Sosyalist Dergi: 30 |  ÜRÜN |
Gündemden

Newroz 2011

19 Mart 2011

Ülke çapında yapılacak kitlesel gösterilerle kutlanacak olan Kürt halkının ulusal günü Newroz (21 Mart), Diyarbakır ve İstanbul'da yarın (20 Mart Pazar) yapılacak. Diline, kültürüne, varlığına sahip çıkmak, ayrımcılıktan kurtulmak, eşitliğe ve özgürlüğe kavuşmak için uzun ve sabırlı bir mücadele yürüten Kürt halkı, bu yıl Newroz'u, onurlu bir barış, genel af, Kürtçe eğitim talebiyle karşılıyor. Gösterilere yüz binlerce kişinin katılması bekleniyor.

Kürt ulusal hareketi, 1980 sonrasında, kapitalizmin neoliberal karşıdevrimci saldırısının bütün dünyayı kasıp kavurduğu dönemlerde atılım yapma gücünü göstermişti. Yeni devrim dalgasının dünya çapında yükselmeye başladığı, Arap dünyasını sardığı ve emperyalizmin devrimci yükselişi boğmak için bölgede yeni kanlı saldırılara giriştiği günümüz koşullarında, Kürt ulusal hareketinin Türkiye ve bölge işçi sınıfı hareketleriyle birleşerek yeni başarılara ulaşmasını diliyoruz. Kürt halkıyla birlikte "Newroz Piroz Be" diye haykırıyoruz.

Kürt ulusal hareketi ile sosyalist hareketin birliği sağlanmadıkça, emperyalizmin yıllanmış işbirlikçileri, Türk ve Kürt egemenleri, Kürt halkının özgürlük taleplerini boğmak için elverişli bir ortam bulacaklardır. İçeride ve dışarıda kapitalist egemenlerle anlaşarak, sosyalizmden uzaklaşarak, kapitalist düzenin dengeleri içinde kalarak çözüme ulaşma fantezisi, hayal kırıklığından başka sonuç doğurmaz. İsrail'in Filistin'e ve Lübnan'a saldırılarını sistemli olarak destekleyen, Afganistan'a, Pakistan'a, Irak'a ve son olarak Libya'ya soykırımsal saldırılarda bulunmaktan çekinmeyen sömürgeci ABD ve Avrupa Birliği'nin, 12 Eylül faşizminin yeni efendisi işbirlikçi AKP'nin ve Gülen hareketinin, Kürt halkına kölelikten başka bir gelecek öngördüğünü sanmak ağır bir hata olur.


Japonya'da felaket

16 Mart 2011

Japonya halkı, 11 Mart 2011 günü büyük bir felakete uğradı. Richter ölçeğiyle 8.9 büyüklüğündeki depremin ardından gelen tsunami, binlerce insanın ölümüne yol açtı. Doğal felaket, kapitalizmin yarattığı toplumsal felaketle ikiye katlandı.

Çevrecilerin bütün muhalefetine rağmen kurulan ve işletilen atom reaktörleri art arda patladı ve radyoaktif sızıntı daha şimdiden yüzbinlerce insanı etkilemeye başladı. Milyonlarca kişinin ağır hastalıklara tutulabileceği ve ölebileceği bildiriliyor. Nükleer santrallerde ölümü göze alan işçiler ve mühendisler, kahramanca bir mücadeleyle, sızıntıyı durdurmaya, felaketin daha da derinleşmesini engellemeye çalışıyor. Büyük şehirlerde milyonlarca insan, hâlâ susuz, elektriksiz ve yiyeceksiz.

Doğa ve toplum açısından bakıldığında sadece felaket üreten ve atıklarının saklanması zorunluluğu yüzünden, yüzlerce yıl boyunca gelecek kuşakları bile rehine alan nükleer santraller, kapitalist enerji tekellerinin en kârlı oyuncakları arasında yer alıyor. İtalyan ANSA ajansının verdiği bilgiye göre, şu anda dünyada 442 aktif nükleer santral var. 65 nükleer santral ise inşaat hâlinde. Bütün bu santraller sadece 10 şirket tarafından inşa edilmiş. Nükleer santrallerin 104'ü ABD'de, 58'i Fransa'da, 54 'ü Japonya'da bulunuyor.

Bilindiği gibi, AKP iktidarı, halkın bütün itirazlarına rağmen, Akkuyu ve Sinop'ta iki atom santrali kurmayı kararlaştırmıştı. Santrallerin birini Rusya, birini Japonya inşa edecek. Japonya'daki felaket, tehlikenin boyutlarını pratikte bir kez daha gösterdiği hâlde, Başbakan Erdoğan, karardan dönmeyeceklerini söyledi. İnanılmaz bir mantıkla, tehlikeyi evlerdeki piknik tüplerin tehlikesiyle eşdeğer tuttu. Kapitalist enerji tekellerinin ve işbirlikçilerinin çıkarı uğruna, bütün halkı ve doğayı felakete atmaktan çekinmeyen AKP iktidarına dur demek boyun borcumuzdur.

Deprem, tsunami ve kapitalist tekellerin dayattığı nükleer santral felaketine uğrayan Japonya halkının acısını paylaşıyoruz.


Yeni devrimler döneminde 8 Mart

8 Mart 2011

Türkiye, bölge ve dünyada emekçi kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü kutluyor. Emekçi kadınlar, büyük insanlığın yarısını oluşturuyor; fabrikalarda, tarlalarda, bahçelerde, atölyelerde, bürolarda, okullarda, evlerde hayatı kuruyor; kapitalist sömürü ve ataerkil zulme karşı eylemlerde, grevlerde, direnişlerde, mitinglerde devrimleri büyütüyor; F tipi hapishanelerde, dağlarda, ovalarda eşitliğin, özgürlüğün ve onurun simgesi oluyor.

Bu yılın ilk aylarında, emekçi kadınlar, dünya kapitalist sisteminin dayattığı işbirlikçi neoliberal diktatörlüklere karşı ayaklanan Arap halklarının en ön saflarında yer aldılar, dinsel baskıların ve ataerkil geleneklerin ağır zincirini kırarak eşitlik ve özgürlük için sokaklara ve alanlara çıktılar, Tunus ve Mısır halk devrimlerinin bayraktarı oldular.

AKP'nin dinsel gericiliği güçlendirme, erkek egemenliğini pekiştirme politikasına karşı koyan, kadın cinayetlerini protesto eden, kapitalist sömürüye ve ataerkil köleliğe karşı örgütlenen kadınlar, yarını bugünden kuruyor. Emekçi kadınlar, tıpkı 20 yüzyıl devrimlerinde olduğu gibi, 21. yüzyılda da, kapitalizme ve emperyalizme karşı işçi sınıfının ve ezilen halkların gerçekleştireceği devrimlerde güçlü özneler olacaklar


Kapitalizmin iş katliamı

4 Şubat 2011

Dün Ankara'nın Ostim ve İvedik sanayi bölgesinde iki sanayi işletmesinde meydana gelen oksijen tüpü patlamaları sonucu 18 işçi hayatını kaybetti. İş güvenliği ve iş sağlığı açısından hiçbir denetimin söz konusu olmadığı bir ortamda düşük ücretle, sigortasız ve sendikasız çalıştırılan işçilerin toplu ölümüne yol açan bu felaket, kapitalizmin işçi kanıyla beslenen vahşi sömürü sistemi olduğunu ortaya koyan son örnek oldu.

İş kazalarında işçi ölümleri açısından Avrupa'da birinci, dünyada ikinci sırada bulunan Türkiye kapitalizmi, son 30 küsur yılda işçi ve emekçi haklarına yönelik çok yönlü neoliberal saldırının bir parçası olarak dayattığı kuralsızlaştırma ve esnek çalışma modeliyle, patronların elini daha da rahatlatırken, işçilerin çalışma koşullarını kat kat kötüleştirdi. Devlet, merkezî ve yerel yönetim organları eliyle, işyerlerinin denetiminden fiilen vazgeçilmesi anlamına gelen yönetmelik ve tüzük değişiklikleriyle sermaye sahiplerinin işçileri köle statüsünde çalıştırmasını kolaylaştırdı. Emeğe yönelik neoliberal saldırının suç ortakları olan sermaye sınıfı ve devlet yönetimi, 18 işçinin kâr hırsıyla ölüme terk edilmesinden eş derecede sorumludur.

Dün Ostim ve İvedik'te kapitalizmin iş katliamı meydana gelirken; şehrin diğer tarafında, polis güçleri, Torba Yasa'yı protesto eden binlerce işçi ve emekçiyi zehirli gaz, tazyikli su ve coplarla dağıtmakla meşguldüler. Üstelik, Torba Yasa tasarısında, işçilerin, kamu emekçilerinin ve geleceğin işçileri olan meslek lisesi öğrencilerinin kazanılmış haklarını daha da budayan sayısız madde arasında, uzman iş müfettişlerini işyerlerinin denetiminden tamamen uzaklaştıran bir düzenleme de bulunuyordu. Yani, AKP iktidarı, iş katliamlarını daha da kolaylaştıracak bir adım atarken; bu adımı protesto eden işçi ve emekçileri zorbalıkla susturmaya çalışıyordu. AKP iktidarı, bu davranışıyla, emeğe düşman ve sermayeye dost özünün, kapitalizmin en vahşi düzenlemelerini pervasızca dayatacak boyutlarda olduğunu gösterdi.

Emeği sömürüp ezen sermaye ve devlet ittifakına dayanan kapitalist sistem, işçi sınıfının öfkesini bilemeye devam ediyor. Ülkeyi sömürücüler açısından dikensiz gül bahçesine çevirmek isteyen iktidar sahipleri bilsinler ki, bu vahşi düzen böyle gitmeyecek. İnanmıyorsanız, en yakın örnek olarak, Tunus'a ve Mısır'a bakın. Sömürücü zorbaların sözünün kanun olduğu dönem sona erdi. Neoliberal altın çağınız bitti tükendi. Söz, artık her yerde, işçilerin, köylülerin, emeğiyle çalışanların.


Hakkını arayan emekçilere saldırı

3 Şubat 2011

AKP iktidarının hazırladığı, işçilerin, kamu emekçilerinin ve meslek okulu öğrencilerinin kazanılmış haklarını budayan Torba Yasa tasarısını protesto etmek için, ülkenin her yerinden Ankara'ya gelen göstericilere polis, bugün, zehirli gaz, tazyikli su ve coplarla müdahale etti ve mitingi dağıttı. Böylece AKP iktidarı; KESK, DİSK, TMMOB ve TTB'nin çağrısıyla toplanan binlerce işçi ve emekçinin bütünüyle yasal ve anayasal hakkı olan barışçı yürüyüş ve mitingini şiddete başvurarak kırdı.

Oysa, daha iki gün önce, Başbakan Tayyip Erdoğan, Hüsnü Mübarek yönetimine, Mısır halkının sesine kulak verme ve kendini ifade etme hakkını tanıma çağrısı yapmıştı. Bu çağrı, yatık medya tarafından Erdoğan'ın özgürlük ve demokrasiye bağlılığının en sağlam kanıtı olarak gösterilmiş ve göklere çıkarılmıştı. Ankara'da Meclis'e doğru yürümek isteyen emekçiler, tıpkı Mısır işçileri ve köylüleri gibi, kendilerini ifade ediyorlardı. AKP iktidarı, kendi çağrısına bizzat kendisi uymadı. Demokrasi iddiası taşıyan her rejimde doğal hak sayılan bir hakkın kullanımını zorbaca engelledi. Kendi halkına karşı, tıpkı Hüsnü Mübarek rejiminin Mısır halkına davrandığı gibi davrandı. Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz. Erdoğan güzel sözlerinin hiçbir anlam taşımadığını bizzat kendi eylemiyle ortaya koyuyor.

Ne var ki, Hüsnü Mübarek gibi davranmak, şu sıralarda çok açık biçimde görüldüğü gibi, iktidar sahipleri için pek akıl kârı sayılmaz. Mısır işçi ve köylülerinin lânetini üzerinde toplayan Hüsnü Mübarek'in 30 yıllık diktatörlüğü, bütün dünyanın gözleri önünde, sonuna yaklaşıyor. Herkesin kulağına küpe olsun: Halka karşı zorbalık, eninde sonunda cezasını bulur.


Komedinin ardındaki gerçek

29 Ocak 2011

Yargıtay 9. Ceza Dairesi, 188 cinayetten sorumlu tutulan Hizbullah ana davası sanıkları hakkında Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi'nce verilen cezaları 26 Ocak 2011 günü onadı ve 16 sanığa verilmiş olan müebbet hapis cezasını kesinleştirdi. Cezaları kesinleştirilen 16 sanığın 10'u ise, 4 Ocak 2011'de 10 yıllık tutukluluk süresi dolduğu için tahliye edilmişlerdi.

Hizbullah'ın yönetim kademesinden 10 kişi firar etmiş bulunuyor.

Kürt devrimcilerine, yurtseverlerine karşı yürütülen kontrgerilla harekâtının en kanlı cinayetlerinden bir kısmını işleyen Hizbullah yöneticilerinin serbest bırakılmasıyla sonuçlanan gelişmeler, egemen işbirlikçi kapitalist düzenin mantığını ortaya seriyor. Egemen burjuvazinin her iki kanadının temsilcileri, AKP iktidarı da, askerî bürokratik yapı da, aralarındaki çelişme ve kapışmaya rağmen, ortak bir kararla Hizbullah'a göz kırparak onu tekrar sahneye sürüyor. İşçi sınıfının bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesi ile Kürt halkının eşitlik ve özgürlük hareketini bastırmak için toplumu gitgide gericileştirmekte ve dinsel faşizme yöneltmekte anlaşan egemenler soğukkanlı bir planlamayla bu adımı attılar.

Kürt ulusal hareketinin, barışçı çözüm için demokratik özerklik talebini ortaya koyması üzerine, militarizmden başka bir çözümü öngörmeyen egemenler, Kürt bölgesinde askerî politik örgütlenmelerini yeniden düzenliyorlar. Valilik ve kaymakamlıklar, Silahlı Kuvvetler, emniyet omurgası çevresinde, koruculuk sisteminin pekiştirilmesi, Fethullah Gülen cemaatinin çok yönlü olarak bölgeye nüfuz etmesi için olanak sağlanması, kontrolden çıkma eğilimi gösteren Hakkâri, Yüksekova ve Cizre'nin idari ve askerî yapısının değiştirilmesi hazırlıkları, Hizbullah hareketinin siyasal alana yeniden daha güçlü biçimde sürülmesiyle tamamlanıyor.

AKP iktidarı, bu adımla, kısa ve uzun vadeli amaçlarını birleştiriyor. Önümüzdeki seçimde, ülke ve bölge halkını din temelinde bir kültür savaşı çerçevesine hapsederek, sağcı, gerici, mukaddesatçı milliyetçi bütün güçleri kendi etrafında birleştirmek ve referandumda sağladığı başarıyı tekrarlamak istiyor. Böyle bir başarı temelinde, toplumu uzun vadede de kendi hegemonyası altında tutabilme hesabı yapıyor.

Askerî bürokratik yapı ise, laik ve ulusal Kürt hareketini, İslam kartına daha çok başvurarak güçsüzleştirmek, Kürt halkının özlemlerine karşı elindeki alet edevat çantasını çeşitlendirmek istediği gibi; Kürt siyasal hareketinin gelişimine tekrar müdahale ederek onu doğal gelişim mecrasından bir kez daha saptırmak, dinsel gericilik ve terör çerçevesine hapsederek ülke, bölge ve dünya çapında kolayca tecrit etmek istiyor. Kısa vadeli olarak da, toplumsal vicdanda mahkûm olmuş Hizbullah yöneticilerini serbest bırakmanın uyandırdığı haklı tepkileri AKP iktidarını zayıflatmak için kullanma hesabını yapıyor.

İmralı'nın Kürt ulusal hareketini kestirme yollardan giderek kısa vadede başarıya ulaştırabileceği kanısıyla, ülkenin ve bölgenin toplumsal ve siyasal ilerlemesi hedefi dışına çıkması, egemenlerin politikasına karşı tutarlı bir karşılık verilmesini güçleştiriyor. Çoktandır emperyalizme ve kapitalist sisteme felsefi ve siyasal teslimiyet noktasına savrulan İmralı'nın; denize düşen yılana sarılır misali, ulusalcı laik Kemalist çevrelere uzattığı elin havada kalması üzerine, laiklikten de taviz vermesi, ülke ve bölgedeki toplumsal gericiliğin en önemli dayanakları arasında yer alan, AKP iktidarına kritik yardımlarda bulunması ve Fethullah Gülen cemaatine ittifak teklif etmesi, hiçbir sonuç doğurmayacak nafile çabalardır. Sadece halk kitlelerinin kafasını karıştırır ve egemenlerin, Hizbullah dâhil dinci gericilik silahını daha kolay biçimde kullanmalarının önünü açar.

Bu arada, Yargıtay 9. Dairesi'nin, yaptığı yorumla, tutukluluk süresini 10 yıl gibi inanılmaz derecede uzun bir süreye yayması, Türkiye'deki bütün demokratikleşme iddialarını kökten çürüten ibretlik bir adım olmuştur. 10 yıl tutukluluk zaten peşin olarak verilmiş çok ağır bir ceza demektir. Egemenlerin yurttaş haklarını bu kadar pervasızca ayaklar altına alması, despotizmin ve faşizmin hangi boyutlara ulaştığını gösteriyor. İşbirlikçi kapitalist rejim; sosyalist, devrimci ve demokratik muhalefete karşı elindeki hiçbir kozdan, ne kadar zalimce olursa olsun, vazgeçmek istemiyor. İşçi köylü kitlelerinin bizzat girişeceği köklü bir bahar temizliği olmadıkça, halk kendi kaderini kendi eline almadıkça, despotik sistem kendi kendini dönüştürmeyecek, demokratikleşmeyecektir.



 
Yazarın Diğer Yazıları
 Cengiz Çandar'ın Yeni Hedefi
 Yanlış Tarih, Yanlış Politika
 Ordu ve AKP
 Hesap Vakti
 Akıl Tutulması
 Tarih Hızlanıyor
 Merhaba
 Gündemden
 Haydi, Devrimci Dayanışmamızı Göstermeye
 Libya Gündeminden
 1 Mayıs Gündemi
 Seçimden Önce
 12 Haziran 2011 Seçiminde Tutumumuz
 12 Haziran 2011 Seçim Sonuçları
 Seçimden Sonra