İşçi sınıfının, emekçi kitlelerin ve ezilen halkların dünyanın dört bir köşesinde sorgulamaya başladığı kapitalist dolar milyarderleri şebekesinin sömürü ve zulmünü sürdürebilmek için bir kez daha bütün dünyayı yeniden sömürgeleştirme seferini başlatan, art arda savaş ve istilalara girişen Amerika-Avrupa Birliği-NATO bloku, taş üstünde taş bırakmadığı Libya'yı yeniden köleleştirmeyi başardı. Emperyalist efendilerin fermanına karşı gelme cesaretini gösteren bütün halklara, sosyalistlere, devrimcilere ve yurtseverlere gözdağı vermek için Muammer Kaddafi'yi vahşice linç ettirdi; linç sahnesini savaş suçlusu kapitalist medya aracılığıyla herkesin beynine kazıdı ve Kaddafi'nin ölüsünü zavallı kalabalıklara günlerce teşhir ettikten sonra bilinmeyen bir yere gömdü. Bağımsız Libya artık bütün petrol, doğalgaz, su ve güneş enerjisi kaynaklarıyla emperyalist şirketlerin elinde.
Libya'yı sömürgeleştirme seferinde NATO'nun havadan ve denizden yürüttüğü yüz binlerce saldırıya ek olarak karada sadece özel birliklerini kullanması, karadaki katliamları yapma işini Irak'ta ve Afganistan'da olduğu gibi Amerika ve Avrupa Birliği'nin kendi işgal ordularına değil, yerel ve bölgesel kuklalara yaptırması ABD'de bayram havasına yol açtı. Savaş uzmanları, hedefe ulaşmada "nispeten ucuz bir yöntem" bulan Obama yönetiminin dehasını övmekte birbirleriyle yarışıyor. "Obama doktrini", Irak ve Afganistan'ı köleleştirmek için büyük işgal orduları kullanan Bush yönetiminin "Bush doktrini"yle karşılaştırılarak göklere çıkarılıyor.
Halkların kıyımından, ülkelerin taş devrine döndürülmesinden zerre kadar rahatsızlık duymayan bu vicdansız uzmanlara göre, Bush doktrini Amerikan hazinesini boşaltarak büyük ekonomik krizi hazırlayan bir etken olmuşken; Obama doktrini "taşeron kullanmayı akıl ederek" ölüm ve yıkım işini ucuza getirmeyi başarmış! Tıpkı ekonomik yaşamda olduğu gibi, "outsourcing" (işi dışarıya yaptırma), "sub-contracting" (taşeron kullanma) başarının anahtarı olmuş! Neoliberalizm sadece ekonomide değil, savaş ve istilada da yaratıcı ve verimli bir öğreti olduğunu ispatlamışmış! Şimdi sıra Suriye'yi yıkma ve parçalama işini de taşeronlara havale etmekmiş, Suriye'nin ardından desteksiz kalacak olan Lübnan, Filistin ve İran'ı da yerel ve bölgesel taşeronlar aracılığıyla bitirmekmiş!
Kiralık katil tutma, paralı asker kullanma, korucu yazma, sömürücü egemenlerin bin yıllık taktiğidir, zalim Obama'nın buluşu değil. Birinci Dünya Savaşından yorgun çıkan İngiliz-Fransız emperyalizminin Türkiye işgalinde Yunan ordusunu ve padişah kuvvetlerini taşeron olarak kullanmasını ilkokul çocukları bile biliyor. İkinci Dünya Savaşında, Hitler işgal ettiği Yugoslavya'da, Balkanlar'da, Sovyetler Birliği'nde bu taktiği kendi ana işgal ordularına yardım amacıyla kullandı. Amerika Kore'de, Vietnam'da, Afganistan'da bu taktiğe yardımcı bir öğe olarak başvurdu.
"Kore'ye karşı Birleşmiş Milletler Koalisyonu", "Vietnam savaşını Vietnamlılaştırmak", "Endonezya komünistlerine karşı İslam Birliği", "Afgan komünistlerine karşı İslami Cihat", "Irak'a karşı Gönüllüler Koalisyonu", "Taliban'a ve El Kaide'ye karşı Uygarlık Koalisyonu", "Irak'ta Sünni direnişçileri Şiilere ve Kürtlere kırdırmak", "Suriye'de Alevi yönetimini Sünnilere devirtmek", "Filistin'de FKÖ ile Hamas'ı birbirine kırdırmak", "Suriye'yi Türklere işgal ettirmek" kavramlarını hep duyduk, iyi biliyoruz.
ABD, bu yöntemi şimdi Somali'de özel kuvvetlerine ve insansız hava aracı filosuna ek olarak Etyopya ve Kenya ordusunu kullanarak uyguluyor. Yemen'de özel kuvvetlerine ve insansız hava aracı filosuna ek olarak Suudi Arabistan ordusunu kullanıyor. Bahreyn'de Amerikan 5. Filosu'nun özel uzmanlarına ek olarak, Suudi ordusunu kullanıyor.
Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'nda bozguna uğrayan İngiltere, Fransa gibi; Yugoslavya'da, Sovyetler Birliği'nde, Balkanlar'da bozguna uğrayan Hitler Almanya'sı gibi; Kore'de, Vietnam'da bozguna uğrayan, Irak ve Afganistan'da bozgunun eşiğine gelen Amerika gibi, Obama Amerika'sı da hem Libya'da, hem Suriye'de, hem istila ettiği ve saldırdığı bütün ülkelerde yenilgiye uğrayacaktır. Emperyalist savaş blokunun saldırdığı ülkede yeni sömürge yönetimi kurmayı başarması savaşın sonu değil, büyük yurtsever halk direnişinin başlangıcıdır. Tıpkı Irak'ta "görev tamamlandı" diyerek zaferini ilan eden Bush'un yanıldığı ve yaşayarak gördüğü gibi, halklara karşı yüksek savaş teknolojisine, psikolojik savaş medyasının desteğine, taşeronların yardımına dayanan topyekün savaşlarda kazanılan geçici zaferler, astarı yüzünden pahalıya gelen Pirus zaferleridir. Obama da bunu yaşayarak görecek. Neoliberal ekonomik ve sosyal politikalar nasıl iflas etti ve halk kitlelerinin gözünde meşruiyetini yitirdiyse, neoliberal savaş, istila, işgal, saldırı politikaları da iflas edecek ve sade insanların gözünde bütün meşruiyetini yitirecek.
İşçi sınıfı ve emekçi halk açısından sürekli bir kriz anlamına gelen kapitalist düzenin bütün dünyayı saran şiddetli krizi, her kıtada, emperyalizmin göbeğinde bile siyasal ve toplumsal muhalefet hareketini tetikliyor. ABD'de "Vol Strit'i İşgal Et" hareketi aylardır durdurulamadığı gibi bütün ülkeye yayılıyor; işçi sendikalarını, öğrenci derneklerini, yurttaş girişimlerini kapsayarak büyüyor.
Avrupa Birliği'ndeki kriz, ekonomik soykırıma uğratılan Yunanistan'da emperyalizmi ve Yunan kapitalist oligarşisini yeni arayışlara itti; sosyal demokrat Papandreu hükümetini Avrupa Merkez bankası Başkan Yardımcısı Lukas Papadimos başkanlığında daha gözü dönmüş bir "teknokratlar hükümeti"yle değiştirmek zorunda bıraktı. En büyük emperyalistleri bir araya getiren G-7 grubunun üyesi olan İtalya'da da iyice yıpranan Berlusconi hükümeti yerine Avrupa Komisyonu'nun üyesi Mario Monti başkanlığında "teknokratlar hükümeti" kuruldu. İspanya'da kapitalizmin neoliberal yıkım programını fütursuzca uygulayan sosyal demokrat Sosyalist İşçi Partisi 2004'ten bu yana sürdürdüğü iktidarını 20 Kasım 2011 seçiminde kaybetti; yerine kapitalist sınıfın ana partisi sağcı-gerici Halk Partisi tek başına iktidara geldi. Jose Luis Rodriguez Zapatero'nun yerine ülkenin yeni başbakanı Halk Partisi'nin adayı Mariano Rajoy olacak.
Her üç ülkede kapitalizmin vahşi saldırısına karşı ayağa kalkan ve protestolarını aylardır sürdürdükleri grev, yürüyüş ve mitinglerle ortaya koyan işçi sınıfına ve emekçilere karşı sermaye sınıfının despotik darbesi anlamına gelen bu hükümet değişiklikleri, halk kitlelerini tam boy köleliğe razı olmak istemiyorlarsa daha etkili eylem yollarına itecek.
Portekiz ve İngiltere'de de kitleler çok daha hareketli. Mısır'da emperyalizmin ve işbirlikçi kapitalist oligarşinin kukla Yüksek Askerî Konsey ve gerici-faşist Müslüman Kardeşler örgütü eliyle yürüttüğü karşıdevrimci planlar, kitlelerin üzerine doğrudan doğruya ateş açılmasına rağmen, Tahrir meydanının yeniden sosyalist, devrimci ve ilerici muhalefetin eline geçmesine, yüz binleri toplayan yeni halk eylemlerine yol açıyor.
AKP'nin aymazlığı
Libya'da ve Suriye'de ABD-AB-NATO blokunun taşeronluğunu üstlenen AKP, sömürücü kapitalist azınlığın vicadansız çıkarları uğruna dış politikada büyük maceralara yöneliyor. 1950-1960 döneminde iktidar olan Demokrat Parti'nin kayıtsız şartsız Amerikan uyduculuğu politikasını canlandıran AKP, artık emperyalizmin hizmetinde "yumuşak yöntemler" kullanmak ve emperyalizme lojistik destek üssü olarak hizmet etmekle yetinmiyor, bizzat askerî güç kullanarak savaş, istila ve işgallere doğrudan doğruya ortak oluyor. Müslümanlığı kimselere bırakmayan iktidarın özellikle İslam halklarına karşı emperyalist seferlere "azap askeri" olarak katılması bölge halklarına karşı ibretlik bir ihanet örneği oluşturuyor.
Başta işçi sınıfı ve emekçi halk kitleleri olmak üzere, barıştan ve dostluktan yana olan bütün güçler, bütün yurtseverler, AKP'nin savaş politikasını derhâl durdurmalı; ülke, bölge ve dünya halklarını büyük bir yangının, yüzlerce yıl sürecek bir kan davasının içine düşmekten kurtarmalıdır.
Ülke, bölge ve dünya halklarına ihanet anlamına gelen savaş politikası, uzun vadede DP iktidarının işine yaramadı. İktidarın DP deneyiminden bile ders çıkarmaması, büyük bir aymazlığın da göstergesidir.
AKP iç politikada da, DP politikalarını örnek alıyor. AKP kendisine muhalefet edebilecek bütün güçlere karşı baskı, şiddet ve terör uyguluyor. 12 Eylül anayasasında bile tanınan haklar, hukuksal güvenceler işlemiyor, yasalara bütünüyle uygun en küçük muhalefet belirtisi bile ağır biçimde cezalandırılıyor. Bütün muhalifleri hapse tıkmak, herkesi suçlu ilan etmek, ülkeyi Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili mahkemelerle yönetmek, bütün iktidarı tek elde toplamak; dışarıda olduğu gibi, içeride de şiddet ve savaş politikasına yönelmek, Kürt sorununu barışçı biçimde çözmeyi reddetmek; avukatları bile toplu olarak tutuklamak kısa vadede ne kadar parlak bir fikir olarak görülürse görülsün, aslında astarı yüzünden pahalıya patlayan bir Pirus zaferinden başka bir şey değildir.
Ekonomik dengelerin bozulduğu, cari açığın sürdürülemez boyutlara ulaştığı, işten çıkarmaların tekrar yoğunlaştığı, yabancı ve yerli büyük sermaye çevrelerine yeni kâr, faiz ve rant kapılarının ardına kadar açıldığı bu yağma düzeni sürdürülemez. AKP, tıpkı örnek aldığı emperyalist efendiler gibi, rüzgâr ekiyor; tıpkı onlar gibi, fırtına biçecektir. Van depreminin yaralarını bile saramayan, halkı soğuğa ve hastalığa teslim eden bir hükümetin içte ve dışta savaş macerasına yönelmesi affedilmez bir insanlık suçudur. AKP daha da geç olmadan bu politikadan dönmelidir. Ülkemizin, bölgemizin ve dünyanın sayısız uzak ve yakın deneyiminden ders almayı bilmek, emperyalist savaşlardan uzak durmak, barışta ısrarcı olmak gerekiyor.