiliğe karşı sürekli
saldırısıydı; düşmanın bu genel saldırıyı zayıflatmak üzere kasten teslim ettiği bir mevkiyi işgal edip savunmak bir cinayet olurdu. Bu
iddiaları, bu temel öncülün koşullarından ayrı olarak yinelemeye çalışın, tüm
"müzik" düzeninizin bozulduğunu, temel sesinizin yanlış olduğunu hemen hissedeceksiniz.
İkinci ve Üçüncü Dumalar arasında bir ayrım çizgisi çekerek boykotu
haklı çıkarmaya kalkışmak da aynı ölçüde ümitsiz olacaktır. (İkinci Dumada, halkı tamamen kara yüzlerin eline teslim
eden) Kadetler ile Ekimciler arasındaki farka, ciddi ve temel bir fark gözü ile bakmak, 3 Haziran darbesinin yırtıp attığı ünlü
"anayasa"ya herhangi bir gerçek önem atfetmek, genel olarak, devrimci sosyal demokrasi ruhundan çok, kaba demokrasi ruhuna
uyan bir şeydir. Biz her zaman, Birinci ve İkinci Dumaların "anayasa"sının yalnızca bir göz boyama olduğunu, Kadetlerin
laflarının yalnızca Ekimci niteliklerini örtmeye yarayan bir perde olduğunu ve Dumanın, proletarya ve köylülüğün
istemlerinin karşılanması için tümüyle uygunsuz bir araç olduğunu söyledik, savunduk ve yineledik. Bizim için 3 Haziran
1907, Aralık 1905 yenilgisinin doğal ve kaçınılmaz bir sonucudur. Hiç bir zaman "Duma" anayasasının çekicilikleriyle
"büyülenmedik", onun için Rodiçev'in süslü laflarıyla bezenmiş ve gizlenmiş gericiliğinden, çıplak, açık ve kaba
gericiliğe geçiş, bizi çok büyük hayal kırıklığına uğratamaz. Hatta bu ikincisi, yüksekten atan liberal ahmakların ya
da onların ayartmış olduğu halk kesimlerinin aklını başına getirmekte daha etkin bir araç olabilir...
Menşevik Stockholm kararını, Devlet Duması üzerine Bolşevik Londra kararı
ile karşılaştırın. Birincisinin, süslü, bir sürü lafa boğulmuş ve Dumanın önemine ilişkin ayakları havada tümcelerle
dolu olduğunu ve Dumada çalışmanın verdiği bir büyüklük
havasıyla şişirildiğini göreceksiniz. İkincisi, yalın, özlü, ölçülü ve alçakgönüllüdür. Birinci karar,
sosyal demokrasinin anayasalcılıkla birleşmesi üzerine dar
kafalı bir zafer şenliği havasıyla doludur ("halkın ortasından
doğan yeni güç" ve aynı resmî yalancılık havasında vb.
vb.). İkinci karar yaklaşık olarak şöyle açıklanabilir: bu
lanetli karşı devrim, bizi, bu lanetli domuz ağılına
sürüklediğine göre, biz burada da sızlanmadan, ama aynı zamanda
böbürlenmeden devrimin yararına çalışacağız.
Hâlâ
doğrudan devrimci mücadele döneminde olduğumuz bir zamanda,
boykota karşı Dumayı savunarak, menşevikler, deyim yerindeyse
Dumanın devrim için bir silah niteliğinde bir şey olacağına
dair halka söz verdiler. Ve bu sözü tutmakta tam bir başarısızlık
gösterdiler. Ama biz bolşevikler, herhangi bir söz verdiysek, bu,
yalnızca Dumanın karşı devrimin bir ürünü olduğu ve
ondan hiç bir gerçek iyilik beklenemeyeceği yolundaki güvencemiz
olmuştu. Şimdiye kadar görüşümüz kusursuz bir biçimde
doğrulanmıştır ve güvenle söylenebilir ki, gelecekteki
olaylarla da doğrulanacaktır. Eylül Aralık stratejisi
"düzeltilmedikçe" ve yeni verilere dayanılarak yinelenmedikçe,
Rusya'da asla özgürlük olmayacaktır.
Bu
yüzden, bana, Üçüncü Dumanın, İkinci Dumanın kullanıldığı
gibi kullanılamayacağı, yığınlara, ona katılmanın zorunlu
olduğunun anlatılamayacağı söylendiğinde, şu yanıtı
vereceğim: eğer "kullanmak"la, onun devrimin bir silahı olduğu
vb. hakkında bir menşevik şişinme kastediliyorsa, kuşkusuz bu
olamaz. Ama, ilk iki Dumanın bile aslında yalnızca Ekimci Dumanın
adımları olduğu ortaya çıkmıştır, oysa biz gene de bunları,
uğruna en kötü temsilî kuruluşları bile kullanmaya her zaman
çalışacağımız basit ve alçakgönüllü amaç için (propaganda
ve ajitasyon, eleştiri ve yığınlara olan biteni anlatma)
kullandık.
Dumada bir konuşma hiç bir "devrim"e yol açmayacaktır ve
Dumayla
ilgili propaganda, herhangi bir özel
üstünlüğü ile ayırdedilemez; ama sosyal demokrasinin
birinden ve ötekinden elde edeceği yarar, yazılı bir konuşmadan,
ya da başka bir toplulukta yapılan konuşmadan daha az değildir ve
hatta bazen daha büyüktür.
Ve
biz, yığınlara, Ekimci Dumaya katılmamızı bu kadar basit bir
biçimde açıklamalıyız. Aralık 1905 yenilgisi ve bu yenilgiyi
"onarmak" için girişilen 1906 1907 çabalarının
başarısızlığı yüzünden, kaçınılmaz olarak, gericilik, bizi
giderek daha beter sözde anayasal kuruluşlara sürükledi ve
sürekli olarak sürüklemeye
devam edecektir. Her zaman ve her
yerde inançlarımızı koruyacak ve görüşlerimizi savunacağız,
eski rejim kaldıkça, tümüyle sökülüp atılmadıkça, hiçbir
iyi şey beklenemeyeceği konusunda her zaman direneceğiz. Yeni bir
kabarışın koşullarını hazırlayacağız ve bu gerçekleşinceye
kadar ve gerçekleşebilsin diye, daha da sıkı çalışacağız ve
yalnızca devrim yükselmişken bir anlam taşıyan sloganlar
atmayacağız.
Boykota,
proletaryayı ve devrimci burjuva demokrasisinin bir kısmını,
liberalizmin ve gericiliğin karşısına çıkaran bir taktik
çizgisi olarak bakmak da bir o kadar
yanlış olacaktır. Boykot bir taktik çizgisi değil, özel
koşullar altında uygun düşen özel bir savaşım aracıdır.
Bolşevizmi "boykotçuluk"la karıştırma, onu "boyevcilik"le
karıştırmak kadar kötüdür. Bolşevik ve menşevik taktik
çizgilerinin arasındaki fark artık
çok açıktır ve 1905 ilkyazında, Londra'daki Üçüncü
Bolşevik Kongrede ve Cenevre'deki Menşevik Konferansta benimsenen
temelden farklı kararlarla biçimlenmiştir. O zamanlar ne boykot,
ne de "bolşevizm" sözü vardı, olamazdı da. Herkesin bildiği
gibi, bizim taktik
çizgimiz, gerek boykotçu
olmadığımız İkinci Duma seçimlerinde, gerek bizzat İkinci
Dumanın içinde menşevik çizgiden esastan ayrılıyordu. Taktik
çizgileri, bu çizgilerden herhangi birine özgü olan herhangi
bir özel savaşım yöntemi yaratılmaksızın araçları ve
yöntemleri ne olursa olsun, her savaşım alanında, birbirinden
uzaklaşır. Eğer Üçüncü Dumanın boykotu, Birinci
ya da İkinci
Dumalara ilişkin devrimci
umutların yıkılmasıyla, "yasal", "güçlü",
"istikrarlı" ve "gerçek" bir anayasanın yıkılmasıyla
haklı gösteriliyorsa ya da bu boykota böyle durumlar neden
oluyorsa, bu en kötü türden menşevizm olacaktır.
***
Özetleyelim.
Boykot sloganı özel bir tarihsel dönemin ürünüydü. 1905'te
ve 1906 başlarında, nesnel durum, çekişen toplumsal güçleri
doğrudan devrim yolu ile monarşist bir anayasaya dönüş yolu
arasında acil bir seçimle karşı karşıya getirdi. Boykot için
bir kampanyanın amacı, esas olarak anayasacı hayallerle
savaşmaktı. Boykotun başarısı, devrimin kapsamlı, evrensel,
hızlı ve güçlü bir yükselişine bağlıydı.
Bütün
bu bakımlardan, şimdiki durum, 1907 sonbaharına doğru, böyle bir
sloganı gerektirmez ve haklı göstermez.
Seçimler
için hazırlanmak yolunda günlük çalışmamızı sürdürürken
ve ne kadar gerici olursa olsun temsilî kuruluşlara katılmayı
önceden reddetmezken bütün propagandamızı ve ajitasyonumuzu
halka, Aralık yenilgisi ile bunun ardından gelen, özgürlüklerdeki
azalmanın ve anayasaya tecavüzün tümü arasındaki ilişkiyi
açıklamaya yöneltmeliyiz. Doğrudan bir yığın savaşımı
olmadıkça, bu tecavüzün kaçınılmaz olarak devam edeceği ve
daha da kötüleşeceği kesin inancını halkın zihnine
yerleştirmeliyiz.
Böyle bir slogana gereksinmenin ciddi olarak doğabileceği, yükselen devrim dönemlerinde, boykot sloganının kullanılmasını
reddetmeden, şu anda, doğrudan ve yakın etkimizle, işçi sınıfı hareketinin şu ya da bu yükselişini, bir bütün olarak gericiliğe
karşı, onun temellerine karşı, kapsamlı, evrensel, devrimci ve saldırgan bir harekete dönüştürmek için her çabayı harcamalıyız.
26
Haziran 1907
Collected
Works, Progress Publishers, Moscow,
1972
c. 13, s. 39 49'dan çevrilmiştir.