Kapitalizmin otuz yıllık neoliberal saldırısının yol açtığı toplumsal yıkım, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, bağımlılık, onursuzluk, özgürlük ruhunun ayaklar altında çiğnenmesi, sömürgeci savaşlar, işgaller, kadın haklarının ve aydınlanmanın dinsel bağnazlığın
karanlık saldırısı altında çökertilmesi, çevre felaketleri, dünya kapitalist sisteminin dikişlerini patlattı.
Uzun zamandır kaynayan Asya ve Latin Amerika halklarına Avrupa, Kuzey Amerika ve Afrika halkları da katıldı. Yunanistan'dan Hindistan'a, İngiltere'den
Almanya'ya, Türkiye'den Portekiz'e, Irak'tan Filistin'e, İspanya'dan İtalya'ya,
Kuzey Kıbrıs'tan Kürdistan'a işçi sınıfının, yoksul köylülerin, şehir
emekçilerinin, işsizlerin, gençliğin, kadınların, ezilen halk ve kültürlerin kapitalizme, emperyalizme, ırkçılığa,
ayrımcılığa karşı eşitlik ve özgürlük mücadelesi adım
adım yükseliyor. Kitlelerin ekonomik, sosyal ve siyasal amaçlarla yaptıkları
grev, direniş, miting, yürüyüş gibi protesto eylemlerinin sayısında ve çapında büyük bir artış var.
Dünya çapında yeni bir devrimci dalgayı ortaya çıkaran eşitlik
ve özgürlük mücadelesinin günümüzdeki zirve noktaları Tunus ve Mısır
halk devrimleri oldu. Bıçak kemiğe dayanınca işbirlikçi kapitalist diktatörleri deviren ama iktidarı devrimci halk güçlerine teslim edecek belirleyici hamle gücünü
şu ana kadar kendilerinde bulamayan bu devrimlerin de etkisiyle, Ortadoğu
ve Kuzey Afrika patladı. Bahreyn'den Fas'a ABD ve AB işbirlikçisi
kapitalist oligarşilerin iktidarda olduğu bütün Arap dünyası halk gösterileriyle sarsılıyor.
ABD'nin başını çektiği dünya kapitalist sisteminin egemenleri, özellikle de ABD, İngiltere
ve Fransa, yanlarına İtalya, Norveç, Kanada, Yunanistan ve Türkiye'yi alarak bu devrim dalgasına karşı savaş
ve karşıdevrim saldırısını başlattı. NATO şu anda Libya'ya karşı faşist bir savaş yürütüyor.
Özellikle Arap ve İslam toplumlarına karşı kapitalist Batı'nın Haçlılar ordusu
görünümünü vermemek için, emperyalist saldırganların AKP yönetimini, Arap şeyh
ve krallarını da bu karşıdevrim seferine katmaları, işin özünü değiştirmiyor.
Savaşın karakterini efendilere uşaklık yapan korucular belirlemez.
Emperyalist strateji
İşbirlikçi Bahreyn kralını halkın öfkesinden korumak için bu ülkeyi Suudi Arabistan'a işgal ettiren, Libya'ya NATO saldırısıyla
ölüm yağdıran ABD ve AB burjuvazileri, kapsamlı bir politik askerî strateji uyguluyor. Bu stratejiyi uygularken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde Libya'ya saldırıya doğrudan onay verdirdikleri Güney Afrika ile çekimser kalarak saldırıya
göz yuman Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya ve Almanya gibi büyük devletlerin işbirliğinden de yararlanıyorlar.
Şu anda ABD, İngiltere ve Fransa'dan oluşan en azgın emperyalistler grubunun stratejik hedeflerini şöyle
özetleyebiliriz:
Politik olarak, Mısır ve Tunus devrimlerini etkisizleştirmek, Arap dünyasında ve bizzat kendi ülkelerinde devrimci yükselişi durdurmak istiyorlar.
Ekonomik olarak, Libya'nın millileştirilmiş doğal kaynaklarını özelleştirmek ve serbestçe yağmalamak, Arabistan ve Körfez ülkelerinde zaten kendi ellerinde olan doğal kaynaklar üzerindeki tekelci hâkimiyetlerini sürdürmek, bütün Arap dünyasını serbest pazarları olarak kullanmak istiyorlar.
Askerî olarak, Libya'da yeni üsler elde etmek, Ortadoğu ve Afrika'yı tamamen özel av alanı hâline getirmek, İsrail siyonizmini korumak, Mısır ve Tunus devrimci güçlerini kuşatmak ve bu ülkelerde ayakta tutmaya çalıştıkları
işbirlikçilerine güç vermek, İran'ı ve onun Filistin, Lübnan ve Suriye'deki müttefiklerini kuşatmak istiyorlar.
İdeolojik olarak, en gerici ve baskıcı diktatörlükleri yıllar yılı ayakta tutmak için yaptıkları kirli işleri temizlemek, kendi sömürücülüklerini, katliamcılıklarını, ırkçılıklarını ve işkenceciliklerini gizlemek istiyorlar. Bu amaçla, özgürlüğe susamış halk
kesimlerinin ve aydınların kafasını karıştırmak için "diktatörlüğe karşı savaş", "demokrasiye geçiş" sloganları atıp özgürlük maskesi takıyorlar.
Dünya kapitalist medyasını bu amaçla en elverişli araç olarak kullanıyor, psikolojik savaş yürütüyorlar.
NATO'nun yürüttüğü ölüm saldırılarıyla somutlaşan emperyalist saldırının genel amacı, dünya
egemenliğini dolar milyarderlerinden oluşan uluslararası kapitalist oligarşinin elinde sıkıca tutabilmek için dünyayı yeniden fethetmek, kendilerine kayıtsız
şartsız bağlı olmayan her ülke yönetimini devirmek, yerlerine sadık uşaklarını geçirmek, gerekiyorsa ülkeleri bölmek ve kapitalist tekellerin daha zahmetsizce çekip çevireceği küçük birimler oluşturmaktır. Bu genel amaç, dünya kapitalizminin büyük krizinden savaşla
çıkmak anlamına geliyor ve krizden halk devrimleriyle çıkma olasılığını daha baştan yok etmeyi içeriyor.
Zihnimizi özgürleştirmek
Dünyanın efendilerinin genel stratejisine dünya devrim güçlerinin de uygun bir karşılık
vermesi gerekiyor. Bu yolda ilk adım, zihinlerimizi kapitalist ideolojinin şartlandırmalarından kurtarmak, kapitalist emperyalist sistemin bütün ideolojik
aygıtlarının (üniversite, medya vb.) üç vardiya çalışarak yaydığı yalanlara kapılmamaktır.
Sosyalist ideolojinin bütün temel kavramlarının günümüz dünyasını kavramak için vazgeçilmez önemde olduğunu unutanlar, egemen liberal öğretilerin sığ ve aldatıcı kavramlaştırmalarıyla devrimcilik yapılabileceğini sananlar kendi ayaklarına kurşun sıkarlar ve kitleleri aldatırlar. Sosyalist öğretiyi unutmayalım, unutturmayalım. Devrimlerin ve karşıdevrimlerin deneyimlerini unutmayalım, unutturmayalım. Kısa hafızalı olmayalım. Tarih bilincinden yoksun olanlar geleceği kuramazlar, özgürlüğe kavuşamazlar.
Kavramamız gereken en yalın gerçek şudur: Sermaye, devlet ve din kategorilerini kökten aşmadan egemen dünya düzeninden çıkış
yoktur. Tarihsel olarak çok köklü temellere dayanan sermaye, devlet ve din ittifakı günümüzde de bütün toplumların
yaşama gücünü boğan cenderedir. Bu egemen üçlü, kendini günümüzde emperyalist kapitalist sistem olarak ortaya koyuyor.
Emperyalizme dayanarak kapitalizmin, devletin ve dinin baskısından kurtulamazsınız. Kapitalizme dayanarak emperyalizmin, devletin ve dinin baskısından
kurtulamazsınız. Devlete dayanarak emperyalizmden, kapitalizmden ve dinden kurtulamazsınız. Dine dayanarak emperyalizmin, kapitalizmin ve devletin baskısından kurtulamazsınız. Emperyalizm özgürlük ve eşitlik getirmez. Kapitalizm özgürlük ve eşitlik getirmez. Devlet özgürlük ve eşitlik getirmez. Din eşitlik ve özgürlük getirmez.
Amerikan ve Avrupa egemenlerine dayanarak, NATO'nun füzeleri ve bombalarıyla hiçbir yere özgürlük gelmez. Amerikan ve Avrupa egemenlerinin, NATO seferlerinin peşine takılarak ancak zavallı bir uşak olursunuz. Yerli egemenlere dayanarak ABD ve AB boyunduruğunu kıramazsınız. Dine dayanarak yerli ve yabancı egemenlerin ayağınıza vurduğu zincirleri parçalayamazsınız. Yerli ve yabancı egemenlerin şu ya da bu kesimine dayanarak eşitlik ve özgürlük mücadelesinde mesafe alamazsınız. Nabi Yağcı, Baskın Oran, Ufuk Uras, Kemal Okuyan, Zeki Kılıçarslan Cem Somel'lerle sermayenin, devletin ve dinin üçlü pençesinden kurtulamayız. Sosyalist öğretiyi liberalizmle, milliyetçilikle, dincilikle sulandıranlar tarih önünde emekçilere kötülük yapmaktan sorumludurlar.
Avrupa ve Amerikan solunun bir kesiminin, NATO'nun peşine takılarak Libya'ya özgürlük getireceklerini iddia etmesi, oportünizmin tamamen çürüyerek emperyalizme dönüşmesi demektir. Türkiye solunun daracık bir kesimi ise Libya'nın, ardından da Suriye'nin, Filistin Hamas yönetiminin, Lübnan Hizbullah örgütünün ve İran'ın emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından yapılacak bir müdahaleyle yıkılmasını
diktatörlüklere son veren özgürlük rüzgârı olarak gösteriyor. Bu tutum, oportünizmin tamamen çürüyerek emperyalizm işbirlikçiliğine dönüşmesi demektir.
Bu arada, kimi işbirlikçi liberaller, gerici İslamcılarla ağız birliği yaparak, Müslüman Kardeşler örgütünün demokratik bir güç olduğunu,
Suriye'deki sözüm ona "Alevi azınlık diktatörlüğü"nün çoğunluktaki Sünnilerin sözümona temsilcisi Müslüman Kardeşler örgütüne zulüm yaptığını söylüyorlar. Suriye işçi sınıfının, halkının ve yurtseverlerinin devrimci ve bağımsızlıkçı mücadelelerle dolu tarihinden de, Müslüman Kardeşler örgütünün emperyalizmin işbirlikçiliği ve gericilikle dolu karşıdevrimci tarihinden de bütünüyle habersiz olan cahiller, emperyalizmin psikolojik savaşında
piyon rolünü üstleniyorlar.
Teslim olmak yok
Dünyanın, bölgenin ve ülkenin bu karmaşık ortamında NATO savaşına katılan ve İzmir'i bu sömürgeci savaşın komuta merkezi yapmakla övünen AKP'yi hâlâ özgürlükçü bir güç sayanlar, AKP'den demokrasi ve barış bekleyenler, onun seçim stratejisine uygun kararları alanlar; Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, kadınıyla erkeğiyle, işçi sınıfına ve ezilen halklara ihanet ediyorlar. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi'nin, Alevi Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı Ali Balkız'ın NATO savaşına destek
veren CHP'den aday olmaları da, işçi sınıfına ve ezilen halklara ihanetten başka bir anlam taşımıyor.
Yargıyı bütünüyle ele geçiren ve yürütme erkinin basit bir uzantısı durumuna getiren AKP, son olarak, Anayasa Mahkemesi'nden 4C
düzenlemesinin "anayasaya uygun" olduğu kararını çıkarttı. AKP'nin yüksek yargıda kitlesel kadrolaşma atağından önceki
Danıştay Dava Daireleri Genel Kurulu'nun ciddi bularak Anayasa Mahkemesi'ne götürdüğü iptal isteminin reddedilmesi, kamu hukukunu ayaklar altına alıyor ve işçileri, emekçileri kapitalizmin vahşi sömürüsüne terkediyor.
Devletin bütün erklerini kendisinde toplayan AKP yönetimi, işbirlikçi kapitalist egemenlerin, ABD'nin, AB ve NATO'nun yürütme komitesi olarak ülkede ve bölgede işçilerin, emekçilerin ve ezilen halkların tam karşısında konumlanmış durumda. AKP'ye kuşkusuz boyun eğmeyeceğiz.
Genel manzara
İşçiler, köylüler ve kamu emekçileri yoksulluğun pençesinde. Tarım
çökertildi. Türkiye sanayisizleştiriliyor, küçük ve orta sanayi çöküyor. İşsizlik toplumsal afet boyutlarında.
Kürt halkının milyonlarca kişiyle günlerce alanları, sokakları doldurması,
kitlesel sivil itaatsizlik kampanyası yürütmesi yok sayılıyor, Kürt halkının
iradesi dikkate alınmıyor. Aleviler yıllarca oyalandı ama hiçbir temel istekleri karşılanmadı. Ermeniler, bütün azınlıklar ikinci sınıf yurttaş olmaya devam ediyor.
Zorunlu din dersleri, kadınlara yönelik cinayetlerde ve şiddette görülen olağanüstü artış, kadın haklarının geriletilmesi, 27 Mart 2011'de yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavında kadın ve erkek öğrencilerin haremlik selamlık usulü yerleştirilmesi, Diyanet'in ve cemaatlerin gitgide dallanıp budaklanması, devletin baskı aygıtlarının cemaatlerin tekeline bırakılmasına yönelik kadrolaşmalar, laikliğin can çekişmesi anlamına geliyor.
Gençlik geleceksizleştiriliyor. Halk için bilim ve halk için eğitim ilkesi hedef tahtasına konuluyor. Üniversite mezunlarının ataması yapılmıyor. Okullar öğretmensiz, öğretmenler işsiz bırakılıyor. Kendi üniversitelerimizden mezun olan gençleri işsiz bırakanlar, ABD ve Avrupa'dan öğretmen adı altında emperyalizmin Truva atı
olacak kadroları okullara ve üniversitelere yerleştirme planları yapıyor. Memurluk sınavları iktidarın kazanç kapısı oldu. YÖK despotizmin ve bağnazlığın kalesi olmaya devam ediyor.
AKP'den farklı düşünmenin, onun beğenmediği
görüşleri savunan kitap yazmanın, cemaatleri araştırmanın ve sorgulamanın, AKP egemenlerinin yaşam tarzına aykırı bir hayat sürmenin hapislik suç sayılması, ülkenin toplama kampına çevrilmesi, her türden muhalifi sindirmeye ve yok etmeye dönük komplolar, sahte delil imalatı ve herkesin dinlenmesi, her iletişimin kayıt altına alınması artık dayanılmaz boyutlarda. Türkiye, George Orwell'in 1984 romanında betimlediği
toplum oldu. Düşünce ve ifade özgürlüğü yok, örgütlenme özgürlüğü
saldırı altında, toplanma ve gösteri özgürlüğü her gün çiğneniyor.
Terörle Mücadele Yasası gerçek anayasa, Özel Yetkili Mahkemeler gerçek devlet oldu.
AKP kendinden önceki işbirlikçi kapitalist iktidarların geleneğini sürdürüp NATO'nun füze kalkanı projesine boyun eğdi.
İran'a karşı saldırı üssü olmayı kabul etti. Libya savaşına katılarak Libya ve Arap halklarına
karşı saldırganlığın komuta merkezi oldu.
AKP'nin Japonya'daki büyük nükleer felakete gözünü kapayıp bir avuç holding sahibinin kârına kâr katacak nükleer santralleri halka ve doğaya
dayatma inadı devam ediyor. Doğa tahrip ediliyor. Suyumuz, toprağımız zehirlendi. Derelerimiz kurutuluyor. Ormanlarımız
yok oluyor. Sanayi ve santral kirliliği hastalık saçıyor. Deprem ve sel tehlikesi dikkate alınmıyor. Şehirler çirkinlik abidesi oldu. Rant aşkı, arsa talanı, lüks düşkünlüğü
yaşam kalitesini düşürdü, sanat ve edebiyat yozlaştırıldı. Kâr amacına hizmet
etmeyen her şey değersizleştirildi.
Türkiye çürümüş bir düzenin baskısı altında boğuluyor. Bıçak kemiğe dayandı. İşçi sınıfı ve ezilen halk kesimleri bu sömürü ve zulme katlanmayı kabul etmeyecektir. Egemen kesimlere bel bağlamadan, kendi göbeğimizi kendimiz keseceğiz, kendimizi kendi gücümüzle kurtaracağız. Yeter ki, bütün toplumsal muhalefeti işçi sınıfının bilimsel öğretisi doğrultusunda tek bir nehir yatağında akıtma becerisini gösterelim. Egemen kapitalist ideolojinin liberal, milliyetçi ve dinci ayartmalarına kapılmayalım.