Süleyman Üstün bir sendika eğitimcisi. 80 yaşında idi; 2007 yılında kendisini hâlâ verimli olduğu bir dönemde kaybettik. Ondan dinlediğim bir öyküyü
paylaşmak istiyorum.
1980 öncesinde DİSK'in "devrimci"
bir sendikal örgüt olduğu, toplumda ezilenlerin umudu olduğu
dönemde kendisi de DİSK'te, Maden İş'te ve diğer kardeş
sendikalarda eğitimcilik yapıyor. DİSK bir çekim merkezine
dönüştüğü için, bağımsız sendikaların yanı sıra, kimi
Türk İş sendikaları da DİSK'e girmek istiyorlardı. Bu
sendikalardan biri de, DİSK'in örgütlü olmadığı bir
işkolundan, belediye işkolundan gelecek olan Genel İş
sendikasıydı. Genel İş'in DİSK'e başvurusu 11 Haziran
1976'da kabul edildi. Genel İş üyeleri belediye işkolunda
çalışan işçileri örgütlediği, bu işkolunun özelliğinden
dolayı en görünen kesimleri temizlik işleri olduğu için, daha
mücadeleci ve sert bir karaktere sahip metal işkolunda çalışan
kimi işçiler tarafından yanlış bir değerlendirme ile "çöpçüler
sendikası" olarak nitelenirdi. Sendikada da bu konuda aşırı bir
duyarlılık olduğundan, eskiden "çöpçü" olarak tanımlanan
birimler, sonradan "temizlik hizmetlisi" olarak adlandırılmaya
başlanmıştı. Örtük biçimde de olsa küçümseme içerdiğini
düşündükleri çöpçü sıfatının unutulması için büyük
hassasiyet gösteriliyordu.
Sendikanın DİSK'e girmesinden sonra geleneksel olarak DİSK'in ne olup ne olmadığının anlatılacağı
bir toplantı yapılıyor. Bu toplantıda hem yeni üyelere hoşgeldiniz denmesi, hem de DİSK'in kısaca ilkelerinin
aktarılması planlanıyor. Konuşmacılardan biri de Süleyman Hoca.
Süleyman Hoca kürsüye çıkıyor, şöyle bir bütün salonu gözleriyle tarıyor ve gür bir sesle,
"ÇÖPÇÜLER! Hepiniz hoşgeldiniz" diyor. Tabii ki bütün salonda buz gibi bir hava esiyor. Sesler kesiliyor. Salondaki
kayıtsızlar bile gözleri faltaşı gibi açılmış vaziyette kürsüye bakmaya başlıyor. Sanki bir anda herkes kürsüye hücum
edip toplantıyı darmadağın edecek gibi, çıt çıkarsan duyulacak bir sessizlik yaşanıyor. Süleyman Hoca, tane tane
konuşmaya başlıyor sonra:
"Sizlere çöpçü dediler, sizleri küçümsediler. Ne iş yapar ki bunlar dediler. Çöpçü ne işe
yarar ki dediler. Cahildir, okumamıştır, elinden başka bir iş gelmediği için, almış bir süpürge bu işi yapıyordur, dediler.
Siz, daha bir iki yıl önce büyük bir grev yaptınız; hatırlıyor musunuz? Siz dediniz ki aldığımız para yetmiyor, çocuklarımıza
et, süt alamıyoruz. Çocuklarımıza kitap alamıyoruz. Kiramızı ödeyemiyoruz. Geçinemiyoruz dediniz. Onlar size, bu aldığınız
neye yetmiyor ki, hepiniz alt tarafı çöpçüsünüz, bu bile çok size, dediler.
Siz de, gönüllü değiliz ama, madem öyle, mecbur kalırsak, bizi mecbur ederseniz, vallahi billahi biz
de grev yaparız dediniz. Yaparsanız yapın, alt tarafı çöpçüsünüz, çöpçünün grevinden ne olurmuş ki dediler.
Sonra siz hakikaten de grev ilan ettiniz. Siz grev yapınca, çöpleri ortada bırakınca, her taraf
çöp yığınlarıyla dolunca, bir anda tüm kent sineklere, farelere, iğrenç kokulara büründü. Kapıların eşiğinden
geçilmez oldu. Ortalık salgınlarla doldu. Sokağa çıkan çocuklar oyun oynayamaz, büyükler paçaları pisliğe bulaşmadan işe
gidemez oldu.
Dün size çöpçü deyip küçümseyenler, nerede bu TEMİZLİK işçileri,
nerede o güzelim insanlar demeye başladılar. Yalvar yakar sizleri
çağırdılar.
İnsanların, küçücük çocukların hastalıktan kırılmaya başladığını gören
belediye, sizlerle anlaştı ve siz derhâl
ortalığı süpürgelerinizle, kovalarınızla, hortumlarınızla tertemiz hâle
büründürdünüz.
Sonra herkes sizlere, işte bunlar temizlik işçileri, bunlar halk doktorları demeye başladı.
Sayenizde kentlerimiz pırıl pırıl.
Hoşgeldiniz ey Genel İş üyesi temizlik işçileri. Hoşgeldiniz ey HALK DOKTORLARI."
Bunun üzerine salondaki tüm işçiler ayağa kalkıp coşkuyla alkışlamaya, sloganlarla DİSK'i
desteklemeye başlarlar. İşte, eski çöpçülerimizin, temizlik işçilerinin DİSK'le tanışmalarını Süleyman Hoca kendi
üslubunca böyle aktarır.
Bugün böyle bir toplantı yapılamaz.
Çünkü, neredeyse hiçbir belediyemizde kadrolu temizlik görevlisi kalmadı. Şimdi kentimizi
temizleyenler bilmem ne inşaat, turizm ve ıvır zıvır şirketine bağlı olarak çalışıyorlar. Sadece temizlik görevlisi değil,
park bahçe bakımları, yemekhaneler, su, gaz dağıtım, tahsilat işleri, ulaşım işleri, sosyal hizmetler gibi bir çırpıda
sayabileceğimiz onlarca iş ve dolayısıyla bu işleri yürüten milyonlarca insan, güvenceli bir kadrodan yoksun. Hep birlikte, tek
bir işkolundaki sendikaya üye olamayacakları için bugün yukarıda aktardığım türden bir toplantı yapılamaz.
Taşeron işçilerinde izin durumu
Son yıllardaki neoliberal kapitalist saldırının sadece belediyelere
değil, tüm kamu kurumlarına yansıması, insanlarımızın ihaleli işlerde
çalıştırılmasıyla sonuçlandı. Mevcut hukuksal düzenlemelere göre, Kamu
İhale Kurumu'na bağlı olarak ihaleye çıkartılan işleri kazanan
şirketlerin istihdam ettiği yeni bir işçi kitlesinden bahsediyoruz. Bu
işlerde çalışanlar, işçi sınıfının bu topraklarda yüz yıldır devam eden
mücadelesiyle elde ettiği haklardan yoksunlar. Bahsettiğimiz haklar
günümüzün en geri
toplumlarında dahi temel insan hakkı kategorisinde nitelenmektedir.
"İşçinin işgücünü yeniden toparlaması için" gereken
günlük, haftalık ve yıllık izin hakları; "işsiz kaldığında iş bulana dek
geçinmesi için alması gereken" her yıl için 1
ay tutarındaki kıdem hakkı; "sosyal bir varlık olduğu için" mutlaka
kullanması gereken evlilik, analık, doğum, ölüm,
hastalık yardımları ve izinleri bu temel haklar arasındadır.
Bugün, ihaleli işler aracılığıyla bir iş bulan, yani, günlük deyimle, müteahhit ve taşeron işçisi
olarak çalışanların hiçbiri, saydığımız bu en temel haklardan fiilen yararlanamıyor. Kimi işlerde parça başı ücret
sistemi getirildiğinden, patron izin verse bile, günlük 8 saati "gönüllü olarak" aşma mecburiyeti doğmakta. Aksi takdirde
kazanılan para asgari ücretin bile altında olmaktadır. Evlilik, analık, doğum izni ve parası gibi haklar, zaten talep dahi
edilemeyen kategorisine girmiş durumda. Eksikli de olsa yasal iş güvencesinin sadece sözü edilmekte, fiilen hiçbir alanda işe
yaramamakta.
Fakat, tüm bu haksızlıkların en önemlisi, bir işçinin eskisi gibi
çalışamaz duruma geleceği günlerin teminatı olarak elde edilmiş kıdem
hakkının ortadan kalkması ve doğal uzantısı emeklilik hakkının belirsiz
bir
tarihe ertelenmesidir. Bugün, henüz kamusal hizmet olmaya devam
eden evlerdeki su, doğalgaz ve elektrik sayaçlarının döşenmesi,
okunması, borcu birikenlerin sayaçlarının kesilmesi ve açılması,
yol bakım ve onarım ve bütün buna benzer işlerin oransal olarak yüzde
ellisine yakını taşeron işçileri eliyle yürütülüyor.
İş Başmüfettişi Arif Temir'in (Radikal, 20.08.2010) aktarımına göre,
2008 yılında hizmet alımını amaçlayan kamu ihalelerinin
oranı yüzde 34,70 olmuştur. Hizmet alımlarının, yani taşeronlaşmanın
azalmak bir yana, giderek arttığını
düşünürsek, yüzde elliye yaklaşmış bir hizmet alımı oranının gerçekçi
olduğunu söylemek mümkündür. Bunun anlamı,
istihdam yaratması beklenen kamu sektörünün bile, yarattığı iş
alanlarında çalıştırdığı emekçilerin yarısının geleceğini belirsiz hâle
getirmesidir.
Bu durumu daha net anlaşılması için basitleştirerek aktarmayı deneyelim:
Bir taşeron işçisi, hizmet alımı kamu ihalesi yoluyla, örnek olsun, İstanbul Anadolu yakasının
doğalgaz sayaç okuma işini alan bir şirketin elemanı olarak çalışmaya başlar. Çalışmaya başladığı tarih Kasım sonu,
Aralık başıdır. Çünkü genellikle ihaleler sonbaharda açılmakta, yeni yıl başlamadan önce de sonuçlanmaktadır.
Doğalgazı döşeyen, evlere boruları çeken, gazı temin eden şirket kamuya ait olmasına rağmen, bahsettiğimiz işçi, sadece
sayaç okuma işini alan şirketin işçisi sayılmaktadır. İşi ihaleyle veren ana şirket kamuya aittir, ancak, yasa, ihaleyi açan
kurumun o alanda işçi çalıştırmasını engellediği için, işçiler ana şirkete dair bir hak talebinde bulunamamaktadırlar.
Ayrıca, tebliğler yoluyla, kamu kurum ve kuruluşlarının, ihale sonucunda işe başlayacak olanların haklarına, işten çıkarma
yetkisine, daha önce orada çalışmış olanların veya hâlen çalışmakta olanların işe devam etmesi yönünde bir talepte
bulunması engellenmekte ve ihale sonucu açılan iş alanına yerleştirilen işçilere dair bütün tasarrufun ihaleyi alan
şirkette olmasına dikkat edilmektedir.
Yine Arif Temir'in aynı yerdeki aktarımı ile, 22.08.2009 tarih ve 27327 sayılı Resmi Gazete'de
yayınlanan Kamu İhale Kurumu'nun Kamu İhale Genel Tebliği'nin 78. maddesinde yukarıda belirttiğimiz husus çok kesin ifadelerle
yer almaktadır: "4857 sayılı Kanun'un 2'nci maddesinin dokuzuncu fıkrası gereğince hizmet alımına dayanak teşkil
edecek sözleşme ve şartnamelere, işe alınacak kişilerin belirlenmesi ve işten çıkarma yetkisinin kamu kurum,
kuruluşları ve ortaklıklarına bırakılması, hizmet alım sözleşmeleri çerçevesinde ya da geçici işçi olarak aynı
işyerinde daha önce çalışmış olanların çalıştırılmasına devam olunması yönünde hükümler konulmayacaktır.
İdarelerce, çalışan personel açısından denetim, sadece teknik şartnamede istenen kriterlere göre ve Hizmet İşleri Genel
Şartnamesi'nde idareye verilen yetki ve sorumluluklar çerçevesinde yapılacak olup ihale dokümanında, anılan Kanun maddesine ve
ilgili mevzuata aykırı şekilde, işe alınacak veya işten çıkarılacak personelin idarece belirleneceğine yönelik
düzenlemelere yer verilmeyecektir." (vurgular bize ait)
Bu tebliğin anlamı çok açık. AKP iktidarının bütün sermaye karşıtı söylemlerinin bir
demagojiden ibaret olduğunu göstermek için başka bir kanıt
aramaya gerek duyurmayacak kadar açık bir anlamı var. Bu tebliğ,
emekçi için, on yıllar boyunca çalıştığı hâlde kıdem
hakkı, ihbar hakkı, dinlenme hakkı elde edemeyecek demektir.
Evcilleşmek durumunda kalan kapitalizmin ürünü sosyal devlet
anlayışıyla "Devlet/kamu, güçsüzü korumakla yükümlüdür"
yaklaşımının terk edilmesi demektir. Tek başına bir işçi ile,
onu, işsizken, yani tehdit altında iken ve kendisine dayatılan
bütün şartları kabul etmek mecburiyetinde iken devletten/kamudan
ihaleyi alan şirketle baş başa bırakmak, kapitalist şirketlerin
acımasız kâr hırslarına boyun eğdirmek demektir.
4857 nolu İş Kanununun 53. maddesinde
yıllık ücretli izin hakkı şu şekilde düzenlemektedir:
"İşyerinde işe başladığı günden itibaren, deneme süresi
de içinde olmak üzere, en az bir yıl çalışmış olan işçilere
yıllık ücretli izin verilir."
Bu yasanın ardından gelen madde 54'te
ise, izne hak kazanmak için gereken sürenin nasıl hesaplanacağı
aktarılmaktadır: "Yıllık ücretli izine hak kazanmak için
gerekli sürenin hesabında işçilerin, aynı işverenin bir veya
çeşitli işyerlerinde çalıştıkları süreler birleştirilerek
göz önüne alınır. Şu kadar ki, bir işverenin bu Kanun
kapsamına giren işyerinde çalışmakta olan işçilerin aynı
işverenin işyerlerinde bu Kanun kapsamına girmeksizin geçirmiş
bulundukları süreler de hesaba katılır." (Bu kanun
maddesindeki kayıtdışı çalışmanın, yani "bu Kanun kapsamına
girmeksizin" çalışmanın doğal gibi gösterilmesindeki garabeti
şimdilik bir yana bırakalım.)
Dolayısıyla, ihale dönemleri
arasında boşluk bulunduğu ve yeni ihaleyi başka bir şirket
kazandığı takdirde, aynı işçi yıllar boyunca aynı işyerinde,
aynı işi yapıyor olsa bile, ücretli izin hakkına sahip
olamayacak demektir. Çünkü, ihaleler genellikle bir önceki
ihalenin bitiş tarihinden sonra karara bağlanmakta ve bu nedenle
çalışanlar bir sonraki şirkette işe başlamak için bir süre
beklemek zorunda kalmaktadırlar. Bu durumu giderecek bir yasal
düzenlemenin yapılması milyonlarca işçinin mağduriyetini
gidermenin önkoşuludur.
Çok basit ve hızlı bir düzenleme
ile, işçilerin yıllık izinlerinin "temel ve vazgeçilmez
haklar" arasına alınmasıyla sorun çözülebilir. Çalışılan
sürelerin tümünün üst üste konulması ve izin hakkının mesela
kesintisiz şekilde 365 gün çalışma şartına bağlanmadan
hesaplanması sorunun basitçe ortadan kaldırılmasını
sağlayacaktır.
Arif Temir, bu talebi aynı yazısında
yaklaşık benzer sözlerle dile getirmektedir: "Ancak ihaleler
arasında boşluk var ise işyeri devri hükümleri işlemeyece(ktir).
İhale ile verilen işlerde çalışan işçilerin hak kayıplarının
önlenmesi için ihale makamlarının ihale yapmak suretiyle verdiği
işlerde çalışan işçilerin kıdemlerinin bir bütün olarak
dikkate alınmasına yönelik yasal bir düzenleme yapılmasına
ihtiyaç vardır. Ancak böyle bir düzenleme ile bu alanda oluşmuş
olan kıdeme dayalı hak kayıpları önlenmiş olacaktır."
Bu düzenlemeye ilaveten işçilerin
iki ihale arasında yaşadıkları hak kayıplarını ortadan
kaldıracak yeni bir yaklaşım da getirilebilir: Kamu İhale Kurumu
tarafından kamu kurumlarının açacakları ihalelerde, eğer bir
önceki sözleşmeyi alan şirket, yeni ihaleyi alamıyor ve başka
bir şirket aynı işi yürütüyorsa, bu durumda, iki ihale arasında
çalışılmayan sürelerdeki bütün hak kayıplarının ilgili kamu
kuruluşu tarafından giderilmesini zorunlu kılan bir hüküm,
işçilerin çalışamamaktan kaynaklanan izin, ihbar ve kıdem
sorunlarını ortadan kaldırmaya yetecektir. Eğer kamu kurumu bunu
herhangi bir sebeple karşılamayacak ise, o takdirde, ihale
şartnamesine çalışan işçilerin hak kayıplarını giderecek bir
hüküm konması da sorunun çözümünü hızlandıracaktır.
Kısacası, kamu kurumları
aracılığıyla hizmetleri satın alınan işçilerin en temel
haklarını vermek için bu iki yasal düzenlemeyi yapmak yetecektir.
Tek kullanımlık işçiler
Devleti bugün yöneten sermaye yanlısı
anlayışın işçilerin haklarını vermekten ziyade kırpmaya
gayret ettiğini biliyoruz. Ancak, buna rağmen bu en meşru talebi
dile getirmekten kaçınılmamalıdır. Taşeron işçileri, işçi
sınıfı içinde hızla devrimcileşme potansiyeli taşıyan en
dinamik kesimlerden birini oluşturuyor. Ancak, aynı kesim, işçi
sınıfının birbiriyle teması en az kesimlerinden birini
oluşturuyor. Temassızlık olgusunun bir boyutu fiziksel
(çalıştıkları mekânların birbirinden kopuk olması nedeniyle).
Diğer boyutu ise işçi sirkülasyonunun çok hızlı olmasından
dolayı işçiler arasında derinlemesine ilişki kurmanın çok zor
olması. Taşeron işçilerine dönük olarak sendikaların ve
sosyalistlerin yetersiz ilgisini de ekleyince, bu alandaki
örgütsüzlüğün nedenleri açığa çıkar.
Buna rağmen, işçilerin sosyal
hakları için mücadele kapitalizmi yıkmayı hedefleyen genel
devrimci mücadeleden bağımsız düşünülemez. Bu nedenle,
taşeron işçiliği yapan ve yıllardır hak kayıplarına uğrayarak
mağduriyet yaşayan emekçiler için belirli yasal düzenlemelerin
talep edilmesi sosyal haklar mücadelesinin ayrılmaz bir parçasıdır.
AKP, bugün hak kayıplarına
uğrayanların kayıplarını telafi etmek bir yana, kamu
çalışanlarının mevcut haklarını bile aşındırmaya çabalıyor.
Güvenceli, kalıcı, kadrolu işlerin dışında üretilen, geçici,
sözleşmeli vs. gibi adlarla anılan yeni istihdam düzenlemeleri
tümüyle kamu çalışanlarının haklarını ortadan kaldırmaya
dönüktür. Dolayısıyla, ilk adım olarak taşeron işçiliğinin
kadrolulardaki tüm haklarla birlikte var olmasını, hemen ardından
da taşeron işçiliğinin bütünüyle ortadan kaldırılmasını
temin edecek tüm düzenlemeler, neticede kamu çalışanlarının da
iş garantisi anlamına gelecektir.
Taşeron sorunu, sadece ülkemizin
sorunu değildir. Dünya kapitalistleri çok uzun zamandır kadrolu
ve sürekli bir işe sahip olan işçilerin elde ettiği
örgütlülükten, kimi yerde ücretlerine denk sosyal haklardan,
gelişen rekabet karşısında sorun olarak gördükleri iş
güvencesinden yakınıyorlardı. Bu nedenle, kimi toplum bilimciler
tarafından "disposable workforce" olarak adlandırılan, yeni
tür işçiliği tanımlamak için kullanılan bir kavram ortaya
atılmıştır. "Disposable workforce" terimi, sağlık
sektöründe kullanılan şırıngalardan yola çıkılarak bulunan bir terimdir ve Türkçesi "tek kullanımlık" veya "atılabilir malzeme" içeren "işgücü" anlamına gelir. Patronların, işçiyi istediği zaman işe almasını, sadece işlerin yoğun olduğu dönem için istihdam etmesini, işçiye ilave hiçbir hak vermemesini, istediği zaman evine göndermesini, sonra keyfi isterse yeniden çağırmasını içeren sözde "çalışma ilişkileri" düzenlemelerinin genel adlandırmasıdır.
Bir zamanlar Süleyman Hoca "Hoş
geldiniz ey halk doktorları" diye temizlik işçilerine seslenmişti. Kapitalistler işçinin varlığını çalıştığı zaman değil, işi bıraktığı zaman hatırlarlar. Bugün belki sadece bir sendikanın çatısı altında değil ama, bizzat işçiler tarafından oluşturulmuş devrimci bir emek odağı tarafından
düzenlenen bir toplantıda, benzer sıfatlarla bugünün taşeronu, yarının gerçek bir iş sahibi işçilerine seslenme imkânı bulmanın ve hepsinden önemlisi, tek kullanımlık malzeme olmamanın yegâne yolu, her şeye rağmen örgütlülükten geçiyor.