Ülke ve dünya gündeminde yer alan önemli konulara ilişkin olarak
Ürün'ün çeşitli tarihlerde yaptığı değerlendirme ve
açıklamaları sunuyoruz.
Emperyalizmin maşası
10 Haziran 2011
AKP iktidarı, Türkiye'yi Amerikan ve Avrupa emperyalizminin bölgesel planlarına daha sıkı şekilde bağlıyor. Emperyalizm savaş borusunu çalınca, AKP, Arap ve İslam dostu kılığını çıkarıp kapitalizm dininin sadık hizmetkârı üniformasıyla hizaya girdi, Arap ve İslam halklarına karşı NATO saflarında savaşmaya başladı.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Türkiye'nin,
emperyalizm uşağı Libyalı gericilere 100 milyon dolar yardımda bulunacağını açıkladı. Davutoğlu, aynı zamanda, Suriye yönetimini tehdit etti. Bölgede emperyalizme karşı direnen her yönetimin yok edileceğini, bu rüzgârın önünde kimsenin duramayacağını iddia etti.
Libya halkına karşı sömürgeci savaşa fiilen katılan ve
katkısını askerî, siyasi ve diplomatik alanlarda gitgide arttıran AKP
hükümeti, Suriye ve Beşşar Esad yönetimine karşı ABD, AB ve İsrail'in
yürüttüğü psikolojik savaşa ateşli biçimde katıldığı gibi, Suriye'de karşıdevrimci ayaklanma çıkarmaya çalışan gerici ve faşist örgütlerin koordinasyonunu yapma görevini de üstlendi. Yayılmacı heveslerini gizlemeyen AKP, emperyalizmin izniyle tarihsel bir fırsat yakaladığı
hayaliyle, Suriye'yi hegemonyası altına alma planları yapıyor. AKP
aslında ateşle oynuyor, komşusunun evini zaptetme rüyası görürken kendisini de yakacak büyük bir yangına körükle gidiyor.
AKP, izlediği neoliberal kapitalist politikalarla Türkiye halklarını yoksulluğa ve işsizliğe mahkûm ettiği gibi,
işbirlikçi oligarşinin sömürdüğü ve ezdiği emekçilerin nafakasından
kestiği milyon dolarları bölge gericilerine aktarıyor.
AKP, bütün bu davranışlarıyla, kendi foyasını ortaya çıkarıyor, emperyalizmin maşası olduğunu kanıtlıyor. AKP, sadece Türkiye emekçi halklarının değil, bütün bölge halklarının da düşmanıdır. AKP'ye elini veren, emperyalizmden kolunu kurtaramaz. AKP'nin sahte masallarına kanmamak bütün bölge halkları için canalıcı bir önem taşıyor.
Hatip Dicle'ye özgürlük
10 Haziran 2011
Hatip Dicle, Kürt halkının özgür iradesiyle
seçilmiş milletvekili ve Demokrasi Partisi (DEP) genel başkanı iken 2
Mart 1994'te işbirlikçi kapitalist oligarşinin faşist komplosuyla
dokunulmazlığı kaldırılıp tutuklanarak 10 yıl hapis yatırıldı.
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) eş başkanlığını yaparken 26 Aralık
2009'da KCK davası gerekçesiyle yeniden tutuklandı ve hâlen hapiste
bulunuyor.
Hatip Dicle, hapisteyken Barış ve
Demokrasi Partisi (BDP) adına Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku'nun
Diyarbakır bağımsız milletvekili adayı gösterildi. Ne var ki, Hatip
Dicle'ye yeni komplolar kuruluyor. Bir basın açıklamasında "terör örgütü
propagandası" yaptığı gerekçesiyle Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nin
verdiği 1 yıl 8 ay hapis cezası, ne hikmetse, seçime 3 gün kala Yargıtay
9. Dairesi tarafından onandı. Kapitalist medyada kaynatılan kazanla,
Dicle'nin adaylığının iptal edilmesi istendi.
Yüksek Seçim Kurulu ise bugün yaptığı toplantıda bu konuda karara varmak
için Dicle'nin savunmasının alınmasını ve dosyadaki eksik belgelerin
tamamlanmasını beklemeye karar verdi. Böylece, Hatip Dicle, olması
gerektiği gibi, 12 Haziran seçimine aday olarak katılabilecek ve halk
isterse seçilebilecek.
Yüksek Seçim Kurulu'nun
komploya alet olmamasını olumlu buluyor ve bu tutumunu sürdürmesini
talep ediyoruz.
Öte yandan, Hatip Dicle'ye
verilen cezalar rejimin niteliğini açıkça ortaya koyması açısından
değerlendirilmeyi hak ediyor. 10 yıllık ceza, düşünce, ifade ve
örgütlenme özgürlüğü çerçevesindeki söz ve eylemler nedeniyle verildi. 1
yıl 8 aylık ceza, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanmanın bedelidir.
Bir buçuk yılı bulan KCK tutukluluğu da, düşünce, ifade ve örgütlenme
özgürlüğünün kullanılmasını cezalandırıyor. İşçi sınıfını, emekçileri,
ezilen halkları zorla dilsiz ve örgütsüz bırakmaya çalışan,
yurttaşlarını düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü kullandıkları
için sistemli olarak cezalandıran rejimler, despotik ve faşist
rejimlerdir. Bu rejimlerin burjuva anlamında bile olsa demokrasi
iddiasında bulunmasına sadece gülünüp geçilir.
Güneş balçıkla sıvanmaz
7 Haziran 2011
Polonya Cumhurbaşkanı Bronislaw Komorowski'nin
davetlisi olarak bu ülkeye resmî bir ziyarette bulunan Cumhurbaşkanı
Abdullah Gül, Varşova'da halkla ilişkiler çerçevesinde imaj parlatmak
için gittiği bir okulda sorgulandı. Türkiye'de düşünce ve ifade
özgürlüğünün ayaklar altına alınmasını eleştiren bir öğrenci, Gül'den,
Türkiye'de gazetecilerin niçin tutuklandığını açıklamasını istedi.
Sinirlenen Gül, "Tutuklanan kişiler yurt dışında
gazeteci olarak geçiyor ama aslında şiddet kullanan örgütlerin
üyeleridirler. Yazdıklarından dolayı tutuklanmıyorlar, kendileri de
şiddetin içinde bulundukları için tutuklanıyorlar" diyerek tutuklu
gazetecileri terörist ilan etti.
Sadece yazı
yazdığı, haber yaptığı, kitap hazırladığı, araştırma yaptığı, kitap
çevirdiği, görüş belirttiği, kısacası, düşünce ve ifade özgürlüğünü kullandığı için hapishanelere tıkılan devrimcileri, ilericileri, yurtseverleri, demokratları terörist ilan etmek, Gül'ü ve baş sorumlularından biri olduğu rejimi kurtarmaz. Güneş balçıkla sıvanmaz. Demokratlık görüntüsü vermek için yurtdışında gittiğiniz bir okulda bile rejiminizin despotik ve faşist karakteriyle yüzleşmek, gepegenç bir öğrenciye hesap vermek zorunda kalırsınız.
Düşünce ve ifade özgürlüğüne, örgütlenme özgürlüğüne, toplantı ve gösteri hakkına saygı göstermeyen bir rejim, burjuva anlamda bile demokrasi değildir; despotik ve faşist bir yönetimdir ve gayrimeşrudur.
Komünistler, sosyalistler,
devrimciler, ilericiler, emperyalizmin taşeronluğunu yapan bir avuç
kapitalist şirketin işçileri ve emekçileri sömürme, halkları ezme,
doğayı mahvetme pahasına durmadan zenginleşmesini, gitgide büyümesini tabii ki kabul etmeyeceklerdir. Bu adaletsiz sistemi kökten eleştirecek, siyasal, sosyal ve ideolojik muhalefetlerini sürdürecek, sistemi değiştirmek için örgütlenecek ve emekçi kitlelerle birleşeceklerdir. İşbirlikçi kapitalist oligarşinin kâhyalığını yapanlara düşen, bu
gerçeği içlerine sindirmektir.
Halka her türlü
zorbalığı yaparken demokrasi, hele hele ileri demokrasi maskesi takınmak gülünç bir çabadır. Hiç ummadığınız anda bir genç gelir, maskenizi yüzünüzden alıverir. Maskeniz sıyrılınca gerçeği itiraf etmek yerine, yalanlara, iftiralara sarılmak da derdinize çare olmaz. Hem zalim, hem rezil olursunuz; rezil bir zalim olarak tarihe geçersiniz.
Halka karşı terör
1
Haziran 2011
AKP iktidarı, halkın toplantı
ve gösteri yürüyüşü yapma hakkını vahşice ortadan kaldırmaya devam
ediyor. Dün (31 Mayıs 2011) Artvin'in Hopa ilçesinde Recep Tayyip
Erdoğan'ı protesto etmek için toplanan halka zehirli gaz ve copla
saldıran polis, gazdan etkilenen ve göğüs bölgesine darbe alan emekli
öğretmen Metin Lokumcu'nun ölümüne sebep oldu.
Hopa halkı Başbakan Erdoğan'ın özellikle hidroelektik santrallarıyla
Karadeniz'in derelerini kapitalist şirketlere peşkeş çekme politikasına
uzun süredir muhalefet ediyor. Hopa'nın ilerici ve devrimci güçlerinin
öncülüğünde toplanan halk, Erdoğan'ın seçim mitingi yapmak için Hopa'ya
gelmesinden yararlanarak bu muhalefeti bizzat onun yüzüne karşı ifade
etmek istedi. Polis "Su haktır, satılamaz" ve "AKP, Hopa'dan defol"
pankartlarının açılması üzerine saldırıya geçti. Meşruiyet yoksunu
iktidar, Hopa'daki saldırıyla yetinmedi. Hopa'daki cinayeti protesto
etmek için Ankara ve İstanbul'da toplanan göstericilere de şiddetle
saldırdı, yüzden fazla kişiyi gözaltına aldı.
Toplantı ve gösteri yürüyüşü haktır, ortadan kaldırılamaz. Muhalefet
haktır, bastırılamaz. Halk tabii ki kapitalist sömürüye, emperyalist
zulme, yoksulluğa, işsizliğe, yolsuzluğa, doğanın tahrip edilmesine,
kerameti kendinden menkul despotların halka sorma gereğini bile duymadan
onların yaşamını kökten değiştirecek kararlar almasına, polisin
zorbalığına karşı tepkisini dile getirecektir. Halkın yüzlerce yıllık
mücadeleyle kazandığı bu demokratik hakkı ortadan kaldırmak isteyenler,
sadece kendi sonlarını hızlandırırlar.
Kamu
görevlileri halkın efendisi değil, hizmetkârıdır. Devlet yetkisini
kullanan herkes, halkın iradesi doğrultusunda hareket etmek zorundadır.
Halkın iradesine uymayanlar, yönetme yetkisini kaybederler, gayrimeşru
duruma düşerler. Bu ilkeler, sömürülen ve ezilen sınıfların yüzlerce
yıllık mücadeleyle kazandığı demokrasinin alfabesidir.
Polisin zehirli gaz kullanmasına son verilmelidir.
Metin Lokumcu'nun ölümüne sebep olanlar derhâl görevden alınmalı ve
yargılanmalıdır. Metin Lokumcu'nun öldürülmesini protesto ederken
gözaltına alınanlar derhâl serbest bırakılmalıdır.
Despotizm ve faşizm AKP'yi halkın öfkesinden kurtarmaya
yetmeyecektir
Almanya'da nükleer santraller kapatılacak
1 Haziran 2011
Almanya'da iktidarda bulunan Hristiyan Birlik partileri
(CDU/CSU) ile Hür Demokrat Parti (FDP), Almanya halkının aylardır süren
güçlü çevreci eylemlerine dayanamadı ve nükleer santrallerin en geç 2022
yılı sonuna kadar tümüyle kapatılmasını kararlaştırdı.
Koalisyon partilerinin temsilcileri, nükleer santrallerin 2021 yılında tümüyle kapatılmasını, ancak incelemeler için bir yıl daha süre tanınmasını karara bağladı. Almanya Başbakanı Angela
Merkel Almanya'da, nükleer santrallerden vazgeçilmesinden sonra enerji
alanında yepyeni bir mimarinin ortaya çıkacağını söyledi. Merkel,
yenilenebilir enerji yatırımlarına daha fazla ağırlık verileceğini
söyledi.
Nükleer santraller, bir avuç dev
kapitalist şirketin kârlarına kâr katmak için, insan yaşamını, bütün
canlıları ve doğayı mahvetmeyi göze almak demektir. Özellikle
Japonya'daki Fukuşima santralinin yol açtığı felaketten sonra bu
santralleri savunmak hükümetler açısından iyice zorlaştı.
Nükleer santralleri kapatma kararı, Almanya ve dünya
halklarının uzun süreli muhalefetinin, kararlı kitle eylemlerinin
doğrudan sonucudur. Bu muhalefeti genişleterek sürdürmek gereklidir.
Çünkü Almanya'da kapitalist hükümetlerin 2021 2022'ye kadar olan
süreyi, halkı oyalamak, bezdirmek, rehavete itmek için kullanacağı,
kapatma kararından geri dönmek için her fırsattan yararlanacağı
beklenmelidir.
Almanya'nın atom santrallerini
kapatması, dünyanın en büyük kapitalist ülkelerinden birinde ciddi bir
çevrecilik zaferi anlamına gelecektir. Bu zaferi, bütün ülkelerde
nükleer enerjiden vazgeçme, insana, canlılara, doğaya saygılı enerji
kaynaklarına yönelme, toplumları ve doğayı kapitalizme kurban etmeme
hedefi için bir basamak olarak kullanmak gerekiyor. Alman hükümetinin
kararı, Türkiye'de hükümetin Akkuyu ve Sinop'ta nükleer santral kurma
kararını iptal ettirme mücadelesine de hız katacaktır.
Meşruiyet yoksunu
iktidar
30 Mayıs 2011
AKP iktidarı, toplantı ve
gösteri özgürlüğünü sistemli olarak ayaklar altına alıyor. En son iki
örneğe değinelim.
Hükümet, Nisan ayı başlarında
"Anadoluyu vermeyeceğiz" sloganıyla ülkenin dört bir tarafından
Ankara'ya doğru yürüyüşe geçen Büyük Anadolu Yürüyüşü kervanlarını
günlerdir Ankara'ya sokmamakta direniyor. Kırk günlük yürüyüşün ardından
21 Mayıs'ta Ankara'nın Gölbaşı ilçesinde buluşan 11 kervanın
yolcularını, inatla bir polis ordusunun kordonu içinde tutuyor. Yerli ve
yabancı kapitalist şirketlerin talan ettiği ülkenin topraklarını,
derelerini, ormanlarını, dağlarını, tohumlarını, bitkilerini,
hayvanlarını korumak, tarımının mahvedilmesine karşı çıkmak, köylülerin
yaşam hakkını savunmak, seslerini başkentte duyurmak için yürüyen
yurttaşların en doğal haklarını kullanmalarına engel oluyor.
Üniversite sistemini yerli ve yabancı parababalarına
peşkeş çekmek için kamuoyu oluşturmaya çalışan YÖK'ün 27 28 29
Mayıs'ta İstanbul Swiss Hotel'de düzenlediği kongreyi protesto eden
üniversiteli gençler ve eğitim emekçileri, polisin saldırısına uğradı.
AKP, gençliğin, emeğin ve bilimin sesini duyurmak için sendikalarının ve
derneklerinin çağrısıyla harekete geçen, üniversiteleri kapitalistlerin
emrinde talanı ve dogmaları meşrulaştıran basit bir alet durumuna
düşürecek düzenlemelere geçit vermek istemeyen yurttaşların en doğal
haklarını zorbaca ellerinden aldı.
Yurttaşların
toplantı ve gösteri yapma hakkına saygı göstermek burjuva anlamda bile
olsa demokrasi olduğunu iddia eden her rejimin asgari meşruiyet
ölçüsüdür. AKP hükümeti, bırakın asgari ölçüyü, "ileri demokrasi" olduğu
iddiasındadır. Bu iddiayı kendi eylemiyle sürekli yalanlayan AKP, ileri,
orta veya asgari demokrasinin değil; despotizmin ve faşizmin alanında
yer alıyor.
Despotizmin ve faşizmin alanında yer
alan egemenler, toplumu yönetme meşruiyetinden yoksundurlar. Yönetme
meşruiyetinden yoksun iktidarlar, zorbalıklarının bedelini öderler.
Zulmün kalıcı olduğu görülmemiştir.
Dünya tarihi
bu gerçeği doğrulayan sayısız kanıt sunuyor. Tarihe gitmeye gerek yok,
içinde bulunduğumuz 2011 yılının deneyimi bile politikanın ve
sosyolojinin en temel gerçeğini anlamaya yeter.
Gençlere saldıranlar iflah
olmaz
28 Mayıs 2011
YÖK, 27 28 29 Mayıs 2011 günleri
İstanbul'da, "Cumhurbaşkanının himayesinde" Uluslararası Yükseköğretim
Kongresi düzenliyor. Kongrenin amacı, yükseköğretim sistemini
emperyalizmin ve işbirlikçi kapitalist oligarşinin istemleri
doğrultusunda doğrudan doğruya kapitalist sınıfın temsilcilerinin emrine
verme planı için kamuoyu oluşturmak.
Kongre
fiilen akademisyenlere, öğrencilere ve üniversite çalışanlarına kapalı.
Yerli ve yabancı sermaye temsilcileri, yüksek bürokratlar, büyük
patronlar, kapitalizme iman etmiş dinciler kendi aralarında, emeğin ve
bilimin temsilcilerine söz hakkı tanımadan tartışıyor.
Öğrenciler ve eğitim emekçileri ise, kongre sürerken,
toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını kullanarak durumu protesto etmek,
sendikalarının ve derneklerinin "halk için eğitim, halk için bilim"
temel hedefi doğrultusunda gençliğin, emeğin ve bilimin sesini duyurmak
istiyor. AKP hükümeti, polise en temel demokratik haklarını kullanmak
isteyen kitleye saldırma emrini veriyor. Gaz bombaları, cop ve plastik
mermilerle kitle dağıtılıyor, gençler vahşice dövülüyor ve 13 genç
gözaltına alınıyor.
AKP'nin "ülkeye çağ atlatan
ileri demokrasisi" işte bu. AKP, kapitalist sahtekârlık ve ikiyüzlülük
alanında yeni bir rekor kırıyor. Demokrasi sloganları atarken despotizmi
ve faşizmi hiçbir muhalefete izin vermeden dayatmak istiyor.
Ne var ki, gençlere saldıranlar iflah olmaz. Gençlik
kitlelerine düşmanlıkta sınır tanımayan iktidarların halkın nefretini
nasıl topladığına ilişkin geçmişten ve günümüzden sayısız örnek var.
Gençlik düşmanlığıyla temayüz eden Bayar Menderes diktatörlüğü,
Hüsnü Mübarek diktatörlüğü, Zeynel Abidin Bin Ali diktatörlüğü ayakta
kalamadı.
Gözaltına alınan gençler derhâl
serbest bırakılmalıdır. AKP, gençliğin ve eğitim emekçilerinin iradesini
kıramayacak, üniversiteleri doğrudan doğruya sermayeye teslim
edemeyecektir.
Siyanür suya
karıştı
18 Mayıs 2011
Kütahya'da siyanür
kullanarak gümüş çıkaran madencilik şirketi Eti Gümüş AŞ'de 7 Mayıs 2011
günü siyanür atık barajının patlaması, büyük bir çevre felaketine yol
açıyor. Çevre Mühendisleri Odası'nın yaptırdığı incelemede, Köprüören
köyünün içme suyu kaynağından 12 Mayıs'ta alınan nümûnede, kabul edilen
sınırların yüzde 40 üzerinde siyanür çıktı. Bu oranda siyanür karışmış
suyun içilmesi ve kullanılması, insan ve canlı sağlığı açısından ağır
tehlike yaratır.
AKP iktidarı, bir avuç
kapitalist şirketin, kâr hırsıyla, insanlara, canlılara ve çevreye ağır
zararlar verdiği kanıtlanmış siyanür yöntemiyle maden işlemeciliği yapmasını teşvik ediyor. Özelleştirilen ve kapasitesinin üzerinde çalıştırılan Eti Gümüş AŞ'deki kazayı da önemsemeyen ve her şey kontrol altında diyerek çevre felaketini gizlemeye çalışan hükümet, insanlara, canlılara ve doğaya karşı suç işliyor.
Su
kaynaklarını zehirleyen, tarımı mahveden, doğayı harap eden siyanürlü
maden işlemeciliğine son verilmelidir. İnsan ve canlı yaşamı, tarım ve
temiz çevre kapitalistlerin kârına feda edilmemelidir. Artık görmeliyiz
ki, kâr hırsıyla, işçileri sömüren, emekçileri yoksullaştıran, tarım ve
hayvancılık imkânını köylülerin elinden alan, doğayı kirleten, halkı
ölümcül hastalıklara mahkûm eden kapitalizme karşı mücadele etmek,
yaşamı savunmak anlamına geliyor.
Operasyonlara son
16
Mayıs 2011
12 Eylül rejiminin kanlı mirasını üstlenen AKP,
Kürt illerini yangın yerine döndürdü. Bir yandan Kürt ulusal hareketini
çeşitli vaatlerle oyalayan, bir yandan da bütünüyle yasal çalışma
yürüten Kürt politikacılarını KCK operasyonuyla hapse dolduran AKP,
savaş politikasına devam ediyor. Kürt hareketini ortadan kaldırmak için
ordu ve polisle koordineli biçimde kapsamlı bir plan uyguluyor.
Oysa, ülkenin kapsamlı bir barış politikasına ihtiyacı
var. Önce 7, sonra 12 HPG'liyi öldürmek Kürt sorununu çözmez, daha da
ağırlaştırır. Türk ve Kürt halkları arasında kan davası yaratarak,
gençleri birbirine kırdırarak varılacak yer, karşılıklı yıkımdır.
Hükümet, derhâl askerî operasyonlara son vermek, Kürt politikacılarını
serbest bırakmak, sorunu eşitlik ve özgürlük temelinde onurlu bir barışa
ulaşarak çözme niyetini gösterecek adımlar atmak zorundadır.
Kürt ulusal hareketi, sorunu barışçı biçimde çözme
niyetinde olduğunu defalarca açıkladı. Türkiye halkı ve kâğıt üzerinde
bile olsa Türkiye halkını temsil eden bütün kamu görevlileri, barış
niyetine uygun karşılık vermek zorundadır. Türkiye halkının yüksek
menfaati, şovenizm zehrini yaymaktan ve savaşı körüklemekten değil,
ülkede çeyrek asırdır yaşanan kan kaybına son vermekten geçiyor.
AKP bir yandan emperyalizmin bölge halklarına
yönelttiği saldırılara yataklık yapıyor, bir yandan ülkede kardeş
savaşını tırmandırıyor. AKP hükümeti, ABD, AB, NATO ve işbirlikçi kapitalist oligarşi adına hareket etmekten vazgeçmelidir. Türk ve Kürt halklarına olduğu gibi, Arap ve Fars halklarına da ağır zarar veren iç ve dış savaş macerasından derhâl geri dönmelidir.
AKP'nin iç ve dış yıkım politikasına son vermek, Türk
ve Kürt halkları arasında barışı ve kardeşliği sağlamak için elimizden
gelen her şeyi yapacağız
İnternet sansürüne hayır
14 Mayıs 2011
İşbirlikçi kapitalist oligarşinin yürütme komitesi AKP iktidarı, temel hak ve
özgürlükleri tümüyle ortadan kaldırmaya yönelik çok yönlü saldırısını
sürdürüyor. İşçi sınıfının, emekçilerin, köylülerin, Kürt halkının,
Alevilerin, gençlerin, kadınların, aydınların toplumsal muhalefetini
susturmak ve boğmak amacıyla düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü
sistemli olarak yok ediyor.
Bu saldırının son
adımı, interneti devlet filtresi altına almak ve AKP'nin dogmatik dinci
kapitalist anlayışına ters düşen her siteye erişimi engellemek. AKP,
yerli ve yabancı sömürücüler adına büyük sansürcü rolüne soyunuyor.
Türkiye'de ve dünyada büyük kapitalist medyanın,
emperyalizmin dünya halklarına karşı psikolojik savaş aygıtı olarak
hareket ettiğini biliyoruz. AKP'nin büyük sansür girişimi, yerli ve
yabancı kapitalist medyanın amansız tekelini kırmak için internet
ortamını kullanmaya çalışan muhalif siteleri yok etmek amacını
taşıyor.
Düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğünü savunmak için AKP'nin büyük sansürüne karşı çıkmak zorundayız. İnternet ortamı, AKP'nin temsil ettiği yerli ve yabancı tekellerin dikensiz gül bahçesi olamaz.
Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için, savaşsız ve sömürüsüz bir
dünya için, özgür ve eşit bir yaşam için, internette devlet sansürüne
hayır diyelim. 15 Mayıs 2011'de sansürsüz internet için AKP'yi protesto edelim. İnterneti emperyalist savaş kışkırtıcısı silah şirketlerinin, doğayı ve çevreyi mahveden nükleercilerin, siyanürcülerin, HESçilerin, soyguncu bankaların, büyük holdinglerin, karanlık dogmalarla beyinleri esir alan din tacirlerinin, milyonlarca insanı aç, milyonlarca insanı
işsiz bırakan kapitalist sistemin özel av alanı yaptırmayalım.